Site icon Rojnameya Newroz

Üzerine konuşulanlar… 

G20

Enver Şen / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız 

140 yıl önce (15 Kasım 1884) Berlin’de Kongo Konferansı (Aslında buna Afrika konferansı demek daha doğru, çünkü bütün Afrika’yı kapsıyordu.) başladı. Zamanın Almanya başbakanı Otto von Bismarck bu konferansı Alman sömürgeciliği için bir fırsat olarak kulandı. Zaten konferansın başlamasından önce başta İngiltere, Fransa, Danimarka, Hollanda, İspanya, Portekiz olmak üzere hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinin Afrika kıyılarında ticari – askeri limanları mevcuttu. Afrika kıtasını baştan aşağı dolaşarak Çin ve Hindistan’dan Avrupa’ya başta çeşitli baharatlar olmak üzere kahve, pamuk, şekerkamışı ve değişik yeraltı-yerüstü zenginliklerini taşıyorlardı. Tüm bu maddi yönü gölgede bırakacak korkunç bir insan ticareti de yapılıyordu. Yüzbinlerce, belki de milyonlarca Afrikalı Avrupa’ya köle olarak taşınıyordu. Hıristiyan misyonerler kilise aracılığı ile bütün bu kötülüklere dini gerekçeler uyduruyorlardı. Misyonerliğin ana amaçlarından biri de kültürel asimilasyondu. İşte böyle bir ortamda Otto von Bismarck 15 Kasım 1884’te başlamak üzere Afrika konferansı çağrısını yaptı. Daha konferans başlamada Almanya Afrika’nın batısında yer alan bugünkü Namibya, Kamerun ve Togo’yu sömürgeleştirmişti. Almanya’nın Konferansa davet ettiği ülkeler şunlardı: İngiltere, Belçika, Hollanda, Fransa, Rusya, Danimarka, Avusturya-Macaristan, İtalya, İspanya, Portekiz, İsveç-Norveç (1814 – 1905 yılları arasında bu iki ülke “Kişisel Birlik” ortak hareket ediyorlardı) gibi Avrupa ülkelerinin yanında Osmanlı İmparatorluğu ve Amerika Birleşik Devletleri de davetliydiler. Ancak Afrika’dan hiç kimse yoktu. Yani Berlin’de Afrika ve Afrikalılar üzerine onların olmadığı bir konferansta kıtanın nasıl paylaştırılacağı karar altına alınıyordu. Beyaz Avrupa bu sömürü ve işgali “yasal” hale getiriyordu. Üç ay sonra 26 Şubat 1885’te konferans sona erdiğinde Afrika kıtası o günkü sömürgeci güçler arasında paylaşılmıştı. Afrika ve  Afrikalıların müdahale güçleri ve olanakları yoktu. Etkin bir örgütlülüğe sahip değillerdi. Ekim 1917 Devrim’inden sonra başlayan anti-sömürgeci ulusal kurtuluş hareketleri çok şeyi değiştirse de boyut değiştiren sömürgecilik bütün şiddeti ile devam etti, ediyor. Ekonomik, kültürel ve son yıllarda Orta Doğu, Kürdistan ve Ukrayna ve Filistin’de olduğu gibi silahlıda… 

140 yıl sonra günümüzün büyükleri ABD, Avrupa Birliği, Rusya, Çin, Japonya, İsrail (ABD, AB’nin desteği ile söz sahibi) gibi ülkeler Ortadoğu, Kürdistan ve Ukrayna üzerine konuşuyorlar, açıkça sınırları değiştireceklerini dile getiriyorlar. ABD ve AB artı (Kanada, Avusturalya yani küresel kuzey) mümkün olduğu kadar Çin ve Rusya’yı dışarıda tutmaya çalışıyor. Çin’e karşı büyük bir ekonomik savaş sürdürüyorlar. Orta Doğu’nun bölgesel güçleri olan İran ve Türkiye’de paylaşımda pay olmak için her yolla baş vuruyorlar. İsrail-Hamas, İsrail-Hızbullah, İsrail-Lübnan, İsrail-İran savaşları ABD ve AB’nin her türlü desteği olmadan olanaksızdır. Aynı şeyleri Ukrayna – Rusya savaşı içinde söylemeliyiz. G20 toplantısı öncesi basın haberlerine bakılırsa batının tüm baskı ve şantajlarına rağmen Brezilya Ukrayna devlet başkanı Zelensk’i Rio de Janeiro’ya davet etmedi. Almanya Şansölyesi Olaf Scholz G20 toplantısına giderken yaptığı basın açıklamasında toplantının gündemine her şeyden önce Ukrayna savaşını getireceğini belirtti. Toplantının ikinci günü (19 Kasım 2024)  Çin devlet başkanı Xi Cinping ile yaptığı görüşmeden sonra, Ukrayna’nın toplantıda yeterince yer bulamamasına üzüldüğünü dile getirdi. Birçok uzman bunun küresel kuzey için önemli güç kaybı olduğunu belirtiyor. ABD başkanı Joe Biden uzun menzilli roketlerin Rusya’ya karşı kullanılması için Ukrayna’ya yetki verdiğini belirtti. Ukrayna zaman kaybetmeden roketleri kullanmaya başladı. Her iki tarafta Brezilya’nın gündeme getirmek istediği açlıkla mücadele, ekolojik kriz ve devam eden savaşların sona erdirilmesi için yapılması gerekenlerden bahsetmediler. Bu da bize küresel kuzeyin dünya sorunlarına nasıl baktığını bir kez daha açıkça gösteriyor. Ukrayna’da vekalet savaşını bir tarafa bırakıp devam eden 3. paylaşım savaşına (Nato-Rusya) her gün biraz daha yaklaşıyorlar.  

Günümüzde Kürdistan, Filistin, Ukrayna ve genel olarak Orta Doğu üzerine yapılan görüşmelerde de ana konu barışın sağlanması değil, her zaman yapıldığı gibi bu ülkelerin çıkarları birinci sırada. İnsan 140 yıl öncesini düşünmeden edemiyor. Elbette birebir eşitlik ve benzerlik yok. Ancak sömürgecilerin ana politikalarındaki kimi ince detaylar çok dikkatli olmamız gerektiğini bize hatırlatıyor. Üzerine konuşulanlar olmamak için kendimiz özne durumuna gelmek zorundayız. Ona göre planlarımız olmalı. Orta Doğu ve ön Asya’da iki bölgesel gücü olan İran ve Türkiye’de bu paylaşımın dışında kalmak istemiyor. Türk devleti 40 yıldır sürdürdüğü kirli savaşa yeni yöntemler katmaya çalışıyor. Bir tarafta “sözüm ona” el uzatırken öbür yandan tehdit, tecrit, işgal ve daha da genişletilmiş savaşı dayatıyor. Kürdleri her şeyden vazgeçmeye, teslim olmaya çağırıyor. Herhalde dile getirdikleri “iç cepheyi tahkim etmek” bu olmalı. Elbette herkes bunu kendine göre yorumlayacak ancak devletin bununla neyi kastettiğini derhal açıklaması gerekir. Neyi kimlerle nasıl konuşacağını kamuoyunun bilmesi lazım. Devlet şimdiye kadar hiçbir şekilde somutlaşmadı. Tam tersine Kürdler arasındaki bölünmüşlüğü en iyi şekilde kullanmaya çalışıyor. Kürdler İsrail ve ABD ile çalışıyor, İsrail Türkiye’ye saldıracak diyerek faşist milliyetçi cepheyi güçlendirmeye çalışıyor. Kürdlerin dışındaki muhalefeti de kendi cephesinde toplamayı ya da en azında tarafsızlaştırmayı planlıyor. Örgüt üyesi olmak veya örgüte yakınlık duymak ya da akrabana niye başsağlığı diledin gibi gerekçelerle Kürdistan’da seçilmiş belediye başkanlarını görevden alarak yerine kayyım atıyor. Sadece bununla da kalmıyor, Türkiye’de seçilmiş başarılı Kürdleri de görevden alıyor. İstanbul Esenyurt’ta olduğu gibi. Bununla da Kürdlerin arasındaki ayrılıkları derinleştirmeye çalışıyor. Birçok insan basında, sosyal medyada, toplantılarda, eylemlerde veya özel görüşmelerde falanın yerine filan olamaz mıydı gibi hiçbir dayanağı olmayan soruları dile getiriyor. Hayır olmazdı halklarımız o insanlarımızı seçti; ancak halklarımız onları görevden alabilir. Başka hiç kimse. Hepimiz aynı şeyleri düşünmek zorunda değiliz ancak dayanışma içinde olmak, birlikte hareket etmek halklarımızın çıkarlarını her şeyin üstünde tutmak gibi bir sorumluluğumuzun olduğunu unutmamalıyız. Her ne kadar Türk devleti Kürdistan ve Kürd sorununu uluslararası duruma getirdiyse de; ki günümüzde öyle de. Yine de çözümün ana ekseni Amed-Ankara olmalıdır. 

20 Kasım 2024 

Exit mobile version