Site icon Rojnameya Newroz

TÜRKİYE’ DE KADIN CİNAYETLERİ VE ÖZGECAN… PEKİ, DÜNYADA DURUM NE? /FEVZİ KARTAL

 

Her gün gazetelere baktığımda nerede ise her gün bir kadın hakları ihlali haberi var. OLAMAZ! Diye kendi kendine mırıldanıyorsun, üzülüyorsun, korkunç bir vicdan azabı duyuyorsun ve de hatta ve hatta insanın insana yaptığını hangi mahlukat yapıyor diye kendi kendine sorular soruyorsun..? OLAMAZ! OLMAMALI! Diyorsun. Ve de sonunda kaleme sarılarak bir şeyler yazayım mı? Diye aklından geçiriyorsun. Karınca kadarınca becerebildiğin kadarıyla bir şeyler yazmaya çalışıyorsun…

Okumayan bir toplumda, günde dört saat dizi filmlere bakan bir toplumda kime yazıyorsun..? Diye soru [lar] soruyorsun…; fakat sonunda yinede yazıyorsun. İnternette bakıyorum F. BAŞKAYA ve T. DEMİRER gibi kaliteli yazılar yazan yazarlarımızın dahi yazılarını okuyanların sayısı binleri geçmez. Bu çok çok vahim durum karşısında yinede yazıyorum. En azından az da olsa az okuyanlara yazıyorsun. Dağa, taşa, kuşlara, balıklara yazmamış oluyorsun ve de sözüm anlayana, dinleyene, bu vahim durumu kavrayana diyorsun… Belki bir gün! Diyerek bir şeyler yazmaya çalışıyorsun. Bazen de en azından şunu diyorsun “okumak insanı zenginleştirir”, fikir bakımından tabi, “yazmakta insanı geliştirir” diyorsun. Yaz da en azından kendin için yaz diyesin geliyor içinden…

“Spiker canlı yayında müdürü tarafından taciz edildiğini Genel Müdüre söylüyor; Genel Müdür’de”, [ Bu ülkede o kadar Müdür, Müdürün de Müdürü; Şef, o kadar şef var ki; Şefinde Şefi N. Rahmi KARATAY’ın şu hicivli şiirinde” (…) Devletin sofrasına çökmüşler devlet gibi / Kapışırlar babadan kalma bir servet gibi/(…) / Karşıdan bakıyoruz bir üvey evlat gibi/ (…)”], belirttiği gibi “spikere içki teklif ediyor”. Gazetelerdeki bu tür haberleri değişik tarihlerle alıntılayarak vermek mümkün… Osmanlı’dan kalma kadına[lara] “Avrat” hitaplı mantıalite-i osmaniye’den ne beklenir..? Yine Osmanlı’dan “Harem” kültürü ile kadınlarımızı “Harem” ‘e kapatan bir tarihten kalma mirastan ne beklenir..? Cumhuriyet döneminde dahi legal anlamda Pavyonları ve Genelevleri ile ülkenin her tarafına yerleştirilen bu alanlarda yapılan fuhuş sektörüne onay veren bu mantıktan ne beklenir..? Örnekleri çoğaltmak mümkün…

“Neymiş, kadına tacizin yıl dönümüymüş geç o işi” bir pavyon kabadayısı edasıyla seslenen bir Cumhurreisi’nden; ” Bu feministleri filan var ya (…)” diyen bir Cumhurreisi’nden;

“Kadınlara üç çocuk yapın”, “dans ederek kadın hakları arayacağınıza Fatiha vererek kadın hakları arayın” diyerek dinci gibiymiş yapıp–geçinen ve bunu böyle yaparak güya kendi tabanına oynayan, tutmazsa en azından izi kalır hesabı bir Cumhurreisi bunları söylerse Cemaat ne yapar..?  Her konuşmasında ve de pratiğinde 3 S’leri oynayan bir Cumhurreisi’nin olduğu bir ülkede her türlü kepazelik haliyle oluverir. Ki, kadına karşı davranıştan tutunuz her alanda, kültür, davranış ve sinemaya varıncaya kadar şiddet içerikli olunmasına dolaylı yollardan katkı sağlanmış olunur…

Şöyle bir Türk sinemasına göz atar isek argümanım doğru sayılmaz mı? Türk sinemasına İstanbullywood demek sanırım yerinde olur. Türk sineması televizyonlar aracılığı ile uydurmasyon dizi filmler yapan fabrikaya dönüşmüş. ABD’deki Hoolwood filmlerine öykünüyor; ama yapılan dizi filmlerinin science fıxion (Bilim kurgu) filmleri ile ilgisi-astarı yok. ABD’ki bilim kurgu filmlerinin en azından bazıları bilim kurgu alanları içerisindedir; oysa İstanbullywood’takiler tamamen uydurmasyon-atmasyondur. İnsanın “etme, eyleme Recep en azından (…) kardeşiyiz” diyesi geliyor. Bu, eğer tabir uygun düşer ise, işkembeden atmasyon dizilerin tamamı şiddet içeriklidirler. Bazı aklı selim uzmanlar, eğitimciler, psikologlar, pedegoklar vb. belirttikleri gibi bu gibi diziler toplumda bireyleri şiddette yönlendiriyor.

Bu işkembeden atmasyon dizi filmlerinde çalışanlar çok çok zor koşullarda ve nerede ise karın tokluğuna çalıştırılıyorlar. Bir gecede nerede ise birden fazla dizi filmi senaryosu hazırlattırılıyorlar. Türkiye’deki televizyon izleyicileri günde en az dört saatini televizyon başında geçiriyor; oysa uzmanlara göre günde iki saati geçmemesi gerekiyor. Çok sevdiğim bir Fransız halk deyiminde olduğu gibi bu İstanbullywood’lu dizileri tamamen “Des soaps à l’eau de rose” (“Gül suyunda sabun”)’ a benzetmek yerinde olsa gerek…

12 Eylül 1980 katiller darbesinden bu yana bu işkembeden atmasyon filmler de dahil yani Sinema- Spor-Saldırı, bu 3 S (SSS) ile Türkiye toplumu yönetiliyor. Saldırı ile şunu demek istiyorum basit bir demokratik hak arama yürüyüşüne dahi iktidar erki tahammül edemiyor ve anlamadan, dinlemeden, İspanyol boğa güreşindeki gibi, boğa kırmızı bezi görür görmez, SALDIRIYOR. Kamu düzeni denilen kitleleri aldatıcı yasalar ile ülke şiddet sarmalına yenilerini ekleyecek. Bir yazımda RTE Cemhariyesi iktidarı şiddete daha fazla devam edecek yazmıştım… Başkanlık sistemi ile de Halife-i Reis-Padişah olduğunda da halk tamamen Osmanlı’da olduğu gibi baskı ve şiddet yasaları ile yönetilecek diye düşünüyorum. Burjuva hukukundaki ‘kuvvetler ayrılığı da’ ortadan kalkacak. Ki, liberalizm ile birlikte burjuva hukuku da ortadan yavaş yavaş kalkıyor. Zira burjuvalar yok artık; “Hür teşebbüs” denilen liberal-kapitalistler vardır.

Cumhuriyetle birlikte yarım yamalak, benim lümpen dediğim, lümpen kadın hakları da rafa kaldırılacak. Osmanlı’da kadına “Avrat” denilirdi ve kadın haklarının yasası[ ları] bile yoktu; ancak o soykırımdan geçirilen kadim hakların entelektüelleri ve bazı da Müslüman ailelerden gelen, Alevi ailelerden gelen entelektüeller kadın-erkek sayesinde 1850’lerden başlayarak kadın haklarından söz edilmeye başlansa da… Nazım’ın dediği gibi “Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen kadınlar / Bizim kadınlarımız /( …)” konumuna geri gelecek bu gidişatla birlikte, eğer kulluk bireyciliği devam eder ise..? Ama lakin umutlar tükenmez. Umarım AKP’ye oy veren insanlar kulluk bireyciliğini terk ederler. Kulluk zaten birey değildir. İnsan birey olduğunda zaten önce kendi aklına danışır.

Türkiye’de yılda yaklaşık şu, şu kadar kadın öldürülüyor, erkekler ile aynı düzeyde ücret alamıyor, şu, şu kadar kadın fuhuş sektöründe çalıştırılıyor… Bu basında yazılanların hepsini burada sıralama anlamsız. Demeçler, istatistikler… Bıktık, yani somut çareler olmayınca. Somut çareler orta yerde yok. Ne kültürel, ne insani, ne hukuki, ne sosyal ne de ekonomik çareler hiçbir şekilde yeterince alınmıyor… Türkiye iktidar erkinin somut önlemler alacağına ben inanmıyorum ki o tarakta bezi yok. Ve sadece ‘bla bla’ (laftan öteye) geçemiyor. Hele de bu çağ dışı iktidar erki ile daha da geriye gider…

Dünyada durum ne..?

Kadına yönelik şiddet dünyamızda, insanın olduğu her yerde var. Özetle bir insanlık sorunu ve de evrensel bir sorun. Taa eski çağlardan ataerkil toplumla birlikte var olagelen bir durum. Güçlünün güçsüze saldırdığı hayvani bir durum. Güçlü güçsüze hükmetmek istiyor… İnsanlaşmamış hayvani bir durum. Nasıl ki hayvanlar dominasyon (üstün gelme) dan hareketle saldırganlaşıyor ise tıpkı aynısı hayvansal dominasyondan kurtulmamış bazı insanlar ve bazı devlet erki[leri] de aynı, gücü gücü yetene saldırıyor. Bence devletler isterler ise bu vahşeti-barbarlığı durdurabilirler ama pek de ciddi ciddi bu konu üzerine hassasiyet göstermiyorlar. Adet, örf, gelenek, görenek ve devlet[ler] yasaları da tarihten kalma anlayışlarla kadın dövülür yasaları çıkardıkları bu konu ile ilgilenenlerin bilgisi dahilindedir.

Şöyle ki; 1500-1800 yıllarında Amerika’da ilk yerleşimlerin kullandıkları eski İngiliz ortak kanununa göre bazı durumlarda erkeklerin eşlerini dövmelerine izin veriliyordu. Batı toplumlarında böyle devlet gelenekleri eskide vardı, [İslam ve Osmanlı toplumlarında zaten kadın yasaları denen hurafe yasaları “soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen”di], sonraları eşlerini dövmeleri yasaklandı idiyse de bazı hallerde dövülebilinir ibaresi kanunlarla belirtiliyordu. Ve de “kırbacın bıraktığı izin erkeğin başparmağının kalınlığından büyük olmaması” kaydı ile izin veriliyordu bu devletlu yasalarca. Missisipi anayasası mahkemesi, acil bir durumda kocanın eşine ölçülü bir azap çektirmesine izin veriyordu.

Hani deriz ya Hayvan (lar)ı sevmeyen insanı(ları)da sevmez. Evet, çok doğru bir söz ki işte böyle; bu işin böyle yürümeyeceğini anlayanlar 1824 yılında Amerika’da hayvanlara karşı şiddeti önleme amaçlı SPCA Derneği kurarlar. Dernek ancak 1866 yılında, çocuklar ve kadınlara uygulanan şiddeti önleme amaçlı çalışmaya başlar. 1871 Alabama erkeklerin yasal eşlerini dövme hakkını iptal eden ilk devlet olarak tarihe geçer.

Sonunda söyleyeceğimi başında söylersem; kadına şiddetin en yoğun uygulayıcıları devletler olmuşlardır. Bu gün bile bir çok devlet, AKP-RTE- İslam-Sünni devleti, isterse [lerse] kadına yapılan şiddeti önleyebilirler ama yeterli çaba harcamamaktadırlar. AKP iktidarı bütün Türkiye’de dahil dünya basınının yazdığına göre Daiş’e gizli yardım ediyor ve bu terör örgütü de başta Ezidiler olmak üzere kadına tecavüz ediyor. 1915’te Ermeni jenosidinde Osmanlı’nın son iktidar erkinin ve Türk-İslam ırkçılığının Ermeni kadın ve kızlara tecavüz ederek öldürdüğü herkesin bilgisi dahilindedir. 1937-‘38’de Japon İmparatorluk ordusu Çin’e saldırdığında 70 yaşındaki kadınlardan 8 yaşındaki küçük kızlara kadar 80.000 kadına ve kıza Japon erkekleri tarafından tecavüz edildi. Japon devleti ordusu tecavüz ettikleri kadınları geride tanık bırakmamak için öldürüyorlardı. 1944-‘45 İkinci Dünya Savaşında yüz binlerce kadına Avrupa’da Hitler orduları tarafından tecavüz edildi ve binlercesi tecavüz edilerek öldürüldü. 1971-‘73 yıllarında Hindistan ile Pakistan arasındaki savaşta 400 bin kadına tecavüz edildi.

1975’te Brezilya’da kocaların eşlerini satmasını, kiralamasını ve ya kumarda bahis olarak kullanmasını engelleyen bir kanun yürürlüğe girdi. Batı medeniyetlerinden bir tanesi denilen İskoçya’da bir sulh hakimi, bir kadının kocasını, eşinin yüzüne vurduğu için 11.50 Dolar cezaya çarptırdı. Hakim kocaya, eğer dilerse kadının kalçasına vurabileceğini ama yüze vurmaması gerektiğini söyledi.

1989-‘96 yılları arasında Avustralya’da cinayete kurban giden kişilerin yüzde %43’ü, Bangladeş’te %50’si, Zimbabwe’de % 60’ı, Yeni Gine’de %73’ü eşleri tarafından öldürüldü.  (WHO, 2002).

1992-‘95 yıllarında Sırpların Bosna-Hersek’te 20 bin kadına tecavüz ettiği bilinmektedir.

1994’te Ruanda’da binlerce kadın tecavüz edilerek öldürüldü, Belçikalı subayların gözetiminde. Fransa’nın da adı zirk edildi bu soykırımda. Avrupa’da, Asya’da, Afrika’da… bütün kıtalarda kadına karşı bir şiddet vardı ve var olmaya devam ediyor. Dünyamızda milyonlarca kadın şiddet görüyor. ABD’de her 90 saniyede bir kadın tecavüze uğruyor (ABD Adalet Bakanlığı, 2000).

1997 yılında WHO’nun bir çalışma raporunda şöyle yazılmakta: Gelecekte, her beş kadından biri hayatlarında tecavüz veya tecavüz girişimi kurbanı olacaktır. Bu gün bu öngörü haklı çıkmış durumunda. Mısırda kadınların % 35’i kocalarından dayak yemiş. (A. UNICEF 2000). ABD’de her 15 saniye de bir kadın, genellikle kocası / partneri tarafından, dövülmekte. (Dünya kadınları hakkında BM Çalışması, 2000). Yeni Zelanda’da kadınların %20’si erkek partnerleri tarafından dövüldüğü veya fiziksel tacize uğradığı belirtilmekte (A. UNICEF 2000). İspanya’da 2000 yılında her beş günde bir kadın erkek partneri tarafından öldürüldü. (D. Joni Seager, The Atlas of women). Türkiye’de kadınların  yüzde %35.6’sı bazen, %16,3’ü sık sık aile içi tecavüze uğruyor (2000WWHR Yayınları).

Dünyamızda milyonlarca kadının hali bu; tecavüz, şiddet, fuhuş, açlık, yoksulluk… Öyle ise yeni bir sisteme ihtiyaç var. Derhal, hemen ve şimdi bu sistem[ler]den çıkmak gerekmiyor mu..? Ve de kadınlarında aktör olduğu yeni bir sisteme ihtiyaç var bütün bunların üstesinden gelen…

 

 

 

 

Exit mobile version