Site icon Rojnameya Newroz

20 ARALIK!

Bir mühendis ve yazar olarak-ancak alabildiğim ekonomik bilgimle 20 Aralık’ta olanları anlamaya çalışıyorum. “Kur Korumalı TL Vadeli Mevduat” olarak sunulan yeni ekonomik düzenin bir hafta önce Ali Babacan tarafından dile getirilmişti: 

Bülent Tekin / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

“Kendi vatandaşımız kendi paramıza haklı olarak güvenmiyor. Hükümet de çözüm bulmuş; dövize endeksli tahvil. Merkez Bankası’nı döviz borcuna batırdıkları yetmiyormuş gibi bir de ülkenin hazinesini, kendi vatandaşına, dövize endeksli bir şekilde borçlandırmaya başlıyorlar. Ülkeyi o eski döneme yeniden sürüklüyorlar. Bir ülkenin hazinesi, kendi vatandaşından borçlanırken, başka bir ülkenin para birimiyle borçlanır mı? Hani millilik? Hani yerlilik?” 

Nedense bu yapılanın adeta şapkadan tavşan çıkarma gibi sunulması ve bunu da bazı kesimin yutması oldukça vatandaşın yirmi yılda ne duruma getirildiği ile ilgilidir. Enteresan bir durumdur(!)

Oysa 20 Aralık’ta yapılanın bir plan olduğu ve adeta topluma kurulan bir tuzak gibi değerlendirilebilecek açıklamayı bir TV programında yeni Hazine ve Maliye Bakanı açıkladı: 

“15 liradan, 16 liradan, 17 liradan dolar alanlar büyük finansörler değil. Büyük finansörler, bu işin bir şekilde döneceğini bilir. Ama çarpılan kim oldu? Küçük yatırımcılar. Şimdi kara kara düşünüyorlar.”

Küçük yatırımcı dediği bu ülkenin yurttaşları ve genellikle de orta sınıf ve orta sınıf üstü kimseler. Bu sözlerden zayıftan, yoksuldan aldık; güçlüye, zengine verdik anlamı çıkmaz mı? Biraz daha geriye gidelim isterseniz: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2 Haziran’da TRT ekranlarından  “Enflasyon sonuç, faiz sebep” dedikten sonra, “Merkez Bankası başkanımla görüştüm. Faizleri düşürmemiz şart, faiz yükünü düşürmemiz lazım” diye konuşmuştu. 

Bu konuşmanın ardından aynı gece dolar 8,46’dan 8,97’ye yükseldi. O zamanlar bu durum, “tüm zamanların en yüksek düzeyi” şeklinde yorumlandı. Bu rakamlar (8’li rakamlar) daha sonra olanlara (18’li rakamlara) göre daha iyi günlermiş.

Tabii ki bir yurttaş olarak bu ülkede enflasyonun inmesini, TL’nin değer kazanmasını, faizin yükselmemesini, ülkede geçim sıkıntısının olmamasını istiyorum. Yapılan uygulamanın rahatlık sağlamasını diliyorum ama çok önemli kuşkularım var. Bana bu yapılanların sanki bir dönemi atlatmaya yönelik olduğunu, iktidarın seçime gitme adımları olarak geliyor.

Bu kuşkularımı destekleyen bir gelişme de Putin’in canlı yayında Türkiye ile ilgili söylediği sözler oldu. Geçtiğimiz hafta Rusya Merkez Bankası, faizi 100 baz puan artırdı. Bu yıl içinde toplam 425 baz puan artırarak politika faizini 8,50’ye çıkarmış oldu. Rusya’da bu artış reel sektör temsilcilerinin tepkileriyle karşılaşınca Devlet Başkanı Vladimir Putin, halkın karşısına çıktı. Putin, toplumu yapılan faiz artışına ikna etmek için “Yapmasaydık sonumuz Türkiye gibi olurdu” dedi.

Putin’in konuşması şöyleydi: 

“Tabii ki Merkez Bankası’nı azarlayabilirsiniz. Reel sektör faiz artışını sevmiyor ama bunu yapmazsak sonumuz Türkiye gibi olabilir. MB politikaları bağımsızdır, size garip gelebilir ama ben müdahale etmiyorum.”

Putin’in bu sözlerine kimse “Ey Putin! Ey Rusya! Haddini bil!” filan diyemedi. Çünkü bırakın konunun ekonomik gidişle ilgili yanını, işin içinde Afrin var, İdlib var, Rojava var, YPG var, Kürtler var Rusya’ya söz söyleyememe konusunda. Kürtlerin herhangi bir statü elde etmemeleri için Rusya’ya söz söyleyememek var. Sonuç itibari ile 17 Kasım’dan itibaren dolar dizginlerini koparıp yol aldı. Ülke ekonomisi can çekişmeye başlarken Merkez Bankası’ndaki 128 milyar dolar aranır oldu. Devletlerin ekonomileri hakkında bilgiler elde eden Reuters, 21 Aralık itibariyle Türkiye Merkez Bankası’nın swap dahil net rezervlerinin 17 Aralık tarihine göre, 9 milyar dolar azalarak 12,16 milyar dolara gerilediğini duyurdu. Türkiye’yi dünyanın en güçlü devletlerinden biri yapacağını iddia eden ve hatta Avrupa Birliği’ne girmeyi hedefleyen iktidarın ülkeyi getirdiği nokta bu. 

Sonuçta ne oldu? Cebindeki 50-100 lira bile değer kaybetmesin diye 17 liradan dolar alan garibanlar bir gecede yerle bir edildi. Kimse onlara acımadı. Sadece onlar değil, çeşitli amaçlarla planı olan küçük, orta sanayici ve hatta büyümekte olan sanayici de yere vuruldu. Kimse onlara da acımadı. Toprağını eken köylü, biraz tasarruf etmek isteyen işçi, memur kesimi de çakıldı. Kimse onlara da acımadı. Öylesine acınmadı ki yapılanlarla ilgili “Amacına ulaşmıştır” dendi.

Evet, gerçekten de amacına ulaşılmıştı. Bunu bir talimatla yapıldığını tahmin ettiğim birkaç davullu zurnalı halay görüntüsüne bakarak demiyorum. Yazılan, çizilen, söylenenlere bakarak 20 Aralık’tan önceki anketler hükümsüzdür çıkarmasını bile yapabilirim. Çünkü bu ülkenin yurttaşları öncesini çok çabuk unutur ve anı yaşar. Darphane para basacakmış, uygulamalar yandaş müteahhitlere, yandaşlara, milyonerlere yarayacakmış, ülke sonunda yüksek enflasyona gidecekmiş, kim takar. Evet, kim takar Hülya Avşar’ın simit yeme meselesindeki eleştirilere takmadığı gibi. Evet bu ülkede yaşayan önemli sayıda bir kısım yurttaş maalesef takmıyor.

Bu yapılanın bende bıraktığı kanaat, Erdoğan’ın bu hamleyle kendisince uygun şartların olduğu bir zamanda erken seçime gideceği yönündedir. Peki, muhalefet buna hazırlıklı mı? Tutuklu bulunan eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, sosyal medya hesabından verdiği mesajda AKP’nin yeniden seçimi kazanacağını savunanlara yönelik paylaşım yaptı. Selahattin Demirtaş, “Birileri halen bu üçkâğıtçı, dolandırıcı iktidarın halkı kandırıp seçim kazanabileceğine inanıyor… Ben ortak aday olsam cezaevinden bile bu seçimi kazanırım… Halka güvenin, yüzünüzü yoksullara dönün. Yan yana durmaktan korkmayın ve miting meydanlarını doldurun. Merak etmeyin, biz varız. Birlikte kazanacağız, mutlaka kazanacağız” dedi.

Selahattin Demirtaş büyük olasılıkla muhalefetin ortak adayı gösterilmeyecektir ama onun bu açıklaması Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde kurtulmak isteyen muhalefete bir uyarı niteliğindedir.

siyasihaber6.org/20-aralik

Exit mobile version