“Her ne kadar anayasaya uygun olsa da bu denli kapsamlı bir değişikliğin mecliste ya da sandıkta salt çoğunluk ile alınması alınan kararın meşruiyetini sorgulanır kılar.”
Haluk Kalafat / BİA
Siyasal Bilgiler Fakültesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’ünden 8 Şubat 2017’de 686 sayılı KHK ile ihraç edilen Doç. Dr. Utku Balaban, 16 Nisan Referandum sonuçlarını değerlendirirken iki noktanın altını çizdi.
“Eğer bahsedilen 2,5 milyon mühürsüz zarf bir sahteciliğe işaret ediyorsa seçmen nüfusun yaklaşık yüzde 40’ı, seçimde hile yoksa seçmen nüfusun yüzde 45’i sandığa gitti ve bu tasarıyı onayladı.”
İkinci önemli noktayı ise şöyle özetledi: “Referandum sonucu Türkiye’de sınıflararası ilişkileri aforizmaların ötesinde tartışmadığımız müddetçe mevcut çıkmazdan sıyrılamayacağımızı gösterdi. Bu nedenle, referandum sonucunun sol cenahı onyıllardır içinde bulunduğu panik hâlinden sıyırıp bu minvalde bir siyasi stratejiye evrilecek polemiklere sevk etmesini umuyrum.”
Doç. Dr. Balaban ile referandum sonuçlarından çıkması muhtemel meşruiyet krizlerini, siyasi ve sosyal alanda Türkiye’ye nelerin beklediğini konuştuk…
Referandum sonucu anayasa değişikliği için güçlü bir onay vermedi. Bu durumda Cumhurbaşkanlığı sistemi için meşruiyet sorunu oluşur mu?
Anayasa teklifi için mecliste nitelikli çoğunluk aranıyor. Dolayısıyla, meclis bu teklifi onaylamadı ve bu nedenle sandığa gidildi. Diğer bir deyişle, her ne kadar anayasaya uygun olsa da bu denli kapsamlı bir değişikliğin mecliste ya da sandıkta salt çoğunluk ile alınması alınan kararın meşruiyetini sorgulanır kılar.
Öte taraftan, bilindiği üzere kampanya sürecinde OHAL söz konusu idi ve baskı OHAL’in de kapsamını ziyadesiyle aştı. Hayır cephesinin bileşenlerinin kampanya boyunca bu meselelere tutumlu şekilde değinmesi, bu cephenin neticeye ilişkin kendine güveninden ziyade, Evet vermeye teşne kesime derdini anlatamayacağına dönük endişesinden yani kendine güven eksikliğinden kaynaklandı.
Teklifin onaylanma sürecinde sürecin meşruiyetine ilişkin itirazların gereği yapılmadığına göre, en azından Hayır kampanyasının gidişatını tayin edenlerin bu aşamadan sonra meşruiyet sorununa ilişkin söyleyebilecekleri çok bir şey yok.
2019’da seçime gidilene kadar siyasi ve toplumsal olarak Türkiye’yi neler bekliyor sizce?
1980’lerin ortasından itibaren Türkiye siyasetine yön veren kesimin bilhassa sınai küçük üreticilerden müteşekkil ve faburjuvazi* olarak adlandırdığım toplumsal sınıf olduğuna inanıyorum. Bu sınıf ile burjuvazi arasındaki işbirliği ve gerilim içeren ilişkinin dönüşümü hem siyasal İslam’ın otuz yıl önce başlayan yükselişinin hem de 2008’den sonra yaşanılan türbülansın kökeninde yatıyor.
1990’lardan itibaren faburjuvazinin temel amacı küçük burjuvazinin proletaryayı siyaseten mobilize etme tekeline son vererek kendisini burjuvazi için vazgeçilmez kılmak oldu.
Küçük burjuvazinin “cahillik” olarak adlandırdığı ve siyasi atıllığını kendisine meşrulaştırmasına dayanak oluşturan anti-entelektüalizm aslında faburjuvazinin küçük burjuvaziye açtığı savaşın önemli enstrümanlarından biriydi; ve anti-entelektüalizm “cahillik” değildir. Faburjuvazi siyasal İslamcılar vasıtasıyla 1990’ların sonunda küçük burjuvaziyi konforlu yaşam alanına hapsetmeyi ve bu sayede burjuvazinin işçi sınıfının kontrolünü sağlayan payandası olmayı başardı. “Ilımlı İslam” söylemi de burjuvazinin onayı ile 2000’li yıllarda fikri dünyamızı şekillendirdi. 2008’den itibaren üretim ilişkilerindeki yerel ve küresel değişimlere paralel şekilde faburjuvazi ve burjuvazinin çıkarlarında bir ayrışma yaşandı. Yaklaşık on yıldır yaşanan türbülansın arkasında, işte bu ayrışma yatmakta. Bu ayrışmanın üretim ilişkilerinden kökenlenen nedenleri hâlen geçerli olduğu için 2019 seçimlerine kadar ve hatta sonrasında siyasi gerilimin devam edeceğini öngörüyorum.
Anayasa değişikliği ile “tek adam” rejiminin geleceği bu kadar açıkken Türkiye seçmeninin yüzde 51,8’inin evet demesi, yüzde 16’sının ise sandığa gitmemiş olmasını nasıl okumalıyız?
Bir taraftan altını çizerek şunu vurgulamalı: Solun işçi sınıfının ikamet ettiği mahallelere girmesini engelleyebildiği sürece faburjuvazi, her seçimde işçi sınıfının önemli bir kesimini neyin oylanacağından azade sandığa götürebilecektir. Anayasa taslağında açıkça “diktatörlük” yazması bile faburjuvazinin bu kapasitesine halel getirmezdi.
Öte taraftan, faburjuvazi ve burjuvazi arasındaki çıkar ayrışmasının tetiklediği türbülansın en önemli etkisinin siyasal İslamcı koalisyonun çatırdaması olduğuna inanıyorum. İlk defa faburjuvazi ve burjuvazi arasında tercih yapması gereken İslamcıların önemli bir kısmı burjuvaziden yana tavır aldı. Bu ayrışma kanlı darbe denemelerine uzanan bir kavgayı başlattı. İktidar kliği ise faburjuvaziden yana tavır aldı ve bu kadar badireye rağmen kliğin seçim zaferlerinin arkasındaki önemli bir etmen işte bu tercihtir.
2015 Haziran seçiminde, konumunu her şekilde koruyabilmek için iktidar kliğinin artık bu sınıfa hizmet etmekten ziyade bu sınıfı peşinden sürüklemeye çalıştığını ve bu yeni tutumun faburjuvazinin içinde bir kırılmaya yol açtığını gördük. Referandum da özellikle sanayileşmiş kentlerde bu kırılmanın büyüyerek devam ettiğini ortaya koydu. Diğer bir deyişle, eğer referandumdan Evet çıktıysa bu sonuç faburjuvazinin iktidar kliğine desteği nedeniyledir. Eğer referandumdan yüksek bir oranda Hayır çıktıysa bu destek zayıflamaktadır.
Bu birbirini tamamlayan iki önerme türbülansın devam edeceğini göstermesinin yanı sıra tam da bu türbülans nedeniyle siyasette sol cenaha bir alan açıldığını ortaya koymakta. Sol cenah sınıflararası ilişkilere dair bir tartışmaya girişmekten kaçınıp da gelişmeleri konjonktürel etmenlerle açıklama tutumunda ısrar ederse bu fırsatı kaçıracak. Eğer bu minvalde bir tartışmaya girer ve bu tartışmadan uygulanabilir ve yanlışlanabilir bir strateji üretebilirse uzun yıllar sonra ilk defa toplumsal muhalefeti şekillendirebilecek ve ülke siyasetinde söz sahibi olacak.
Sandığa gitmeyen kesime de bu çerçeveden bakmak gerekir. Öncelikle katılım oranının yüksek olduğunu teslim etmeli fakat sandığa gitmeyenler içinde umutsuzluğa düşmüş bir kesim olduğu da muhakkak. Bu kesim faburjuvazinin dahi erişemediği/baskı altına alamadığı insanlardan müteşekkil ve bu kesimi siyasete dahil edebilmeye dönük taktikler yukarıda bahsettiğim siyasi strateji arayışı bünyesinde tartışılması gereken meselelerden biri. (HK)
* Faburjuvazi: Yerel kent siyasetinde etkin, bilhassa sınai tedarik zincirlerinin alt zincirini oluşturan müteşebbislerden müteşekkil, proletaryanın artı-değer sömürüsünden kaynaklanan kızgınlığını burjuvaziden küçük burjuvaziye kaydıran bir toplumsal sınıf.
* Fotoğraf: Berk Özkan – İstanbul/AA
BİANET
Haluk Kalafat
ODTÜ, Siyaset Bilimi mezunu. Üniversite yıllarında Abra ve Patika adlı dergilerin yayınlanma süreçlerinde yer aldı. Bir süre Sol Yayınları’nda editörlük yaptı. Gazeteciliğe GazetePazar’da başladı; ardından Hürriyet gazetesinde çalıştı. Daha sonra Habertürk – Yarın gazetesi, Picus Edebiyat Dergisi’nde, Sabah ve Habertürk dergi gruplarında çalıştı. 2011’den bugüne bianet haber sitesinde çalışıyor.