HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, ‘Kürt Ulusal Kongresi’nin toplanamamasına ilişkin, “Büyük resmi görelim, bölgede 3’üncü Dünya Savaşı kuruluyor ve ne yazık ki tarih kendini tekrar edecek” dedi.HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Rudaw’ın gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.
Önder, “Kürt Ulusal Kongresi”nin toplanamamasına ilişkin, “Büyük resmi görelim, bölgede 3’üncü Dünya Savaşı kuruluyor ve ne yazık ki tarih kendini tekrar edecek” dedi.
Röportajdan bir bölüm şöyle:
2 yıl öncesine kadar umut verici bir süreç vardı. Çözüm sürecinin neden ve nasıl bittiğine ilişkin farklı görüşler var. İçerisinde yer alan bir isim olarak sizce çözüm süreci neden bitti?
Birincisi süreç bir yol ayrımına gelmişti. Dünyanın bütün coğrafyalarında olduğu gibi, çatışma sonrası çözüm süreci bir tanıma ve diyalog sürecidir. Bu aşamada taraflar birbirlerinin dillerini, kavramlarını, kavramlara yükledikleri anlamları bilirler. Bu aşama AKP’nin ağırdan alma, zamana yayma ve yer yer ciddiyetle yaklaşmama tutumlarına rağmen Sayın Öcalan’ın inisiyatifiyle yürüdü.
Bunu takiben aşama için Sayın Öcalan’ın bir tek şartı vardı, o da bundan sonra yapacağımız görüşmelerin resmi bir hüviyetinin olması. Bu şu anlama geliyordu: İzleme heyetinin olması. İzleme heyeti için Sayın Erdoğan, “Ben bunu doğru bulmuyorum”, hemen akabinde, “Ne masası, ortada masa falan yok”, bunun da akabinde, “Ben o Dolmabahçe fotoğrafını da doğru bulmadım” dedi. Dönemin başbakan yardımcısı tüm bunlara, “Her şeyden haberiniz vardı” şeklinde cevap verdi. Sayın Erdoğan süreci, “Aslında Kürt meselesi yok, Kürt kardeşlerimin PKK sorunu var” noktasına getirdi.
“PKK silahlı eylemlerine devam etmeseydi süreç devam ederdi” şeklinde yorumlar yapıldı. Siz tersini mi düşünüyorsunuz?
Tarih böyle okunmaz. İçerisinden biri olarak söylüyorum. Çatışmalar başlamadan önce bu ciddiyetsiz ve vahim yaklaşım sürecin ipini çekmişti.
Peki Sayın Erdoğan neden bu noktaya geldi? Neden vazgeçti süreçten?
Açıkçası benim şahsi düşüncem şu: Onlar seçim sürecine kadar diyalogdu, müzakereydi, süreçti diyerek halkı oyalayabiliriz zannına kapılmışlardı. Ne zaman ki hayati kararlar verme eşiğine gelindi, işte o zaman kendilerinde bu cesareti ve inancı bulumadılar. Elbetteki çatışma ortamının da bu duygularda bir payı vardır. Ama iç kamuoyunu Kürt nefreti üzerinden o kadar çok oksitlediler ki sonra dönüp bu kamuoyu karşısında, “Biz Kürt kimliğine dair şu veya bu adımları atacağız” diyecek zemin bırakmadılar. Mesele budur. Gerisi işin nakışıdır.
Sayın Ahmet Türk, “Bizim de hatalarımız, eksikliklerimiz oldu ama tüm hatayı sadece bize yüklemek haksızlık olur. Hükümet adım atarsa biz de karşılık veririz” dedi. Sayın Numan Kurtulmuş ise bu açıklamanın önemli olduğunu ama “her şey için geç” olduğunu söyledi. Sizin bu süreçte hatalarınız oldu mu?
Bir yerde yolunda gitmeyen bir şeyler varsa bunun paydaşlarının şu veya bu şekilde sorumluluğu vardır. Kendi eksikliklerimize değinmeden önce Sayın Kurtulmuş’un yaklaşımındaki bu sakillik iç acıtıcı, çok umut kırıcı. Sebebi de şu: Barışın son kullanma tarihi yoktur. Barış herhangi bir şey uğruna rafa kaldırılabilecek bir şey değildir. Eğer bir kez taraflar barış iradesini ortaya koymuşlarsa, buna sonuna kadar sahip çıkmakla mükelleftirler.
Ulusal kongre uzun zamandır gündemde. Bütün örgütler, yapılar bu ihtiyaca vurgu yapıyor fakat bir türlü toplanamıyorlar. Sizce neden toplanamıyor?
Benim bu konuda bundan daha fazla değerlendirme yapmam saygısızlık olur çünkü ben bir Türk’üm. Fakat Kürt halkıyla yoldaşlık ilişkisi içinde olan ve Türkiye’nin demokratikleşmesinde Kürtlerin bu konumunun demokratikleştirilmeden, üzerlerindeki bu baskı ve zulüm sona ermeden olamayacağına inananlardanım. Benim şu an Ulusal Kürt Kongresi için bir şey söylemem tıpkı Türk muktedirlerin Kürt halkına parmak sallaması kadar sevimsiz olur. Ancak dostça, yoldaşça önerilerimi söyleyebilirim.
Bu konuda bir tek şey söylemek isterim: 4 parçada hiç kimse şu anlayışın üzerine çıkamadı. Ya büyük resmi görelim, bölgede 3’üncü Dünya Savaşı kuruluyor ve ne yazık ki tarih kendini tekrar edecek. Burada da Kürtler bir enstruman düzeyine indirgenmek isteniyor. Aramızdaki meseleleri birgün çözeriz ama şu an gün birlik günü diyemediler.
Her siyasal yapı buna dair bir sürü gerekçe söyler ve muhtemelen de ikna edici sebepleri vardır. Ancak Sayın Öcalan, “Bütün bunlar detaydır, ayrıntıdır, konuşulur, tartışılır, çözülür ya da çözülmez ama bunların hiçbirisi birliğin önünde engel değildir, olmamalıdır. Tarih bizi affetmez” diyerek diğer tüm anlayışları mahkum ediyordu. Ben de bunu tekrar etmekle yetinebilirim ancak.