R. T. ERDOĞAN Zénith salonunda terörizmi eleştirdi, iç ve dış mihraklardan söz etti, Batı dünyasına üstü kapalı bir şekilde sitem etti, Avrupalı Türkler bulunduğunuz ülkelerin vatandaşı olun ve de seçimlere katılın vs vs… Bunların dışında bir ceviz kabuğunu doldurmayan laflar etti.
Bu sitem ediş aslında kendisinin AKP-devlet şürekâsı terörünün dışa vurumuydu. Bütün dünya, ABD, AB, Rusya ve de diğerleri, herkesin bildiği bir yalın gerçeklik orta yerde duruyordu, o da RTE-AKP devlet terörünün DAEŞ bağlantılı ya da kendisinin özel güvenlik bağlantılı terörizmi idi… Terörizmin kendi iktidarınca uygulandığını Mısır’daki sağır sultanlar dahi biliyorlardı ki özellikle DAEŞ bağlantısı konusunda. Küresel güçlere ve halklara kendisinin ve şürekâsının terörizmle ilişkisinin olmadığını inandıramazdı. Terörizme ve DAEŞ terörizmine açık ya da gizli desteğini bütün istihbarat birimleri çok iyi biliyorlardı. AKP’nin hele de DAEŞ terörüne destek verdiği Avrupa halklarının gözünden kaçmıyordu. Yanılan sadece Türkiye’deki genel seçmen sayısının % 20’nin üzerinde ki bir kesimdi ya da RTE’yi alkışlayan bir kesim. RTE’yi alkışlayan kesimde “bu baharda anlamazlar ise gelecek baharda” sanırım anlarlar…
Bu şiddet ve terör sarmalında RTE–AKP şürekâsı yalnız değildir. Osmanlı’dan günümüze varıncaya dek sürgit bir devlet geleneği her zaman vardı ve de devletin bekası şiddet ve terör ile korunuyordu. Ailede şiddet, okulda şiddet, askerlikte şiddet, iş ve çalışma alanlarında şiddet. Kısacası bu devlet aklının her şeyi şiddet…
Okulda din dersinde, ilkokul 3. sınıf, namaz kılma dersinde eğilip kalkerken ‘gaz yaptığım’ için öğretmenden (aslında işkenceci) dayak yiyerek kafam bir yerinden kırılmıştı bir yerinden de şişmişti. 8-9 yaşındaki bir “masum-u pak ya da sabî”a bunlar yapılabilinir miydi? 12 Eylül 1980 katiller darbesinden yakalanıp işkenceye aldıklarında makatımdan cop sokma sahnesine maruz kalmıştım ve de “eğer konuşmazsan diyerek” zebanilerin yeniden yeniden işkencelerine maruz kalmıştım.
İşte böylesi bir devletin vatandaşı olmak buydu, bugün de böyle bir gelenektir… Asırlardır böyle yaşamak daha yetmedi mi “(…) Ey halkım (..)!”.
Strasburg Zénith salonuna davet edilenler duyumlara göre para vermeden içeri alınmışlar. Yani “kamunun olanakları yine burada da bir siyasi parti lehine çarçur edilmiş RTE tarafından”. Bu duyumların yetkili kurumlar tarafından incelenip, araştırılması ve doğruluğunun ispatlanması herhalde gerekiyor…
Avrupa basını ve halkları önem vermedi RTE’nin Avrupa yolculuğuna, gülünç ve alay konusu oldu, hele de Strasburg’taki duruşu. Zénith salonunda erkekler ile bayanların birbirlerinden ayrı oturmaları ve saf tutmaları zaten komedi-dram sahne oyununun bir parçası gibi oldu.
RTE’yi protesto edenler basına daha çok konu edildi ki inanmayanlar Strasburg ve çevresi Alsace basınına bir göz atabilirler? Fransızlar “erkek ve kadını yan yana getirmeyenler nasıl olurda AB üyeliğine kabul edilebilinirler?” Diye tepkilerini dile getirdiler…
Bu yazıyı Strasburg’ta erkek ve kadını ayrıştıran bir diktatörün üzerine yazmaya çalıştığım için ya da olay yeri Fransa olduğuna göre bu yazıyı aynı zamanda bir sosyal ve politik tarihçi olan K. Marx’ın 1851-52 tarihleri arasında yazdığı 18 Brumaire De Louıs Bonaparte kitabından şu alıntı ile sonlandırayım. Marx, bu kitabında Napolyon’un 1. ve 2. askeri darbeleri ve onun diktatörlüğü için şöyle yazar “Hegel, bir yerde, şöyle bir gözlemde bulunur: bütün tarihsel olaylar ve kişiler, hemen hemen iki kez yinelenir. Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak”. Marx, bireyin tarihteki rolünü ifade etmek için şöyle der yine bu kitabında” insanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyiflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar”.
RTE 1. sinde bir trajedi idi, 2. sinde de komik olacaktır seçim çalışmalarını kana bulayıp, sandık yerlerini oraya buraya taşıyarak, bir seçimden başka her şeye benzeyen eğer deyim uygun düşer ise, kepazelik seçim oyununu kazanmış olsa bile.
RTE’nin sonu belki 12 Eylül 1980 katiller darbecileri gibi, belki de T. Çiller ve şürekâsı gibi olacak. Ya da belki kaçacak ve yahut da ülke içi teröre ve uluslararası teröre destek verdiği için yargılanıp mahpushaneye konulacak? Bütün diktatörlerin sonu ne olduysa o olacak. Son çare belki de Hitler gibi intihar edecek? “Allahın emri ile yatağından uzanarak bu dünyadan göçüp-gitmeyecek”? Diye düşünüyorum yaptıkları verilerden hareketle…
Ne olur ise olacak ama inanın bu dünya diktatörlere bugüne kadar ‘yâr’ olmadığı gibi bundan böylede ‘yâr’ olmayacak!!! 20/10/’15