“11 günde 16’sı şehit, 50 ölüm” 1 Ağustos 2015 tarihli Türkiye’de basın böyle yazmıştı.
Bu başlık bana şöyle bir çağrışım yapıyor ‘Polis ve kolluk kuvvetleri olunca şehit; ama ‘‘teba’’ dan yani halktan olunca şehit sayılmıyor’ ve kayıplar envanterine girmiyor. Ki, Osmanlı’dan kalma bir alışkanlık olsa gerek hâlâ vatandaş ve vatandaşlık kavramına önem verilmediği ortada… Değil mi? “Her şey Sultan’ın (padişah)’ın bekası için” yerini “her şey devletin bekası içindir” almış. Peki, ne değişmiş? Bana sorulursa? Yanıtım: KOCAMAN bir hiç derim. Zira özde bir değişiklik yok derim ve eklerim; değişiklik sadece biçimde…
Yakından ve uzaktan tanımadığım, sadece basında resimlerini gördüğüm, bu gencecik insanlar-vatandaşlar, okul harçlıklarından başka bir gelirleri olmayan bu gençler, okul harçlıklarından fedakarlık yaparak biriktirdikleri paralar ile aldıkları çocuk oyuncaklarını Rojava’daki yeri-yurdu-evi harap ve yok olmuş, anasız-babasız kalmış yetim çocuklara götürmek için Suruç’ta toplandıkları sırada, sadece barışçıl-dayanışmacı-insani bir eylem, nereden geldiği belli ve apaçık olan bir bomba ile öldürülmeleri nasıl olurda basından “16’sı şehit, 50 ölüm” başlıklı bir haber olarak verilir ve bunun adı kepazelik değil de nedir? Eğer vatandaşlık kavramına önem verirsek evrensel manada…
Türkiye’deki basında hâlâ vatandaşı dıştalar davranmakta ve evrensel manada vatandaşlık kavramımın önemini anlayamamaktadır ya da bilinç seviyeleri bu aşamada değil. Ve yahut bilerek yapmaktadırlar… Ya da devletin basına “böyle böyle” yazmak zorundasınız dayatmasıdır..?
Görebildiğim ve anlayabildiğim kadarıyla TC’de de basında da vatandaşa bir ‘teba’ mantığı ile yaklaşılıyor ve devletin bekası her şeyin üstündedir mantığı ağır basıyor… Zira vatandaşın bekasına önem verilmeliydi…
Yine 1 Ağustos 2015 tarihli Türkiye basınından “Alevileri Kızdıracak” başlıklı haberde ‘Sultan’ RTE Endonezya’daki konuşmasında “Şu anda Müslüman olduğunu, fakat farklı mezhepten olduğu için ülkemdeki terör mücadelesinde ateist olanları dahi savunanların olduğunu gördüğümüz bir dünya var… Bunlara karşı uyanık olmak durumundayız, duruşumuzu buna göre sergilemek zorundayız”.
Türkiye Cumhuriyetinin kurulma taşlarının atılmaya çalışıldığı günden bu yana bütün gelmiş geçmiş sorumluların, Cumhurreis’lerin, bütün başbakanların, bütün devlet erkanı ve şürekâsı sözcülerinin beyanları, konuşmaları tarihsel olarak sırasıyla incelendiğinde şöyle bir tablo ile karşılaşılıyor; Tekçilik, Tek milletçilik, Tek Dincilik, Tek Mezhepçilik… Ve de bu tarihsel sıralama içerisinde 1915 ve öncesi Talat Paşa ve Terakki Fıkrası’nın demeç ve söylemleri incelendiğinde, hatta Abdülhamit’e varıncaya kadar bütün sorumluların başta bu ülkenin kadim halkı Ermenilere karşı tekçilik yaptıkları, din, inanç ve mezhep ayrımı yaptıkları “Gavur” “Müslüman” ayrımı yaparak ilk başlarda onlarca “Gavur ve yandaşları” dedikleri aydınları işkencelerden geçirip, idam ettikleri tarihsel belgeleri ile ortadadır…
Kemalist Cumhuriyetle birlikte de bu zihniyet devam etmiştir… Kürt halkının doğuştan evrensel haklarını isteyenlere karşı, sıradan bir Kürtçe gazeteye dahi tahammül edilmemiş ve Kürt hak ve özgürlüklerini gündeme getirenler” “eşkıya” olarak nitelendirilmiştir. Her Kürt hak ve özgürlükler arayışı terörize edilmiş ve kan ve gözyaşı ile sonuçlandırılmıştır. Her hak arayışında aynı anlayış pratiği sergilenmiştir.
Dersim jenosidi yapan Kemalist devlet erkânı RTE tarafından hafifinden eleştiri süsüne-yalanına takılmış ve her gelen “o bazı yanlışlar”a eleştiri süsü vermiş ve ‘o’ orada kalmıştır tıpkı Kemal Paşa’nın Talat Paşa’yı eleştirdiği gibi…
TC’nin CHP’li, DP’li, MC’li, 12 Eylül darbeli, Çiller’li dönemleri de hep aynı olmuştur bu ülkenin. Alfabetik olarak sıralar isek, anarşistine, tutarlı demokratına, devrimcisine, Kürt ve diğerlerinin hak arayışlarına, yurtseverine, devlet dini olmayan normal dindarlara, inançlara (…) karşı bu devlet aklı hep terörist muamelesi ile yaklaşmıştır. Lozan’da, Sevr’de kandırılan Kürtler ‘barış’, ‘şu’, ‘bu’ süreçleri ile kandırılmaya devam edilmiştir…
1990’larda Gladyo, Kontrgerilla, Jitem, ‘şu’, ‘bu’ örgütlenmeler ile katledilenler şimdilerde DAİŞ terörü adı altında yaptırılmakta… DAİŞ’e karşıymış gibi yapılarak başta Rojava’daki seküler yapı ortadan silinmek istenmekte. Sonuçta Kürt hak ve özgürlüklerinin yanı sıra Türkiye’deki geniş hak ve özgürlük istemleri, emekçilerin hak ve talepleri terörize edilmektedir…
Hal ve haller böyle olunca, tek çare bu devlet aklına kesinlikle güvenmemek… Bütün bu devlet aklı dışı güçlerin birliğini sağlayarak devletin terör ve vandalizm oyununa çekilmeden mücadeleye devam etmek…
Böylesi bir devlet aklı ve güçler dengesi göz önünde bulundurulduğunda tek çare bu değil midir? Böylesi bir devlet aklına karşı tek çare dik durmak, birlik olmaktır!!!
Ülke ve dünya basınından akli selim yazılar incelendiğinde bu devletin bir terörist devlet olduğu gün gibi orta yerde durmaktadır. Ki, terörizm başka yerlerde aranmamalıdır.
“AKP’nin” -RTE’nin “danışmanının bürosunda HDP kapatılmak isteniliyor (…)”. Bu nasıl bir hukuk devletidir ki bir danışmanın bürosunda bunlar konuşuluyor..? Zira bir hukuk devleti de zaten değildi…
Bu devletin sözcüsü RTE Çin’e gidiyor “Uygur sorunu var” diyor. Çinliler Kürt sorununu gündeme getirdiklerinde “öyle bir sorun yok” diyor. Avrupa’ya-Almanya’ya geliyor Türklere “asimile olmayın” diyor. Türkiye’de de ‘Kürt sorunu yok’ diyor. Bu duruma kargalar dahi gülmez mi..?
Şimdi bu olacak iş mi bu saatten sonra..? Şöyle ki;
Irak’ta, RTE’nin de iyi ekonomik ilişki içerisinde olduğu, Güney Kürdistan Bölgesel yönetimi oluşmuş iken; Rojava’da önemli bir demokratik halklar statüsü oluşmuş iken; dünya kamuoyunda bir Kürt hak ve özgürlükleri sempatisi oluşmuş iken; İran devleti sözcüsü “Bijî (Yaşasın) Kurdistan!” diye Kürt eyaletinde halka konuşma yapmışken; Kürdistan’da bölgeler arası ilişki ve birlik anlayışı oluşmuş iken; 32 insan çoğunluğu Kürt olmayan Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelerek Suruç’ta Kürt davası için Şehit olmuşken… RTE ve şürekâsının savaş haykırışları boşunadır. Ki, bu haykırış; bu yanlış politikaların can çekişmesinden başka bir şey değildir. Yüz yıldır yer yer yapılan saldırı ve savaş neyi değiştirmiştir? Şu halk sözünde olduğu gibi “Yenileceğini bilen eşek kurda zırlayarak (Anırarak) koşar”. Bu saatten sonra hep saldırı hep saldırı yukarda ki sıraladığım nedenlerden dolayı boşunadır ve tek mesele bu sorunu çözmektir. Bu saatten sonra ÇÖZÜM ve BARIŞ’tan başka yol var mıdır..?
Şu aşağıdaki aklı-selim değerlendirme yazılarını nasıl es geçebiliriz, işte basından bir kaç tane değerlendirmelerden örnekler; “Devletten şüphelenmeyen bizden değildir (…)”- Ümit KIVANÇ, “Suruç olayını MİT biliyordu”- CHP, “PYD Başkanı MÜSLİM’den flaş açıklama Türkiye devleti DAİŞ’e değil bize saldırıyor’’, “Bir MİT yetkilisi Paris katliamının katilini cezaevinde ziyaret etti”-Le Monde Gazetesi, “Türkiye IŞİD ile gizli ilişkilerinden vazgeçecek mi?”-The Guardian Gazetesi vb gibi. Burada basından daha fazla örnekler vermeye gerek yok sanırım..?
Yazımı T. Demirer ve R. Zarakoğlu’nun şu yerinde değerlendirmeleri ile sonlandırayım.
“Bu devlet katildir (…)”-T.Demirer;
“SOLKIRIM/GENÇKIRIM” başlıklı yazısından-R. Zarakoğlu; “T.C. tarihi aynı zamanda bir solkırım ;(Sinistraside) tarihidir. TKP kurucu kadrosunun 1921 yılında Karadeniz’de toplu olarak katledilmesinden bu yana. İlk TC tarihi aynı zamanda bir gençkırım (iuventuside) tarihidir… Ermenikırım, Asûrîkırım, Alevîkırım, Êzidîkırım ise, Cumhuriyetten de eski bir gelenektir… Lanet olsun bu sisteme. Cezasızlık devam ettiği sürece bu ülke iflah olmaz. Soykırım devleti tasfiye olana kadar, herkes Drakula’nın iğrenç çehresi ile tanışır”.
Suruç’ta ölenlerin çoğu Türkiye’nin değişik bölgelerinden gelmişlerdi ve de hepside “ beyaz Türk olmayan”, Türkçe dahi bilmeyen, ırkçı Türklerden değillerdi.
TC tarihi devlet aklı gibi düşünmeyen Türk(e)lere karşı da aynı zamanda bir Türkkırım tarihidir de… Devlet aklı gibi düşünen Sünnî mezhep-devlet dini inançlılar hariç. Özetle kendisi gibi düşünmeyen herkese karşı sadece kendisi tek başına Sultan kalıncaya kadar Herkeskırım tarihidir de… Emekçiye, çalışanlara, alınteri, göznuru döküp kafa yoranlara da düşmandır bu devlet aklı… Neden mi..? Çünkü iş yerlerindeki iş güvenliği yoksunluğundan dolayı yılda onlarca, yüzlerce emekçi ölmektedir… Neden bunlara şehit denilmez..? Ya emekçilere verilen sadaka ücretlerine ne diyelim..?
08/08/2015