Toplum yasalarında netleşmiş bir eğilime varılamadığı hepimizin, aklıselim insanların bildiği bir gerçekliktir. Toplum yasaları sosyolojik açıdan incelendiğinde, var olandan hareketle-olgulardan hareketle incelendiğinde bir öngörüde bulunmaya varabiliyoruz ama bu öngörü sadece bir öngörüdür ki bazen öngörülerimizin doğru olmadığı da oluyor, olabiliyor. Fizik yasalarında ve pozitif bilimlerdeki yasalar netleşmişlerdir ki suyun kaldıraç gücü her zaman aynıdır, büyük tonajlı gemiler de yüzdürülebilinse bile. Matematikte 2 kere 2 her zaman 4’tür vb… Toplum yasaları gibi zor değildir, bir öngörüye sahip olmak için. Toplum yasalarındaki bu zorluğu aşmak için olgulardan hareketle bir öngörüde bulunmak yetmez öngörülerimizin bilimsel bir bakış açısıyla ele alınması gerekir. İşte otantik olmayan özgürlükçü devrimci Marksistleri aydınlanmacı ve Avrupa merkezci bakış açısından ayıran temel farklardan en önemlisi sadece olgulardan hareketle bir öngörüye sahip olmak değil, olguların bilimsel analizi ve sentezidir. Sonrasında büyük insanlığın faydasına ve doğanın korunması çıkarına teori ortaya koymasıdır ki aydınlanma denilen pozitivizmin yaptığı gibi sadece olgulardan hareketle analiz yapıp bir senteze varmak değildir. Toplumları sosyal ve ekonomik konumlarından hareketle bilimsel manada incelediğimizde bir sınıflaşmanın var olduğu sonucuna varıyoruz. Tarihsellik, yer ve zamana göre bu sınıflaşma kendisini gösteriyor. Bu sınıflaşmada her sınıf kendi içerisinde homejen olmasa da beynini ve göz nurunu veren beyaz yakalılar, fiziksel iş gücünü harcayan, terini döken mavi yakalılar bir tarafa, yani emekçiler -bir cümle emek harcayarak değer yaratanlar- bir malın hizmetine, kullanım, ihtiyaç ve değiş-tokuş değerine önem verenler ve temel alanlar (bazı emekçiler bunun farkında olmasalar da) sadece ihtiyacı olduğu için üretime katılanlar cephesi diyelim. Diğer taraftan bir malın mübadele ve artıdeğer getirisine önem verenler, ihtiyaçlar sınırsızdır diyerekten artı değer getirisi var ise öldürücü toplu kıyım silahlarına varıncaya kadar vb üretilmesinde sakınca görmeyen asalak, emek harcamadan kazanan sermayedarlar sınıfı şimdi moda deyim ile “hür teşebbüsçüler”.
“Bu duruma normal insanın ya da insanlığın hali diyebilir miyiz?”[1] Üretimin, emeğin ve bir değerler yaratan emekçilerin émancipations unu (toplam özgürlük)e varmasını savunan 1800’ler düşünürleri emek dünyasını bir işçi sınıfı bilimi seviyesine indirgeyerek ouvriérisme (işçicilik) yapmamışlardı. 1900’lerden başlayarak günümüzde bazı marjinal kesimler, otantik Marksistler diyelim emekçi ve emek dünyası çıkarları düşüncesini “işçi sınıfı bilimi” şu bu seviyesine indirgeyip bir pozitif bilim gibi görüp tamir edilmesi güç yanlışlara düştüler. İşçi sınıfı ve emek dünyasının çıkarlarını savunan düşüncenin yerini toplum bilimleri ve sosyolojinin alması gerekirken onu pozitif bilimlerin yanına korcasına matematikteki 2 kere 2 dört eder seviyesine indirgeyerek, donuklaştırdılar ve böyle bir karışım ile bir çeşit ritüel (ayin) gibi bilimsel sos ile donuklaştırdılar, bilmeyerek, yanlış anlayarak ya da bürokratik kariyer hesapları hanesine yazma düşüncesi ile yaptılar. 1800’lerde eşitlikçi ve özgürlükçü düşünceleri savunanlar tarafından 1 Mayıs’ın anlamı “emek ve özgürlük” bayramı idi. ‘Ekmek’ ve ‘gül’ ile sembolize edildiği, hepimizin konu ile ilgilenenlerin bilgisi dahilindedir. ‘Ekmek’ emeği ‘Gül’ ise özgürlükleri sembolize ediyordu. 1 Mayıs’ın uluslararası emekçilerin dayanışma günü olarak kabul edilmesini ileri sürenler ve de bu uğurda çaba harcayanlar; emek harcayanların büyük haksızlıklara uğradıklarını hayatın her alanında iş ve çalışma şartlarının zorluklarını barınma ve emek harcayanların maaşlarının çok çok yetersizliğini her an yaşayarak ve de görerek enselerinde hissediyorlardı. 12, 15 saate kadar çalıştırılan, toplu sözleşme yok, grev yasak, barınma koşulları çok çok yetersiz vb…
1 Mayıs emek ve özgürlük bayramını nasıl okuduğumuza nasıl anladığımıza bağlıdır. Birileri bir proleter bayramı olarak anlar ve anar, birileri bu durumu sanayi işçileri bayramı olarak idrak eder. Birileri bir çiçek ve bahar bayramı olarak bilerek çarpıtır Türkiye egemenleri tarafından ve de dünyada eşine rastlanmayan biçiminden. Zira 1800’lerin özgürlükçü ve eşitlikçileri özelinde özgürlükçü ve eşitlikçi Marksistler 1 Mayıs’ı, ilk çıkış, çalışanların ve emeğin émancipation’u (toplam özgürlükler)’e varması için uluslar arası 1 Mayıs emekçi dayanışması bayramı olarak alanlara inilmesi gerektiği üzerinden konuya yaklaşıyorlardı. 19.yy sonu ve 20.yy’a varıldığında bazı otantik Marksistler 1 Mayıs’ın anlamını ouvriérisme yanlışına sapladılar. Kapitalizmin çok az geliştiği Kamboçya’da yapıldığı gibi beyaz yakalı emekçiler doktor, profesör, bütün üniversite çalışanları, mühendisler, dişçiler(…) vb, hepsini sıralamaya gerek yok bu kadarlık anlaşılır. Tarlalarda çalışmaya zorladılar barbar PolPot’cular. Stalin “bizde her şey işçi sınıfının devletinin elinde” diyerekten memnun olmayan, ‘kıpırdayan’ işçileri çalışma kamplarına kapattı. Nasıl ki İsa peygamberin düşünceleri Roma imparatorluğu tarafından kabul edilerek kötü emeller için kullanıldıysa, nasıl ki Muaviye İslam’ın içini boşaltıp kendi çıkar ilişkisi için kulandıysa vb. Çoğunluk emekçi kesimin iktidarını savunma düşüncesi de Stalin ve benzerleri de emekçilerin, bütün insanlığın (çoğunluğun) iktidar perspektifi anlayışının içini boşalttılar. Nasıl ki her yeni güzel çıkış daha sonraları yozlaştırılmış ise vb… Bu bürokratikleştirilmiş uvrierizmciliğin Marksizm, R. Luksemburg ve arkadaşlarının bakış açısı ile ilişkisi yani emeğin émancipation (özgürleşmesi) ile ilişkisi olabilir mi? Her şeyde bir sapma ve yanlış kavrama bilerek ve bilmeyerek saptırma, çocuksu ve doğru kavrayamama olduğu gibi bu konuda da neden bu yanlış ve de hatta bu saçmalıklar olamasın 1 Mayıs’ın anlamı konusunda. Avrupa ve ABD’de bazı çevrelerin 1 Mayıs’ı anlamaları da 1 Mayıs’ta evde oturup dinlenelim ki nasıl olsa tatil olarak anlaşılması. Sadece ve sadece az bir kesim tarafından 1 Mayıs’ın anlamı emeğin ve emek yaratanların özgürlüğü olarak doğru anlaşılmaktadır. 21.yy özgürlükçü sosyalistlerin de bakış açıları bu konuda Rosaların bakış açılarından hareketle emeği ve çalışan insanlığı özgürleştirme yolunda emek ve insanlık bayramı, Marks’ın proleter sınıfı aslında büyük insanlıktır benzetmesi yaptığı gibi, olarak görülmelidir diye düşünüyorum. Öz olaraktan 1 Mayıs Emek ve özgürlük dünya emekçilerinin dayanışma günü bir avuç küreselleşmiş süper-egocu kapitalistlere, parazitlere, emek harcamadan kazanç sağlayanlara karşı insanlığın bayramı olmalıdır! Bir fabrika genel direktörünün günde 9000 Avro (Fransa)’da aldığı ve 5 yıl çalıştıktan sonra milyonlar götürerek emekliye ayrılmasına karşı hep sana var, niye çalışarak kazandığım asgari ücreti bana çok görüyorsunuz diyerek alanları doldurmalı ve bu kepazeliğe karşı çıkılmalı. Bugün globalleşmiş kapitalist ekonomi şu şekilde bir yapı içerisindedir: “çekirdek-çember-çeper”. Kapitalist saldırgan devletlerde ABD, AB vb. gibileri çekirdekte (G8), Güney Kore, Türkiye vb gibileri çemberde (G20), diğerleri çeper ulus devletlerin çoğunluğu Afrika ve Asya’da bulunan Arnavutluk gibi Avrupa’da da olan ulus devletler. Her üç ç’de de bütün nimetlere ve gelire nerede ise tamamına üç ç’nin oligarkları sahip olmaktadır ki geriye kalan ezici çoğunluk halklara sadece parmağını yalamak, açlık, yoksulluk, işsizlik ve açlıktan ölümler düşmektedir. Üç ç arası oligarşiler arasında da yine ‘malı’ çekirdek devletlerin sermayedarları götürmektedir.
Kapitalizm küresel olsun ya da olmasın ekonomik örgütlenmede ne gibi değişikler olur ise olsun sermayedar, Taşeron, sous-traitances (alt patronlar), ister M.Tacher’in “halk kapitalizmi” olsun her zaman emek harcayanla, emekçiler vardır. Hal böyle olunca geniş bir değer yaratanların, emek harcayanların ortadan kaldırılması mümkün değildir kapitalistin artı değer yaratma durumu ortadan kalkmadıkça. İşte bu nedenden dolayı ekonomik gidişatta ne gibi bir düzenleme yapılır ise yapılsın, emekçi ve işsiz sınıfı ortadan kaldırmak mümkün değildir. Hayatın her alanında robotlar geliştirerek çalışan sınıfı ortadan kaldırsa, robotları yapanlarda yine emek harcayanlardır, yine işsizler sınıfı ortaya çıkacaktır… İşsizler sınıfını sosyal ve parasal yardımlar ile beslese yine pastayı adaletli, eşit ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde paylaşma yoluna gitmeyecektir ki yine sınıfları kaldıramayacaktır. Pastayı eşit paylaşsa bile artı değerden kaynaklı mülkiyeti elinde bulundurmaktan kaynaklı bir sınıflar farklılaşması yine olacaktır. Ta ki emeğin özgürleşmesi gerçekleşinceye kadar…Sınıfı sadece işçilerden ibaret görmemek gerekiyor ve bu vesile ile 1 Mayıs’ı emekçilerin, erkekler ile eşit ücret alamayan kadınların, cinsel tacize uğrayanların, inancından, mezhebinden, dininden, ibadetinden, giyiminden, kuşamından dolayı ayrımcılığa uğrayanların, yoksulların, işsizlerin, cinsel tercihinden dolayı, baskı görenlerin, sous-traitance (alt patron) olduğu halde duruma göre benim tanıdığım sous-traitance çalışan onlarca arkadaşlarım var bir çokları bir ya da birden fazla işçi çalıştırdıkları halde 1500 Avro civarında para kazanmaktadırlar. Çok az bir kesim 2000 Avro üzeri para elde etmektedirler. 2500 Avro alanların sayısı parmak ile gösterilecek şekilde azdır ki asgari ücretin net 1133 Avro ayda 152 saat çalışma karşılığı olduğunu düşünün. Üç odalı bir evi kiralamanın taşra da 500 Avro Paris’te en az 800 Avro ve yukarısı olduğunu düşünün. Fazla para alamayanların, işsizlerin ki 2013 yılı itibari ile AB’de model olarak gösterilen Alamanda (Almanya) 13 milyon yoksul vardır ve nüfusa oranı %16’dır. Fransa’da yoksulluk %14’tür. Yunanistan’da ekonominin %20’si güme gitmiştir. Gençler arasındaki işsizlik oranı %58’dir. İşsizlik oranı iki katına katlanmıştır. Halkın borçlanması %50’dir. İrlanda’da 25 yaş altı gençler arsındaki işsizlik oranı %26’dır. 28 Avrupa ülkesinden 17’sinde kadınların yaşama sürelerinde düşüşler yaşanmaktadır. Avrupa ülkelerinde 27 milyon işsiz vardır, yurtsuzların, yeterli bir konfora sahip olmayan konutta yaşayanların, açların, evsizlerin, temiz su içmeyenlerin, parasızlıktan eğitim yapamayanların, gereksiz israf, silahlanma vb. için yapılan harcamalara karşı olanların, doğanın kapitalistler tarafından kirletilmesine karşı olanların, işten atılanların, Soma ve bu gibi onlarca yeraltı maden işçilerinin katledilmesine gerekli önlem almadan ve uluslararası sözleşmelere uymadan çalıştırılmasına karşı çıkanların, anadilinde eğitim isteyenlerin, kendi kaderini belirlemek isteyen halkların vb… bayramı olarak görmek gerekiyor. Günümüzün küresel kapitalizmi her alanda bir modern kölecilik yaratmak istiyor örneğin patronlar sendikası Medef (Fransa) 1133 Avro olan asgari ücreti kaldırmak istiyor. Türkiye’de RTE madenlerde her türlü sosyal ve sağlıksal haklardan yoksun işçi çalıştırılmasına göz yumuyor ki eğer fısıltı gazetesinin dediği doğru ise “Soma’daki kömür işletmesine Erdoğan ailesi ortakmış”. Fransa’da, Almanya’da, ABD’de “dünyanın her tarafında her yıl günlük olarak 5000 işçi iş kazaları sonucu hayatını kayıp ediyor. Fransa’da günde 2 işçi iş kazaları sonucu hayatını yitiriyor. Fransa’da her gün işyerlerindeki amiante maddesinden dolayı 8 kişi ölüyor. 2,5 milyon işçi işyerinde her gün kanserojen maddeler ile iç içe yaşıyor”. Dünyamızda sağlıksız koşullarda çalışmanın sonucu ölenlerin sayısı yüz binlerle ifade ediliyor herhalde, şu an elimde bu konuda bir istatistiki bilgi yok. Şiddet sonucu geçen yıl Güney Afrika’da olduğu gibi 34 işçi polis tarafından kurşunlanarak öldürüldüler. Soma da katledilen işçi sayısı 301 ki bunun adı katletmedir eğer yeterli güvenlik sağlanamadığı içinse ölüme sebebiyet ki öyledir, ‘görünen köy kılavuz istemez’. AKP’nin 12 yıllık ultra liberalizm politikaları sayesinde 2013’te 1235 emekçi yaşamını yitirdi ki bu rakamın %90’nı yeraltı maden işletmelerinde meydana geldi. 2013 yılında sadece Soma’da 5000 civarında yer altında kazalar gerçekleşti… RTE bütün bu, tabir uygun olur ise, iş cinayetlerini kadere bağlıyor ki nedense bu iş cinayeti kaderi hiç de AKP şürekasına rast gelmiyor. Yazıyı sonlandırırken şunu belirtmeyi uygun görüyorum; bazı otantik Marksistlerin sınıf değerlendirmelerini ve 1 Mayıs’ı ayin şekline büründürmelerini, birbirine karıştırmamak gerektiğini, ilk Marksistler ile 21.yy Marksistlerin değerlendirmelerini apayrı tutmak gerektiğini burada belirtmek isterim. Özcesi 1 Mayıs’ı emeğin ve emek yaratanların bayramı olarak algılamak gerekiyor.
[1] Travailler peut nuire gravement à votre santé ( Çalışmak tehlikeli bir şekilde sağlığınızı bozabilir) – Annie THEBAUD-MONY’nin kitabından alıntı.