Site icon Rojnameya Newroz

POLİTİK İSLAM VE AKP TAKİYECİLİĞİ

 

Takiyecilik, politik İslam’ın, iktidar olmuş İslam’ın ve de politikaya alet edilmeye devam edilen İslam’ın devletleşmesi ile birlikte hatta ve hatta devletleşmeye niyetlendiği başlangıç safhasında dahi olsun (DAİŞ örneğinde olduğu gibi) fıtratında vardı ve de var olmaya devam etmektedir.

Şöyle bir Ortadoğu haritasına baktığımızda, eski Arap devletlerinden, İran, (…) Osmanlı, hepsi, iktidarda olmayan dinler ve mezhepler üzerinde barbarca baskıcı olmuşlardır. Osmanlı imparatorluğu dört yüz yıl barbarlıkla diğerlerine kendi normlarını, yasalarını ve günlük yaşantılarını dayatmışlardır.

Günümüzde de ha keza aynı durum. Sudi’si, AKP-Türkiye’si, Mısır’da Mursi’si, Sisi’si (Sisi’nin Mursi’ye karşı olması bizi aldatamaz), ki aralarındaki fark özünde aynıdır; ama sadece biçimsel farklar vardır baskıcılık ve zorbalık konusunda. Tunus’ta halk Enharda’nın kısa süreli iktidarını hemen çabucak gördü ve anladı. Ki, Tunus halkının “Ekmek” ve “Özgürlük” istemlerine yanıt veremeyeceklerini anlamış oldular.

Özcesi pratikte de görüldüğü gibi siyasal İslâm “senin dinin sana, benim dinim bana” devletleşmiş ya da devletleşmeye yüz tutmuş bir dinle olamamıştır. Ya da şöyle dersem, devletin dini haline geldikten sonra bu söylem sadece teorik olarak kalmıştır. Peygamber Muhammed’din (özellikle Yahudi ve Müslümanlar arasındaki din kavgası) savaşlarının o zamanki toplumsal ve iktisadi gelişmelere uygun düşmediğini görerek belli bir süreliğine barışçı davrandığı daha sonraki yaptığı savaşlardan anlaşılacaktı… “Yapılan savaşların 23’ten, ikisi hariç (Bedir ve Hendek), diğer savaşlar” savunma savaşından uzak “saldırı savaşlarıdır. Dört halife devrinin üç halifesi Müslümanlar tarafından öldürülür. Ömer, Osman, Ali, iktidar uğruna öldürülürler. Osman’ın mezarı Yahudi mezarlığına gömülür”.

Oysa sonraki dönemlerde tamamen sorunlu, (çok uzaklara gitmeye gerek yok sanırım, Osmanlı Halifelerinin bir çoğu iktidar uğruna birbirlerini öldürdükleri herkesin bilgisi dahilindedir), hale gelmiştir; çünkü sorunlu olmasa idi İslam coğrafyasında 36.000 tane farklı farklı İslam yorumu olamazdı. Herkes kendi penceresinden bakarak farklı farklı yorumlar getiriyor. Hadi diyelim üç, beş, on beş birbirinden farklı yorumlar olabilir ki bu durum normal ve anlaşılır sayılabilinir… Oysa 36.000 çeşit birbirinden çok çok farklı yorumlar var ise, ki ortada, aklım hiç almıyor.Ben önce her şeyi aklımın süzgecinden geçiririm. Ayrıca Peygamber Muhammed’in kendisinin de belirttiği gibi “ (…) en son peygamber benim ve benden sonra bir daha asla bir Peygamber gelmeyecek” dediğine göre… Eğer şimdi günümüzle ilgili şunu da eklemek gerekir ise RTE’nin “İslam’ın Demokrasi ile uyumu” söyleminde sadece söylemde kaldığı ve bu durumu pazarlamak istediği ‘batılı’ları dahi ikna edememiştir.

Kısacası şöyle diyelim: ılımlı siyasal dinlerin, mezheplerin, (Hiristiyan, İslam, Yahudi vb.) olamayacağı anlaşılmıştır, ki siyaset dine karıştığı zaman toplumlar kavgalı olmuştur. Ben gençliğimde çok iyi hatırlıyorum, Sünni, Alevi vb. iç içe olduğu bir bölgede doğdum, insanlar yaz aylarında evlerin üzerinde damlarda yatarlardı, kimse kimseye yan göz ile bakmazdı; çünkü lümpen de olsa bir laiklik vardı şimdiye göre. Ne zamanki MC hükümetleri kurulmaya başladı ve siyaset politikaya alet edilmeye başlandı, bununla birlikte lümpen olan laiklik yavaş yavaş kırılmaya başlandı, gereksiz mezhep kavgaları yavaş yavaş körüklendi. Ama buna rağmen halk katmanları nezdinde bu saçmalık fazla vücut bulmadı; çünkü az da olsa bir lümpen laiklik vardı bu aşamaya kadar. Tam laik olmayan bu lümpen laiklik bile az da olsa bir sekülerlik sağlayabiliyordu diye düşünüyorum MC hükümetleri dönemi ve şimdiki AKP-Türkiye’sine göre.

Müslümanlara göre Muhammed, Hıristiyanlara göre İsa barışçı olabilmişlerdir. Diyelim ki bunu onaylayalım. Ama lakin devlet peygamberde olsa dahi yüzde yüz tek bir kişinin elinde değildir ki ya bir zümrenin, ya bir dinastinin (Osmanlı dinastisinde olduğu gibi) ya da bir sınıfın elindedir. Pozisyon böyle olunca, lider son derece tekçi de olsa kendisine akıl veren, güç veren bir omurga-organizasyon vardır. Peygamber de olsa çevresinde kabilesi, adamları, danışmanları, komutanları vardır. Görünürde tek elde olsa da ait olduğu kabile, zümre, sınıf’ın çıkarları için icra edilen bir ‘kolektif’ yaptırım vardır. Hatta ve hatta ekonomi ve de özellikle ticari işlerle ilgili kararlarda kendisinden on beş yaş büyük hanımı Ayşe’nin büyük bir rol üslendiğini okuduklarımızdan anlıyoruz. Osmanlı Halifesi padişahı dahi dinastisinin, vezirinin düşüncelerini almadan bir savaşa hemen hücum etmiyordu. RTE örneğinde olduğu gibi Davutoğlu’suz, danışmansız değildi. Hal böyle olunca peygamberin “senin dinin sana, benim dinim bana” demesi devlet erkinin ‘kolektif’ kararında bazen ikinci planda kalabiliyor ve de barış dini olmanın dışına çıkabiliyor… Bence, İbnî Haldun’un Mukaddîme’si devlet dininin ne olduğu konusunda bize ‘ipucu’ vermektedir.

Özcesi siyasal İslam güçlü olduğu dönemde vur, kır, (…) as, kes, boğazla ve de zora dayalı kendini idame ettirme. Güçsüz olduğu dönemde ise ‘kırk dereden su getirme’, hasmı önünde dört talka atma, masum görünme, “şeytan sakalları” sıvazlama ki RTE’nin Obama karşısında yaptığı gibi örnekleri çoğaltmak mümkün…

Son bir örnekte Kerbela olayı ile ilgili verirsem, şu 3 Kasım Aşure gününde-Kerbela vakasının (1334) yıl dönümüne bir göz atalım. Sünni mezhebi taraftarı yazarlara göre bu katliamda Halife Yezidin komutanı Ömer bin Sa’d sorumludur, suçludur. Çünkü Yezid Sa’d’ın bu şekildeki barbarlığını eleştirerek kınamıştır vb… Diyelim ki doğrudur. Bence Sa’d‘da bu iktidar erkinin bir komutanıdır ki tamamen Yezid suçlu olmasa da kolektif suçlu bu iktidar erkidir. Bu durum başka nasıl izah edilebilinir? RTE’de Dersim trajedisi diyor, askeri cuntaya karşı imiş gibi bir poz veriyor ama yaptıkları hiç de geçmiştekilerden farklı değil.

Yer küremizde var ola gelmiş hemen hemen, istisnalar hariç, bütün dinler ve bu dinlerin kendi içerisindeki mezhepler iktidarı diğer dinler ve mezhepler üzerinde baskı yapmışlardır ve de bunların iktidarları her zaman sorunlu olmuştur. Hep en iyisi benim öyle ise sende benim gibi ol demişlerdir. Ve de bu vesile ile hep kavgalı ve savaşlı olmuştur. Dinler ve mezhepler arasında adil, seküler ve barışçı bir ortam yaratılamamıştır; ta ki laiklik olayı imdada yetişene kadar.

Dinin gönüllerde ve kişinin kendi içinde kalan, kendisi ve inandığı yaradanın arasında kalıp üçüncü kişiye zorlama yapmadığı zaman herkes tarafından sevilen, sayılan Yunus Emreler, (…) Hallacı Mansurlar, Pir Sultanlar, Şeyh Bedrettinler ve Hüseyin Ahlati’ler çıkacaktır ve de dindarlığın, din satıcılığının değil, bir kıymeti harbiyesi olacaktır diye düşünüyorum.

Exit mobile version