Site icon Rojnameya Newroz

POST-TÜRKİYE VE YENİ JEOPOLİTİK GÜÇ KÜRDİSTAN / ARZU YILMAZ*

Kendi gerçekliğiyle yüzleşmek, ne bir insan ne de bir ülke için, öyle kolay kolay göze alınabilecek bir mesele değil…

İnsanlar bu zorlukla bir ölçüde dini inançlarının yardımıyla başetmeye çalışır. Zira taraftar sayısı milyarları bulan tek tanrılı dinlerin asıl ‘kerameti’, ‘mutlak gerçek’le yüzleşmeyi belirsiz bir tarihe etelemeleridir demek yanlış olmaz.

Modern çağın ülkeleri de benzer bir avunma mekanizmasını işletmek için çoğu zaman milliyetçilik ideolojisine başvurur: bir ülkenin gerçekliği, ‘devlet, millet, vatan bütünlüğü’ içinde eritilir ya da ertelenir.

Hatta faşizm aşamasında gerçeği ‘gömme’ çabası da bir vakadır.

Her iki durumda sağlanan görece konforun bir gün hesabının görüleceğiyse herkes tarafından bilinir.

İnanan insanlar için bu hesabın görüleceği yer ‘öbür dünya’dır.

Ama ülkelerin böyle bir lüksü bulunmaz; cenneti de cehennemi de bu dünyada yaşarlar…

Post-Türkiye de böyle bir hesaplaşma evresinin adı.

Bugüne kadar Türkiye’ye ülke gerçekliğini eritme, erteleme ve kimi zaman gömme imkanını tanıyan koşullar büyük ölçüde taşıdığı ‘arsa değeri’ üzerinden şekillendi. Bu iddiayı, 1917 Bolşevik Devrimi, II. Dünya Savaşı ve SSCB’nin yıkılışına referans vererek gerekçelendiren tartışmalara ciddi bir itirazda bulunan da yok zaten.

SSCB sonrası süreçte, Türkiye’nin ‘demokratik ve seküler’ bir ülke olarak taşıması muhtemel ‘model değer’e yatırım yapanların uğradığı hayal kırıklığı ise herkesin malumu…

Peki Türkiye’nin‘arsa değeri’ni hala koruduğu söylenebilir mi?

Ortadoğu’da hızla değişen jeoplolitik denklem bu soruya olumlu bir yanıt vermeyi güçleştiriyor.

Her şeyden önce Batı’nın gözünde Türkiye’nin bir ileri karakol ya da çevreleme işlevi görebileceği bir ‘tehdit ülke’ artık ortada yok. İran’la yapılan P5+1 Antlaşması bu dönemin bittiğinin bir anlamda ilanıydı.

Oysa Türkiye, tam da İran faktörü nedeniyle, örneğin Irak’ta önemli avantajlar elde etmişti. 1990’lı yıllarda PKK bahanesiyle Irak Kürdistanı’na konuşlandırılan sayısız askeri üs aslında ABD’nin ‘çifte çevreleme’ politikasının bir sonucuydu. Türkiye, Irak’ta İran’a karşı elde ettiği askeri üstünlüğü zamanla ekonomik ve siyasi çıkarlarına tahvil etme imkanı da buldu.

Ancak bugün bırakın ekonomik ve siyasi çıkarların korunmasını, mevcut askeri üslerin yerinde kalması bile tartışmalı hale geliyor. En son Rus Dışişleri Bakanı Lavrov’un yaptığı ‘Türkiye’nin Irak’ta asker bulundurması kesinlikle kabul edilemez bir durumdur’ açıklaması bunun somut bir göstergesi.

Bu bağlamda, bu yılın başında Türkiye’nin Başika’daki üsse askeri sevkiyat hamlesinin nasıl geri teptiğini de hatırlamakta fayda var. Büyük bir tantanayla giden askerler, sessiz sedasız geri döndü. Bu arada, ABD’nin tüm bu gelişmeler karşısında sessiz kalmayı tercih etmesi de oldukça manidardı. ABD, Rusya’nın açıklamalarına rağmen bugün de sessizliğini koruyor.

Öte yandan, PKK ise ilk defa geçtiğimiz hafta bu üslerden birine saldırdı ve bu saldırıda bir üsteğmen hayatını kaybetti. Ama en dikkat çekici olan İran’ın Irak sınırındaki Seyid Sadıq bölgesinde bir askeri üs kurduğuna ilişkin haberlerdi. Aslında İran’ın Irak Kürdistanı’nda istihbarat görevi yapan üsleri bulunduğu öteden beri rivayet ediliyor. Ancak askeri üs haberi bir ilk. Bu haberin doğruluğu tartışmalı dahi olsa, zamanlaması Irak’taki gelişmeler hakkında önemli ipuçları taşıyor.

Özetle ifade etmek gerekirse, İran, Irak’taki gücünü Irak Kürdistanı’nı da içine alacak şekilde genişletmekte kararlı görünüyor. En son Goran ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasında varılan işbirliği anlaşması da büyük ölçüde bu kararlılığın bir neticesi. Üstelik İran yalnızca Irak Kürdistanı’nda değil, örneğin çok yakında gerçekleşmesi muhtemel Musul operasyonunda da yer almakta ısrarlı. Zira ilk aşamada, ABD’nin desteğiyle Abadi’nin liderliğindeki merkezi güçler tarafından başlatılan Felluce operasyonu kısa zamanda bir İran operasyonuna dönüştü, ki bu durumdan Sünnileri ve Kürtleri biraraya getirmeye çalışan ABD hiç memnun değil.

Nihayetinde, IŞİD’e karşı mücadele ve P5+1 Antlaşması çerçevesinde, en azından bölgesel ölçekte, bir meşruiyet sorunu kalmadığını düşünen İran, Irak’ta Türkiye ne kadar varsa ben de o kadar olacağım diyor.

Çözüm ise hem Irak Kürdistanı’ndan hem de Musul’dan her iki ülkeyi de uzak tutarak bulunacak gibi görünüyor. Bu durumda da Irak Kürtleri ve Kürdistanı hem Türkiye-İran hem Şii-Sunni dengesinin kurulmasında yeni bir güç odağı olarak beliriyor.

Aynı denklem Suriye için de geçerli. Türkiye, yine kadim ‘arsa değeri’ üzerinden Suriye’de tıpkı Irak’ta olduğu gibi avantajlar sağlayabileceğine inanıyordu. Ama en son Rakka ve Mınbıç operasyonları da gösterdi ki yalnızca Rusya değil, ABD de Türkiye’nin Suriye’de yeri olmadığını düşünüyor. Ve yine Irak’ta olduğu gibi, Suriye Kürtleri ve Kürdistanı da farklı grup ve güçler arasındaki denge arayışında öne çıkıyor.

Ezcümle, Türkiye’nin bugüne kadar ‘arsa değerini’ tayin eden jeopolitik denklem artık değişiyor. Yeni denkleme biçim verecek olan ise belli ki ‘tehdit’ değil, ‘denge’ algısı. Bu denge arayışında da artık Türkiye’nin ‘arsa değeri’ yerine Kürdistan’ın ‘arsa değeri’ni konuşmak daha açıklayıcı olacak gibi görünüyor. Tabii Kürtler kendi aralarında süren iç çekişmelere bir son vermeyi becerebilirlerse…

Çünkü gelinen aşamada Türkiye’nin ne Avrupa’da ne Kafkaslar’da ne de Ortadoğu’da, deyim yerindeyse, yatacak yeri yok artık. Özellikle 1990’lı yıllarda elde edilen sınır ötesi askeri, ekonomik ve siyasi hareket kabiliyeti büyük ölçüde kaybedildi.

Türkiye kapıların birbirine açıldığı bir köprü olmaktan çıktı, yol ayrımında varılan bir son istasyon haline geldi.

Bu bağlamda, içerde askerle dışarda eski müttefiklerle ilişkileri yeniden kurma çabalarının da içine düşülen çaresizliği faş etmekten başka bir şey ifade etmeyeceğini idrak etmeli.

Faydası olmaz ama yine de hatırlatalım: o eski düzeni sürdüreceğiniz bir Irak ve Suriye bile yok artık.

Olsun! İran’la iş tutarız diyorsanız, o zaman Suudi Arabistan ve İsrail’le niye meşgul ediyorsunuz milleti…

Son tahlilde, Türkiye görece yaşadığı konforun sonuna geldi.

Gömülen gerçek bugün Almanya’dan ses verdi,

Kim bilir yarın nerden çığlığı duyulacak?

Bugün Türkiye’yi ayakta tutan, uluslararası sistemin mevcut ülke sınırlarının korunmasından yana işleyen iradesinden başka bir şey değil. Ama unutmamalı ki, aynı uluslararası sistem hala Irak ve Suriye’nin ülke sınırlarının da sözde savunucusu…

Dolayısıyla, gerçekle yüzleşmek kaçınılmaz.

Post-Türkiye’de cennet de cehennem de bir arada artık…

 

04.06.2016

*Akademisyen

(Birikim)

 

Exit mobile version