Site icon Rojnameya Newroz

Siirt’te Türkçe bilmeyen hasta muayene edilmedi

Hasta Türkçe bilmediği için SRT değerleri ölçülemedi

Hüsnü Gürbey / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Yazdıklarımız, okunmasa da kaale alınmasa da bizler yazmaya devam edeceğiz. Çünkü Türkiye’nin kangrenleşmiş sorunlarına değiniyoruz; çözümler üretmeye çalışıyoruz.

Geçen hafta, Hür Dava Partisi (Hüdapar) Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, “Anayasanın 4. Maddesi”nin kaldırılmasını istediklerini söyleyince, Türkiye’de yer yerinden oynadı, edilmedik hakaretlerde bulunuldu. Hiç kimse,  durup-dururken bu adam niye bunu gündeme getirdi diye sormadı; sadece bol keseden hakaretler edildi.

Hüdapar ile siyasi bir görüş birlikteliğimizin olmadığını/olamayacağını geçen yazımda yazdım. Ancak, giderek ağırlaşan tarihsel-toplumsal sorunları da kim gündeme taşırsa, muhataplarıyla oturur konuşur, tartışır, sorunun çözümüne çalışır; katkı sunarız. Çünkü siyasi anlayışımızda dışlamak yok, tartışma ve ikna etme vardır; öyle bir gelenekten geliyoruz.

Dil sorunu, Türkiye’nin tarihsel temel sorunudur; Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte, yaratılan suni bir sorundur. Cumhuriyet, tekçi bir anlayışla kurulduğu için, Türkçenin dışındaki diller, yok sayılmış, yasak ilan edilmiştir. Bununla da yetinilmemiş, Anayasaya konularak yasal bir ilke haline getirilmiştir.

Askeri bir darbe sonucu hazırlanan 1982 Anayasası’nın, değiştirilmesine dahi teklifte bulunulmayacağını yazdığı ilk dört maddenin, 3. Maddesi’nde, dil konusunda şu ifade vardır: “Dili Türkçedir” denilmektedir. Değiştirilmesi konusunda, teklif dahi edilemeyecek olan, böyle bir ilke olabilir mi? Dünyanın neresinde ve hangi ülkesinde devlet dilinin olduğunu yazan bir Anayasa vardır. Devletlerin resmi dilleri vardır; hatta çok uluslu pek çok ülkede birden fazla resmi dil vardır.

Niçin resmi?

Yeryüzünde Japonya’yı ayrı bir yere koyarsak, yeknesak tek bir toplumdan mürekkep bir ülke yoktur; bütün ülkeler, farklı ulusların ve halkların karışımından oluşmaktadır. Dolayısıyla, hiçbir ülke, kendisini oluşturan faklı halkları ve ulusları dışlamadan, onların ulusal haklarını tanıyarak, barış içinde birlikte yaşamaktadırlar. Bu hakların başında ise dil hakkı gelmektedir. Her ülkeyi oluşturan halklar, yaşadıkları ülkede, dillerini özgürce kullanmakta ve geliştirmektedirler. Onun için ülkeler, resmi yazışmalarda ortak bir konsensüs oluşturmak için, egemen olan dili resmi dil kabul etmekte ve bütün yazışmaları da bu dille yapılmaktadır. Onun dışında hiçkimse bir başkasına dilini zorla dayatamaz, konuşmaya zorlayamaz. Türkiye hariç.

Resmi dil yerine, Türkçeyi anadil olarak halka dayatırsanız, bunda kısmen başarılı olursunuz, tamamen değil. Bu da ülkedeki toplumsal-tarihsel sorununu çözmek yerine daha da derinleştirir. Bunun somut örneği Siirt Devlet Hastahanesi’nde yaşandı. Türkçe bilmeyen hasta Fatma Sümeli’nin işitme testi yapılmadı. Doktor, test evrakına “Hasta Türkçe bilmediği için SRT değerleri ölçülemedi” notu düştü ve farklı bir hastaneye gitmesini tavsiye etti. Fatma Sümeli’nin oğlu: “Orda Kürtçe bilenler de vardı. Biz de vardık ancak başka kente gitmemiz istendi” der.

Bu olay, demokratik bir ülkede yaşansaydı, yer yerinden oynardı; Sağlık Bakanlığı bir açıklama yaparak belki de istifa ederdi. Ama Türkiye’de çıt yok.

Çünkü devletin dili Türkçedir ve değiştirilmesi için teklifte dahi bulunulmaz.

Sizler Hüdapar’a hakaretler edeceğinize bu maddenin değiştirilmesi için, nasıl bir çabanın içinde olacağınızı açıklayan bir.

Nerede o yürek sizde…

Yaptığınız yanlışlıklarla, bu topluma tarihsel travmalar yaşattınız/yaşatıyorsunuz.

Ülkenin bölüneceğinden korkuyorsunuz: Ancak,  “Devletin dili Türkçedir” sözlerini ilke haline getirip Anayasaya koyanların ve değiştirilmesi için teklifte dahi bulunulmaz diyenlerin bu ülkeyi bölmeye çalıştıklarının farkında mısınız?

Gönül isterdi ki bu teklifi Hüdapar değil, kendisini demokrat sayan bir parti veya partiler grubu getirebilseydi….

Türkiye’de demokrasiyi içselleştirerek, savunan bir parti var mı?

 Olsaydı mumla arar mıydık?

22.9.2024

Exit mobile version