Site icon Rojnameya Newroz

ÜŞÜYOR BİR COĞRAFYANIN YÜREĞİ / RÛMET ONUR KAYA

Üşüyor Kürdistan’ın yüreği, dünyanın bütün acılarını yüreğime sarıyorum. Bir çocuk masumluğudur baharı getirecek olan. Yarınlara hasretim, güzel günler gelecek. Göreceğiz inanıyorum çocuklar, umuttur bahara giden yol. Geceleri gündüz edecek düştür sevda…

ÜŞÜYOR BİR COĞRAFYANIN YÜREĞİ / RÛMET ONUR KAYA

‘Eylül Mayıs’a dönüşecek…’

Geo Milev

Üşüyor bir şehrin yüreği,  geceler buzdan karanlık. Yan yana dizilmiş çadırlar kanıyor. Üşüyor yeryüzü ve şehrin sokaklarında geziyor soğuk. Bir çocuk gözlerinde acının izlerini taşıyor. Bir bahar var ve gelecek mutlaka çocuk. Umudun ışığını taşıyor, geleceğimiz umudumuz çocuk. En amansız fırtınalar diner çocuk, savrulur uzaklara bu karanlık soğuk.

‘Baharın ardından dönmüştük şehre’

Fırtına sonrası gündüze kalkmış gibiydi küçük Adar’ın yüreği, ailesi ile birlikte dönmüşlerdi şehirlerine yeniden. En çok küçük kardeşi Şevîn’i düşünüyordu. Hemen evlerinin yanında çadır kurmuşlardı ve her gün yeni yeni çadırlar kuruluyordu ev önlerine.

Bir baharın ardından dönebilmiştik şehre, şehrin bahar aylarındaki çiçek açışını görememiş, kokusunu ve havasını içimize çekememiştik. Acılar savurmuştu insanları gurbete, zor günleri getirmişti, ardı sıra hüzün kokan günler, amansız bir fırtına gibiydi. Erken kalkmıştı Adar, her zaman erken saatte kalkıp okula gitmeden önce tartıcılık yapar, öğleden sonra elinde kitaplar, okula giderdi. Gittikleri şehirde de mendil, sakız satmıştı ve boyacılık yapmıştı.

Dünyanın birçok yerinde çocuklar, büyük acılar içinde büyürler, ölümün karanlık gölgesi sarar birçoğunu hayattan alır, kendi coğrafyasının sınırlarında kaçakçı denir adlarına ve erken başlarlar çalışmaya, ekmek telaşına küçücük yürekleriyle.

Enkazlardan yükselen taş ve demir molozları şehrin yalnızlığını anlatan bir dil oluyordu, sessiz bir sis gibiydi şehrin sokakları, gündüzü arıyordu elektrik lambaları. Adar, enkazlara bakıyordu. Molozlar yığılmıştı, taş, demir ve betondan yüksek molozlar. Demirleri toplayan çocukları gördü, enkaz molozlarının sonradan oluşmuş bir tepeyi andıran en üstünde, uzun-kısa demirleri küçücük elleri ile çıkarmaya çalışıyorlardı. Bir süre izledi onları öylece, dolaştı biraz Adar, biraz ilerlemişti ki kimsenin daha önce bakmadığı, enkaza dönen bir başka evin önünde durduktan sonra üst üste yığılı haldeki betonlara basarak, ince uzun ve kısa demirlerin arasında buldu kendini. Demirler çok sağlam yapışmışlardı çimento ile duvarlara.

Elleri acıyordu Adar’ın, demiri her çekişinde kendine doğru. Ama mecburdu demir çıkarmaya, ailesi vardı, en çok küçük kardeşini düşünüyordu, bebekti daha ve abisi iş bulamamıştı gittiği şehirde. Adar bir kaç kilo demir çıkarmanın sevinci ile uzaklaştı enkazından evin, ekmek alacaktı o demirleri satabilirse, süt alacaktı küçük kardeşi Şevîn’e.

‘Tüm insanlar üşüyor…’

Üşüyor bir coğrafyanın yüreği, acılar biriktirmiş ölümler sığmıyor tabutlara. Annelerin dillerindeki ağıtlar yükseliyor, yürek yangını bir çığlıktır mevsimleri zamanın. Şehrin mahallelerinde enkaza dönen evlerin yanlarındaki çadırlarda kalanlar üşüyor, toprağından uzağa savrulmuş gurbette acılar üşüyor. Çocuklar ve minicik elleriyle bebekler üşüyor,  tüm insanlar üşüyor, geçen sonbahar mevsiminde yazdan kalma hüzün üşüyor, kış ayı üşüyor şimdi metrelerce biriken karda, elektriksiz uzun geceler,  yanmayan sokak lambaları karanlıkta üşüyor.

Üşüyor Kürdistan’ın yüreği, dünyanın bütün acılarını yüreğime sarıyorum. Bir çocuk masumluğudur baharı getirecek olan. Yarınlara hasretim, güzel günler gelecek. Göreceğiz inanıyorum çocuklar, umuttur bahara giden yol. Geceleri gündüz edecek düştür sevda…

Çocuklarımız bugünümüz ve geleceğimiz, çocuklar gündüzlerini getirecekler yarınların…

presshaber

Exit mobile version