Site icon Rojnameya Newroz

PEMBE HAYAT LGBTT DAYANIŞMA DERNEĞİ

Türkiye’nin ilk transseksüel  hakları derneği olan Pembe Hayat LGBTT Dayanışma Derneği, adını Alain Berliner’in  yönettiği ve erkek bedeninde doğmuş bir kız çocuğun hikâyesinin anlatıldığı Pembe Hayat  adlı filmden alıyor. Pembe Hayat, transseksüel bireylere yönelik ayrımcılık, nefret suçları, şiddet ve toplumsal dışlanma gibi konularda projeler üreterek doğrudan destek hizmeti sunuyor.   

Pembe Hayat Derneği, ulusal ve uluslararası alanda savunuculuk faaliyetlerine devam ederken Kadınların Postası olarak 23 Mart’ta Pembe Hayat’ı ziyaret ettik. Her sabah büyük gündemlere uyanırken yayınlamakta geciktiğimiz bu kıymetli röportajı katledilen Hande Kader anısına paylaşıyorum.

Pembe Hayat Derneği çalışanlarının trans mücadelesi ve karşılaştıkları hak ihlallerinin üzerine yaptığımız röportajdan bugüne birçok trans tacize uğradı, darp edildi, öldürüldü. Yaşamı çalınan trans kadın Hande Kader bu isimlerden bir tanesi yalnızca. Kader’in ölümünün ardından birçok hak örgütünden, birkaç partiden ses yükselse de tüm trans cinayetlerinde olduğu gibi büyük çoğunluk sessizce haber başlıklarından okuyup geçti bu cinayeti. Hande Kader’in ardından da sesini yükseltenPembe Hayat Derneği, Hande Kader için ses ver kampanyasının da en önemli destekçisi. Biz de bu röportajı paylaşırken Kadınların Postası olarak Hande Kader cinayetinin takibini sürdürürken  kampanyası için de mücadele edeceğiz.

Pembe Hayat Derneği’nin basın sorumlusu Ozan Uğur, 2006 yıllında kurulan derneğin kuruluş hikâyesini ve medyayı anlatıyor.

Trans saldırılarına karşı mücadeleyle doğuyor Pembe Hayat

“Pembe Hayat’ın kuruluşu 2006’da Eryaman’da yaşayan translara olan saldırıdan sonra oldu. Söz konusu saldırıların önüne geçmek için translar örgütlenmeye başladı o dönemlerde. Aynı zamanda translar, gay-lezbiyen hareketinin içerisinde kendilerine yer bulamıyorlar yine o dönemlerde. Daha özgün bir alan ihtiyacı hissediliyor ve bu özgün alan kurulmaya başlanıyor. Ama bu süreç Türkiye genelindeki LGBTT’den bağımsız değil elbet, Kaos GL ile o süreçte görüşülüyor.  Eryaman süreci takip ediliyor ve Eryaman sürecinde çetelere karşı bir mücadele etrafında örgütlenip Pembe Hayat Derneği’ni kuruluyor. Yine aynı süreç içerisinde 2008 yılında Dilek İnce çeteler tarafından öldürülüyor.

Pembe Hayat daha sonra da birçok proje ve etkinlikle devam ediyor. 2011 yılında KuirFest başlıyor. KuirFest, Türkiye’nin ilk LGBTT film festivalidir. Festival aynı zamanda uluslararası çapta da üne kavuştu. Bu arada da translar kendi medyasını kurmaya çalışıyor. Trans medyası, Türkiye’de tek başına trans haberleri yapan web sitesi Pembe Hayat,  diğer LGBTT haber sitelerinin, LGBTT derneklerinin sayfalarında birçok translarla ilgili haberler yer alsa da Pembe Hayat’ın web sayfası sadece translara özgü haberlere yer veriyor. Aynı zamanda dernek bu süreçte hukuki bir mücadelenin etrafında da örgütleniyor. Bu süreçte translar “biz insanız ve temel haklarımız var ve bunun için daha fazla mücadele etmeliyiz, hukuki yolları zorlamalıyız” diye harekete geçiyor. Dayanışmalar geliştirmeye başlıyor. Çeşitli dayanışma etkinlikleri düzenlenmeye başlıyor. 2014’de kurulan Dilek İnce Giysi Bankası, bugün ihtiyaç sahibi olan birçok transa yardım ediyor.

2008’de, yine Eryaman sürecinden sonra çetelere karşı mücadele edebilmek için Pembe Hayat Kırmızı Şemsiye Seks İşçileri İnisiyatifi’ni kuruyor. Bugün hala Kırmızı Şemsiye Seks İşçileri İnisiyatif’i Pembe Hayat’ın altında çalışmalarını yürütmeye devam ediyor. Bu yılda 3 Mart’ta Dünya Seks İşçileri Günü’nde de çeşitli etkinlikler düzenleyip transların kapasitelerini güçlendirme, psiko sosyal ağlardan nasıl faydalanabileceğini konuşmak için çeşitli etkinlikler düzenledi.

Pembe Hayat Kırmızı Şemsiye Seks İşçileri İnisiyatifi Seks işçiliğinin bir meslek grubu olarak tanınmasını talep ediyor. Bunun için çeşitli çalışmalar yapıyor ama bunun dışındaki güvenlik meselesi aslında translar kendi aralarında kurdukları bir dayanışmayla sağlıyorlar.”

“Transların kendi medyalarını oluşturması çok önemlidir”

Transların kendi medyasını oluşturmasının çok önemli olduğunu vurgulayan Uğur, ana akım medyada ya da bu alanın dışında kalan LGBTT mücadelesi yürütmeyen bütün yapılan haberlerde birçok sıkıntı olduğunu anlatıyor.

“Öncelikle transın kimlik ismiyle teşhir edilmesi gibi sıkıntılar var haberlerde. Bu yüzden transların kendi medyalarını oluşturması çok önemlidir. Translar ya tamamen görünmüyor ya da keşke görünmeseydi diyecek şekilde haberler yapılıyor, bu yüzden çok korkunç.

Mağdur olduğu halde, suçluyu mağdur gösteren haber kanallarında tarnsları kimlik isimleriyle teşhir etme, kanlı fotoğrafların yayılması, transların medyada kriminal gösterilmesi temel olarak problem. Biz de bunun karşısında yaptığımız haberlerde şunu vurguluyoruz: Translar sizin gösterdiğiniz gibi kriminal insanlar değil, translar bu hayatın içerisinde yaşıyorlar, bu hayatın içerisinde bir şekilde var oluyorlar, para kazanmaya, yaşamaya çalışıyorlar ve bunu gerçekten zorlanarak yapıyorlar. Farklı trans yaşamları da göstermeye çalışıyoruz.

Fabrikada yaşayan bir transın hayatını anlattığımız bir röportaj yayınlamıştık. Translar sadece Ankara, İzmir ve İstanbul’da yaşıyor sanki başka şehirlerde yok. Travestilik, “travesti” olma hali sadece bu büyük şehirlere özgü bir şeymiş gibi. Aslında bunun dışına da çıkarak Türkiye’nin hatta dünyanın her yerinde transların olduğu, farklı inançtan, sınıftan, çalışma alanlarından transların olduğunu göstermeye çalışıyoruz yaptığımız medyacılıkla.

“Kurulan dil her gün yeni nefret üretiyor, transları hedef gösteriyor”

Türkiye’de medyayı birkaç yayın ve kurumdan takip ettiğini dile getiren Uğur, kendi medyalarını oluşturduklarını söylüyor.

“Kendi medyamızda, bütün medyacılara, habercilere kurdukları dilin sıkıntılı bir dil olduğunu ve bu dille transların her gün daha çok öldürülmesine sebep olduğunu anlatmaya çalışıyoruz ve bunun önüne geçmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken de örneğin trans gazeteci Michelle Demishevich’den yararlanıyoruz. Michelle Türkiye için çok önemli bir gazeteci. Çünkü transların sadece seks işçiliği yaptığı düşünüldüğü bir yerde, trans bir gazetecinin kanallarda görünür bir şekilde işini yapıyor olması çok önemli. Michelle’le bir röportaj yapmıştık, Michelle orada şunu söylüyor: “Ben, meslektaşlarıma şunu anlatmaya çalışıyorum. Kurduğunuz bu dil transları öldürmekten başka bir işe yaramıyor. Bu ölüme sebep oluyor”. Bir yandan böyle bir mücadele de var meslektaşlık, ortak bir iş yapma durumu var ama bir yandan da orada da bir mücadele söz konusu. Çünkü kurulan dil gerçekten her gün yeni nefret üretiyor ve her gün transları hedef gösteriyor.”

“İyi niyetle yapılmış gibi görünen birçok haberin alt metin okumasında transların kriminal, korkunç ve bu toplumda yaşamayı hak etmeyen insanlar olduğunu görebiliyorsunuz. Bu yüzden kendi medyamızı, kendi arşivimizi oluşturmak hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunu da bunu doğru bir dille anlatmaya çalışıyoruz. Türkiye’de transların yaşadığı durumu doğru bir dille anlatıyoruz ve sadece Türkiye’den de haberler yapmıyoruz, dünyanın çeşitli yerlerinden çeşitli haberler derlemeye çalışıyoruz. Örneğin, Müslüman transların Endonezya’da kendileri için kurdukları ibadethaneler ve orada geliştirdikleri dayanışma Türkiye içindeki translar için çok önemli çünkü translar Müslüman olamazmış gibi bir algı yaratılıyor. Ya da Norveç’te kimlik değiştirmek için artık herhangi bir şeyin olması gerekmiyor, beyan yeterli olacağını öngören yasa önerisi meclise veriliyor. Bunun Norveç’te önerisinin veriliyor olması Türkiye’deki translar için şu açıdan önemli, “Evet, biz de bunu yapabiliriz, illa ameliyat olmak zorunda değiliz kimliğimizi değiştirmek için, bıçak altına yatmak, kısırlaştırılmak zorunda olmak zorunda değiliz. Ya da oradaki hak ihlallerini de göstererek, dünyada topyekûn bir trans mücadelesine ihtiyaç olduğunu da gösteriyoruz. Bu haberleşme transların birbirinden haberdar olmak, hem birbirinden öğrenme hem de dayanışmayı sağlamasını sağlıyor. Aynı zamanda bu haberlerin arşivimizde duruyor olmasının bizim için bir diğer önemi, translar hak ihlallerine uğruyorlar ve biz bu hak ihlallerini unutmayacağız ve bütün bunlar için mücadele edeceğiz. Bu haberler üst üste birikerek bir mücadele bilinci de oluşturuyor. Bu açıdan medya bizim için çok önemli.”

“Arkadaşlarımızı geçmişte kanlı fotoğraflarla hatırlamak istemiyoruz”

“Bir de yerel gazetelerde çok korkunç haberler çıkıyor, “Travesti 32 yerinden deşildi”. Bu haberde kimlik ismi verilmiş, kanlı bir fotoğraf kullanılmış oluyor genelde. Biz yerelde yaşayan o trans arkadaşlarımızla bir dayanışma geliştiriyoruz. Hemen birilerini arıyoruz, “tanıyor musunuz, kimdir, nedir, kendi beyan ettiği isim neydi”( çünkü bizim için esas olan o devletin verdiği kimlikteki isim değil) soruyoruz. Ve ona göre yeniden haber yapıyoruz, yapılan haberleri ifşa ediyoruz.  Ve en önemlisi haberlerde kanlı fotoğraf görmek istemiyoruz, arkadaşlarımızı geçmişte kanlı fotoğraflarla hatırlamak istemiyoruz. Onların mümkün olduğu kadar en güzel, kullandıkları, daha ön plana çıkardıkları fotoğraflarını kullanıyoruz ve bunu da bu şekildeki bir dayanışmayla elde edebiliyoruz. Yerelde, eğer Ankara’da değilse, benim gidip bulmam imkânsız, Türkiye’deki bütün transları tanımıyorum sonuçta.  Örneğin, Cumhuriyet’e Çorlu’da öldüren kızla ilgili çıkan haber inanılmaz korkunç bir haberdi ve direkt ismini vermişlerdi. “Travesti Ferhat A.”, “Kendini şu şekilde tanıtan bilmem kim” tarzında haberler çıkmıştı. Güya kendince bir hak ihlalini haberleştiriyor ama orada başka bir hak ihlali yapıyor. Belki ilerde, şu anda yasa olarak çok mümkün olmasa da, cinsiyet kimliğinin tanımlıyor olması sebebiyle ve başka yasal sıkıntılarla, bütün bunları arşivleyeceğiz, aslında şu anda bile bu korkunç haberleri arşivliyoruz. Çünkü ilerde buna karşı mücadele de edebiliriz, buna karşı dava açabiliriz ya da mesela medya okulları düzenleniyor, LGBTT’ler kendi medyacılığını oluşturuyor, buna karşı trans medyacılığında örnekler önemlidir.”

“Bir Dilek tut”

Pembe Hayat çalışanlarından Demhat Aksoy, dernek çalışmalarını anlatıyor:

“Pembe Hayat, 2006’dan bu yana sürekli bir trans dayanışması temelinde çalışıyor. Cezaevleriyle dört beş yıldır yazışmalar devam ediyor burada, bu iki yılda biraz daha sıklaştı. Her mektup attığımızda daha fazla mektupla karşılaşıyoruz. Burada özellikle cezaevlerinden kendilerinin yaratmış olduğu bir dayanışma ağı var. Bu dayanışma sayesinde Pembe Hayat sadece dışarıda değil, sokakta değil, bir de hapishanelerde bilinen ve transların ihtiyacı olduklarında yazabilecekleri bir örgüt haline geldi. Özellikle trans mahpusların birbirleriyle bu iletişimi, bu dayanışma ruhu, bizim daha çok mahpushanelere yönelmemizi, mahpushaneler için daha çok şey yapmamızı doğuruyor. Örneğin, hukuk alanında bir sorun yaşadıklarında, doğrudan Avukat Yalçın’la irtibata geçilerek, neler yapılabileceğini konuşuyoruz. Sağlık alanında çok büyük problemler olabiliyor. Geçiş sürecinde olan kadınlar, hormon almak isteyen trans kadınlar veya tıbbi alanda müdahale isteyen kadınlar olabiliyor. Bunlar için de hem hukuki, hem de sağlık anlamında neler yapabileceğimizi tartışıp, bu anlamda bir destek sunuyoruz. En önemlisi, bu dayanışma ve yardımlaşma ruhumuzun onuncu yılımızda bu kadar ön plana çıkmasının sebeplerinden biri de Dilek İnce Giysi Bankası. Dilek İnce isminden de tanıyacağınız üzere, 2008 yılında öldürülen bir trans kadın, arkadaşlarımızdan duyduğumuz kadarıyla çok mücadele eden, hatta bu derneğin kurulmasını isteyen ve kurucularından birisi olarak kabul ediliyor. Kendisi iki çocuk annesi, çetelerle verdiği o mücadelelerde nefret cinayetine maruz kalıyor ve öldürülüyor. Bunun için de Dilek İnce’nin arkadaşları bir şekilde isminin yaşamasını düşünüyor ve Dilek İnce’nin adına 20 Kasım 2014 yılında bir giysi bankası kuruluyor. Öykü Ay’ın ve yaptığı kampayaların da desteğiyle yılda en az iki defa toplu kıyafetler yolluyorlar. Kıyafetleri, temiz, kullanılabilir kıyafetler, ayakkabılar, takılar, çantalar alıyoruz ve burada ihtiyaca göre dağılımını yapıyoruz. İlla Mahpus ya da trans olması gerekmiyor, örneğin Suruç katliamı yaşanmadan önce Suruç’a gidecek olan SGDF’li arkadaşlara, Dilek İnce Giysi Bankası Kobane’ye on beş çuval elbise hazırlayıp yolladı. Sanırım, üç çuvala yakın da oyuncak yollamıştık. Dilek İnce Giysi Bankası sadece salt LGBTT’lere, mahpuslara çalışmıyor veya onlarla dayanışmıyor. Buradan dışarı gördüğümüz mültecilere de bazen paket hazırlayıp, gördüğümüzde onlara bırakabiliyoruz. Maddi durumu çok kötü olan, şehir dışında yaşayan, sokakta yaşayan trans ya da trans olmayan kadınlara da kıyafet yolluyoruz. Bu ay, yetmişe yakın LGBTT mahpusa, on beş yirmiye yakın da dışarıda yaşayan maddi durumu kötü olan trans ve tüm kadınlara yardımda bulundu. Genelde iki üç ay aralıkla veya mevsimlerin değişmesiyle kıyafetleri sürekli yollamaya çalışıyoruz.”

Pembe Hayat adı altında çalışan Kırmızı Şemsiye Seks İşçileri İnisiyatifi olarak, seks işçileriyle sürekli iletişimde olduklarını söyleyen Aksoy, 3 Mart Dünya Seks İşçileri Haftası’nda 8 ayrı şehirde, yerelde çalışan seks işçilerini Ankara’ya davet ederek, paneller, söyleşiler ve hukuki destek anlamında 3 günlük bir program hazırladıklarını anlatıyor.

“ Onlarla, çetelerle nasıl mücadele edeceklerini (çünkü Zirve Soylu’nun davası bizim için önemli), seks işçileri kooperatifi nasıl kuracağımızı, nasıl daha güvenli seks işçiliği yapılacağını, cinsel yolla bulaşan hastalıkla karşı nasıl kendimizi koruruz gibi konularla ilgili 3 gün dolu dolu deneyimle yaşadık. Bunun yanı sıra her iki ayda bir, Sağlık Bakanlığı İl Müdürlüğü’nden aldığımız kondomlar oluyor ve seks işçilerine güvenli seks işçiliği yapmaları için kondom dağıtımı yapıyoruz. Genelde kondom dağıtımı sadece Ankara içinde oluyor, fakat Ankara dışında gelen talepler doğrultusunda il müdürlüklerinden nasıl kondom alabileceklerine dair onlara bir danışmanlık veriyoruz. Dilekçe yazma, teslim etme, kondom alma sürecini arkadaşlara anlatıyoruz. Bunun dışında genelde sokak aktivizminde önemli günlerde( 8 Mart, 21 Mart, 25 Kasım, 17 Mayıs, 1 Mayıs) dışarıda oluyoruz. Pembe Hayat olarak alanlarda oluyoruz, birebir kendi sözümüzü alanda ifade ediyoruz. Özellikle de büyük yürüyüşlerin, eylemlerin olduğu zamanlarda trans korteji, trans görünürlüğü bizim için önemli oluyor. İletişimde olduğumuz seks işçilerini, LGBTT’leri çağırdığımızda alanlarda böyle bir kortejimiz oluşuyor, kendi sözümüzü üretebiliyoruz. “

20 Kasım Nefret Cinayeti Mağduru Transları Anma Haftası her yıl Pembe Hayat adı altında nefret cinayetine maruz kalan transları anma haftası düzenlendiğini söyleyen Aksoy,  20 Kasım’da her yıl verilen onur ödülünü anlatıyor.

“2015 Onur Ödülü’nü Elif Tuna Şahin’e verdik. Elif Tuna Şahin, Akyazı Belediyesi’nde çalışan açık kimlikli bir trans kadın, Türkiye’de bir ilk onun hikâyesi. Trans mücadelesinde emekleri olan, gerçekten bu anlamda mücadele eden kadınlara her 20 Kasım’da, 2014’ten itibaren ödül veriyoruz. Trans Onur Haftası’nda da Pembe Hayat kendisini Trans Onur Komitesi içerisinde onur edip, söz söyleyebiliyor. Geçen Trans Onur Haftası’nda Pembe Hayat’ın yönetim kuruluyla bizim katıldığımız bir yürüyüşü gerçekleştirdik, orada da tekrar Pembe Hayat’ın söz söyleyebildiği alanlar ürettik.”

Pembe Hayat’tan hukuksal danışmanlık

Pempe Hayat Derneği Avukatı Rıza Yalçın Koçak Trans davalarını ve Türkiye’de LGBTT hareketindeki hukuk mücadelesini anlatıyor.

“ Davalardan önce burada hukuki ihtiyaç durumundan bahsetmek gerekiyor. Genel olarak başvuran arkadaşlarım ne tarz sorunlarla buraya geldiklerinden ve bizimle nasıl irtibata geçtiklerinden bahsetmem gerekiyoruz. Genellikle zaten toplumsal ayrımcılıktan maruz bırakıldıkları durumlardan, dolayı danışmaya gelen arkadaşlar buraya geliyor ve bizimle irtibata geçiyorlar. Kimi polis şiddetinden oluyor, kimi sokaklardaki çetelerden şiddet oluyor, kimi de hiç tanımadığı insanların şiddetine uğruyor. Bazıları ailelerinden dolayı şiddete uğruyor. Yani genel olarak buraya gelip danışan arkadaşlarımın yaşam haklarının, çalışma haklarının, barınma haklarının gasp edilmesi gibi durumlar söz konusu.”

“İş yerinde bir işçinin avukata başvurmasının genellikle nedeni alacağı ücreti alamamasıdır. Fazla mesailerinin bordrolara yansıtılmasıdır. Aslında hukuki anlamda problemler güya sözüm ona bu netliğe sahiptir ülkemiz hukuk düzeninde. Ancak mevzu lezbiyen, gay, biseksüel, trans, interseks bireyler olunca artık o işin rengi de değişiyor. Buraya gelen arkadaşlarımız genelde çalışma yaşamında bir hak gasplarından ziyade, çalışamama gibi bir sıkıntıdan dolayı geliyorlar. Çünkü bu ayrımcılık, bu mobbing ister çok gizli olsun ister çok açık bir şekilde eşcinselliği yaşayan arkadaşlar olsun, herkes kendi açısından bir problem yaşıyor. Bunun için en başta şunu belirtmek gerekiyor. Bu dezavantajlı grup en temel haklarından yoksun bırakıldıkları için, bize başvurmak zorunda kalıyorlar.”

“ Diğer mevzularımız daha münferit, ama dediğim gibi ikili bir şiddet durumundan bahsetmek gerekiyor burada. En başta polis şiddeti doğrudan birçok trans arkadaşımız çalışma yaşamında dışlandıkları için, seks işçiliği yapmak durumunda kalıyorlar ve bazıları isteyerek yapıyor bu da çok anlaşılır bir şey ama bu büyük oranda translar zorunlu seks işçiliği yapmak zorunda kalıyor. Çünkü herhangi bir yerde çalışma koşulları çok kısıtlı ve hatta yok denebilecek kadar az olduğu için bu insanlar hayatlarını idame ettirmek zorundadırlar ve seks işçiliği bir zorunluluk olarak kendini doğuruyor. Seks işçiliği yapan arkadaşlarımız gece saatlerinde ve biraz önce bahsettiğiniz gibi çok güvensiz ortamlarda çalışmak zorunda kalıyorlar. Sokaklarda bekliyorlar kendi tabirleriyle, belli çark alanları var ama bu çark alanları da kendi aralarındaki dayanışmadan ötürü belli bir güvenliğe sahip ama bir yanıyla devletin polisinin, kolluğunun ya da çetelerin müdahalesine bir o kadar açık alanlar. Birçok kez yaşadık, Etlikte, İskitlerde, birçok kez polis, sivil polisler ve onların yanı sıra çetelerin, sözüm ona halk olduğunu sadece transların orada çalışmasında rahatsız olduğunu ifade eden eli sopalı güruhların kuvvetle muhtemel polisin yönlendirmesiyle bu insanların saldırılarına uğradılar bu anlamda birçok çalışma alanlarını da kaybettiler. Eskiden daha rahatlıkla gidebildikleri yerlere şu an gidememe gibi problemleri de var. Bunun yanı sıra yoğun olarak şiddet görüyorlar.”

“Kabahatler Kanunu kapsamında kazandıklarının nerdeyse iki katı üç katı cezalar ödemek zorunda kaldıkları, çok komik bir şekilde çevreyi rahatsız etmek, ahlaksızlık, müstehcenlik, maalesef bu tarz torba ifadelerle hukuk siteminde kanun düzeninde yerini almış. Bir o kadar Anayasa’ya da aykırı olan, mevcut hukuk düzenine de aykırı olan kurallar neticesinde kazandıkları paranın da çok daha fazlasını ödemek zorunda kaldıkları para cezalarıyla karşılaşıyorlar. Bu bile dışlama, ayrımcılık türevi aslında. Gözaltı süreçleri vs. zaten ülkemizde polislerin yakalama, gözaltı işlemi hiçbir zaman esasında kurallara uygun bir biçimde gerçekleştirilmedi. Maalesef ülkemiz özünde tahammüle dönüşmüş anlayış düşman hukuku biçimde olduğu için karşıdakinin ne olduğunun çok bir önemi yok. Tabii siyasi iktidar yanlısı olup da sadece koluna girerek ya da koluna bile girmeden adliyeye götürülenleri de gördük, azılı suçlu olmasına rağmen. Ama onun ötesinde genel bakış açısı zaten kanunlarda orantılı güç kullanmak suretiyle yakalanmak, orantılı güç kullanarak gözaltına almak olarak ifade edilir ama biz maalesef çok orantılı güce denk gelmedik. Bir de mevzubahis gerçekten translar, seks işçiliği yapan translar olduğunda bu zulmün daha pespaye bir hale dönüşmüş olduğunu ifade etmek gerekiyor. Birçok arkadaşımız hem yakalanmak süreçlerinde, gözaltına alınma süreçlerinde, karakollarda yoğun bir şekilde şiddete maruz kalıyorlar. Birçok doktor bunları raporlamaktan çekiniyor.”

“Bunları şu ana kadar danışanların hikâyelerinden anlatıyorum kısa bir süreçte çıkardığım şeyleri anlatıyorum size. Siz tablonun korkunçluğu hakkında fikir sahibi olun artık. Birçok arkadaşımız bu darpları, maruz kaldıkları işkenceleri, adli tıptaki doktorlarda, muhatap oldukları doktorlarda bunları yazılı hale getiremiyorlar, raporlaştıramıyorlar. Onun yanı sıra gittikleri mekânlar, sosyal alanlarda, örneğin oturdukları bir kafede, yemek yedikleri bir lokantada, film izlemek için gittikleri bir sinemada vs. trans arkadaşlarımız günün her anı buralarda sözlü, psikolojik ya da fiziksel şiddete maruz kalıyorlar. Birçok danışan arkadaşımız, gittiği bardan yaka paça dışarı atıldığı için gelip bize başvurdu. Birçok arkadaşımız oturduğu lokantada sözlü şiddete maruz kaldığı için, kovulduğu için, mekâna girişinin yasak olduğu için bize başvurdu. Dediğim gibi kısa bir süreç olduğu için suç duyuruları ve hazırlık aşamaları, savcılık süreçleri devam ediyor. Henüz davaya dönüştürülmüş, kovuşturmaya dönüştürülmüş süreden kaynaklı bir dosyamız bu anlamda yok ama bu hak gaspları aklınızın bir kenarında olsun, translar bunu her anında yaşıyorlar. Ötesinde internet üzerinden, telefon üzerinden, dağıtılan kâğıtlar üzerinden, siteler üzerinden iletişim numaralarını ve bilgilerini verip seks işçiliğini bu şekilde yapmaya çalışan arkadaşlarımız var. Bu da onlar açısından maalesef çok güvensiz bir alan.”

“Birçok danışan arkadaşımız internet üzerinden tanıştığı insanların sonradan eve geldikten sonra Facebook sayfasını ya da cüzdanını karıştırarak kişisel bilgilerini edinip, ailesine, işyerine teşhir etmekle şantaj yapılan arkadaşlarımız var. Evine müşteri olarak aldığı insanların şiddetine maruz kalan arkadaşlarımız… Kemal Ördek, tecavüz vakasıyla bariz bir örnektir. Kemal Ördek gibi birçok tecavüz vakası da vardır. Karşında bir trans, seks işçisi, beterin beteri devlet açısından o kadar kötü bir yerdeki o, ona karşı suç işleme hakkını kendinde görüyor, birinin evine gidip eşyalarını almak sonra ona şantaj yapmak suçtur. TCK’ ya göre özel hayatın gizliliğini ihlal ediyorsun, konut dokunulmazlığını ihlal ediyorsun, kişisel verileri haksız bir şekilde ele geçiriyorsun, evine gelip, kişisel verilerine hırsızlık yapıp alıyor ve bunu teşhir etmek üzerinden sana şantaj yapıyor. Çünkü o rahatlıkla hareket ediyor, karşısındaki kişinin suç işlemeye çok müsait olduğunu düşünüyor. Maalesef ülkemizdeki cezasızlık politikası bilhassa translara yönelik davalarda cezasızlık politikası, insanları bu anlamda yüreklendiriyor. Onun için bu çok dezavantajlı grubun yani sürekli hukuksuzlukla, suçla karşı karşıya kalan grupla çalışmak zorundayız. Bu da aklınızın bir köşesinden kalsın diye söylüyorum.”

“Ötesinde Zirve Soylu davasından bahsetmek gerekiyor belki, maalesef ki gene polis, jandarma, kolluk vs. yani emniyet birimleri tarafından veya dışarıdaki transfobik insanların geliştirdiği şiddet dışında, şunu da ifade etmek gerekiyor. Transların kendi arasındaki şiddet durumu, transların kendi arasındaki ranta dönüşmüş ilişkilenme ağı, belki bundan da biraz bahsetmek gerekiyor. Belki Zirve bu anlamda karşı taraftaki çeteleşmenin ve bu çeteleşmeye karşı yürüttüğü mücadeleyle, bizim Pembe Hayat olarak trans mücadelesine ve translara bakış açısında, ya da seks işçiliğijne bakış açısında nerede durduğumuzu da ifade etmesi açısından önemli bir dava.”

“Davada kiminde Zirve Soylu sanık, kiminde müstakil şikâyetçi sanık, kiminde sadece şikâyetçi ama olayın kaynağı ilişkilendirme durumu aynı. Bir tarafta Zirve var, çeteleştirmeye, haraç vermeye, zorla çalıştırılmaya karşı gelen, bizim de aktivistimiz, gönüllümüz olan bir trans seks işçisi arkadaşımız. Diğer tarafta da içerisinde transların da olduğu, erkek pezevenklerin olduğu, kadın pezevenklerin olduğu karşı taraf bir çete var; Transları zorla çalıştıran, yüksek meblağ senetler imzalatmak suretiyle onları borçlandırıp kendine bağımlı hale getiren, o borçları ödemesi için çalıştıkları para üzerinden kar alan, kendi aralarında çalıştırılan fahiş miktarda kazandıkları paradan kesintiler yapan bir çete örgütlenmesinden bahsediyorum.  Transların en fazla hak mağduriyeti yaşadığı alanlardan biri, yani, fail olarak gösterebileceğimiz bir mecra da maalesef bu çetelerin içerisinde translar da var ama trans hareketinden uzak, bu meseleye politik bir alt yapıyla bakamayan gerçekliğimiz var. Biz Pembe Hayat olarak durduğumuz yerden, bu tür çetelere karşı mücadeleyi önemsiyoruz.”

Avukat Koçak, transların Pembe Hayat’tan nasıl hukuksal danışmanlık alabileceğini anlatıyor:

“Arkadaşlarımızla doğrudan hukuki süreçte yüz yüze görüşmek bizim için en ideali oluyor, bir de belgeler üzerinden görüşmek. Danışan her arkadaşımıza, telefonla bize ulaşan her arkadaşımıza bunları söylüyoruz, derneğimize davet ediyoruz. Derneğimiz trans örgütlenmesi olarak sürekli açık, arkadaşlarımız, aktivist çalışan arkadaşlarımız bir telefon kadar onlara yakın. Gerçekten böyle bir şekillenme içerisindeyiz. Sürekli irtibat halindeler bu anlamda, özellikle Ankara’da uzun süredir faaliyet yürütmesinden ötürü de trans camiasında bilinen bir dernek. Biz bu anlamda derneğimiz üzerinden, arkadaşlarla yüz yüze yaptığımız görüşme üzerinden arkadaşların her türlü hukuki problemlerine, bu sadece hak ihlalleri, gördükleri şiddet, Kabahatler Kanunu’na göre kesilen cezalar vs. değil. İş yerinde, seks işçiliği dışında yaptıkları işlerde, maruz kaldıkları mobbing, ötesinde geçiş süreçleriyle ilgili ameliyat olmak isteyen arkadaşlarımız geçiş süreçleriyle ilgili, ya da hayatın her alanında sadece trans olmalarından dolayı kaynaklı karşılaştıkları her türlü hak ihlaline karşı hukuki yardım ve destek vermek için buradayız. Her zaman derneğimizin kapısı açıktır.”

Aktivist film festivali: Kuirfest

Pembe Hayat Kuirfest ekibinden Esra Özban, Kuirfest’in geçen 5.yılını ve ekibi anlatıyor.

Londra’da LGBTT Film Festivali’nin 30. yılı bu sene. Biz de kendileriyle geçen sene içerisinde ortak bir program yapmıştık. LGBTT konusunu desteklemek amacıyla beş tane kısa filmi internetten ücretsiz olarak yayınlıyorlar. Bu sene de o listeyi yayınlamalarının yanında bir de dünyadaki çeşitli kuir film festivallerinden, bu alanda çalışan aktivistlerin de yer aldığı otuz üç kişilik bir liste yayınladılar ve onlardan biri de Kuirfest adına Bilge Taş oldu. “Özgürlük için 5 film” başlığı altında seçki hazırlıyorlar ve bunu internet üzerinden ücretsiz olarak dağıtıma sokuyorlar.  Bilge Taş da bu sene bu listede yer aldı, 135 ülkeden insana ulaşan bu filmlerin Türkiye’den destekçisi olarak. Bilge, aynı zamanda KuirFest’in kurucusu ve direktörlüğünü üstleniyor. KuirFest bu sene beşinci gerçekleştirdi ve Türkiye’de şu anda devam eden tek kuir film festivali. Aslında tam az önce bahsettiğimiz ve Ozan’ın, Yalçın’ın bahsettiği pek çok şeyi farklı bir yerden yani, LGBTT mücadelesine kültür ve sanat alanından destek vermeye çalışıyor. O yüzden herhangi bir film festivali değil, aktivist bir festival olarak konumlandırıyor kendisini bu endüstri içinde. Bunun yanında sadece tabiî ki film göstermekten ziyade sözel etkinlikler bizim için her zaman çok daha önemli; paneller, atölyeler, konuşmalar.

Yaşadığımız birçok şeyi filmler üzerinden, görsel üzerinden, sanat üzerinden tartışmak ve konuşmak, bunun dünya üzerinden farklı örneklerini görmek ve oradan konuklarla buranın seyircisini bir araya getirmek, bir yandan LGBTT seyircisiyle, film seyircisinin bir arada olması, yani ortak alanlarda buluşmak, bu konuların kendisini tartışmak gibi hedeflerimiz var.

Kuirfest 4. yılında Ankara dışında İstanbul’a da gitti. Bu yıl da devam ettik İstanbul’a. Ayrıca bu sene İzmir’de ve Mayıs-Haziran aylarında da Adana ve Mersin’e gidecek. Dolayısıyla festival coğrafi olarak da alanını genişletti. Biraz bu şehirlerden gelen taleplerin de etkisi var ve festival olarak çok sevindirici bir şey. Yani, bu filmler buraya geliyor, Ankara’da gösteriliyor, altyazısı için uğraşılıyor ki normalde film göstermek yani, altyazı göstermek biraz masraflı bir iş ve biz de bunun ne kadar büyük alana yayılırsa o kadar iyi olacağını düşünüyoruz. Oralardan talep geldikçe de her şekilde gerek festivali taşımak, gerek Pembe Hayat’ın farklı etkinliklerindeki filmlere destek vermeye çabalıyoruz. Bu sene festivalde atölyelere de yer verdik. Atölyelerimizden biri, akıllı telefonla belgesel film çekim atölyesiydi. Bu aslında bizim öncelikle, LGBTT bireylerinin artık kendi materyalleriyle de üretmesine destek olmak istediğimiz bir atölyeydi. Festival artık bir yandan Türkiye’deki LGBTT film üretimine de katkı sağlamak istiyor, dolayısıyla bu tarz atölyelerle en azından temel seviye eğitimleri tamamlamak ve bu atölyeleri daha genişletip belki gerçekten festivalle doğacak yönetmenlere olanak sağlamak, bir yandan tabii festivalin Türkiye’deki tek festival ama uluslararası festivallerle işbirliği yıllardır devam ediyor. Beş senedir her sene en az iki festivalden olmak üzere, çeşitli uluslararası film festivallerini ya da öncü film festivali gibi festivalleri konuk ediyoruz seçkileriyle beraber. Hem o ülkelerin kuir programlarını buraya taşımak adına ve örneğin Hollanda’daki kuir filmlere dair dönemsel kısalar, animasyonlar vs. bakış açısını genişletmek adına hem de bu tanışıklığı ilerletmek ve onların da biraz Türkiye’de neler olup bittiğini, festivalin kendi kimliğini, nasıl bir festival olarak konumlandığını görmeleri adına güzel bir yöntem. Dolayısıyla buradan çıkacak filmlerin, buradan çıkacak üretimin dağıtımını da bir yerde garanti etmek demek bu.

Exit mobile version