Ana SayfaNIVÎSKARÊNYok ederek var olmaya çalışmak: ASİMİLASYON!

Yok ederek var olmaya çalışmak: ASİMİLASYON!

Mehmet Uçar / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

“Kûçik kûçikê me ye, lê li ber deriyê yekî din diqîre.”

(Köpek bizim köpeğimiz ama başkasının kapısında havlıyor.)

Musa ANTER

ASİMİLASYON NEDİR?

Asimilasyon, Latincede “benzer yapmak” anlamına gelir.

Geniş anlamıyla: Çoğunluğun azınlık olan topluluğa kendi düşüncelerini kabul ettirmesidir. Asimile olmuş kişi ya da topluluk kendi benliğini ve özünü kaybeder, çoğunluk kültürünün uydusu olur.

Ulus devlet ve onun egemenliği altındaki halkları, toplulukları “türdeşleştirme” politikalarının sonucu olarak değiştirir ve asimilasyon dediğimiz durum gerçekleşir.

Konuya biraz daha açıklık getirmek amacıyla, asimilasyon politikasını devlet eliyle açıktan uygulayan devletlerin biri olan Amerika Birleşik Devletlerinden söz etmek gerekiyor.

Her yıl dünyanın dört bir yanından yaklaşık olarak bir milyon kişi Amerikan vatandaşı olmak için başvurmaktadır. Başvuran kişi çeşitli eleme kriterlerinden geçirildikten sonra durumunun “uygun görülmesi” halinde kendisine ABD’nin herhangi bir eyaletinde oturma izni (Green Card) verilir. Amerikan vatandaşı olabilmek için en az beş yıllık Green Card sahibi olmak veya en az üç yıl süreyle bir Amerikan vatandaşı ile evli olmak, yeteri kadar İngilizceyi konuşuyor olmak gerekir.

Başka yollardan da ABD vatandaşı olmak mümkündür. Amerika’da doğan bir bebek koşulsuz olarak ABD vatandaşı sayılır. Ayrıca Amerikan vatandaşı olabilmek için ABD’ye beş yüz bin Amerikan doları tutarında yatırım yapmış olmak yeterli sayılmaktadır.

 ABD Başkanı Rousevelt, henüz ulusal kimlik kazanamamış Amerika’ya dışarıdan gelecek göçmenlerin Amerika’da vatandaş olmalarını desteklemiştir. Gelen ve gelecek göçmenlerin hem ucuz işgücünden yararlanmak hem de onların yerli halkla bütünleşerek bir “ulus” yaratma politikası güdülmüştür.

Amerikan vatandaşlığına kabul edilecek göçmenler, yukarıda sayılan koşulları taşımak kaydıyla, başka bir koşul daha eklenerek vatandaşlık hakkını elde edebilecekler: O koşulsa, kopup geldikleri kendi anayurtlarıyla olan bütün kültürel ve aidiyet bağını koparmak; ayrıca Amerika’ya bağlılık duyacaklarına ilişkin yemin etmeleri istenir.

Böylelikle farklılıklar bir şekilde asimilasyon potasında iyice eritilecek, yepyeni bir “Amerikan Ulusu” oluşturulacaktır. Göçmen hangi ulus veya topluluktan gelirse gelsin, egemen devletin yasalarına bağlı ve saygılı olma koşulları dayatılır.

Tarihte bu mantıkla “ulus devlet” yaratma çabası örnekleri çoktur.

İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİNİN KURULMASI

(ASİMİLASYON SÜRECİNE OLAN ETKİSİ)

Osmanlı ordusunda “gizli” olarak örgütlenen İttihat ve Terakki

Cemiyeti, 1789 Fransız Devriminden esinlenmiştir. Başlangıçta farklı farklı adlar altında örgütlenen bu cemiyetin amacı: Balkanlarda yeşeren milliyetçilik (ulusalcılık) düşüncesinin sonucu olarak toprak kaybının önüne geçmek, bozulan Osmanlı düzenini korumak, nihayetinde Fransa’da olduğu gibi bir “Cumhuriyet” kurmaktı. Cumhuriyet düşüncesi 29 Ekim 1923 tarihinde bir günde oluşmuş bir şey değildi elbette. Yıllar önce kurulacak sistemin, cumhuriyeti ilan etmenin köşe taşları birer birer döşenmişti.

Cumhuriyet ilan etmekle birlikte, tıpkı Fransa’da olduğu gibi bir ulus  devlet kurmak, ABD’de olduğu gibi çeşitli etnik kökenleri bir potada eriterek yepyeni bir yönetim biçimini yaratmak çabası vardı. Bunun için, Osmanlı topraklarında yaşayan diğer etnik grup ve toplulukları “Türk Ulusu” çatısı altında toplamak, hatta Fransa’da olduğu gibi yerli bir burjuva sınıfı yaratmak düşüncesi egemendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti, hızını almadı; “Dünya Türklüğü=Turancılık” hevesine kapıldı.

İttihat ve Terakki’nin kadroları bu düşüncelerle hareket ediyorlardı. Osmanlı padişahı 2.Abdülhamit’e karşı darbe yaparak onu tahttan uzaklaştırdılar. Sıra azınlık diye tanımlanan toplulukları asimile etme, direnenleri bir şekilde hizaya getirmek amacıyla “bilinen” yöntemleri uygulamaya safhasına gelmişti. İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde “Teşkilat-ı Mahsusa” adında silahlı bir çete kuruldu. Başıbozuk bir güruhtan oluşan bu çete, tarihte bilinen yöntemlerle azınlık toplulukları sindirme yoluna gitti. Kıyım ve tehcirler yaşandı.

ASİMİLASYON SÜRECİ

Asimilasyonu gerçekleştirmek amacıyla tek yönlü, tek taraflı ve sistemli bir eğitim süreci uygulanır. Bunun için ilk önce egemen ulus ya da devlet, asimilasyon sürecini yürütecek teorisyenler, misyonerler, eğiticiler yetiştirir ve sahaya sürer.

Dünyada isim yapmış, konusunda “uzman(!)” asimilasyon teorisyenlerini burada tek tek belirtmeye gerek yok. Her biri asimilasyonu daha çabuk gerçekleştirebiliriz diye çeşitli görüşler ortaya atmışlardır. Bu teorisyenlerin ortak görüşüne göre asimilasyon süreçleri şu şekilde olmaktadır.

1-Kolay Asimilasyon: Asimilasyon sürecine tabi tutulan topluluk ya da toplumların kültürü zaman içinde egemen topluluk ya da toplumun kültürüne benzemeye başlar. Hedeflenen asimilasyon uzun bir süreç içinde yavaş yavaş gerçekleşir. Asimile edilmek istenen topluluk kısa sürede istenildiği şekilde biçimlenemeyecek, kendilerinden sonra doğan kuşaklar (kendiliğinden) benzeşecek ve amaç gerçekleşmiş olacaktır. Bu yöntemle asimile edilmiş topluluğa karşı olumsuz düşünceler olmayacak, toplumsal çatışma gibi olumsuzluklar yaşanmayacaktır.

2-Zor Asimilasyon: Bu asimilasyon politikasına göre, din, dil, ırk ve köken değişikliği mutlaka yapılmalıdır. Yine bu politikaya göre kimi etnik toplulukların asimile edilmesi oldukça zordur. Örneğin: Güney Afrika’da siyah tenli insanlar yaşarlar. Avrupa veya Amerika’dan dini, dili, ırkı ve kökeni farklı beyaz tenli bir topluluğun buraya gelip asimilasyon sürecini başlatıp başarıyla tamamlaması zor olacaktır.

3-Ekonomik Durumla İlgili Asimilasyon: Asimile edilecek topluluğun ekonomik durumu zayıfsa, kol gücünde başka sermayesi yoksa varlıklıların (zenginlerin) egemen olduğu topluluk ile anlaşıp kaynaşmaları daha kolay olabilmektedir.

Egemen toplum, asimilasyon sürecine tabi kıldığı toplumun anadilini küçümser ve aşağılar. Onların konuştukları dilin aslında bağımsız bir konuşma ve anlaşma dili olmadığı yalanını uydurur. Asimilasyon sürecine tabi tutulan topluluğun anadilinin çeşitli dillerden alınmış derme çatma sözcüklerden oluştuğunu ileri sürer.

KÜLTÜREL ASİMİLASYON UYGULAMASI

Asimilasyon yöntemleri içindeki en acımasız olanı kültürel asimilasyondur. Egemen toplumun sistemli ve katmerli baskısı sonucunda asimilasyona tabi tutulan toplumun kendi kültürünü terk ederek kendisinden istenen başka bir kültüre terfi etmesidir. Asimilasyon sürecinin tamamlanmasıyla birlikte toplum artık “kendisi” olmaktan çıkmış, hedeflenen “başkası” olmuştur. Toplumsal kimlikten tamamen uzaklaşılmış olur.

Asimilasyon uygulayan egemen toplum, kendi kültürünün “en büyük” kültür olduğu düşüncesini dayatır. Asimilasyonu tabi tutulan toplumun kültürü yok sayılır, inkar edilir. Egemenin “büyük” kültürü ile tanışan “küçük(!)” kültür toplumu kendi kültürünü yaşatmaya çalışması, direnmesi durumunda bir arada barınma ve yaşama şansını yitirir.

Bu durum, asimilasyona tabi tutulan “edilgen” topluluk ya da toplumun kendisine dayattığı “en büyük” kültürü adım adım benimsemesi ve kabul etmesini beraberinde getirir.

Hayata geçirilen bu vahşi asimilasyon politikası farklı kültürden insanların, toplulukların bir arada, birlikte yaşama şansını ortadan kaldıracağı için sorunludur. Çünkü kültürel asimilasyon çok kültürlü yapı düşüncesini yok sayar, kabul etmez. “Tekçi” düşünce egemendir.

Tekçi düşünce, pratik yaşamda farklı sonuçlar doğurur. Egemen topluluk ya da devlet, işi; asimile etmek istediği toplumu veya devletin bireylerini hor görmeye, ötekileştirmeye, hatta yok saymaya kadar vardırır. Bir arada, barış içinde yaşamayı zorlaştırır. Bu durum, kaçınılmaz olarak toplumda uzlaşıyı değil, kargaşayı yaratır.

Asimilasyon sürecinde başat kültür (egemenin kültürü), etkisi altına aldığı edilgen kültürün kendine has özelliklerini birer birer tahrip edip, o kültürel yapının ideallerini, ideale ulaşmak amacıyla kullandığı bütün araçları imha edip ortadan kaldırır. Kültür ve sanat gibi maddi; din, dil, tarih, gelenek gibi manevi bütün özelliklerini -güç kullanmak suretiyle- dönüştürür, potasında eritir ve kendi bünyesine katar.

İnkar ve imha gibi yöntemle asimilasyon potasında eritilmek istenen topluluğun dini, dili, kültürü, tarihi, gelenek ve görenekleri egemen toplum ya da topluluk tarafından bilinçli ve sistemli biçimde inkar edilir. Süreç içinde bütün değerleri yok edilir. Daha da ileri gidilerek, çeşitli bahaneler ileri sürülerek topluluk yok sayılır; zora ve geliştirdikleri yasaklarla ve cezalara başvururlar. Kültürel aidiyet iddiasında olan toplum ya da topluluklar ya öldürülür ya da hapse atılırlar.

Süreç içinde edilgen grup veya topluluk kendi kültür değerlerinden vazgeçilmeye zorlanır. Egemen topluluk ya da toplum devlet eliyle edilgen topluluğun anadilini, giyim kuşamını her fırsatta küçümser, yasaklar; onları öz kültürlerinden vazgeçilmeye zorlar. Hemen ardından kendi kültürünü dayatır. Bu süreç edilgen toplumun ikinci ve üçüncü kuşağında tamamlanır.

YERLEŞİM YERİ ADLARININ DEĞİŞTİRİLMESİ

Egemen toplum ya da topluluk şehir, kasaba, köy isimlerini değiştirilir. Yüzyıllardan beri Zedan diye bilinen köy: “Oluklu” , Maliyan diye bilinen köy: “Koçdere” , Molıkan diye bilinen köy: “Özal”, Qarnequnc diye bilinen köy “Kırlangıç” olarak adları değiştirilmiştir.

Kent adları: Piran: Dicle, Pasur: Kulp, Ferqin: Silvan, Çewlik: Bingöl, Kobane: Ayn-el Arap, Kanireş: Karlıova, Musk: Bahçesaray, Kurdoxoli: Türkoğlu, Çırmıxt: Yeşilyurt.

Asimilasyon sürecine tabi tutulan toplumun binlerce yıldan beri üzerinde yaşadığı coğrafya, bölge ve yerleşim yerlerinin adları değiştirilir. Edilgen toplumun geçmişe ilişkin ne varsa unutturulmaya, ortadan kaldırılmaya çalışılır. Coğrafi bölge adı önce parçalara bölünür, sonra sanki pusula ile “yön tarifi” yapılıyor gibi yeniden adlandırılmıştır. Doğu Anadolu, Güney Doğu Anadolu Bölgesi.

KİŞİ ADLARININ DEĞİŞTİRİLMESİ

Anadili etimolojisine uygun olarak, her biri o dilin kültürel zenginliğini çağrıştıran, çocukların -hatta yetişkinlerin- bütün adları resmi belgelere özgün biçimiyle değil, değiştirilerek yazılır. Örneğin: Zelx: Zeliha, Mamo: Mahmut, Aş: Ayşe, Quvdo: İbrahim, Camo:Cemal, Sılo:Süleyman, Xece:Hatice, Meyre:Meryem, Hasık:Hasan, Hüso:Hüseyin, Besik:Besime, Os:Osman, Bego: Bekir, Mamık: Mehmet, Eme:Emine, Allo: Ali, Mısto: Mustafa, Mamad: Mehmet, Awo:Abuzer  …İsimleri o isim taşıyan insanların rızası, oluru ve haberi olmadan değiştirilerek kayıt altına alınır.

UYDURULARAK YAKIŞTIRALAN SOYADLARI

Asimilasyona tabi tutulan topluluk veya kişilerin kendi öz soy/sop, sülale bağını koparmak, onu unutturmak amacıyla “soyadı” uygulaması getirilmiştir. Maddi gerçeklikten tamamen uzak, egemen gücün takdir ettiği “ek isimler” soyadı olarak dayatılmış ve uygulanmıştır. Örneğin: Geleneksel tanınma ve çağrılma adı: Huseni Mamadı Xallıke olan kişinin soyadı resmiyette “Şahin” olarak belirlenmiş ve uygulanmıştır. Husen’in soyunda Şahin diye kimse yoktur. Onlara bir daha sahip çıkmasın diye babasıyla birlikte, soy ya da aşireti koparılıp çöpe atılmıştır.

Huseni Mamadi Xallıke’in : Husen, kendisinin doğuştan adı; Mamad da babasının adı; Xallık: Mensubu olduğu soy ya da aşiretin adıdır. (Xalikan aşireti ile bağının olup olmadığı ayrı bir araştırma konusudur). Tam açılımı: Xallikan’lı Mamad’ın oğlu Husen.

Ya da Doğani Mamudi Qando: Mamud ve Qando ortadan kaldırılıp kendisine “Doğan Yıldırım” denmiştir. Doğan’ın soy/sopunda ne yıldırım diye bir öge yoktur. Geçmişte aynı aileden kimseyi yıldırım çarpmamıştır.

Son bir örnek: Mamudi Heci, (Heci’in oğlu Mamud), soyadı kanunuyla bir anda “Mahmut Taştan” oldu. Mamud’un soy/sopunda ne taş vardı ne de taştan yapılmış herhangi bir araç ve gereç vardı…

Ülkede yaşayan insanlara zorla dayatılan, yakıştırılmış, uydurulmuş; insanların geçmişiyle zerre kadar “bağ” çağrışımı yapmayan ilginç soyadlarına şöyle bir göz gezdirelim: Fırıldak,Kaltakçı, Top, Zarar, Ustura, Koyun, Karadeli, Başdeli, Azgın, Kızkapan, Bekaroğlu, Yamuk, Lök, Koyver, Kurukafa, Odunçalmaz, Pataküt…

MÜZİKTE ASİMİLASYON ÇABALARI

Müzik evrenseldir, dili bütün insanlık için ortak bir dildir. Acılı, sevinçli olaylar karşısında insanı fena etkiler, bazen dinlendirir, bazen hüzünlendirir, bazen de coşturur.

Kürtçede klam ya da stran denilen türküler, insan eliyle yaratılan savaş, doğal yıkımlar, ölümler karşısında dengbejler, ozanlar ve sanatçılar tarafından haykırılan çığlıklardır. Keza türküler ve şarkılar tarihi başarıları kutlama günlerinde, düğün ve bayram gibi sevinçli günlerde insanları coşturan, ruhu dinlendiren güçlü etkiye sahiptir.

Yeryüzünde yaşayan her topluluğun yılların içinden süzülüp gelmiş ezgileri vardır. O güzelim ezgiler kimi zaman sözlü, kimi zaman da bir müzik çalgısı eşliğinde seslendirilir. Anlamlı sözler notaya çevrilip okunur. Bazı ezgilerin yazanı=söyleyeni bilinirken, bazılarının yazanı bilinmez, halkın öz malı haline gelmiştir. Onlara anonim ezgi diyoruz.

Son dönemde Kürt toplumunun birlikte coşup, davul-zurna eşliğinde halay çekip eğlendikleri geleneksel düğünler, kent merkezlerinde faaliyet gösteren adına “Düğün Salonu” denilen kapalı yerlerde etkinlikler yapılmakta; geleneksel kültürel çalgılardan uzaklaşıp elektronik aygıtlarla(org-klavye) eşliğinde müzik icra edilmektedir. Bu da toplumu ve bireyleri kendi geleneksel müzik kültüründen uzaklaştırmaya ve unutturmaya yönelik bilinçli bir tutumdur. Toplumu yoz kent kültürüyle buluşturma girişimidir.

1926 yılından başlayarak Anadolu ve Kürtlerin yaşadığı bölgelere geziler düzenlenir.  Geziler heyet halinde yapılmaktadır. Hedef: Türk ve Kürt türkülerini “derleme” ve “kayıt altına alma” faaliyetidir. Amaç: Milli birlik ve beraberliği, kaynaşmayı sağlamak(!) olarak dillendirilir. Derleme ve kayıt altına alma gezileri yıllarca tekrarlanır. İlk olarak Adana, sonra sırasıyla Antep, Urfa’ya gidilir, 250 kadar türkü derlenip kayıt altına alınır.

1938 yılında Ulvi Cemal Erkin’in başkanlığında başka bir gezi düzenlenir. Ulvi Cemal Erkin’in yardımcı Kürt asıllı Diyarbakırlı Muzaffer Sarısözen’dir. Muzaffer Sarısözen’in görevi: Aslı Kürtçe olan türkü sözlerini Türkçeye çevirmek ve derleyip her bir türkü için yeni bir yorumlama yapmaktır. Muzaffer Sarısözen görevini hakkıyla yapıp geri döndüğünde toplam 491 Kürtçe türkü ve şarkıyı Türkçeye çevirmiş ve derleyip kayıt altına almıştır. 1967 yılında Urfa’ya yeniden gider ve 310 Halk ezgisi Türkçe olarak derlenip yeniden yorumlanır. Derleme yöntemiyle elde edilen türküler seslendirilirken “Urfa Ağzı”, “Diyarbakır Ağzı”, “Antep Ağzı” gibi adlar yakıştırılır.

Türkçeye çevrilen türküler radyoda “Yurttan Sesler Programı” adıyla yayınlanır. Program yıllarca, bir sistem dahilinde devam etmiştir.

İşin ilginç yanı Kürtçeden Türkçeye çevrilen eserler bizzat “Kürt Sanatçılar(!)” tarafından Türkçeye çevrilmiş “yeni” haliyle okutulur ve adına da“Türk Halk Müziği” yakıştırması yapılır. Bir örnek: Kürdün Gelini; Türkmen Gelini oldu.

Kürtçe eserleri Türkçe versiyonu ile okuyan bazı sanatçılar: Celal Güzelses, Kel Hamza, Cemil Cankurt, Kazancı Bedi, Nuri Sesigüzel, İbrahim Tatlıses, Burhan Çaçan, İzzet Altınmeşe, Mahzun Kırmızıgül’ü sayabiliriz. Bu sanatçıların (!) tamamı Kürttür.

Şıwanperwer’in “De Lori” eseri Urfalı Kürt sanatçı(!) Güler Işık tarafından “Şey Yani” diye değiştirilerek seslendirilir. “Yek Mume” adlı Kürtçe eser İbrahim Tatlısıs tarafından “Bir Mumdur, İki Mumdur…” diye okunur.

Kına gecesinde gelinin eline kına yakılırken gelinin anasının gözyaşları eşliğinde söylenen “Hınne Binin Lı Deste Kın” adlı eser “Kınayı Getir Aney” olarak değiştirilip okundu. “Ez Kevokım” adlı parça “Hele Yar Zalim Yar” diye seslendirildi. Dengbej Şakiro’nun öz yeğeni Özcan Deniz “Leyla” parçasını “Çavuş Kızı Leyla” olarak seslendirdi. Süryanice diliyle yazılan “Seyran Mengi” adlı eser Bülent Serttaş tarafından “Ağlama Yar Ağlama” diye değiştirilerek okundu. Örnekler daha da çoğaltılabilir…

Birkaç kuşak sonra bu türkülerin asıl kaynağı unutulur.

GÖÇMEN SORUNU VE ASİMİLASYON

Geçmişte devlet politikası kapsamında zorla göç ettirilen topluluklar olduğu gibi, günümüzde ekonomik ve siyasi baskı nedeniyle kendi yurtlarını terk edip başka ülkelere gidip sığınan insanların sayısı giderek artış göstermektedir.

Resmi kanallardan çalışmak ve yerleşmek amacıyla kendi ülkelerini bırakıp gidenlerin yanı sıra, “kaçak göçmen” olarak ülkesini terk edenleri de ayrıca ele almak gerekiyor. Özellikle “kaçak göçmen” olarak adlandırılanlar insan kaçakçılığı ve ticareti yapan yapıların tuzağına düşüyor, yollara düşüp perişan olmaktadırlar. Bozuk teknelerle derin denizlerin sularında hayatlarını yitirmektedirler.

İster resmi kanallardan, isterse gayrı resmi kanallardan ülkesini terk edip başka ülkelere gidenlerin elbette kendilerine özgü yaşam tarzları, inançları, konuştukları ana dilleri, kültürleri, gelenekleri ve giyim kuşamları vardır.

Göçmenler gidip sığındıkları ülkelerde barınma ve çalışma beklentilerinin yanı sıra o ülkedeki sosyal yaşantıya uyum sağlamaları pek kolay olmamaktadır. Bambaşka bir yaşam tarzı ile karşı karşıya kalırlar. Beklenen uyum sağlanamayınca da çeşitli sorunlar yaşamaktadırlar. “Ev sahibi” devletlerin gelen kişi ya da grupları egemen kültüre “uyum sağlama” adı altında asimilasyona tabi tutarlar. Azınlık kültürünü asimile etme, tek bir kültürde bütünleştirme veya -pek az ülkede- kültürel farklılıklara hoşgörüyle karşılayarak birlikte yaşama yöntemlerinin uygulandığına da rastlanmaktadır.

Adına “Modern Dönem” dedikleri politikalarla bir grubun veya topluluğun ortak kimliğinin bilinçli olarak imha edilmesi öngörülmektedir. ABD’de göçmenlere karşı uyguladığı “eritme” politikasını bu düşüncenin hayattaki pratiğidir.

Göçmen çocukları yerli halkın çocuklarıyla birlikte karma eğitim veren okullarda sıkı asimilasyona tabi tutularak egemen kültürün etkisi altına alma yöntemi kimi “batı” ülkelerinde uygulanmaktadır. Böylelikle göçmen çocukları egemenlerin dilini öğrenmeye zorlanmaktadır. Yani egemen devlet kendi kültürünü zaman içinde göçmen çocuklarına benimsetme politikası güdülmektedir.

Hemen belirtmek gerekir ki “Batılı” devletlerin göçmen politikası içtenlikli olmaktan uzak, ikiyüzlü bir politikadır. Bu devletlerin resmi politikaları göçmenlerin sorunlarına çağdaş, sosyal ve insancıl çözümler üretmek yerine tamamen çıkar temellidir. Göçmenlerin yaşamları üzerinde ağız birliği yapıp açıkça kumar oynamaktadırlar. Batılı devletler, çıkarı söz konusu olduğunda esen yele karşı tükürmekten kaçınmazlar. Demokrasi ve insan hakları sözde kalır, her konuda olduğu gibi göçmen konusunda da sadece kendi çıkarlarını ön planda tutarlar.

BAŞARIYA ULAŞMIŞ ASİMİLASYONUN ETKİLERİ

Başarıya ulaşmış asimilasyon sürecinin toplum ya da topluluklar ile bireylerde şaşırtıcı, şaşırtıcı olduğu kadar da ilginç değişiklikler meydana gelir. Bu şaşırtıcı ve ilginç değişiklikleri kısaca şu başlıklar altında toplamak mümkündür:

1-Kendine ait kültürü unutur, egemen kültürle yaşamaya devam eder.

2-Önceki dini inançlarından vazgeçer. Egemen toplumun inançlarını kutsal saymaya başlar, huşu içinde “yeni” inancın gerektiği biçimde ibadet yapar.

3-Kendi anadilini unutur, egemen toplumun diliyle konuşur.

4-Kendi tarihine yabancılaşır, kendisine dayatılan başkalarına ait tarihi öz tarihi gibi kabul eder, egemen toplumun tarihi şahsiyetlerini kendi ataları olarak kabul eder, onlarla övünür.

5-Önceden kendine ait kültürel değerlerinin asla olmadığını, potasında eritildiği egemen toplumun kültürünü kendine yaşam biçimi olarak kabul eder.

6-Egemen toplumun “asıl” üyesi olduğunu sanır. Kendi değerlerinden uzaklaştığı için her ortamda egemen toplumun değerlerini aslında kendi öz değerleri olduğunu hararetle savunur.

7-Kişisel çıkar odaklıdır, toplumsal çıkar diye bir sorunu yoktur.

8-Kendi anadili, dini, tarihi, kültürel değerleri yok olup tarihe karışır.

9-Üzerine çökmüş eziklik duygusunu bir türlü atamaz.

10-Başkasının diliyle konuşur, başkasının aklıyla düşünür. Kendine özgü hiçbir şeyi yoktur.

11-Başarıyla uygulanmış asimilasyon süreci sonunda O, artık kendisi değildir; başka biri olmuştur.

12-Kendi özünden ve kökünden ayrıldığı için “tırşıkçılık” diye bildiğimiz yapay bir kişilik yapısı gelişir. Tırşıkçılık mertebesine erişen bu ferasetli (!) kişiler zenginlerin sofra artıklarıyla geçindikleri için onlara karşı minnet borcu duygusu taşır. Sürekli onların davulunu çalar, değirmenlerine su taşırlar. Tırşıkçı, hayranlıkla bağlı olduğu egemeninin soy sopunu öve öve göklere çıkarır; kendi geçmişine elinden geldiği kadar hakaret etmeyi marifet sayar. O’nu insan yapan bütün erdemlerin uzağına savrulur.

Musa Anter’in (Ape Musa) özdeyişi ne güzel uymuş!

“Köpek bizim köpeğimiz ama başkasının kapısında havlıyor.”

Asimilasyon: YOK ederek VAR olmaya çalışmaktır…

27/02/2024

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights