Site icon Rojnameya Newroz

TRAKYA’YA UMUMİ MÜFETTİŞLİĞİN KURULMASINA NEDEN GEREK DUYULDU?

Şubat-Nisan 1925 tarihleri arasında vuku bulan “Şeyh Said Direnişi” nedeniyle Doğu ve Güneydoğu’nun büyük bir bölümünü -Genç, Muş, Ergani, Elâziz [Elâzığ], Dersim, Diyarbekir [Diyarbakır], Mardin, Siverek, Urfa, Siirt, Bitlis, Van ve Hakkâri vilayetleriyle Erzurum vilayetinin Kiğı ve Hınıs kazalarını da- kapsayan alanda bir ay müddetle İdare-i Örfiye [Sıkıyönetim] ilan edilir. İlan edilen bu sıkıyönetimin, muhtelif tarihlerde süresi uzatılır ve nihayet 22 Kasım 1926 tarihinde son kez bir yıl daha uzatılarak 23 Kasım 1927 tarihinde yürürlükten kaldırılmasına karar verilir. Sıkıyönetimin süresinin dolmasına az bir zaman kala, bölgede, asayiş ve güvenlik boşluğunun doğmaması için, adı geçen vilayetler de 25 Haziran 1927 tarih ve 1164 Sayılı Kanunla, Diyarbakır merkezli Birinci Umumi Müfettişliği  -olağanüstü yetkilerle donatılmış Genel Valilik- kurulur.

Hüsnü GÜRBEY / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Birinci Umumi Müfettişliğin kuruluş amacı, anlaşılacağı gibi bölgede kontrolü ve güvenliği sağlamak, Kürtleri etkin şekilde kontrol altında tutmak ve hızla asimile etmektir.  Beşikçi, Umumi Müfettişliğin kuruluş amaçları hakkında şu bilgiyi verir: “…Genel Müfettişlerin kurulmasının nedeni tamamıyla siyasidir. Kürt ulusal varlığını yok etmek, Kürt kişiliğini ve Kürdistan kişiliğini ortadan kaldırmak için girişilecek, ideolojik, politik ve askeri eylemleri koordine etmek için teşkil edilmiştir.”(*1) Birinci Umumi Müfettişlik yeterli görülmeyecek ki 6 Eylül 1935 yılında Erzurum merkezli Üçüncü Umumi Müfettişlik ile 6 Ocak 1936 tarihinde Elâzığ merkezli Dördüncü Umumi Müfettişlik kurulacak ve bölge; 1948 yılına kadar fiilen, Umumi Müfettişliğin lağvedildiği 29 Kasım 1952 yılına kadar da yasal olarak olağanüstü yönetimlerle ve kararnamelerle yönetilecektir.

Aynı dönemde ilginç gelense, Trakya bölgesinin -Edirne, Kırklareli, Tekirdağ ve Çanakkale- tümünü içine alacak şekilde 19 Şubat 1934 tarihinde, Edirne merkezli İkinci Umumi Müfettişliğin kurulmasıdır. Trakya’da bir Umumi Müfettişliğin kurulması garipsense de amaçsız değildir; yine hedeflenen asimilasyondur.

Trakya Umumi Müfettişliğin görev sahasında, Doğu’daki gibi bir güvenlik sorunu olmasa da daha asimile edilmeyen gayri Türk unsurların varlığı devleti rahatsız etmektedir. Gerçi 1934 tarihinde uygulanan ağır şiddet eylemleri sonucunda Yahudilerin büyük bir kesimi göçe zorlanarak bölgeden uzaklaştırılmışlardı ama hâlâ asimile edilememiş hatırı sayılır oranda gayri-Türk bir nüfus vardı. Amaç bu bölgedeki gayri Türk unsurlardan Müslüman olanları Türkleştirmek, Müslüman olmayanları da [Yahudileri] bölgeden uzaklaştırmaktı.

Fakat hepsinden önemlisi bir amacı daha vardı. Trakya, önemli bir Kürt sürgün yeriydi ve bu sürgünlerin yerleştirilmesi ve asimile edilmesi gerekiyordu. Beşikçi konu hakkında şunları yazar: “…1934 yılından itibaren o zamana kadar zaten süregelen Kürt sürgünlerine büyük bir yoğunluk ve hız verilmiştir. Kürtlerin sürgüne gönderildikleri yerler arasında Trakya çok önemli bir yer tutmaktadır. Hatta birinci sırayı almaktadır. Dolayısıyla Trakya, mekân bakımından Kürt sürgünlerinin bir uzantısı olarak ele alınmaktadır. Büyük kitleler halinde Trakya’ya sürgüne gönderilen Kürtlerin, usulüne uygun bir biçimde iskâna tabi tutulmaları, asimilasyon için gerekli önlemlerin alınması Trakya’da da bir Genel Müfettişlik kurulmasını gerektirmiş olabilir. Trakya’daki İkinci Genel Müfettişliğe ilk olarak İbrahim Tali Öngören atanmıştır. Kendisi 1927-32 yılları arasında, Birinci Genel Müfettişlikte görev yapmıştır. Öngören’in İkinci Genel Müfettişliğe atanmasında, Birinci Genel Müfettiş olarak tecrübesi ve ‘halkı’ tanıması önemli bir gerekçe olarak sunulmuştur. Daha sonraları Trakya Genel Müfettişi olarak görev yapan Abidin Özmen, yine, Birinci Genel Müfettiş olarak uzun zaman görev yapmıştır. Öte yandan Birinci Genel Müfettişlik Müşavirlerinden ve Başmüşavirlerden bazıları aynı görevlerle Trakya Genel Müfettişliği görevlerinde de çalışmışlardır. Bu Genel Müfettişliğin kurulmasında Balkanlardaki Alman tehditleri göz önünde tutulmuş olabilir.” (*2)

Sorun ne olursa olsun, temel amaç bölgeye sonradan yerleştirilen gayri Türk ama Müslüman olan halkların asimilasyonunu hızlandırmak içindir ve bu amaçla Trakya bölgesinde İkinci Umumi Müfettişliğinin kurulmasına gerek duyulmuştur. Bu gerçekliği, “Trakya Umumi Müfettişlik Teşkilat Kadroları Hakkında Kanun”da da görmek mümkündür. Doğu’daki Umumi Müfettişliklerde genel güvenlik söz konusu iken, Trakya Umumi Müfettişliğinde “bayındırlık ve iskân” ön plandadır.

Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgisi ve ardından yaşanan süreçte, Anadolu ve Trakya’da, asker ve bürokrasi önderliğinde yeni bir devlet kurulmuştur ama bu devlete sadakatle bağlı yeni bir ulus yaratmak gerektiriyordu. Kolay mı? “Başta Atatürk olmak üzere Cumhuriyet’in kurucu kadrosu, Osmanlı devletinin yıkıntıları üzerinden sadece yeni bir devlet (bir Türk ulus devleti) değil, yeni bir ulus, bir Türk milleti inşa etme misyonunu yüklenmişlerdi.”(*3) Umumi Müfettişlerin amacı, en seri ve en sorunsuz şekilde bu ulusun inşasına katkı sağlamaktı. Trakya Umumi Müfettişi olan Kazım Dirik 1936 yılında yapılan bir Umumi Müfettişler toplantısında bu amaçlarını açıkça dile getiriyordu. Kazım Dirik, alınması gereken önlemler hakkında şu tespitlerde bulunuyordu:

“Burada Çerkesler, Pomaklar ve Yahudiler vardır. Çerkesler, Türkiye’nin Avrupa mıntıkasında yoktur. Biga ve Gönen havâlisinde vardır. Mütâreke ve milli savaşımızda Çerkes ve bazı Pomak köylerinin birleşerek, bize acı neticeler verdiği malumdur. Bundan sonra herkes namusuyla çalışıyor ve onlardan bir zarar görülmüyor. Bu demek değildir ki tedbir almayalım. Çerkes kesafetine (yoğunluğuna) dokunmuş değiliz. Kültür ve içtimâi hareketler ilerledikçe, böyle bâtıl endişeye kapılmayacaklarından eminim. Burada Pomak mevzuu üzerinde konuşalım. Pomaklar, son asırda Balkanlar’da bulunmuş ve Türk kültüründen uzak kalmış olduklarından, dil bakımdan zaafa uğramışlardır. 18-20 Pomak köyünde kaldım. Tetkik ettim. Tehlike görmüyorum. Alaka ve kültür arttıkça, bunlarda da büyük bir düzelme vardır. Kendiliklerinden Türk dilinden başka lisanla konuşmamak için karar almışlardır. Lehçeleri o kadar düzgündür ki âdeta İstanbul lehçesi gibidir. Türkçe öğrenen çocuklar kendi aileleri arasında, evde ve dışarıda, Türkçeden başka konuşanları jurnal ederler. Büyük Pomak köylerine mutlaka mektep açıyoruz. Küçüklerine de yavaş yavaş giriyoruz. Mektep ve öğretmen tedariki müşkül olunca, yatılı pansiyonlarında, kendi hayatlarından bir iki derece farkla yaşatmak yolunu tutuyor ve o suretle kültür hareketlerini temine çalışıyoruz.

Bölgemizde Aleviler vardır. Aleviler bütün memlekette bir, iki milyonu aşmıştır. Bunlar eski Türkmenlerdir. Bunlardan Türkçülüğün asâletdâvâsını güdenler de vardır. Bunlara tahtacı, Kızılbaş derler. Bunlar öbür köylerimizden daha liberal ve topludurlar. Vaziyetleri endişe verici değildir. Pomak köyleri, en zengin ve gelişmeye çok müsait köylerdendir. Bunlar kültür ve terbiye hareketleri ile ıslah edilebilirler.

Yahudiler:

Bizim asayiş durumumuzu böylece arz ettikten sonra Yahudilere geçelim: İki sene önce bir hareket olmuş… Bu Yahudiler, İstanbul ve Çanakkale’ye inmişler. Bunların mevcudu Trakya’da 15-20 bin, Çanakkale’de de o kadardır. Bunlar sanayiyi ellerine almışlar. Bütün ekonomi şebekesine girmiş ve teşkilatlanmışlardır. Uzun yıllar bütün bu memleket bünyesini emmeye başlamışlardır. Bütün köylere kadar Hasan ve Hüseyin namı altında girerek, ticaret işlerini ellerine almışlardır. Pasif bir surette yerleşmişlerdir. Bunlara zorlayıcı hareket doğru değildir. Mukabil ekonomik hareket lazımdır. Büyük harekete geçmek icap eder. Kooperatifleşmek lazımdır.(…) Kooperatifleri kurarken tekniğe ve bilgiye dayanmak lazımdır. Yahudilere birinci darbe de budur. Ziraat Bankası propaganda şebekesine ehemmiyet vermiştir. Kuşyemi ve buna benzer mahsulleri, avans vermek suretiyle, Yahudilerin kapatmasından kurtarmak tedbirleri alınmıştır. Yahudiler, köylünün elinden mahsulünü yanlış ve kendi menfaatine fiyatlar göstermek suretiyle almakta ve halkı aldatmakta idi. Bu suiistimalin önüne geçmek için tedbirler alınmış ve İstanbul piyasasından hergün bültenler getirip, ilan etmek süratiyle, hakiki fiyattan halk haberdar edilmiştir. Bu hareket tarzımız çok iyi neticeler vermiştir. Bir de ipek meselemiz vardır. Bütün kozayı da yine Yahudiler alıyordu. Yapılan teşebbüslerle banka para verdi ve bu suretle sönük olan dutçuluğa ehemmiyet verdik. Koyunculara iki defada ikişeryüzbin Lira aldık Sümerbank yağcılık ve alakadar oldu. Böylece Yahudilerin elindeki işlere siper yaptık” (*4)

Devlet, uysal olsun olmasın herkesi kontrol altında tutmaktadır ve küçük çocuklardan temin edilen ajanlarla herkesi Türkçe konuşmaya zorlamaktadır. 1934 pogromu ile sayıları gittikçe azalan Yahudileri ise ekonomik olarak çökertmeyi hedeflemiştir. Trakya’ya sürgün edilen Kürtlerin akıbeti hakkında ise Genel Vali hiç değinmemektedir.

Uluslar, asırlar boyunca birlikte yaşayan halkların ekonomik koşulların -pazarın- yarattığı demokratik bir halklar bütünlüğüdür. Oysa asker-bürokrasi tarafından yaratılan ulus, doğal değil, bir toplum mühendisliği sonucu yaratılmak istenen suni bir ulustur. Doğal ulusun harcını oluşturacak olan Anadolu’nun kadim haklarından Rumlar ve Ermeniler, şiddet kullanarak bu toprakların dışına atıldılar. Yahudilere ekonomik ambargo uygulanarak göçe zorlandılar. Geriye kalan Müslüman halklara da Türkleştirme dayatıldı.  Çoğu göçle sonradan Anadolu’ya gelip yerleşenler, devletin Türkleştirme politikasına pek direnmediler ve Türkleştiler. Ama Doğu’da “Kuzey Kürdistan” denilen coğrafyada, asırlardır toplu halde yaşayan ve güçlü bir kültür yaratan Kürtlerin böyle kolay kolay asimile olacağı güç görünüyordu. Bunun üzerine devlet, bölgeye yoğun askeri güçle yöneldi. Kürtleri, tedip (terbiye etme) tenkil (uzaklaştırma), tehcir (göç ettirme) ve temsil (asimile etme) vb. politikaları uygulasa da aradan bir asır geçmesine rağmen başarılı olduğu söylenemez. Sınır bölgelerde yaşayan Kürtlerin, önemli bir kesimi asimile olsa da hâlâ asimile politikasına direnen ve varlığını korumaya çalışan önemli bir Kürt gerçekliğinin varlığı yadsınamaz.

Mühendislik çalışmalarıyla suni bir ulus yaratma projesi başarılı olsa da demokratik bir ulus yaratılamadı; toplum, parçalanma korkusuyla hep kuşkuyla yaşadı/yaşatıldı. Demokratikleşememe sorunu, günümüzde Türkiye’nin temel sorunudur. Bugünlerde yeniden gündeme getirilen Anayasa tartışmalarının hemen ardından“fakat”, “ama” sözleriyle parti yöneticileri fikir beyan etmekte ve Anayasanın ilk dört maddesine asla dokunulmayacağına dair söylemlerde bulunmaktadırlar. Sanki bu ilk dört madde ilahi bir kudret tarafından indirilmiş ve dokunulmaz kılınmıştır. Oysa Türkiye’de, demokrasinin önünü tıkayan ve ulusal gelişimini önleyen neden, gerekçesini bu ilk dört madde de almaktadır. Bu ilk dört madde yürürlükte olduğu sürece Türkiye hiçbir sorununu demokratik bir ortamda tartışarak çözemez, kararlar hep üsten baskıyla alınır ve uygulanır. Topluma da sadece bunu sessizce uygulamak düşer…

21. 02. 2021

Hüsnü GÜRBEY

(*1)Beşikçi, İsmail; Tunceli Kanunu (1935) ve Dersim Jenosidi. Belge Yayınları, İstanbul. s, 29

(*2) Beşikçi, İsmail, age, s, 33

(*3) Sibel ÖZBUDUN & Temel DEMİRER: DÖRT DAĞ İÇİNDEKİ DERSİM’İN HİKÂYESİ: “MA DİYA, SIMA MEVİNE/ BİZ YAŞADIK, SİZ YAŞAMAYIN” RojnameyaNewroz. 3 Şubat 2021

(*4) Kocak Cemil; Umumi Müfettişlikler (1927-1952) İletişim Yayınları, İstanbul,2010. S,143-144

Exit mobile version