Enver ŞEN / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
İttifak kelimesi söz birliği -oy birliği- sözleşme ya da siyasi ittifak (Koalisyon veya Blok) anlaşma-uyuşma gibi değişik anlamlar içermekte. Daha başka benzeri anlamlarda yüklemek mümkün. Tarihsel süreç içinde zamam zaman ittifaklar güncelleşir başarılı olurlar. Toplumu beli bir oranda ileriye götürürler. Bazen de bütün çabalara rağmen başarı elde etmek olanaklı değildir. Günün koşullarına uygun cevaplar bulunamaz.
Özellikle son 15-20 yıldır biz politik Kürdler bir araya geldiğimizde mutlaka ittifaklar veya Kürdlerin birliği üzerine konuşuruz. Ulusal kongrenin toplanmasının gerekliliğini dile getiririz. Büyük oranda ama beceriksizliğimiz ve neden birlik olamadığımız üzerinde yoğunlaşırız. Çoğunlukla da biz Kürdlerden bir şey çıkmaz, biz bir araya gelemeyiz gibi tespitlerle kapatırız. Tabi bu böyle doğru değil ancak var olan sıkıntılarımız da çok büyük. Ülkemizin bölünmüşlüğü yüz yıllı aşkındır bütün parçalardaki baskı, şiddet, katliam ve asimilasyon biz Kürdler ve Kürdistan’da yaşayan diğer halklar arasındaki ayrılıkları derinleştirdi. Birden fazla alfabeyi kullanmak zorunda olmamız, ortak bir Kürtçeye sahip olamamamız kısa bir süre öncesine kadar hiçbir statü ve kurumumuzun olmayışı mücadelemizi daha da zorlaştırdı. Ancak halkımız bu durumu hiçbir zaman kader olarak almadı boyun eğmedi. Osmanlı’nın Kürdistan’ı sömürgeleştirmeye başladığı 1800’lerin başlarında özellikle II. Mahmut’la (1804-1839) başlayan devleti merkezileştirme, Kürt beyliklerini ortadan kaldırma harekatlarına karşı Kürdistan’ın hemen hemen her yerinde büyük küçük birçok ayaklanma oldu. Zaman zaman bazı başarılar elde edilmesine rağmen büyük oranda maalesef yenilgilerle sonuçlandı başkaldırılar. II. Abdulhamit (1876- 1909) döneminde de davam eden Kürdistan seferleri Kürt beyliklerini yönetim olarak ortadan kaldırdı. Anlaşılacağı gibi Kürdlerin kendileri olma mücadelesi sık sık söylendiği gibi yüz yıl değil iki yüz yılı kapsayan bir süredir. Son yüz yıllık Cumhuriyet dönemi Kürdistan’ın kuzeyinde hepimizin bildiği gibi sayısız katliamlarla dolu. Burada görmemiz gereken Türk devletinin katliamlarının sadece insanla sınırlı olmadığıdır. Dillerimiz, kültürlerimiz, inançlarımız ve her şeyden önce bütün coğrafyamız bu katliamlardan çokça nasibini aldı hala da alıyor. Bu saydıklarımız ve daha birçok neden bizim bir araya gelmemizi, ortak hareket etmemizi veya ittifaklarda ortaklaşmamızı zorlaştırıyor. Fakat bunu başarmaktan başka çaremizin olmadığının da bilincindeyiz.
İttifaklar ya da bir arada mücadele etme, ortaklaşma tarihi ne zaman ve nerede başladı? Sorusu günceliğini koruyor. İttifaklar tarihi nerdeyse insanlık tarihi kadar eski çağlara dayanır. İttifaklar; gruplar, halklar veya devletler arasında karşılıklı çıkarlara dayanan birlikte hareket etmekse insanlık tarihi kadar eski olması doğaldır. Tarih boyunca bugün anladığımız şekliyle gündeme gelmemiş ve tarif edilmemiş de olsa. Burada Kürdistan, Türkiye ve dünyada birkaç örnekle yetineceğiz. Avusturyalı tarihçi ve politoloq Franz Kernic (Devlet Ansiklopedisi- Staatslexikon eserinde- İttifaklar Politikası- Bündnispolitik makalesinde) bu gerçekten çıkarak uluslararası ilk ittifak olarak M.Ö 1259 yıllarında Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit kralı III. Hattusili arasında imzalanan anlaşmayı gösterir. Kernic’e göre bu anlaşma sadece askeri sonuçları değil, iki ülkenin daha geniş bir iş birliğini öneriyor. Her iki ülkenin sınırlarının ve ticaret yollarının komşu ülkelere karşı ortak korunmasını da sağlıyor. Bunun içinde anlaşmayı sadece bir askeri anlaşma olarak görmek yeterli değil sonucuna varıyor. Öte yandan geniş bakıldığında NATO’da bir ittifaktır. En azından NATO’yu savunanlar bu askeri birliğin üye ülkelerin çıkarlarını savunduğunu iddia ediyorlar. II. paylaşım savaşında anti Hitler koalisyonu da bir askeri ittifaktı. Ayrı ayrı sitemlerde olan (özünde birbirilerine karşı mücadele eden Sovyetler Birliği bir tarafta, öbür tarafta ABD, İngiltere ve Fransa) ortak düşman Alman faşizmine karşı geçici de olsa ortak hareket etmek durumunda kaldılar. Türkiye 1946’da çok partili sisteme geçtikten sonra politik arenada günümüze kadar değişik ittifaklar kuruldu. Ülke tarihinde önemli olan bazı ittifaklara göz atarsak akla gelenlerin başında AP lideri Süleyman Demirel’in yanına İslamcıları ve faşistleri alarak kurduğu 1. ve 2. Cephe hükümetleridir. (1. Cephe Hükümeti 31 Mart 1975 tarihinde AP-MSP-MHP ve CGP arasında 2. Cephe Hükümeti ise 21 Temmuz 1977’de AP- MSP- MHP arasında kuruldu). Daha sonra S. Demirel’in 12 Kasım 1979 MSP ve MHP’nin dışardan desteklediği hükümetin başbakanı iken (12 Eylül 1980 darbesiyle sona erdi) 1979 yıllındaki Maraş katliamının ardında “bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz böyle bir şey söylemiyorum, devlet cinayet işleyenin yakasına yapışmak zorundadır” demişti. 5 Eylül 1991’de SHP ile HEP ittifakı kuruldu. 24 Ekim 1991 seçiminde SHP’nin listesinden 21 HEP’li milletvekili seçildi. 9 Ocak 2004’te DEHAP, SHP, ÖDP, EMEP, SDP ve Özgür Parti 28 Mart yerel seçimlerinde ortak hareket etmek için “Demokratik Güçbirliği’ni” kurdular. Blok 5 il, 33 ilçe ve 31 beldede belediye başkanlığını kazandı. Uluslararası ya da inançlar arası ittifaklarda zaman zaman gündeme gelmiştir. Örneğin 2005 yıllında ortaya atılan Birleşmiş Milletler Medeniyetler İttifakı (UNAOC ) “Medeniyetler İttifakı” kurucuları tarafından; uluslararası, kültürlerarası ve dinler arası diyalog ve işbirliğini güçlendirerek aşırılığa karşı uluslararası eylemi canlandırmayı amaçlayan bir girişimdir diye tanımlanır. Bu ittifakın üyeleri arasında Almanya, Türkiye, İspanya, Rusya, İngiltere, Çin, ABD ve Fransa gibi ülkeleri sayabiliriz. Zamanla birçok uluslararası kuruluş ve saydıklarımızın dışında değişik ülkelerde bu kuruluşu destekledi veya üyesi oldu. Günümüzde nerdeyse unutulmuş gibi. Görünen o ki kurucularınabekledikleri başarıyı getirmedi. 22 Temmuz 2007 seçimleri için DTP, ÖDP, EMEP ve SDP “Bin Umut Adayları” şiarı altında 1.334.518 oy alarak 22 milletvekili çıkardı. Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Devrimci Parti (DP), Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP), Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) ile Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (YSEP) olmak üzere 7 partiden oluşan HDP’yi başarılı, önemli bir ittifak (ittifak kelimesinin başta belirttiğimiz içeriğinden çıkarsak) olarak görmekte mümkündür. 15 Ekim 2011’de kurulan 40’ın üzerinde siyasi ve toplumsal yapının yer aldığı Halkların Demokratik Kongresi (HDK) bu statüden sayılır mı? Geçmişe yönelik daha çok sayıda örnek vermek mümkün. İçinde bulunduğumuz bu süreçte de ittifaklar en çok konuşulan konular arasında yer alıyor. 2023’te yapılacak seçime yönelik gelişmelere bakalım. AKP-MHP faşist yapılaşmasının karşısında değişik ittifaklar var. Cumhur ittifakının dışında 6’lı Masa veya Millet İttifakı hükümet bloğu karşısında kendisini en güçlü yapılaşma olarak görüyor. Sayısal olarak belki bu iddia doğrudur. Ancak şu ana kadar bunu toplum nezdinde ispatlamış değiller. Sorunu sadece Erdoğan’ın gitmesine indirgemeye çalışıyorlar. Genelde tüm Kürd kurum ve kuruluşlara (değişik parti başkanlarının Amed’de -belki kimi Kürdler inanır diye- yaptıkları konuşmalar hariç) özellikle de HDP ile aralarına mesafe koymak için birbirileri ile yarışıyorlar. Bu tavır Kürdistan’da ve demokratik çevrelerde önemli bir güvensizlik yaratıyor.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), Emek Partisi (EMEP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Emekçi Hareket Partisi (EHP) ve Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun (SMF) bir araya gelerek kurduğu Emek ve Özgürlük İttifakı var olan ittifaklar içinde Kürdistan ve Türkiye halkları arsasında ayrım yapmadan en geniş kitleye ulaşmaya çalışan tek yapıdır.
21 Ağustos 2022’de Türkiye Komünist Partisi (TKP), Sol Parti, Türkiye Komünist Hareketi (THK) ve Devrim Hareketi ortaklığı ile kurulan Sosyalist Güç Birliği her ne kadar Kürd halkına karşı olmadıklarını söyleseler de pratikte bunun tam tersini yapıyorlar. Emek ve Özgürlük ittifakını sadece seçim ittifakına indirgemek Kürd halkının istemlerini görmek istememekte 6’lı Masa’yla yarışıyorlar.
Biz Kürdler için birlik olmak; birlikte hareket etmek çok daha hayati bir sorun. Türkiye’deki oluşumlar içinde olacağız, ortak çalışmaları destekleyeceğiz. Tereddütsüz elimizi taşın altına koymaktan çekinmeyeceğiz. Ancak sadece Kürd olmaktan dolayı karşılaştığımız sorunların varlığını da hep gündemde tutup ona uygun politikalar geliştirmeliyiz. Bunun için Kürdlerin gücünü ortaklaştırmalıyız. Bu anlamda elbette Devrimci Demokrat Kürt Birliği (DDKD), İnsan ve Özgürlük Partisi (PİA), Kürdistan Komünist Partisi (KKP), Kürt Demokratlar Platformu (PDK-Bakur), Kürdistan Demokrat Partisi – Türkiye (KDP-T) ve Azadi Partisi gibi parti ve oluşumlar tarafından ortaklaşa kurulan Kürdistan İttifakı çok önemlidir onu yaşatmak geliştirmek tüm Kürdistani parti, kurum ve kuruluşların ortaklığına dönüştürmek görevi ile karşı karşıyayız. Bunun başarılması için Kürdistan’ın siyasi yaşamındaki iki ana geleneğin ya da akımın birbirine yaklaşması aradaki soğukluğun aşağıya çekilmesi lazım. Günümüzde bu çok realist görünmese de her zaman yapılması gereken bir şeyler vardır olmalıdır. Realitemiz maalesef iç açıcı değil. Türk ordusunun Kürdistan’ın güneyinde kullandığı kimyasal silahlara karşı bile bir araya gelemedik. Ortak hareket edemedik. Bir Kobanê ruhu yaratamadık. Bu ortamda Kürdlerin birliğinden veya Ulusal Kongre’den bahsetmek gönlümüzden geçenleri söylemekten öteye gitmez. Ancak bu büyük ideallere ulaşmayı başarmak için her zaman ve her yerde atacağımız -görünüşte küçük- adımlar var olmalıdır da. Örneğin birbirimize ve kurumlarımıza karşı kullandığımız siyasi dille buna başlamak mümkün. Birbirimizi eleştirmekten kesinlikle çekinmemeliyiz fakat kullandığımız dil önemli. Ayrı ayrı örgütlenmiş –hem siyasi parti hem de sivil toplum kuruluşları- olmayı zenginlik olarak görmeye çalışmalıyız. Bu tavır bizi karşılıklı olarak birbirimizi daha iyi anlamaya götürür kanısındayım.
***
Türkiye sol hareketinde iki ana eğilimin (TKP ve Sol Parti’nin) Kürdistan’a ve Kürtlere bakışı
Burada özellikle TKP ve Sol Parti’nin tavrı üzerinde durmaya çalışacağım. Bu iki partinin programlarına göz atığımızda tavırlarını daha iyi anlarız kanısındayım. TKP programının giriş bölümümde Türkiye kapitalist dönüşümü yaşarken Kürt feodalleriyle işbirliği yaptığı dile getirilirken devletin Türk ve Kürt işçilerini birbirine düşürmek için milliyetçi söylemlere başvurduğu belirtiliyor. Ancak cumhuriyetin ilk gününden itibaren Kürtlere yapılan sistematik katliamlarla ilgili hiçbir şey söylemiyor. Sadece bu da değil “Ermeni ve Rum göçü ve buna eşlik eden uluslaşma sürecinin yarattığı trajedi de Türkiye’deki kapitalist dönüşümün ayrılmaz bir parçasıdır” denilerek başta Ermeni halkı olmak üzere Türk ve Müslüman (Sünni) olmayan tüm halklara yapılan soykırım ve katliamlar inkar ediliyor. Başka bir paragrafta “Bütün bu çabalar Türkiye’deki ilerici güçlerin önünü kesemedi” denilerek özellikle Haziran direnişine atıfta bulunuyor.
40 yıldır devem eden kirli savaştan söz edilmeyerek günümüzde Kürtlere, Alevilere yapılan katliamlar geçiştiriliyor ya da yok kabul ediliyor. Aynen daha önce Müslüman olmayan Ermenilere, Rumlara, Ezidilere yapılanları bir trajediye indirgediği gibi.
Siyasal yapı üst başlığı altında “Türkler ve Kürtler sosyalist Türkiye’nin eşit kurucu unsurlarıdır. Kapitalist Türkiye’nin baskın özelliği olan ayrımcı, şoven uygulama ve yaklaşımları bütünü ile tasfiye edilmesi için önlem alınır” deniliyor. Ancak bu nasıl olacak. Kürtlerin ayrılma hakkı olacak mı? Gibi konulara girilmiyor. Yani bekleyin hele önce bir sosyalizm gelsin sonra bakarız havası.
Temel özgürlükler bölümünde ise “Ulusal ve etnik köken hiçbir biçimde bir ayrımcılık ya da dışlama, ezilme nedeni olamaz.” deniliyor.
Yaşayan dil ve kültürlerin korunup geliştirilmesine olanak sağlanır… Gibi genel doğrular olmasına rağmen; hangi dil ve kültürle bu belli değil. Yaşayan diller ve kültürler deyimini Türkiye’de Meral Akşener’e kadar hemen hemen her politikacı kullandı kullanıyor.
Ayrıca aşiret yapıları tamamen ortadan kaldırılır ve bu yapıların kültürel ve ideolojik alanlardaki izlerinin bütünüyle silinmesi için çaba gösterilir denilerek Kürdistan hakkında herhangi bir bilgilerinin olmadığını da gösteriyorlar. Kendi toprağı kabul ettikleri bir coğrafya hakkında bu kadar bilgisizlik inanın insanı şaşırtıyor. Bu tavır ve bilgi ile Kürdistan’da örgütlenmeyi hala düşünüyorlarsa!
Bu kadar da değil TKP Genel Başkanı Kemal Okuyan;
“Bugün dünyada komünistlerin önemli bir bölümünün, emperyalizme saldırganlığa karşı mücadelede Miloseviç, hatta Irak’ta Baas Partisiyle” yan yana düşmekten korkmazken “kendilerine ait bir tarihi, bir mirası yeniden üreterek güçlü bir tutamak noktası haline getirmekten neden bu kadar çekindiklerini anlamakta zorluk çekiyorum” diyor.
Devamla “konuya ilişkin herhangi bir tartışmayı bu yazıya taşımaksızın, bu cesareti paylaştığımı söylemek durumundayım.” (Gelenek, Sayı 79, Aralık 2003 TKP programı Teorik Tercihler)
“Solun gerçek düşmanı sermaye sınıfıdır, solun tek taraflaşma zemini emek sermaye çelişkisidir. Temel çelişki! Solun emperyalizme ve dinsel gericiliğe karışı duruşu, yurtsever, aydınlanmacı, laist, özgürlükçü konumlanmış bu temel çelişkiye ek başlıklar değildir, bu temel çelişkiye içerilmiş, ona bağlanmıştır. Emek – Sermaye çelişkisini öne çıkarmayan. Oraya basmayan bir solculuk, devrimcilik olmaz” (Kemal Okuyan 09.11.2015 Sol)
Kemal Okuyan bunla da kalmıyor, “Biz bu ülkeyi bir ırk, bir etnik topluluk, bunlar için değil, burada yaşayan tüm insanlar için, birbirleri ile dayanışan, birlikte üreten, türkü söyleyen, bütün o güzel insanlık için seviyoruz ve bizim ülkemiz Türkiye’dir, biz bu ülkeyi çok seviyoruz… Biz ülkenin tarihine baktığımız zaman Osmanlı imparatorluğunu görmüyoruz, cumhuriyeti görüyoruz…” (Cumhuriyet Gazetesi 14 Eylül 2022)
Cumhuriyetin neyini ve onu nasıl sevdiğine bağlı Bay Okuyan. Cumhuriyetin kurucuları kökü daha gerilere dayanan ancak resmi kuruluşu 21 Mayıs 1889 olan İttihat Terakkiye kadar uzar. Bunlar Osmanlı’yı 1. paylaşım savaşına sokarak yüzbinlerce asker ve sivilin yok olmasına ülkenin baştan başa kana bulanmasına neden oldular. Cumhuriyeti kuran İttihatçılar da komutanlarından ve büyüklerinden geri kalmadılar. 1. paylaşım savaşı boyunca daha çok Müslüman olmayan halklara, Rumlara, Süryanilere ve Ermenilere karşı devam eden katliamlara yenilerini eklediler. Koçgiri, Şex Said, Birinci Ağrı, Hazo, Mutki, İkinci Ağrı, Üçüncü Ağrı, Zilan Deresi, Dersim, Maraş, Sivas, Roboski, Ankara, Suruç sevdiğiniz Cumhuriyetin yaptığı katliamlardan sadece birkaçı.
Günümüzde Rojava’nın işgali, yıllardır Başur’a yapılan saldırılar, katliamlar… Kullanılan kimyasal silahlar, binlerce sivil Kürdün akan kanı… siz cumhuriyeti sevmeye devam edin. Türkiye Cumhuriyeti’nin Libya, Suriye, Katar, Sudan, Azerbaycan gibi ülkelerde asker bulundurması Kürdistan’ın önemli bir kısmını ve Kıbrıs’ın yarısını yıllardır işgal altında tutmasını gündeme getirmeden, karşı çıkmadan cumhuriyeti sevmeye devam edin.
Her zaman olduğu gibi genel doğruların arkasına saklanarak komünist olunmaz. Komünist partisi olduğunu iddia eden bir yapının içinde yaşadığı ülkenin gerçekleri ile yüzleşmesi zorunludur. Hiçbir statüsü olmayan Kürdler, Aleviler, Ermeniler, Süryaniler, Ezidi Kürdler ve diğer halklar bu genel doğrunun neresinde duruyorlar? Onların etnik ve inançsal hakları nasıl sağlanacak? Bu sorulara cevap vermek istemeyen ülke gerçeği ile yüzleşmeyen, tam tersine Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar süregelen devlet milliyetçiliğinin arkasına saklanarak bırakın komünist olmayı sıradan demokrat bile olunmaz. Yurtsever olmanın sınırı nedir, nerede başlar nerede biter? Özgür olamamanın içinde Kürtler ve diğer halklarda var mı? Anti-emperyalizm sadece Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’yla mı sınırlı, Türkiye bu tanımın neresinde? Türkiye sizce emperyalist bir ülke midir? HDP’nin öncülük ettiği birlik çalışmaları toplantısı ile ilgili şöyle diyor TKP Genel Başkanı “ortak mücadele hattı oluşturmak için laik, anti-emperyalist ve sınıf ekseni bizim kırmızı çizgilerimizdir. Toplantıya giderken ve çıkarken de o toplantının bileşenleriyle böyle bir ortaklığın yakalanmasını mümkün görmedik” diyor Kemal Okuyan. (20.01.2022 Cumhuriyet’te Sefa Uyar’a verdiği demeç) Laiklik ve anti-emperyalizm vurgusu öne çıkıyor. Ancak Sayın Okuyan burada da genelin dışına çıkmıyor. Şu bir gerçek ki anti-emperyalist olmaktan TKP ile aynı şeyi anlamıyoruz. Laiklik konusunda da ayni şekilde. Laik devletten, Erdoğan öncesi Türkiye anlaşılıyorsa bu da çok problemli bir durum. Devletin içinde sadece Türk-İslam sentezine uygun çalışan Diyanet İşleri Başkanlığı ile laiklik olmaz. Hepimizin bildiği bu grubun dışında Kürdistan’da ve Türkiye’de var olan hiçbir inanç grubu orada temsil edilmiyor. Bana göre devlet tüm din ve inançlardan elini çekmeli. Her toplum ve cemaat kendi inancının ihtiyaçlarını kendisi organize etmeli, neyi nasıl yapacağına kendisi karar vermeli. Diyanet işleri başkanlığı kapatılmalı. 09 Ocak 2022’de Ankara’da yapılan “Bir adım daha ileri” konferansında birçok konuda kararlar alınıyor. Bunların içinde Küba halkı ve Küba Komünist Partisi ile dayanışma da var. Bu karar doğru ve destekliyorum.
Ancak anti-emperyalist savaşım verdiklerini söyleyen bu arkadaşlar kendi ülkelerinin işgal etiği Kürdistan hakkında hiçbir şey söylememeleri bu işgalin arkasında olduklarını bize gösteriyor. TKP Kürtlerle bir araya gelmemek, Kürdistan ulusal hareketi ve Kürt devrimcilerini dünya Komünist ve demokratik hareketinden koparmak için her çabayı sarf ediyor. Bunu da sözüm ona Kürt ulusal hareketinin mücadelesinin sınıfsal kökene dayanmadığı gibi ne olduğu beli olmayan bir bahane uyduruyor. Kendilerine TKP diyen bu insanlar ulusal kurtuluş ve bağımsızlık savaşlarının bütün ulusça verildiğini bilmezler mi?
Bence çok iyi bilirler fakat mesele Kürdler oldu mu her şey değişir.
Sol Parti de bu konularda TKP’den aşağı kalmıyor. Alper Taş “Biz Kürt halkının ayrı devlet kurma hakkına karşı değiliz, sadece bu çözümün 21.yy.’daki koşullarda doğru bir yol olmadığını söylüyoruz. Ayrılmanız doğru değildir deriz. Bu hakkımız.” (29.9. 2017 İrfan Aktan’la yaptığı röportaj)
ÖDP, 1 Eylül 2017 Dünya Barış Günü ile ilgili yaptığı açıklamada “Ne yazık ki Kürt sorunu Suriye savaşı ile birlikte Amerika müdahaleciliğinin çekim alanına girmiştir. Barışı kazanmanın yolu öncelikle emperyalizmin savaş tezgahını bozmak, emperyalizmin bölgeye yönelik egemenlik kurma stratejisine karşı direnmekten geçiyor” ifadelerine yer verildi.
Dünya barış gününde bile Kürt halkının demokrasi ve özgürlük istemlerine karşı çıkmak için “Amerika müdahaleciliğinin çekim alanı” gibi bir bahane uydurmaktan geri kalmayan Sol Parti’nin Kürt halkına vereceği hiçbir şeyinin olmadığını açıkça ortaya koyuyor. ÖDP Başkanlar Kurulu 21.09.2017 yaptığı açıklamada “Irak’ta savaş değil barış, referandum değil demokratik birlik” başlıklı bir açıklama yaptı. Burada Kürdistan’da yapılan referandum savaşla eşdeğer tutuluyor. Karşı çıkılıyor gerekçe birlikte yaşamak. Oysa bu “devrimci” arkadaşlar Katalonya’da yapılan bağımsızlık referandumunu bir hak olarak kabul etmişlerdi. Aslında iki ülkede “K” harfiyle başlıyor ya. Herhalde onu fark etmediler. ÖDP 01.10.2017 Katalonya’daki referandum için “Referandum hakkı şiddetle engellenemez” başlığıyla yaptığı açıklamada şu ifadelere yer verildi: “İspanya devletinin baskı ve şiddetini kınıyoruz. Referandum hakkı şiddetle engellenemez. Bu hak özgürce kullanılmalıdır.” Yani Katalonya bağımsız olabilir. Hakkı vardır. Ancak Kürdlerin böyle bir hakkı olamaz. Kürdler İran’da, Türkiye’de, Irak’ta ve Suriye’de ülkelerinin işgalini kabul etmeliler, seslerini çıkarmamalılar. Aksi taktirde emperyalizmin kontrolu altına girerler.
Sadece bu da değil kendi başarısızlıklarını da Kürdlerin üzerine yıkıyorlar. Başta Alper Taş olmak üzere birçok Sol Pati yöneticisi konuşma ve demeçlerinde Kürtleri kendilerini bölmekle de suçladılar. Bu sol ve komünistlere göre iyi olmayan her şeyin sorumlusu Kürtlerdir. Bir sohbette değerli bir dostum söz konusu iki partiyi “mahcup” Kemalistler diye değerlendirmişti. Yok arkadaş bunlar mahcup falan değil doğrudan Kemalist.
31 Ekim 2023
Bu makale: Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 13 / Aralık 2022 (PDF) yayınlanmıştır.