Site icon Rojnameya Newroz

YURTSEVERLİK VE YURTSEVER HAREKETİN AHLAKI – 1 / Orkun Yıldırım

Günümüzde Kürdistan sorununa baktığımızda tablo aynen şöyledir. Bulanık bir su içinde kimin ne olduğunu, yapılan şeylerin neden yapıldığını anlamamız zorlaşmaktadır. Böyle bir ortamda  kullandığımız kavramların ne anlam ifade ettiğini yeniden tanımlayarak olabildiğince suyun bulanıklığını gidermeye çalışmalı ve bu süreçte yurtseverlik kriterlerimize sahip çıkarak esen rüzgarlara aldırış etmeden sağlam durmaya çalışmalıyız.

Orkun Yıldırım

 

1.

 

Tarafsız aydınları

yurdumun

sorguya çekilecek

günün  birinde

en basit insanları

tarafından

halkımızın.

 

Soracaklar onlara

ne yaptılar diye

ağır ağır ölürken

ulusları,

tatlı bir ateş gibi

ufacık, bir başına.

 

Kimse sormayacak onlara

giysilerini,

uzun öğle uykularını

yemek sonrasında,

bilmek istemeyecek kimse

anlamsız uğraşlarını,

hiçlik konusunda görüşlerini,

nasıl para kazandıklarını

felsefe yaparak.

Sorguya çekilmeyecekler

yunan mitolojisi konusunda,

nasıl iğrendikleri konusunda

kendi kendilerinden,

korkuyla ölürken içlerinde bir şeyler.

 

Sormayacaklar

nasıl vardıklarını

doğrulara

yalanın gölgesinde.

 

2.

 

O gün

basit insanlar,

tarafsız aydınların

kitaplarında, şiirlerinde

yer almayanlar,

her gün ekmek getirenler onlara,

süt getirenler,

çörek ve yumurta getirenler,

giysilerini dikenler,

arabalarını sürenler,

köpeklerine, bahçelerine bakanlar,

onlar için çalışanlar,

gelip soracaklar:

“Ne yaptınız acı çekerken yoksullar

içlerindeki sevgi

ve yaşam sönüp giderken?”

 

2.

 

O gün

basit insanlar,

tarafsız aydınların

kitaplarında, şiirlerinde

yer almayanlar,

her gün ekmek getirenler onlara,

süt getirenler,

çörek ve yumurta getirenler,

giysilerini dikenler,

arabalarını sürenler,

köpeklerine, bahçelerine bakanlar,

onlar için çalışanlar,

gelip soracaklar:

“Ne yaptınız acı çekerken yoksullar

içlerindeki sevgi

ve yaşam sönüp giderken?”

Otto René Castillo

 

 

 

Sosyal kavramlara zorunlu bir giriş

Herşeyden önce bu yazıda amacım birçok kavramı açıklamak ve okuru bir karmaşa içinde bırakmak değildir. Yapılmaya çalışılan, sınırları belirli bir konuda gerekli açıklamaları yapabilmek için, kullanılması gereken zorunlu kavramları kısaca tanımlama çabasıdır.

Sosyoloji, toplumsal olayların aynı doğa olaylarında olduğu gibi bilimsel yöntemlerle açıklanabileceği düşüncesinden doğmuştur. Böyle olmasına rağmen doğa bilimlerindeki gelişme ve kesin yargılara sosyolojide pek rastlamak mümkün olmamaktadır. Bunun temel sebebi, toplumsal alanı etkileyen etkenlerin, doğa olaylarında olduğundan çok daha fazla sayıda ve karmaşık yapıda olmasıdır. Bunu bir örnekle vermek gerekirse; Ankara’dan İstanbul’a belirli bir hızla giden bir otobüsün (yerçekiminin ve yol koşullarının bilindiği bir ortamda) ne kadar süre sonra İstanbul’a varacağını çok küçük bir yanılma payı ile kesin olarak bilmemiz mümkündür. Toplumsal alanda ki bir olayda bu kesinlik ve objektifliğin olmamasını ise, doğa olaylarında olmayan insan iradesi, bireysel psikoloji, topluluk psikolojisi, ahlaki yargılar…vb. gibi, belirli bir kesinlikle açıklanması zor ve imkansız etkenlerin(en azından bu çağda) varlığı ile açıklayabiliriz. Buradan çıkan sonuç ise bilimin ilerleyebilmesi için gerekli olan gözlem, deney, objektif bilimsel nitelikteki açıklamalarla erişebildiğimiz alanın toplumsal olaylarda kısıtlı olmasıdır. Bu yüzden bilimsel araştırmaların gelişebilmesi için gerekli olan varsayım, model ve kuramları kurmak son derece zorlaşmaktadır. İşte tam burada sosyolojinin imdadına ideolojiler yetişmektedir. Sosyolojinin kurmakta zorlandığı bu model ve kuramları genelde ideolojiler kurar ve geliştirir ve bu kuramları sosyoloji inceler.

Sosyoloğun gözlemlediği olayların bir öğesi olması, onun farkına varmaksızın kendi değer yargıları, hayata bakış açısı kısacası kendi ideolojisinden beslenen kuram ve varsayımlar geliştirmesi durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır. Aşağıdaki kısa alıntı sadece toplumbilimcilerin değil, toplumsal olaylarla ilgilenen herkesin dikkate alması gereken noktalardır.

 

“Toplumbilimci, dürüst, nesnel  ve tarafsız olmak için ne kadar çabalarsa çabalasın, bunu tam anlamıyla hiç bir zaman gerçekleştiremez. Gerçekleştirdiğini sanansa egemen ideolojiden esinlenmektedir. Çünkü egemen ideoloji en azından yaygın biçimde kabul gördüğü için daha “nesnel” görünür. Sosyolog; toplum bilimlerinin çağdaş gelişme düzeyinde elde edilme olanağı bulunmayan bir nesnellik ve tarafsızlığa ulaşmak için çabalamak yerine, ideolojileri aşmanın olanaksız olduğunun bilincine varmalı ve hiç değilse bu olanaksızlığın yaratacağı sakıncaları sınırlandırmalıdır. Bunu gerçekleştirebilmek için sosyoloğun ilkin öz  ideolojisinin bilincine varması ve bunu itiraf etmesi gerekir. İkinci olarak sosyolog varsayım ve kuram geliştirirken yalnız öz ideolojisini değil, başka ideolojileride göz önünde bulundurmalıdır. Son olarakta kuram ve varsayımlarını ortaya koyarken….şu yada bu ideolojiden yapmış olduğu aktarmaları olanca açıklıkla belirtmelidir.”(Siyaset Sosyolojisi, Maurice Duverger, sf 21-22, Varlık yayınları)

 

İdeoloji, toplumu açıklayan, toplumun işleyişini anlamaya çalışan ve geliştirdiği parametrelere göre toplumu değiştirip dönüştürmeye çalışan kendi içinde tutarlı bir mantık dizgesi ile bağlı düşünce sistemidir. Bütün ideolojiler kendi içinde bir tutarlılık sergiler ama bu durum bütün ideolojilerin bilimsel olduğunu göstermez. Bir ideolojiyi bilimsel yapan, kullandığı yöntemler ve tarihin süzgecinden geçerek günümüze kadar gelen bilimsel bilgiler ile olan uyumudur. Liberalizm, Sosyalizm, Faşizm, toplumsal alanı düzenleyen dinler, statükoyu devam ettirebilmek için oluşturulmuş bütün resmi ideolojiler…vb birer ideolojidir ama bunların bir çoğu bilimsel değildir. Örneğin ırk üstünlüğüne dayalı bir düşünceyle ırklar arasında emir komutaya dayanan bir toplumsal sistem öneren faşizm, genetik bilimi(insan kişiliği genlerle değil toplumsal ilişkilerle oluşur), antropoloji, sosyoloji, biyoloji ve daha bir çok bilim dalının kesinleşmiş sonuçlarıyla çelişmektedir.Ayrıca sorunun birde ahlaki boyutu vardır ki, aslında yazımızın esas konusu  budur. Bir toplumsal sistem oluşturulurken, (ki bu onu oluşturanların niyet ve iradesinden bağımsız değildir) kendinize neyi merkez aldığınız temel belirleyici önemdedir. Örneğin teknolojinin gelişimini esas alırsanız, şu anda Liberal ideolojinin geldiği yere yani herşeyin para kazanmak olduğu ve insani değerlerin gerilediği bir yere gelirsiniz. Gerçektende teknoloji muazzam bir şekilde gelişmiştir ama ne pahasına…(açlık, savaş, hastalıklar, metalaşmış insani ilişkiler…tarihin hiçbir döneminde bu dönemde olduğu kadar abartılı ve vahşi bir boyutta olmamıştır)

Biz kendimize sosyalleşmiş insanı, yani sağlıklı bir “biz” ilişkileri içinde “ben” olabilir diyen insanı (ki bunun asgari gerekleri olan sınıfsız, sömürüsüz bir toplumdur)amaç edinmiş sosyalist ideolojiyi seçtik. Kendimize yaşanan olumsuz pratiklerin ve varolan birçok örgütün yozlaştırdığı bağnaz ve dogmatik sosyalizmi değil, eleştirel, bilimsel verilerle uyum içinde ve kendi eksikliklerini hiçbir kompleks ve kaygıya kapılmadan görüp tamamlamaya çalışan bir sosyalizmi rehber aldık. Dolayısıyla bizlerin bütün toplumsal olaylara ve sorunlara baktığımız penceremiz sosyalist bir pencere olacaktır.

Toplum, Kültür ve Ahlak

Toplum, topluluk veya grup bireylerin bir toplamı değil, etkileşim halinde bulunan insanlardan oluşan etkileşim sisteminin adıdır.  Bu etkileşim sistemi ise aynı zamanda bir değer, ahlak, inanç, alışkanlık, teknik ve davranış bütünüdür, ki kültürü meydana getirende bu bütündür. Sosyalleştirme denilen süreç ise her bir bireye içinde bulunduğu topluluğun kültür kurallarının öğretilmesi ve özümletilmesidir.

“…kültürler birer değerler sistemidir. Herhangi bir davranışa bir değer atfetmek, o davranışı iyi-kötü, haklı-haksız, güzel-çirkin, uygun-uygunsuz kategorilerine göre bir sınıfa koymak demektir. İyi-kötü, haklı-haksız, güzel-çirkin, uygun-uygunsuz kavramları çağdan çağa ve bir topluluktan diğerine değişir, ama her topluluk belli bir dönemde, mutlaka, belli bir iyi-kötü, haklı-haksız, güzel-çirkin, uygun-uygunsuz görüşüne  sahiptir…Gruptaki bazı bireyler sistemin tümüne katılmasa da, çoğunluk sistemin özünü benimser. Eğer durum bundan farklı ise; söz konusu grup bir çözülme ve sıçrama dönemi içerisinde bulunuyor demektir…” (Siyaset Sosyolojisi, Maurice Duverger, sf 114-115, Varlık yayınları)

Ahlak, topluluk içinde yerleşmiş, kabul görmüş, uyulması beklenen düşünce ve tutumları ifade eder. Ahlakın etkin bir biçimde toplumsal hayatta uygulanabiliyor olması için, ona uyulması gerektiği yönünde yaygın bir inancın olması gerekir. Bu da iyi-kötü, haklı-haksız, güzel-çirkin, uygun-uygunsuzdavranış ve düşünce sınıflandırması ile sağlanır(değerler sistemi).

Sosyalizm, eleştirel bir şekilde tarihi analiz etmenin aracıdır. Bunu ansiklopedilere katkı olsun diye değil, geçmişten çıkarılan derslerin ışığında insanoğlunun bireysel ve toplumsal özgürlüklerinin en geniş şekildehiçbir gruba ayrıcalık yapılmadan hayat bulacağı bir toplum modeli önermek için yapar. Model dediysekte herkesin aklına gelen davranış kuralları ve şablonlarını değil, komünist toplumun kurulabilmesi için gerekli asgari temel ilkeleri kastettik. Amacımız insanın özgürleşmesidir (ki burada günlük politik dilde kullanılan anlamından ziyade sosyolojik tanımı anlaşılmalıdır) ve bunu yapabilmek için onun kişiliğini geliştirmesini engelleyen etkenlerin ortadan kaldırılması gerekir. Onu kuşatan toplumsal-siyasal sistem(bunun içine temel olarak ekonomik ve kültürel yön girmektedir) ortadan kaldırılmadan böyle bir gelişmeden bahsedilemez. Ahlakta burada herhangi bir dönemde herhangi bir toplumda kurulmuş iktidar ilişkilerinden bağımsız alınamaz, zira egemen iktidar ilişkileri kendi varlığını tehlikeye düşürecek bir davranış normunun gelişmesine izin vermez. Hatta tam tersine bütün imkanlarıyla kendi sistemini yaşatacak davranış ve tutumları geliştirmeye ve toplum tarafından bu davranış ve düşüncelerin benimsenmesine çalışır.

Egemen ahlak anlayışına uymama, çeşitli yaptırımlarla karşı karşıya kalmayı getirir. Toplum tarafından kınanma, anti-pati toplama,yalnızlaştırma ya da direkt otorite aracılığıyla  tutuklanma, ekonomik cezalar…vb gibi yaptırımlardır. Tarihsel gelişim süreci göstermiştir ki,  her toplumsal ilerleme ve gelişme, dönemin egemen ahlakına rağmen ve onla çatışarak gerçekleşebilmiştir.Değişen yaşama koşullarına rağmen aynı kalmakta direnen egemen ahlak, değişimleri engellemeye ve önlemeye çalışmıştır.

Marksistler bütün zamanlar için geçerli ve bütün toplumlarda uygulanabilecek mutlak bir ahlakın olmadığına inanır. Böyle bir ahlakı zorlamanın pratik sonucu dinlerin düştüğü gerici ve bağnaz  duruma düşmek olacaktır. Bizler bütün zamanlar ve mekanlar için geçerli ideal bir insan ve ideal bir toplum ahlakı ve modeli olduğunu düşünmüyoruz. Buradan sosyalistlerin ahlaksız olduğu sonucu çıkmaz. Zira bizler daha genel ve dönemsel ilkelere sahibiz ve bu ilkeler ışığında çok farklı davranış normlarının gelişebileceğini biliyoruz. Bildiğimiz en iyi şey, sınıfsız, sömürüsüz bir toplum içinde insanın dıştan belirlenmişliğinin en aza indirilerek insanoğlunun özgürleşmesinin en önemli koşulunun sağlanacağıdır. Bu amaca ulaşabilmek için herşeyden önce gerekli olan, yapılacak işin gereklerine göre örgütlenmiş ve hareket yeteneği kazanmış bir topluluk yaratabilmektir. İşte bizim bahsedeceğimiz “ahlak” kavramı tamda bu anlamda yani belli bir amaca ulaşmak için hareket eden bir topluluğun ahlakı, kısaca “sosyalist, yurtsever mücadele ahlakı” olarak kullanılacaktır.

 

Yurtseverlik

“Yolun düşerse kıyıya bir gün,

ve maviliklerini enginin seyre dalarsan,

dalgalara göğüs germiş olanları hatırla.

Selamla, yüreğin sevgi dolu.

Çünkü onlar fırtınayla çarpıştılar,

eşit olmayan savaşta.

Ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden,

sana limanı gösterdiler uzakta.”

Beranger

Kavramlarda tarihseldir, yani ilk çıktıkları ve kullanıldıkları toplumsal mekan ve zaman sürecinde ifade ettiği anlamı ile, başka bir dönemde ve mekanda ifade ettiği anlamı arasında büyük farklar bulunabilir. Hele birde bu kavram toplumsal olaylarla ilgili bir alanda ise durum daha da karmaşıklaşmaktadır. Zira toplumda ki grup ve sınıfların birbirleriyle çatışmasının bir sonucu olarak birçok kavramın sınıfsal, grupsal açıdan tanımlanmış birçok anlamı olabilmektedir. Sorun sadece bununla da bitmemektedir, bir yerde bir kavramın kullanılıyor olması, orada o kavramın ifade ettiği anlamının gerçekleştiğini göstermez. Yani herhangi bir sınıf, grup tarafından kendi çıkarıiçin kavramların manipule edilmeleri de mümkündür.

Bütün bu kafa karıştırıcı durumları aşabilmek için, kullandığımız kavramların açık ve net bir tanımına ihtiyaç duymaktayız. Yurtseverlik kavramı tamda yukarıda tarif edilen kafa karışıklığının yoğun bir şekilde yaşandığı kavramlardan biridir. Modern ulus devletlerin oluşumuyla lugatımıza girmiş olan ve tarihte birçok devrimci tarafından da kullanılmış olan (Paris Komünü’nün babası Auguste Louis Blanqui) yurtseverlik kavramı özellikle son dönemlerde Türkiye sol hareketi, Kürdistan Ulusal Kurtuluş hareketleri ve TC devletinin önde gelenleri tarafından da epeyce kullanıldı.

Ulus ve yurtseverlik kavramlarının günümüzde sosyolojik açıklaması varolan kafa karışıklığını arttıran, içinden çıkılmaz bir bataklık gibidir. Zaten kimin ulus olup olmadığı ve yurtseverliğin buna göre ne anlam ifade ettiği sorunu herşeyden önce siyasi bir sorundur. Bu yüzden “yurtseverlik” kavramını sosyolojik olarak değil de, siyasi farklılaşmaya göre açıklamaya çalışmak sanırım burada uygulanacak tek doğru yöntem olacaktır

TC devleti yurtseverlik kavramını kurduğu sistemin(ki bu sistemin temel taşları, Kürt ve Kürdistan sorununa göre biçimlendirilmiştir) temel ideolojik dayanaklarından biri yapmaya çalışmaktadır. İlk önceleri politikası Kürt ulusunun dağlı, ilkel insanlar olduğu ve onlara Türklere davranıldığından farklı davranılması gerektiği, yani katı bir ırk ayırımcılığı ile baskı altında tutulmaları gerektiğiydi. Daha sonraları Kürtlerinde Türk olduğunu keşfettiler ve zorla bir Türkleştirme çabasına, asimilasyona tabi tuttular. TC, şimdilerde ise azınlık haklarından daha geri bir konumda olsa da, ortak bir vatanda yaşayan farklı kültürlerin ortak vatanı olarak kendisini sunmaya çalışmaktadır. İşte yurtseverlik kavramınıda tam bu noktada öne çıkarmakta ve ortak vatanda yaşayanların genel adı ve duyarlılığı olarak yansıtmaktadır. İşin özü şudur, TC devleti, zorla bir ülkenin işgal edilmesi, sömürgeleştirilmesi ve halkının dağıtılarak demografik yapının bozulmaya çalışılması, sıkı bir baskı ve asimilasyon politikası ile egemen ulus olan Türklük içinde eritilmeye çalışılması  ve  uzun vadede de bir ilhak projesinin adıdır. TC’nin yurtseverlik kavramıda bütün bu gerçekleri gizlemeye ve kitleleri yanıltmaya yarayan bir manüpilasyon aracıdır. Yurtseverlik TC devletinin ağzında, farklılıklara yaşam hakkı tanımayan faşizan ezen ulus milliyetçiliğinin adıdır.

Türkiye Sol hareketi açısından durum daha vahimdir. TC devletini yıkarak yeni bir toplumsal düzen, sosyalist düzen kurmaya çalışan Türkiye Sol Hareketi’nin büyük çoğunluğu bu işi misak-ı milli sınırları içerisinde yapmaya kalkışınca ortaya bazı sorunlar çıkmaktadır. Devrim yapmayı tanımladığı zeminin ebedi bir veri olmadığını, o zeminin bundan yaklaşık 100 yıl önce Kürdistan’ın bir kısmının işgalinin kurumlaştırılmaya çalışılması ile oluştuğunu görememektedir. Hatta Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi’nin güçlenmesi ile bir olgu olarak bunu kabul etmesi, oranın ayrı bir ülke ve meseleninde sınıfsal bir sorunun yanısıra temel olarak ulusal kurtuluş sorunu olduğunu kavramasını getirmemiştir. Türkiye sol hareketi büyük çoğunlukla Kürdistan sorununu kavramamış, özümseyememiştir ancak KUKM(Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi) etkisiyle kabullenmiştir.Bugün gelinen noktada KUKM etkisinin zayıflaması ile Türkiye Sol hareketi’nin yayınlarının çoğunda(istisnalar vardır, hep olmuştur, ama bu genelleme yapmaya engel değildir) sosyal-şovenizmin etkisini çok açık görmeye başlamamız bu tespitimizi doğrulamaktadır. Bunun bir sonucu, ezen ulus sosyalistleri olarak kullandıkları Türkiye’nin bağımsızlığı, vatan, Türkiye halkı ve yurtseverlik gibi kavramlar TC resmi ideolojisinin temel dayanağı olan monolitik zihniyeti (tek dil, tek ulus, ülkenin birliği)beslemiş ve devrimci mücadelede Kürdistan devriminin en yakın müttefiki olması gereken Türkiye devrimci hareketini sosyal şovenizmin bataklığına itmiştir.

Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi penceresinden “yurtseverlik” kavramı ne anlam ifade etmektedir?

a- Kürdistan 1600’lü yıllarda İran Safavi devleti ile Osmanlı imp. arasında paylaşılarak işgal edilmiş ve daha sonrada Lozan antlaşması ile dörde bölünerek Türkiye, Suriye, İran ve Irak arasında paylaştırılmıştır. Bu parçalanma ve işgaller sırasında ve sonrasında ve bütün bu süreçlerde orada yaşayan Kürt halkı işgalcilere karşı irili ufaklı birçok başkaldırı hareketine girişmiştir. Bu başkaldırılardan çoğu ister dolaylı yoldan, ister direkt istemlerle olsun temelinde kendi kimliksel farklılıklarına uygun bir toplumsal düzenin özlemini ifade etmekteydi. Günümüzde bu dörde bölünmüşlük ve sömürgecilik statüleri(Güney Kürdistan’da ki fedaratif gelişme hariç, ki onunda geleceği şu anda belirsizdir) küçük değişikliklerle devam etmektedir.Burada sorunun adını net koymak gerekir. Sorun ezilen bir ulusun, kendini ezen uluslara karşı mücadelesini verdiği kendi kültürel ve demokratik haklarını kazanma, kendibağımsızsiyasi aygıtını kurma çabasıdır. Yurtsever hareket’te bu çabanın adıdır.

b- Yurtseverlik kavramı, KUKM açısından ne ırksal-biyolojik-genetik bir açıklamayı, ne de saltdil-kimlik-kültür merkezli bir açıklamayı anlatmaz. Kavram siyasi bir soruna, belli bir siyasi tavrı alabilmeyi anlatmak için kullanılmaktadır ve kullanılmalıdırda. Bu siyasi sorun ise Kürtlerin ve Kürdistanlıların her dört parçada da ulusal motifleri(dil-kimlik-kültür) yüzünden ezilmeleri ve ülkelerinin işgal ve sömürge konumunda tutulmalarıdır. Yurtseverlik ise, Kürtlerin ve Kürdistanlıların ezen uluslara karşı kendi kültürel ve demokratik haklarını kazanma, kendi bağımsız siyasi aygıtını kurma çabasına katılmanın, desteklemenin, ondan taraf olmanın adıdır. Görüldüğü gibi yurtseverlik kavramının birinci kriterini şöyle tanımlayabiliriz;herşeyden önce Kürdistan’ın neresinde olunursa olunsun Kürtlerin ve Kürdistanlılarınsömürgeciliğe, ezen ulus egemenliğine karşı kendi bağımsız siyasi aygıtını kurabilme mücadelesine ve bulundukları her yerde kendi kültürel ve demokratik haklarını kazanma ve geliştirme çabasına katılmak, desteklemek, ondan taraf olmaktır.

c- Kürdistan başlı başına uluslararası bir sorundur. Çünkü dört sömürgeci devlet tarafından parçalanarak işgal edilmiş ve işgal kurumlaştırılarak sömürge statüsüne getirilmiştir. Yalnızca, Kürdistan diye bir ülkeden bahsedebilmek için bile bu dört despotik devletin yıkılarak varolan sınırların yeniden çizilmesi gerekmektedir. Bu durum Ortadoğu’nun temel taşlarının yerinden oynaması anlamına gelir ki, bu da Ortadoğu’dan başlayarak bütün dünyayı etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir. Bütün bu uluslararası kuşatılmışlık içinde KUKM’sinde, dolayısıyla Kürdistan sorununda ısrar etmek olumlu olmasına rağmen sık düşülen bir hataya değinmemiz önemlidir. Bu hata, Kürdistan ülkesine ve halklarına bir bütün olarak bakmama ve parça üzerinden siyaset geliştirmedir. Her dört parçada bugüne kadar mücadele etmiş veya etmekte olan Kürdistan politik örgütlerinde sık görülen bir zihniyetti. Mücadele ettiği parçayı Kürdistan olarak tanımlamak ve geliştirdiği politikalarda Kürdistan’ın diğer parçalarının çıkar, istek ve özlemlerini gözetmemek, hatta çoğu zaman karşısında olmak gibi bir duruma düşmüşlerdir. Parçanın kısmi çıkarları için birçok zaman bütünün genel çıkarlarına aykırı davranılmıştır. Şu anlaşılabilir bir durumdur; gücünüz oranında herhangi bir parçada mücadeleye atılırsınız, çalışma alanınız ağırlıklı olarak bir parçada olabilir ama bütün bunları yaparken tablonun tümünü gözden kaçırmadan bütünün çıkarlarını korumak önemlidir. Hatta herhangi bir örgüt bir parçada örgütlenmeyle kendini sınırlandırmış olsa bile bütüncül ve nihai Birleşik Kürdistan amacını koruduğu müddetçe alacağı kararlar ve yürüteceği birçok faaliyette bütünün çıkarlarına aykırı davranmamaya asgari özeni gösterecektir.O halde Yurtseverliğin ikinci kriterini şöyle açıklamak mantıklı olacaktır:Nihai amaç olarak Kürdistan ülkesine ve halklarına bütünlüklü bir bakışla bakabilmek, bütünün çıkarlarına aykırı faaliyetlerde bulunmamak, parçaların kısmi çıkar ve kazanımları uğruna bütünün çıkarlarına zarar vermemektir. Aynı zamanda bunun, Kürdistan’ın bütün parçalarında yürütülen her politik faaliyette gözetilmesi gereken temel ilkelerden birisi olması gerekir.

d- Kürt halkı Kürdistan’da yaşayan bir azınlık değil, ulustur. Dünyada ulus-devletini henüz kuramamış çok az sayıdaki halklardan bir tanesidir. Buna rağmen tarih içerisinde doğal bir asimilasyon ile kendi benliğini kaybetmemiş, “ben farklıyım ve farklılıklarımla beraber yaşamak istiyorum” bilincini canlı tutabilmiş halklardan birisidir. Bu farklılığını canlı tutabilmesinin en önemli etkeni, bu isteği hayata geçirmeye yönelik sistemli ve inatçı çabası olmuştur. Bu çabanın tarihte iki temel ayağı olmuştur. Birincisi Kürdistan ülkesini kurmaya(bağımsız siyasi aygıtını kurma çabası)yönelik çabalardır. İkincisi ise Kürtlerin demokratik ve kültürel haklarını kazanmak ve geliştirmek için verilen mücadelelerdir. Aslında Kürdistan tarihi boyunca yapılan politik faaliyetlere bakıldığında çoğunlukla bu iki ayağın birlikte yürüdüğü (bazen birinci, bazen ikinci ayak daha baskın olsa da) görülmektedir. Mücadelenin bu iki ayağını birlikte yürütürken çıkan tartışmalar ve farklılaşmalar tamamen yurtsever kategori içerisinde kalmaktadır ve dostlar arasında birbirini geliştiren fikir tartışmaları kapsamında değerlendirilmelidir. Yani bu tipte farklılaşma eğilimleri yurtsever hareket açısından korkulacak, bozucu, dağıtıcı bir gelişme değil, ilerletici, zenginleştirici ve ön açıcıdır. Burada sorun, Kürt halkının demokratik ve kültürel haklarını kazanmak için verilen mücadelenin, Kürdistan ülkesini kurmak için verilen mücadele yerine ikame edilmesindedir. Yani kültürel ve demokratik haklar sorununu, bir ülke sorunundan kopuk şekilde basit bir azınlık hakları meselesi olarak almaktır. Özellikle bu eğilim PKK önderliğinde yaşanan Kuzey Kürdistan’da ki son KUKM yenilgisinden sonra günümüzde çok yaygınlaşmıştır. Her parçanın bulunduğu ülke içinde, sınırları değiştirmeden ve birleşik Kürdistan ülkesi projeleri yapmadan Kürt demokratik ve kültürel haklarını kazanma ve geliştirme düşüncesi yaygınlaşmıştır. Kısa vadede zararsız hatta yararlı gibi gözükse de, bir ulusun en tabi hakkı olan kendi ulus devletini kurma hakkından ayrı alındığında sorunun basit bir azınlık sorununa indirgendiği açıkça görülecektir. Özellikle Kürtler arasında “kendi topraklarında çoğunluk olan bir ulusun azınlık olduğu” fikrinin ve bilincinin yayılması ve buna uygun kültürel çözümlere yönelinmesi, uzun vadede egemen ulus milliyetçiliğinin, ezilen ulus üzerinde kurduğu statükoyu devam ettirmeye yarayan gerici bir işlev görmesine sebep olacaktır. O halde yurtseverlik tanımımız için üçüncü kriterimiz şu olmalıdır. Yurtseverlik, Kürtlerin ve Kürdistanlıların sömürgeciliğe, ezen ulus egemenliğine karşı kendi bağımsız siyasi aygıtını kurabilme mücadelesi ile bulundukları her yerde kendi kültürel ve demokratik haklarını kazanma ve geliştirme çabasını birlikte ele alabilmektir. Sorunu demokratik ve kültürel haklar sorununa indirgeyerek,meselenin her iki ayak ile birlikte bütüncül çözümü yerine ikame etmek, düşmememiz gereken temel hatalardan birisidir.

e- Tarih, çok az istisna dışında bize göstermiştir ki, ezilen, sömürge bir ulusun kendi bağımsız siyasi aygıtına sahip olması yani kendi devletini kurması bir devrim sorunudur. Hele Kürdistan durumundaki bir ülkede, parçalanmış ve sömürgeleştirilmiş bir ülkede, Kürdistan ülkesini kurabilme mücadelesinde “devrim” en mantıklı ve uygulanabilir bir yol olmaktadır. Kürdistan’da özellikle yaşanan son siyasi süreçlerden sonra devrim ve devrimcilere yönelik ideolojik bir saldırı dikkat çekmektedir. “Devrim” kavramı bir alt-üst oluşu, olağanüstü bir değişikliği ifade etmektedir. Her olağanüstü süreçte olduğu gibi burada da eskilerin bir kısmı yada hepsi yıkılır, yeniler kurulur ve bu süreç yeni durumun bir dengeye oturması ile doğal tarihi hızına tekrar döner. Sorun şudur, eğer Kürdistan ülkesi diye bir derdimiz varsa, mevcut durumun yani statükonun bozulmasından bizim rahatsız olmamız kadar anlamsız bir durum olamaz. İster köklü reformlarla, ister devrimlerle, isterse statükoyu sürdürenlerin kendi aralarındaki it dalaşlarıyla olsun, mevcut statükonun bozulması, Kürdistan davasını sürdürenlerin yararlanabilecekleri yeni imkan ve olanakların çıkması demektir ki, bundan da bizim kaygı duymamamız gerekir. Öyleyse ister köklü reformlar olsun(ki bu çözüm seçeneği, sömürgeci devletlerin niteliği düşünülünce çok zayıf bir ihtimaldir), ister devrim ile olsun bizi bir Kürdistan ülkesi hedefine götürebilecek çözüm seçeneklerini baştan redetmemek ve bunları yukarıda verdiğimiz yurtsever ilkeler ışığında tartışmak doğru bir tutum olacaktır.

f- Kürdistan sorununun niteliği konusunda bütün açık yüreklilikle şunları söylemek gerekir. Kürdistan meselesi temel olarak bir ulusal sorun, yani kendi bağımsız siyasal aygıtına sahip olup olmama sorunudur. Bu sorunu çözmeye girenler arasında sosyalistlerin olması, hatta genelde bugüne kadar KUKM’sine sosyalist örgütlerin önderlik yapması bu sorunun özünü değiştirmez. Ezilen ulus sosyalistleri olarak bizlerin birinci görevi, ülkede varolan temel çelişkiden başlayarak, bütün çelişkileri ezilen geniş yığınların lehine ve onlarla birlikte çözmeye çalışmaktır. Kürdistan’ın bütün parçalarında temel sorun ulus meselesidir. Bu yüzden Kürdistan’da ki sosyalist-komünist örgütlenmelerin programlarında, ulusal kurtuluş mücadelesini öncelikli hedef olarak sınıfsal bir açıdan ele alması ve ulusal kurtuluşu sağladıktan sonra bunu toplumsal(sınıfsal) bir kurtuluşa götürmeye çalışması sorunun bence en uygun çözümüdür. KUKM’sine sosyalist örgütlerin önderliğinde katılan kitlelerinde sosyalist-komünist olması gerekmemektedir (PKK örneğinde görüldü ve gayet sağlıklı bir durumdu). Bu yüzden yurtsever tanımında sosyalist olmak yada olmamak gibi kriterler koymamız, sorunun(Ulusal sorun) niteliği düşünülünce doğru olmamaktadır. Yani herhangi biri(Kürt veya Kürdistanlı olması da zorunlu değil, yurtseverlik kriterlerini yerine getirmesi yeterlidir) iyi bir yurtsever olabilir ama sosyalist-komünist olmayabilir ve bu da yanlış bir durum değildir. Özellikle Kuzey Kürdistan’da ki toplumsal yapı tahlil edildiğinde görülecektir ki, Kürt egemen sınıflar Türk sömürgeciliğine eklemlenmiş olarak ve Kürtlüklerinden vazgeçtikleri oranda(Halis Toprak, Sedat Bucak…vb) hayat hakkı bulabilmişlerdir. Bu yolun dışında başka bir gelişme yolu arayan bir kısım Kürt egemenleri ise ya mülksüzleştirilmiş, sürülmüş ya da fiziki imha ile karşı karşıya kalmışlardır(öldürülen veya mülksüzleştirilen Kürt iş adamları). Bu yüzden kuzeyde Kürdistan sorununu yurtseverlik kriterlerimize göre çözebilecek tek toplumsal özne olarak Kürdistan işçi sınıfı(bütün emekçiler, köylüler, işsizler bu kategoriye girmektedir) görülmektedir.

Yeri gelmişken burada birkaç nokta üzerinde durmak istiyorum. Birincisi özellikle KUKM cephesinde yoğun olarak yaşanan bir duruma, kavramları ve olayları kendi kişisel(veya dar grup çıkarı) konumlarıyla açıklama hastalığıdır. Yaşadığım bir örneği anlatarak meseleyi daha kolay anlaşılabilir hale getirebileceğimi düşünüyorum.

Benimde bir süre çalışmalarına katıldığım Kürdistanlıların dayanışmasını hedefleyen bir dernekte geçiyor olay. Derneğimiz, çok çeşitli siyasi yapıların olduğu ve özellikle eskiden KUKM’sine şu yada bu şekilde, ucundan yada kıyısından bulaşmış ama uzun süredir de bu çabasından uzak kalmış, şimdinin ticaret zenginlerinin yoğun olduğu bir yerdi.Yurtseverlik üzerine çıkan bir tartışma üzerine, yıllardır ticaretten başka birşey yapmamış siyasetçimizin yurtseverlik tanımı aynen şöyleydi: “Kürtlük, Kürtçülük, Yurtseverlik, Kürtçe bilmekle olur ve her Kürtçe bilen ve öğrenen yurtseverdir.”

Bir diğeri hayatı boyunca yaşadığı Avrupa’da,  mültecileşmiş Kürdistani bir örgütün üyesi olarak yıllardır esnaflık yapmaktaydı. Yıllardır tanıdığı ve özel sohbetlerinde ahlaksız, üçkağıtçı, sosyal ve ekonomik rant için siyasetle ilgilendiğini düşündüğü bir adamı yurtsever olarak görmekte sakınca duymayarak “her Kürt yurtseverdir, sadece A örgütü, lideri ve taraftarları değildir… (ki buda kendi örgütüyle kan davası olan bir başka örgüt) diyebilmekteydi.

Hiçbir toplumsal olayın bireysel bir açıklaması olamaz. Ama bu örneklerde olan, içinde bulunduğu koşul ve konuma uygun olarak varolan realiteyi görmeden toplumsal bir kavram tanımlamaya çalışmak, bu tanımlamayı da yaparken kendi sosyal ve siyasal konumunun(yada örgütünün dar grupçu pragmatist politikasını) en avantajlı duruma gelmesini sağlamak kaygısı ile yapmasıdır. Mücadeleden yıllardır kopmuş ve şu anla elinde Kürtçe bilmekten başka birşeyi olmayanın (sosyal-siyasal rant için) “dili” yurtseverliğin temel kriteri yapmasında anlaşılamayacak bir durum yoktur. Aynı şekilde esnaf kişiliğinin yerleştiği ve örgütününde sorunlara günlük çıkarlar temelinde faydacı baktığı bir yerde, bir diğerinin yurtseverliği Kürt olmakla özdeşleştirmesi de anlaşılabilmektedir. Bunların diğer bir versiyonu her örgütün kendi dar grupçu ve ben merkezci bir anlayışla kendi kadro, taraftar ve sempatizanını yurtsever ilan etmesidir ki, burada da yurtseverliğin temel kıstası kendi örgütünden olup olmamaya indirgenmektedir.

Günümüzde Kürdistan sorununa baktığımızda tablo aynen şöyledir. Bulanık bir su içinde kimin ne olduğunu, yapılan şeylerin neden yapıldığını anlamamız zorlaşmaktadır. Böyle bir ortamda  kullandığımız kavramların ne anlam ifade ettiğini yeniden tanımlayarak olabildiğince suyun bulanıklığını gidermeye çalışmalı ve bu süreçte yurtseverlik kriterlerimize sahip çıkarak esen rüzgarlara aldırış etmeden sağlam durmaya çalışmalıyız.

Küçük bir açıklama

Yurtseverlik kriterleri içinde bulunması gereken en önemli prensip “yurtsever hareketin temel ahlakı” olmalıdır. Yukarıda, yurtseverlik kriterleri arasında bu konudan bahsetmememizin sebebi, yazımızın ikinci bölümünde bu konuya ayrıntılı bir şekilde girecek olmamızdan kaynaklanmıştır.

Bu yazının başlarda tek bir makale olmasını düşünmüştüm ama konunun önemi ve derinliği beni bu yazıyı bölmeye itti. Birinci bölümü  genel olarak kavramların tanımına ve yurtseverlik kavramından ne anladığımıza ayırdım. İkinci bölümün konusu “Yurtsever hareketin ahlakı” olacaktır. Burada şunu söylemekte fayda vardır. Her ne kadar ben rahat ve sistemli ilerleyebilmek için konuları kendi yöntemlerime göre kategorize ettiysem de yazının her zaman bir bütün şeklinde okunması daha anlamlı olacaktır. Çünkü her kategori gibi bu da realiteden yapılmış bir zihinsel kurgudur ve gerçek hayattan sapmaları olacaktır.

 

Exit mobile version