Gülşen Ay bundan bir sene önce Ankara’da yapılacak olan Barış Mitingi’ne giden binlerce insandan biriydi. O günün sabahında intihar bombacılarının düzenlediği saldırı Türkiye’de en çok insanın ölümüne yol açan saldırı olarak tarihe kaydedilecekti.
Gülşen Ay, ayağından yaralandı ve tedavi edildi. Geride kalan bir yılı ise “her gün ayrı bir kıyamet” diye anlatıyor.
100’den fazla kişinin hayatını kaybettiği saldırıda geride kalanlar için hayata tutunma mücadelesi devam ediyor. Gülşen Ay’ın BBC Türkçe’ye anlattıklarını araya girmeden, kendi anlatımıyla aktarıyoruz:
Herkes yaşamak için geliyor dünyaya. Sadece insanlar değil, bütün canlılar.
Bir akşam önce o kadar heyecanlıydım ki. 7 Haziran’dan sonra bir sevinç vardı içimde. Umut vardı, barış umudu vardı. İnsanlar daha özgür olacak, kadınlar için daha çok şey yapacağız diyorduk.
Toplantım vardı, ben mitinge gideceğim diye erteledik. Yolculuk çok güzeldi. Gençler vardı. Halaylarla sürdü yolculuk. Sabah orada indiğimizde şafak vakti, güneşin ilk ışıklarının vurduğu zamandı, çok güzeldi. Hava serindi ama çok güzeldi.
Biraz yürüdükten sonra bombanın patlayacağı esnada neredeyse, kuzenime “Berivan Diyarbakır’da simitçinin yanında bomba patlamıştı. Burada da bir sürü simitçi var” demiştim. Yani bir bomba patlamasından bahsetmiştik.
Barış havası vardı, karnaval gibiydi. Güneş çok güzeldi. Çalınan şarkılar çok güzeldi. İnsanlar halay çeke çeke yürüyordu. Her çeşit insanın, gencin olması çok güzeldi.
Fatma Karabulut vardı. Elimi sıkı sıkı tuttu. Siz durun ben Hacı Birlik’in fotoğrafının olduğu lolipopları alayım geleyim dedim. Fatma, “Sen bizden ayrılmak için bahane arıyorsun” dedi. Güldük. Ben gittim. O hayatını kaybetti.
Bir gazeteci bir fotoğraf istedi. Fotoğraf çektik. Kuzenim ile yan yanayız. Gelen gençlerin umutlarının güzelliklerini konuşuyorduk. “Berivan bak bu ülkede ne güzel insanlar var” demiştim. Analar vardı, bembeyaz giyinmişlerdi.
Genç bir anne vardı çocuğuyla. Hatta biri dedi ki, “niye getirdin çocuğu?”
O da “benim çocuğum barış içinde büyüsün diye, başka çocuklar barış içinde büyüsün diye çocuğum şimdiden mücadeleye başlasın” dedi.
İlk bomba tam o anda patladı. Önümde oldu. Bir alev topu üzerimize geldi.
‘Kafam koptu sandım’
Önümde çok gençler vardı. Diğer tarafta da halaya durmuş gençler vardı. Alev topu beni bayağı uzağa fırlattı. Ben ilk kafamı kaldırdım, dizlerim yırtılmıştı. İki bilye ayağıma gelmişti bir de bacağımda başka yerlere. Onlar sinirlere gelmiş, şimdi şimdi ağrıyor oralar.
Çok büyük bir yara değildi bacağımdaki. Kafamı kaldırdım, ne olduğunu anlamaya çalıştım. Çünkü beynim koca bir dünya kadardı. Hani kafam koptu sandım. Kocamandı sanki. Dokunuyordum, hissetmiyordum. Saçlarımın arasında insan parçaları vardı. İkincisi patlama oldu. Yenileri geldi.
Önümde genç bir çocuk vardı, 15 yaşlarında. Ellerini uzattı bana, bir şeyler söyledi ama ne demeye çalıştığını anlamadım. Çünkü kimse kimseyi anlamıyordu. Herkes sadece çığlık atıyordu. Sonra dizlerimin üzerinde yürümeye çalıştım. Kıyametin koptuğunu biliyordum. Nereye baksan… Korkunçtu. İğrenç bir koku vardı. Ciğerlerimin yandığını hissediyordum.
Şanslıydım. Patlama beni taksi durağına yakınına bir yere fırlattı. İki genç geldi, bacaklarımı bağladılar, kanamayı durdurmak istediler bayrakların ipiyle.
Berivan’ın, kuzenimin adını çağırdım ama ses gelmedi. Sağ kalanlar başta kaçtılar. Doğaldır. Benim çantamın düştüğü yeri gördüm. Yanında bir kadının elini gördüm. Yüzük takılıydı. Ama bedeni yoktu.
Sonra Berivan’ın sesini duydum. O an çok sevindim. Çünkü öldüğünü sanmıştım. Psikolojik olarak çok kötüydü. Çünkü herkesi kaldırıp ben olup olmadığıma bakmış. Çok korkunçtu.
Taksici tir tir titriyordu. Şoktaydı. Ben kullanamam aracı, ayaklarım tutmuyor dedi. Alın araba sizin olsun, ben süremem dedi. Kuzenim bağırdı götüreceksin bizi diye. Sonra götürdü bizi.
“Ruhumu kurtaramadığımı hissediyorum”
Hastaneye ilk gidenlerden biriydim. Bir doktor sürekli gülüyordu, bir hemşire ile şakalaşıyordu. Bir hemşire, “Hocam ne yapıyorsunuz?” diye tepki gösterdi. “Gülmesek gidenler geri mi gelecek” diye yanıt verdi doktor.
Başka bir doktor geldi sonra. Elimi öptü, “üzülme, geçecek” dedi.
Sonra ayağımı sardılar, “Şimdi gidebilirsiniz ama hafta içinde gelin, ameliyat edeceğiz” dedi.
Sabah cenaze konvoyuyla İstanbul’a geldim. Direkt burada hastaneye gittim. Doktor şaşırdı, “Sizi nasıl bırakmışlar, enfeksiyon kapmış bacağınız” dedi.
Bacağımı kurtardık ama ruhumu kurtaramadığımı hissediyorum. Aradan bir sene geçmiş ama sanki dün olmuş gibi.
Güneşli havaları o kadar seviyordum ki, şimdi her sabah perdemi çektiğim anda güneş görünce aklıma o sabah geliyor. Sonbahar en sevdiğim mevsimdi ama artık nefret ediyorum artık. İnsanlar anlamıyor. Arkadaşlarımın sevgilileri öldü.
“Yaşamak güzel diyorlar da, bazen de değil işte”
Çok kabus gördüm. Ama artık kurtulmak istiyorum. Artık gülmek istiyorum. Bir senedir hiç içten gülmedim. Güldüğüm zaman yanaklarım ağrıyor. Bazen arkadaşlarım arıyor. Görmezlikten geliyorum. Belki hayırsız diyorlar ama hiçbir şey yapmak istemiyorsunuz. Umudunuz yok. O kadar umudum vardı ki.
Herkes huzur içinde yaşasın, mutlu olsun istiyordum. Yoksulları gördüğüm zaman çok üzülüyordum. Sonuçta kimse ezilmeyi hak etmiyor. Bir gün bunlardan kurtulacak diyordum.
Ama şimdi 10 Ekim gözümün önünden gitmiyor. Sözcüklerini bile yan yana getirmek istemiyorum.
16 yaşıma kadar Siirt’te büyüdüm. Şimdi oraya, köyüme gitmek istiyorum. Burada mutlu olmadığımı hissediyorum. Çünkü burada güzel şeyler olmuyor. Kurtulamıyorum. İnsan içindeki duyguyu nasıl anlatır bilmiyorum. Yaşamak güzel diyorlar da, bazen de değil işte.
Arkadaşlarım geldiğinde, biz bitmedik diye umudum tazeleniyor yeniden. Gezi’de gördük insanlar yan yana gelince ne kadar güçlü oluyorlar.
Yoksa bizim ülkemizde güzel bir şey yok şu an. Hiç kimse mutlu değil. Ne sağcısı ne solcusu, ne AKP’lisi ne diğerleri. Onlar da mutlu değil ama karşısındakini düşman gördüğü için.
“Adalete olan inancım yoktu ama artık hiç yok”
Benim ayağımın tedavisini devlet karşıladı. Göztepe Araştırma Hastanesi’nde ameliyat oldum. Topuğum hiç yoktu. Tuzla buz olmuş. Kaval kemiğim 14 noktadan kırılmıştı.
Çaresizlik hissediyorum. Bu kadar can gitti, ihmal edildi. Katliamdı. Tek bir polis yoktu. İsteseler bulurlardı kimin yaptığını. Bu davanın üstünü kapatıyorlar bence. Adalete olan inancım yoktu ama artık hiç yok.
Artık çalışmak istiyorum. Evde kaldığım her an o günü düşünüyorum. Sanki biri bu pencereden içeri bomba atacak gibi. Artık bu psikolojiden kurtulmak istiyorum. Bunun için de kafamı vereceğim bir işim olsun diyorum. Ailem destek olsa da bir kadın olarak ben kimseye muhtaç olmak istemiyorum.
Kötü olan şey, bir mesleğim de yok açıkçası. Köyde büyüdüm ve benim doğup büyüdüğüm köyde okul yoktu. Sonradan burada okuma yazmayı öğrendim ve ilkokul diploması aldım ama bugünkü şartlarda hiçbir şey ifade etmiyor.
Çoğu hayallerimi kaybettim. Hayal kurmak çok güzel bir şey ama artık hiçbir şey hayal etmiyorum.
Geride kalan ailelerin desteğe çok ihtiyacı var. İnsan yalnız kaldığı sürece umudunu yitiriyor.
“Ayağım bir şey değil, canım acıyor”
15 Temmuz mağduru bir genç ile karşılaştım. Devlet maaş bağlamış. Tazminat da alacağını söylüyordu. Bizim için bu durumlar yok.
Ayağım bir şey değil ama canım acıyor. Geride kalanlar, psikolojik olarak büyük darbe aldık.
Devlet vatandaş için vardır derler. Bizde tam tersi. O yüzden bir beklentim yok. Ama bu başımıza bu ülkede olduysa, bize el uzatması gerekiyor. Ama asıl yapması gereken iç barışı sağlamak olmalı. Çünkü böyle oldukça her gün onlarca mağdur ortaya çıkıyor. Her gün ölenlerin aileleri mağdur oluyor. Devlet barış dediği zaman herkesin kardeş olduğunu gördük. Ben 7 Haziran sürecinde bunu yaşadım. En koyu milliyetçi ailelerin evine gidip bir Kürt olarak onlara kendimi ifade ettim. Onlar beni anladılar, yaşadıklarımızı anladılar.
“Her bombalamada yeniden yaralanıyorum”
İlk İstanbul’a geldiğimde sanki başka bir ülkeye gelmiş gibiydim. Buraya geldiğim zaman tek kelime Türkçe bilmiyordum. O zaman çok farklı bir şey vardı. Savaştan kaçıp gelmiştik zaten. O günden beri hep barış hayal ediyordum. Savaşın içinde yaşayan insanlar barışın ne kadar önemli olduğunu anlıyor. 7 Haziran’dan sonra barış olacak, kendi işimi kuracağım diyordum. Ama çok kısa sürdü.
Patlayan her yeni bombayla yüreğimden bir parça kopuyor. Şuramdan bir şey kopuyor. Ayağımın yeniden sızladığını hissediyorum. Ankara’dan sonra patlayan ilk bombada ayağa kalkamadım, ayağımın üzerine basamadım; sanki o yeniden yaralanmış gibi.
İnsan kendi içinde bir kıyamette yaşıyor.
Dün bir arkadaş aradı, bir yıl oldu. Benim için bir gün bile geçmemiş gibi. Öyle hissediyorum. Her gece yatınca gözünün önüne geliyor.
Sonbahar ayını o kadar seviyordum ki. Ama şimdi sevmiyorum. Çok insan çocuğunu, sevdiğini, sevgilisini kaybetti.
Ölüm kimseye yakışmıyor. Herkes yaşamalı, yaşlanmalı.
Gençler ölmemeli.
bbc türkçe