Site icon Rojnameya Newroz

ZEKÂ, YARATICILIK KADAR YÜREKLİLİKTİR KARİKATÜR(İST) / TEMEL DEMİRER

Eleştirel ısrarın, isyanın geleneklerinden birisidir karikatür; en üst dildir; cesaret işidir; entelektüel itaatsizliktir; zekâ, birikim ve cüretten mürekkep muhalefettir. Bunun böyle olduğuna, en net hâliyle mizahın çizgilerinde tanık/ taraf olursunuz.

 

ZEKÂ, YARATICILIK KADAR YÜREKLİLİKTİR KARİKATÜR(İST)[*]

TEMEL DEMİRER

 

“Ağlamak pasif direniştir,

gülmek aktif protesto.”[1]

 

“İnsan o kadar acı çekti ki, gülmeyi yaratmak zorunda kaldı,” vurgusuyla, “Belki de bugün hiçbir şeyin bir geleceği olmasa bile, kahkahamızın geleceği var,” diyen Friedrich Wilhelm Nietzsche gibi düşünenlerdenim.

Evet, her dik duran gibi, gülmeyi önemserim; gülmenin bir meydan okumak olduğundan şüphe duymam ve Kanadalı felsefeci John Ralston Saul’un, “Otorite sahipleri mizahtan nefret eder,”[2] saptamasına büyük önem atfederim.

“Neden” mi?

Demokritos, Abdera’da doğmuş ve uzun yıllar orada yaşamış; yani şimdiki adıyla Trakya’da. Hikâye şu ki ünlü filozof yaşadığı yerden ve oranın halkından sıkılınca inzivaya çekilerek derme çatma bir kulübeye yerleşir. Durumu öğrenmeye heves eden Abderalılar, filozofun yanına gittiğinde kendisinin durduk yerde ve sürekli olarak güldüğüne şahit olur. Bir zaman sonra dönemin ünlü hekimi Hippokrates’e mektup yazarak ondan yardım isterler. Hippokrates, Demokritos’un yanına vardığında onu bütün bir gün boyunca dinler ve olayın esrarını çözer nihayet. Hippokrates’e göre deliren Demokritos değil, Abdera halkının ta kendisiymiş. Bu durumda yapılacak tek şey, gerçekten de gülmekmiş…[3]

Evet gülmek, bir itiraz ve direniş biçimi olarak zekâ, yaratıcılık kadar yüreklilik işidir. Tıpkı ‘Leman’ çizeri Tuncay Akgün’ün, “Mizah, yaşama sevinci ve direnmenin, hayatta kalabilmenin ve devam edebilmenin geleneklerinden biridir… Mizah cesaret işidir,”[4] saptamasında olduğu gibi…

 

KARİKATÜRÜN İZAHA, ÇEVİRİYE İHTİYACI YOKTUR

 

Eleştirel ısrarın, isyanın geleneklerinden birisidir karikatür; en üst dildir; cesaret işidir; entelektüel itaatsizliktir; zekâ, birikim ve cüretten mürekkep muhalefettir. Bunun böyle olduğuna, en net hâliyle mizahın çizgilerinde tanık/ taraf olursunuz.

Karikatür çizgileri, kelimenin ifadede yetersiz kaldığı yerde; duyguları, düşünceleri, gülümseterek yüzümüze vurur.

O çizgilerin izaha, çeviriye ihtiyacı yoktur; evrenseldir; eleştirel gerçeğin ta kendisidir.

Soru(n)ların arttığı, toplumsal acıların/ dertlerinin büyü(tül)düğü kesitte, umutların yeniden boy vermesine, itirazların çoğalmasına öncülük ederken; hepimize Fyodor Dostoyevski’nin, “İnsan gülüşünden anlaşılır,” uyarısını anımsatır karikatür…

“Bazen tek bir çizginin, yüzlerce kelimenin ifade için yetersiz kaldığı duyguları ve düşünceleri, üstelik de gülümseterek yüzümüze vuran anlatımına karikatür sanatı diyoruz.”[5]

Karikatür, size durmadan; bütün iyi şeylerin güldüğünü; gülmenin devrimci bir eylem ve cesaret işi olduğunu hatırlatır.

Gülmenin yan etkisi umut dolu bir cesaret olduğunu; karanlıkların ortasında, dimdik duran kahkahanın aydınlık bir gelecek yarattığını öğretir hepimize.

Kolay mı?

Antikiteden beri insanlar birbirleriyle alay ederler, karşılarındakinin alışkanlıklarını ve huylarını abartırlar, rahatsız oldukları kusurları gülünç biçimde ifade ederler. Antik karikatür örnekleri, önü alınamayan tahribatlara rağmen taşlarda, duvarlarda izlerini korumaktadır, misal, İsa peygambere ait bilinen ilk karikatür Roma’da yeraltı mezarlarında bulunmaktadır ve bu karikatürde İsa haç üzerinde bir eşeğin kafasına sahip olarak tasvir edilmiştir.

Orta çağda ise mizah ve ürünü olan karikatür artık her yere yayılmıştır; kimi tanınan simaların resmedildiği ya da heykellerinin yapıldığı kiliselerde kolonlarda, aslanağzı heykelciklerde örnekleri vardır. Aynı zamanda farslar ve La Fontaine’in başını çektiği insanların hayvanlar aracılığıyla parodileştirildiği türler devreye girmiştir. Tasvirlerde, sanatçılar dönemin gündemdeki konularına atıfla özellikle şeytanı gülünç duruma düşürerek hayal güçlerini özgürce ifade ederlerdi.

Karikatürün daha politik bir tavır alması için XV. yüzyılda matbaanın gelişini beklemek gerekti. Böylelikle sayfalar çoğaltıldı ve dağıtımı yapıldı ve topluluklar üzerinde etkisini göstermeye başladı. Günümüze kalan örneklerini okuyamasak da, çizgilerin anlattıklarını çözebiliyoruz. Zaman içinde, illüstrasyonlar doğmakta olan Protestanlık için papacı dogmayı hedef alan bir silaha dönüştü. XVII. yüzyılda meşru iktidarı elinde tutan kilisenin yükselmekte olan bu isyana karşı direnmekten başka çaresi yoktu. Kraliyet mensuplarının desteğini alan Kardinal Mazarin harekete geçti ve XIV. Louis, matbaaları baskı altına aldı, hükümdarlığı süresince devam edecek sansür başladı.

Devrim öncesi süreçte mizah alanında adeta bir patlama gerçekleşti. Hicivleri Versay’dakileri hedef alıyor ve alay ediyordu ancak açık edilmemeye çalışılıyordu. 1789’de basın özgürlüğünün de ilan edilmesi ile birlikte coşkuya kapıldılar ve eleştiriler hiddetlendi: “Avusturya Tavuğu” olarak hicvedilen Marie-Antoinette ile kocası XVI. Louis, karikatürler için mükemmel bir konu hâline gelmişti, çünkü insanların sırtına dayanarak zenginleşiyorlardı. Başlarında taşıdıkları taçlar boynuza benzetiliyor, tepkiler bu mecrada ifade ediliyordu. Taşkın, acımasız, yaralayıcı bir biçimde karikatür de devrim sırasında devrimci yazılara eşlik etti çünkü nüfusun önemli kısmı okuryazar değildi. Böylelikle, dönemin iktidar gücü kralın kontrolü altında tutup yönlendiremediği meşhur kamuoyunun doğuşu gerçekleşti.

Bonaparte ile birlikte, matbaanın üzerine yeniden kurşun ağırlığı çöktü. İmparatorluk alaya alınıyordu ancak sınırlar dışında mümkün olabiliyordu çünkü Fransa’da Bonaparte’ın bakanı Fouché’nin kontrolündeki polis teyakkuzdaydı. Restorasyon ile beraber, karikatür yeniden doğdu ve Charles Philipon’un çıkardığı haftalık La Caricature dergisi dönemin çizerlerini bir araya getirdi. Aynı şekilde, Honoré Daumier’nin günlük Le Charivari dergisi de önemliydi. Ancak derginin çizgisi çok sertti ve Daumier kral Louis-Philippe’i olgunlaşmış bir armut olarak çizerek dalga geçtiğinde bedelini hapse girerek ödedi.

Bu tarihten itibaren karikatürün kaderi genel anlamda gelişen basının durumu ile başat gidecekti. 3. Cumhuriyet ile beraber yayın özgürlüğüne dönüş gerçekleşecek, Caran d’Ache ve Jean-Louis Forain gibi çizerler iyi günlerini yaşayacaklardı. Özellikle Panama ve Dreyfus olayları yaşandığında, polemik üstadı ve “yirmi tartışmanın, otuz davanın adamı” unvanına sahip Henri Rochefort’un Le Grelot ou L’Intransigeant yayını üzerinden yürüyen ve beğenilen bir tarz ortaya çıktı. Laik kralların hüküm sürdüğü 20. yüzyıl boyunca, ruhban sınıfı karşısında radikal biçimde mücadele ettiler, onları kınadılar, onlarla alay ettiler ve düşmanlarının tepkileriyle karşılaştılar. Bu dönem, anarşist eğilimdeki L’Assiette au beurre’ün de altın çağı oldu ve aralarında Van Dongen’in de yer aldığı yeni yeteneklere şans tanındı.

Birinci Dünya Savaşı sırasında tüm eleştiriyi baskı altına alan askeri sansüre karşı Le Canard Enchaîné doğdu. Derginin çizgileri hem sert hem de politik anlamda karakter sahibiydi, iki dünya savaşı arasında editoryal çizgisini koruyarak aşırı sağ ve aşırı sol akımların etkisinde, işgalden kurtuluşa kadar her çizerin katkıda bulunmasıyla varlığını sürdürdü. Takip eden “Görkemli Otuzlar”da Le Canard’da de Gaulle’ü çizen Roland Maison ve Le Figaro’da çizen Jacques Faizant gibi büyük isimler ortaya çıktı. Sonrasında Monde’un birinci sayfasına güçlü ve editoryal öneme sahip çizgileriyle imzasını atan Plantu ün kazandı.

Eş zamanlı olarak, 60’lı yıllara damgasını vuran daha öfkeli, şaşırtıcı, öncekilere göre daha az terbiyeli yeni bir nesil etkili olamaya başladı. İlk örneklerine Cavanna ve profesör Choron’un satirik Hara-Kiri’sinde rastladığımız bu yeni nesil hızla “yaramaz” sıfatına layık görüldüler. Politika, günlük hayat, din, toplumsal olaylar Wolinski ve Cabu gibi büyük yeteneklerin kaleminde hicvediliyordu. Çok defa suçlandılar ve General Gaulle’ün ölümüyle dalga geçtiklerinde yayın hayatına son vererek Charlie Hebdo olarak yeniden doğdular. Charlie Hebdo da aynı mücadeleyi, aynı çizerlerin imzasıyla vermeye devam etti. Aşırı sağa, Katolik tutuculuğa karşı çizerek yürüttükleri mücadeleyi, devam eden süreçte kalemlerini tehdit unsuru taşıyan İslâmi köktendinciliğe karşı da kullandılar ve hepimizin sonuçlarını da bildiğimiz üzere Muhammed peygamberin suretini çizerek karikatürize ettiler. Tarih boyunca ilk defa, Fransız çizerler demokratik mizahı savunma cesaretlerinin bedelini kendi canlarıyla ödediler.[6]

Tam da bu nedenle “Karikatür küçüldükçe demokrasi de küçülür”se[7] de; “Karikatüristler fikirlerini anlatmanın bir yolunu bulur”lar[8] ve bu asla engellenemez!

 

‘GIRGIR’IN DA MİMARI: OĞUZ ARAL

 

Oscar Wilde’ın, “Dünya her zaman trajedilere gülmüştür. Zira bu trajedilere dayanmanın tek yoludur. Dünyanın ciddiyetle ele aldığı şeyler olayların komik tarafıdır,”[9] diye tarif ettiği sınıflı-sömürücü yerkürede, “Mizahın temeli muhalefettir, çıkış noktası da budur,”[10] gerçeğini bize anımsatanların başında (Metin Üstündağ, Aşkın Ayrancı gibi) Oğuz Aral gelir…

Eşi Tolga Aral’ın, “Çok iyi gözlemleyen, detayları yakalayan biriydi. Avanak Avni’nin çocukluğu mesela Seyit Ali’dir. Konuşması, mantığı… ‘Dıgıl dıgıl’ masa altında arabasıyla oynarken çıkardığı sesti mesela. Bazı komik cümleleri vardı. İçki yanında verilen fındık, fıstık, bademe içkilik, cezveye pişirik demesi gibi,”[11] tanımındaki zekâsı, yaratıcılığıyla betimlenen Ona; “Huysuz İhtiyar” derledi…

‘Gırgır’ın da mimarıydı…

Ve asla unutulmasın: ‘Gırgır’ bir okuldu/ fabrikaydı mizah/ karikatür için…

 

KARİKATÜRÜN AĞIR İŞÇİSİ: TURHAN SELÇUK

 

11 Mart 2010’de yitirdiğimiz, Turhan Selçuk çizgiden kopmamak için son dakikasına kadar direnen bir karikatüristti…

Güzel bir dünya için çizgiyle yola çıktı. Unutulmaz çizgi romanı Abdülcanbaz’ı yarattı; doğrunun, haklının, iyinin yanında yer alsın; namussuzlara, zalimlere karşı mücadele versin diye…[12]

O karikatürün ağır işçisiydi; Turhan Selçuk için “Onun büyüklüğü ününden değil, ünü büyüklüğünden gelir” der vurgusuyla şunları diyen Yaşar Kemal’in satırlarındaki üzere:

“Turhan’ın yolu, kestirmeden insana varmadır. Onun dövüşü, bütün düşük yanlarımızladır. Dünyanın şiirine, vazgeçilmezliğine bağlanarak kötülük ve zulümlere bir karşı koymadır.”[13]

“Turhan ülkemizde işine başladığı günden bu yana hep arama, yenilenme, kendini aşma çabasındadır. İşte çağımızın büyük ustası olması da bu yüzdendir, onun çizgileri vakt eriştikçe değişir, yenilenir. Kendi de yapıtlarıyla birlikte yenilenir. Bu da dünyada her sanatçıya nasip olmayan bir olanaktır. Onun başlıca işi bir yandan ustalığını geliştirmekse, bir yandan da insan gerçeğine ulaşmaktır. İnsanı aramak, ona varmak her zaman büyük sanatçıların işi olmuştur. Örneğin Anton Çehov, Şarlo, Dostoyevski, Gogol, Stendal, Servantes… Turhan da bu büyük ustaların kervanındadır. Turhan’ın kişiliği de buna uygundur. O, insanın gerçeğine varmak için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Her insan onun için, her tanıdığı onun için bir insan gerçeğidir.”[14]

Gerçekten de kızı Aslı Selçuk’un, “Evrensel bir çizgi ustasıdır”;[15] ‘Karikatürcüler Derneği’ Başkanı Metin Peker’in, “Turhan Selçuk’un karikatürü özgürlük şiiridir”;[16] Ruhan Selçuk’un, “O, bir kaptanın tuttuğu seyir defteri gibi ülke ve dünya sorunlarının tarihini çizgileriyle yazmıştır. Konsantre çizgileri kompozisyon incelikleriyle doludur,”[17] saptamalarındaki üzere…

 

BİR DÜNYALI: BEDRİ KORAMAN

 

Eşi Nil Koraman’ın ardından, “Mezarıma burada bir dünyalı yatıyor diye yazın diyerek vasiyet etti bize… Bedri Koraman yeni bir renk ekledi bilinen renklerine gökkuşağının… Etrafındaki her şeyi, herkesi, gittiği her mekânı güzelleştirdi… Sevgi doluydu hep, insanları, dini, dili, rengi, cinsiyeti, milleti, mevkii ayırmadan severdi ve herkese ilk önce kalbi ile yaklaştı… Okuma yazma bilmeyen çoban ile de saatlerce politika konuşur, koskoca bakanlar ile şarkı da söylerdi. Sokaktaki insan severdi onu,”[18] diye anlattığı Bedri Koraman’ı 30 Mayıs 2015’de kaybettik.

87 yaşında gözlerini yuman Koraman, 1945’te öğrenim için geldiği İstanbul’da bir süre İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Cemal Tollu atölyesinde eğitim gördü.1945’ten başlayarak illüstrasyon ressamı ve karikatürcü olarak Babıali’ye girdi.

Karikatür çizmeye 1947’de Çocuk Âlemi dergisinde başladı. 41 Buçuk, Tef, Taş, Karikatür gibi mizah dergilerinde çizdi. 1951’de Deve, daha sonra Gölge adlı mizah dergilerini çıkardı. 1954’te Milliyet gazetesinde çalışmaya başladı. Özellikle 1960’lı yıllarda aynı gazetede yayımlanan ve Cicican adıyla sinemaya da aktarılan “Cici Can” adlı çizgi romanı geniş ilgi topladı. Ayrıca Cemkurt ve Tekir Hafiye adlı resimli romanları çizdi. Kurucuları arasında yer aldığı Kare Ajans’ta canlandırma filmleri yaptı. 1970’lerde Abdi İpekçi’nin isteğiyle, Milliyet’in birinci sayfasında, gazetenin o günkü en önemli haberini tamamlayan ve resim yanı ağır basan renkli karikatürler çizmeye başladı; bu çalışmaları büyük ilgi gördü. 18 Kasım 1978’de uğradığı bir silahlı saldırıdan yara almadan kurtuldu.

1982’de Güneş gazetesine geçtiyse de 1985’te Milliyet’e döndü. Günlük karikatürleri dışında gazetenin hafta sonu ekleri için özel karikatür-öykü sayfaları hazırladı. Yıllarca çalıştığı Milliyet gazetesinden ayrıldıktan sonra, Sabah gazetesinin Pazar ekinde, “Çizgi Dünyası” başlığı altında tam sayfa karikatürler çizdi.

Yassıada Yargılamalarını izleyip karikatüre dökerek muhabir-karikatürcü tipinin ilk örneklerinden biri oldu. 1970’lerde parti kurultaylarını, seçim gezilerini izleyip gazetede bantlar hâlinde yayımlayarak bu çalışmalarını sürdürdü. Siyasi karikatürlerinin bir kısmını içeren ‘Siyaset Arenası’ başlıklı bir kitabı olan Bedri Koraman, İtalya Marostica, Yugoslavya Üsküp’te ve Saraybosna’da özel ödüller kazandı. 1986’da merkezi Brezilya’da bulunan Internacional dos Jornalistas adlı basın kuruluşuna onur üyesi seçildi. Karikatürcüler Derneği Genel Başkanlığı yaptı.[19]

Zeynep Oral’ın, “Karikatürün ‘Don Kişot’uydu”;[20] Mete Akyol’un, “Beyinsel bir lezzetti”; Fikret Bila’nın, “Hayatı çok farklı anlayan bir bilge bir filozof insandı.”[21] “Karikatürün dâhisiydi”;[22] Ercan Akyol’un, “Yaşamı ıskalamadı. Hep yaşadıklarını çizdi. Çizgi ustası olduğu kadar yaşamın da ustasıydı”;[23] Fisun Yalçınkaya’nın, “Koraman siyasi ve toplumsal içerikli çizgisiyle öncü bir sanatçıydı”;[24] Can Pulak’ın, “O çocukla, çocuk; gençle genç, büyükle büyük olurdu. Hayatı çizgilerindeki gibiydi”;[25] Pınar Aktaş’ın, “Kimseyle kötü anısı yoktu,”[26] diye betimlediği Bedri Koraman, “1950 Kuşağı” çizerlerindendi…

Nazım Alphan’ın, “Haksız bir şöhrete sahip olduğunu ifade etmeye çalışıyordu,”[27] vurgusundaki üzere mütevazı kişiliğiyle “Karikatürün okulu yoktur,” diyen O; “Olağanüstü yetenekli bir ressamdı aslında; karikatürü seçerek bizi büyük bir ressamdan mahrum etmişti. Ama kendini gladyatör gibi çizdiği o meşhur karikatürdeki gibi, halkın “Bitir… bitir” diye bağırdığı o devasa siyaset arenasında, boş laf üreten politikacıları esprileriyle tepeleyip gururla poz vermişti.”[28]

Kolay mı?

“Demokrasi, özgürlük mücadelesinin en sıcak yaşandığı günlerde demokrasi ve özgürlüğü ana çizgi olarak benimseyen ve keskin siyasi eleştiriler yapan 50 Kuşağı karikatüristlerinin temsilcisiydi. Çizgileriyle siyasi partilerin fanatiklerini kızdırdığı açıktı, öyle ki bir suikast girişimine de uğramıştı.”[29]

 

MUZİP ÇİZER: TAN ORAL

 

“Zaman zaman farklı düşüncelerim de olsa, bildiğim çizgiden şaşmadım,”[30] diyen Tan Oral ekler:

“Mizah ve komedi, ikisi yapı olarak tamamıyla farklı. Mizah şaşırtma amaçlıdır. Bir olay karşısında bir mizahçının ne yapacağı pek bilinemez. Yani tepkinin ne zaman, nereden geleceği pek belli değildir, şaşırtmak esastır. Komedide ise asıl olan şartlandırmadır, tekrara dayanır. Walt Disney’in çizdikleri bugünün çizgileriyle benzeşir. Onu izleyen insan gülmeye hazırdır zaten ve güler. Birbirlerinden farklı da olsalar, her iki anlayışın da ortak yanı; çizilenleri izleyen ya da onlarla karşılaşan bir insanın neşelenmesini ve kendini iyi hissetmesini amaçlıyor olmalarıdır.”[31]

Yani mizahtan, onun sorgulayan çocuksu şaşkınlığından yanadır Tan Oral…

O; “Muzip çizerdir”;[32] Eray Özer’in, “Tan Oral, yıllardır çiziyor. Çizmeyi hem çok önemsiyor hem de hayatın çizmekten çok daha fazlası olduğunu biliyor,”[33] diye betimlediğidir.

Çünkü Tan Oral, yıllardır birkaç çizgiyle, gülünecek ve ağlanacak halimizi gözler önüne sererken düşünceyle duyarlığı sarmaş dolaş kılar. Bu ikisi ayrılmaz onda. Günceli yakalayan, “şimdi” ve “burada”nın sınırlarını aşan, güncel olanın çok ötesine uzanan, birikimlerden damıtılan çizgilerdir bunlar.

O çizgiler yakalar sizi, aklınızın ve gönlünüzün bir yerine yerleşip orada işlemeye, parıldamaya, sizi meşgul etmeye, işlevini görmeye devam eder…

O çizgilerde siyasal ve toplumsal eleştiri… Baskıya, dayatmaya karşı duruş…

O çizgiler, haksızlığı, sömürüyü, yalanı dolanı, hırsızlığı, talanı belgeler… Toplumun belleğini oluşturur ve korur. Bir bakıma, “olan biteni yutmuyoruz” der! Bizleri uyarır. Bu farkındalıkla, bizlere umut verir. Gülümseyerek direnmemizi sağlar…

Yalınlık ve dolaysızlıkla. Söyleyeceğini en açık, en net biçimde söyler. Lafı, sözü, yani çizgiyi, evirip çevirmeden, kıvırtmadan, dallandırıp budaklandırmadan sunar.[34]

Bu özellikleriyle Tan Oral, 68 sürecinde etkili olmuş sayısız afiş çalışmasına hem çizer hem tasarımcı olarak yoğun biçimde katılır. 1975’te ‘Politika’ gazetesinde, 1976’da ‘Cumhuriyet’te çizgileriyle süreklilik kazandığında siyasal bilinci üst düzeydedir. Cemal Süreya bir yazısında onun için: “Çizgisinin altında çok derin bir araştırma çalışması var. Öbür sanatlarla, düşünce yapıtlarıyla, dille iyi beslenmiştir (…) ön sıraya geç geldi. Ama geldikten sonra da birdenbire parladı,”[35] der.

Kolay mı? “Karikatürcülüğü meslekten saymıyordur; çünkü ona göre çizerlik, bir yaşam biçimiydi.”[36]

Tam da bunun için “Tan Oral, karikatürde yarattıklarıyla bir çekim alanı oluşturabilmiş ender isimlerden birisidir; 1970 Kuşağı diye anılan ve 1970’lerin ortalarında çizgi dünyasına adım atan birçok çizeri dolaylı ya da dolaysız etkilemiştir.

Denilebilir ki, Tan Oral, karikatürümüzde 1950 Kuşağı’nın bir ardılı olması ötesinde, 1970 Kuşağı’nın bir öncülü sıfatıyla, iki farklı, iki bambaşka kuşağın aynı kulvarda, kesintisiz bir süreçte yol almasında bağlayıcı, bütünleştirici bir olumlu rol de üstlenmiştir.”[37]

 

ZORLU, GÜLÇEÇ, BALCIOĞLU, POROY

 

Dört isim daha var.

İlki, Cafer Zorlu: 1926’da İnegöl-Bursa’da doğdu, ekonomik güçlükler yüzünden eğitimini yarım bıraktı. 1939’da İstanbul’a yerleştikten sonra çeşitli işlerde çalıştı.

İlk karikatürü 1957’de haftalık siyasi mizah dergisi Dolmuş’ta yayımlanan Zorlu, daha sonra Taş karikatür dergisinde çizmeye başladı. 1958’de Akbaba’da çizmeye başladı.[38]

Karikatür dünyasına 1960 öncesi giren Cafer Zorlu, o sırada 1950 kuşağı karikatürü resimsel olandan kurtarmak için hummalı bir gayret içindeydi. Zorlu o sırada amatör çalışmalarını modern mizah dergilerinde yayımlama olanağı buluyordu. Kısa zamanda Akbaba’ya ulaştı…

Cafer Zorlu, yoksul bir halk çocuğudur; kahvehane ve lokanta çıraklığı, mahalle kahvelerinde para karşılığı portre çizmek gibi sıradışı işlerle uğraşmış ve bu süreçte halkı daha iyi tanıma olanağı bulmuştur.

Halkın yaşadığı sorunları, gazete manşetlerinden seçerek ele alırdı; bu, genel olarak karikatürcülerin bir tutumuydu zaten. “Varsa olay çizmek kolay!” sloganını, birçok köşesinin adı olarak kullanmıştı…

1977’de Akbaba kapandığında (Zeki Beyner ile birlikte) sudan çıkmış balığa döndü. Onun için Akbaba bir ekmek teknesi olduğu denli bir evdi de. Bu durum, iki sorunu birden getirdi: Çizerek para kazanamıyor ve dolayısıyla elleri işlemediği için köreliyordu… İşin kötüsü yaşlılık dönemine girdiğinden yokluklar, yoksunluk oluveriyor ve acıyla, mesleğini sürdürememenin acısıyla yaşamaya çalıştı.[39]

24 Ağustos 2012’de sonsuzluğa uğurlandığımız karikatür ustası Cafer Zorlu için Tan Oral, “Emeğinin karşılığını alamayanlar ailesinin emekli bir üyesi olarak haklı yakınmalarını neşeli gülümsemelerinin içine yedirirdi”; Behiç Ak’ın, “Yoksulluğun komikliği vardı çizgilerinde. Halkın kendisiydi o. Mizahı öylesine doğaldı ki”, Semih Poroy, “Bu kadar alaylı olup da çizgisini bu kerte imbikten geçirebilmiş başka bir çizer bulunabileceğini sanmıyorum,”[40] derken sonuna kadar haklıydılar…

İkincisi de Şükrü Kocagöz hakkında şunları dediği İsmail Gülçeç:

“O bu ülke için kahramanlık öyküsü olan bir yaşam sürdü ve bunu bütün içtenliği ile doğal saydı. Engelli durumundan yakındığını bir kez gördüm; o da bir vergi yasası değişikliğinde bazı muafiyetlerin kaldırılması söz konusu olunca toplumun, giderek hükümetin engellilere karşı olan tavrından yakınmasıydı.

İsmail bu işe içgüdüsel olarak merak sardığını ve piyasadaki resimli romanlar gibi bir şeyler çizmeye başladığını anlattı. O sıralar en önemli yayın Suat Yalaz’ın Kaan’ıydı. Çizdiklerini toplayıp İstanbul’da Suat Yalaz’a götürmüş. Suat Bey ona resimli romanın çini mürekkep, tarama ucu, fırça, cetvel, rapido ile çizildiğini anlatmış, göstermiş. Dönüp doğru malzemeler ile çizmeye başlamış.

Perspektifi çize çize öğrenmiş. Kısa sürede ben de kendisine bu alandaki sınırlı bilgi ve becerimi aktardım. İsmail karikatür türündeki bandını hazırlarken bir taraftan da ‘ciddi’ çizgilerle denemelere başladı.

Sonrası ‘engelli’ hayatı; ‘Çanakkale İnzivası’…

Teselli filan değil; son ana kadar çizme isteğini hayata geçirmeyi başardı.

İsmail’in yaşamı, sürekli engelleri aştığı için ülkemizdeki engelliler için bir kahramanlık öyküsüdür diyemeyeceğim, çünkü o en medeni insanın bile başaramadığı, engel diye bir şeyi tanımlamayan, bu kavramın dışında bütün içtenliği ile var olabilen bir yapıdaydı. O yaşamın maddi, manevi zorlukları karşısında gerçek bir engelsizdi.”[41]

Üçüncüsü Semih Poroy’un, “Dünyanın en güzel sigara içen abisi” vurgusuyla “çizgiciliğinin doruğudur,” diye tarif ettiği Semih Balcıoğlu’dur.[42]

Ve dördüncüsü de, “Çuvaldızı usulca sokar. Ustaca, kahkahalarla gülerken aslında kendimize güldüğümüzü bir süre sonra fark ederiz,”[43] diye betimlenen Semih Poroy…

Sonra… Daha niceleri…

 

22 Temmuz 2016 18:53:13, Ankara.

 

N O T L A R

[*] Arasöz Dergisi, Eylül 2016…

[1] Metin Üstündağ.

[2] Evrim Altuğ, “John Ralston Saul: Otorite Sahipleri Mizahtan Nefret Eder”, Cumhuriyet, 12 Mart 2016, s.17.

[3] Özkan Ali Bozdemir, “Gülmenin ve Ölmenin Tarihi”, Cumhuriyet Kitap, No:1376, 30 Haziran 2016, s.4.

[4] Anıl Yurdakul, “Tuncay Akgün: Mizah Yaşama Sevincidir”, Birgün, 9 Aralık 2015, s.14.

[5] Doğan Hızlan, “32 Yıldır Zirvede Kalan Yarışma”, Hürriyet, 19 Kasım 2015, s.20.

[6] Marc Fourny, “Karikatür ve Demokrasi: Aynı Mücadele”, Birgün Pazar, Yıl: 11, No: 409, 11 Ocak 2015, s.10.

[7] Evrim Altuğ, “Hicabi Demirci: Karikatür Küçüldükçe Demokrasi de Küçülür”, Cumhuriyet Kitap, No:1368, 5 Mayıs 2016, s.17.

[8] “Kevin Kallaugher: Karikatüristler Fikirlerini Anlatmanın Bir Yolunu Bulur”, Evrensel, 8 Ekim 2015, s.13.

[9] Oscar Wilde, Hiçbir Şey Eskimez Mutluluk Kadar (Aforizmalar), Çev: Burcu Yalçınkaya, Alakarga Sanat Yay., 2013

[10] Belit Özükan, “Kemal Gökhan Gürses: Komik Olmayanın Mizahı”, Birgün Pazar, Yıl: 12, No: 432, 21 Haziran 2015, s.8-9.

[11] Berrin Karakaş, “Bir Akşam Gelecekmiş Gibi…”, Radikal Hayat, 17 Mayıs 2011, s.10-11.

[12] Hakan Derman, “Karikatürün Ağır İşçisi…”, Cumhuriyet, 11 Mart 2015, s.18.

[13] Yaşar Kemal, “Karanlıkta Işık Gösteren”, Cumhuriyet, 11 Mart 2013, s.8.

[14] Yaşar Kemal, “Turhan Selçuk İçin”, Cumhuriyet, 11 Mart 2015, s.11.

[15] Aslı Selçuk, “Hammaddesi İnsan Çelişkileri”, Cumhuriyet, 11 Mart 2013, s.8.

[16] “Metin Peker: Karikatürü Özgürlük Yapmanın Şiiri”, Cumhuriyet, 11 Mart 2013, s.8.

[17] Ruhan Selçuk, “Güldürür, Düşündürür, Eğitir…”, Cumhuriyet, 11 Mart 2013, s.8.

[18] Nil Koraman, “Ben Bir Dünyalı ile Evliydim…”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2016, s.16.

[19] “Bedri Koraman Hayatını Kaybetti”, Milliyet, 30 Mayıs 2015… http://www.milliyet.com.tr/bedri-koraman-hayatini-kaybetti-gundem-2066926/

[20] Zeynep Oral, “Bedri Koraman: Karikatürün ‘Don Kişot’u!”, Cumhuriyet, 5 Haziran 2015, s.21.

[21] “Bedri Koraman Son Yolculuğuna Uğurlandı”, Hürriyet, 3 Haziran 2015, s.7.

[22] Fikret Bila, “Büyük Ustaya Veda”, Milliyet, 3 Haziran 2015, s.8.

[23] “Kendi Kuşağının Virtüöz Sanatçısı Milliyet, 1 Haziran 2015, s.15.

[24] Fisun Yalçınkaya, “Hicvin Çizgisi Son Buldu”, Milliyet, 31 Mayıs 2015, s.16.

[25] Yaşar Anter-Osman Uras, “Karikatürün Dehası Koraman’ı Uğurladık”, Milliyet, 3 Haziran 2015, s.8.

[26] Pınar Aktaş, “Deli Mavi”, Milliyet, 3 Haziran 2015, s.8.

[27] Nazım Alphan, “Bedri Koraman: Karikatür Devini Özleyeceğiz”, Birgün, 1 Haziran 2015, s.7.

[28] Can Dündar, “Bedri Koraman Ustaya Veda”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2015, s.3.

[29] Ceren Çıplak, “Siyasi Karikatürler İktidarın Pençesinde”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2015, s.14.

[30] Faruk Şüyün, “Tan Oral: TÜYAP Onur Çizeri Tan Oral: Bildiğim Çizgiden Şaşmadım”, Cumhuriyet Kitap, No:1342, 5 Kasım 2015, s.4-23.

[31] Serap Çakır, “Tan Oral: Mizahta Şaşırtmak Esastır”, Birgün Kitap, Yıl:12, No:166, 6 Kasım-3 Aralık 2015, s.32-33.

[32] İzel Rozental, “Tan Oral, Bir Muzip Çizer”, Cumhuriyet Kitap, No:1342, 5 Kasım 2015, s.8.

[33] Eray Özer, “Hakaretten Uzak, Nezakete Bir O Kadar Yakın Tan Oral”, Cumhuriyet Sokak, No:14, 14 Haziran 2015, s.6-7.

[34] Zeynep Oral, “Tan Oral’a Sevgiyle…”, Cumhuriyet, 8 Kasım 2015, s.20.

[35] Cemal Süreya, 99 Yüz: İzdüşümler-Söz Senaryosu, Yapı Kredi Yay., 5. baskı., 2015.

[36] Semih Poroy, “… ‘Eğreti’ Çizer”, Cumhuriyet Kitap, No:1342, 5 Kasım 2015, s.20.

[37] Ohannes Şaşkal, “Doruklardan Biri”, Cumhuriyet Kitap, No:1342, 5 Kasım 2015, s.21.

[38] “Varsa Olay Çizmek Kolay”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2012, s.16.

[39] Turgut Çeviker, “Bir Halk Çizeri”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2012, s.16.

[40] “Kimseden Etkilenmedi Kendinden Etkilendiği Kadar”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2012, s.16.

[41] Zeynep Oral, “Ölüm Yıldönümünde Anıyoruz: İsmail Gülgeç”, Cumhuriyet, 21 Şubat 2014, s.17.

[42] Semih Poroy, “Dünyanın En Güzel Sigara İçen Abisi”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2014, s.14.

[43] Işıl Özgentürk, “Semih Bu Karikatür Bir Harika!”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2016, s.10.

 

Exit mobile version