Site icon Rojnameya Newroz

Kötülük ve Cezasızlık 

HDP

Bülent Tekin / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız 

Yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet cezasızlıkla ödüllendiriliyor. Ekâbirin bu 
dokunulmazlığı emekçinin, garibanın, ezilenin daha fazla ezilmesine neden oluyor. Bu 
cezasızlık bana yazarın (1) 1700’li yılarda olan ve bir hırsız ve yankesicinin anlattığı bir 
ceza uygulamasını hatırlattı: “Etrafımıza hayran hayran bakarken, hiç ummadığımız, 
çok şaşırdığımız bir şey gördük. İnsanlar, yaklaşan tuhaf bir şeyi görmek için birden 
koşmaya başladılar. Gerçekten de tuhaftı: Belden yukarısı çıplak iki adam rüzgâr gibi 
yanımızdan geçti. İki adamın bahse tutuştuklarından, kim kimi geçecek yarışına 
giriştiklerinden başka bir şey hayal edemedik. Sonra birden gördük ki adamlara bağlı 
ve gevşek durumdaki sicime benzeyen iki uzun ip aniden çekildi, iki yarışçı zınk diye 
durdu, sonra da birbirine yakın vaziyette durup hiç kımıldamadılar. Neler oluyordu 
acaba? Okuyucu, bu iki adamın peşinden elinde iki ipin ucunu tutarak gelen ve onlara 
yetiştiğinde de diğer elinde tuttuğu kırbacı ya da kamçıyı sırtlarında şaklatıp, korkunç 
darbeler indiren adamı fark ettiğimizde kapıldığımız şaşkınlığın büyüklüğünü 
anlayabilir. Bu zavallı sefil adamlar, orada sıcak bir karşılama beklerken, iplerinin ya 
da urganlarının uzunluğunun izin verdiği ölçüde, yaklaşık yarım mil olan cadde 
boyunca sıçraya sıçraya koştu… Biraz soruşturunca ikisinin de İskoç olduğunu, tıpkı 
bizim de İngiltere’de verdiğimiz cezalara benzer şekilde, o bildik (yankesicilik ve 
hırsızlık vb.) suçlar için kırbaçlandıklarını öğrendik. İpi elinde tutup bunları 
kırbaçlayan adam da kasaba cellâdıydı ki unutmadan söyleyeyim, devamlı maaşı olan, 
varlıklı, önemli bir memurdu. Üstüne üstlük, işinde ondan ustası yoktu, bu sayede epey 
para biriktirmişti.” Yazarın bu anlattığına bakınca böyle yankesicilik, hırsızlık gibi 
masumane suçlara o yıllarda verilen ceza bununla yetinmiyor, asılmayla son bulduğunu 
biliyorum. Bizde ise hırsızlık vb suçlara uygulanan cezasızlık ve ceza verenlerin artık 
Mercedes, Porsche gibi araba modellerine sahip olmaları yadırganmıyor. 

21 yıllık AKP iktidarının geldiği, getirdiği durum nedir? Hangi sistemle 
yönetiliyoruz? Demokrasi mi bu? Ya da başka bir sistem mi? Otoriter ya da totaliter bir 
sistem mi? Bu konuyu biraz teoriden bakmak gerekir diye düşünüyorum: 

“Genel hatlarıyla vurgulayacak olursak, totaliter rejim nitelemesi en katı ve 
monolitik diktatörlükler için kullanılırken, otoriter rejimin aynı derecede monolitik ve 
katı olmadığı kabul edilmektedir. Otoriter rejimleri totaliter rejimlerden ayıran bir 
diğer özellik, iktidardaki kişi ya da grupların siyasal gücünün diğerine oranla bir ölçüde 
denetlenebilmesidir. Otoriter rejimler de kuşkusuz kitleler üzerinde baskı kurma, onları 
çeşitli manipülasyonlarla sisteme bağlama ve bir lider kültü yaratma gibi yöntemlerle 
demokratik işleyişleri sınırlandırırlar. Ancak totaliter diktatörlük, parlamenter rejimin 
direği kabul edilen kuvvetler ayrılığı ilkesini ezip geçen, parlamentoyu ve siyasal 
partileri fesheden ya da fiilen işlemez kılan ve her türlü siyasal erk kaynağını, 
yasamasından yargısına yürütme tekelinin sultası altına sokan bir siyasal rejimdir. 

Otoriter ve totaliter rejimler burjuva düzenin olağanüstü biçimlenmelerini teşkil 
ettiklerinden, kuşkusuz pek çok noktada benzeşmektedirler. Zaten totalitarizm 
otoriterizmi içeren, ancak toplumda onu aşan bir biçimde kuşku, korku yaratan ve 
baskıları açıkça alabildiğine yoğunlaştıran bir niteliğe sahiptir. Totaliter diktatörlük 
kanun hükmünde kararnamelere dayanan işleyişlerle burjuva parlamentarizmini sona erdirir, burjuva demokratik hakları, hukuku yok eder. Totaliter bir rejimin 
meşruiyetini seçimlere ya da yasalara dayandırmak gibi bir mecburiyeti yoktur. Fakat 
Hitler örneğinde olduğu üzere, faşizmin iktidara tırmanırken seçimle işbaşına gelmesi 
ve o noktadan sonra parlamenter örtüsünü üzerinden atarak çıplak haliyle iktidara 
yerleşmeye, kurumsallaşmaya çalışması pekâlâ mümkündür. Ayrıca fiilen iktidar 
koltuğuna kurulan faşist rejimlerin, halka ‘kabul ettirdikleri’ Anayasalarla iktidarlarını 
kurumsallaştırıp taçlandırdıkları da çeşitli tarihsel örneklerle sabittir. Totalitarizmi 
somutlayan faşist rejimler, genelde devrimci yükselişi ve işçi hareketini acımasızca 
ezmeye yönelik saldırılarıyla tarihe geçmişlerdir. Bu gerçeklik Türkiye’de 12 Eylül 1980 
askeri darbesiyle tepeden inen faşist rejimin niteliği ve uygulamalarıyla da dört dörtlük 
kanıtlanmıştır. Ne var ki tarih hep aynı biçimde tekerrür etmiyor. (…) 

Burjuva diktatörlüğün en uç örneğini teşkil eden totaliter diktatörlük (faşizm) 
savaş ve kriz gibi olağanüstü koşulların ürünü olduğundan, yasama, yürütme ve yargı 
arasındaki olağan işleyişe son verir. Parlamenter rejimin kuvvetler ayrılığıyla anlatılan 
burjuva demokratik dengesi mutlak anlamda son bulur. Seçim ve Meclis gibi olgular, 
liderin elinde merkezileşen siyasal erkin birer vitrin süsü kılınırlar. Yasama ve yargı 
dâhil tüm güçler, yürütmenin mutlak başı olan liderin elinde toplanır. Devlet gücü bu 
temelde alabildiğine merkezileştirilir. Rejimin niteliği gereği, lider, devletin silahlı 
güçlerinin de mutlak başkanı pozisyonundadır. Fiili savaş durumunun yoğunluğuna da 
bağlı olarak, rejim alabildiğine militarize edilir. Kitleler ulusal birlik, bölünme tehlikesi, 
uluslararası terör tehdidi ve benzeri motifler eşliğinde ‘iç ve dış düşmanlar’a karşı 
savaşmaya hazır hale getirilmeye çalışılır. (…) 

Bu denli yoğunlaştırılmış bir iktidar gücüyle donanan faşist liderler, giderek 
toplumun bütününe nüfuz ettikleri ve siyasal-toplumsal gerçekliğin bütününe vakıf 
oldukları zehabına kendilerini kaptırıp megalomanlaşırlar. Faşist lider kendini bu 
psikolojiyle ‘göğe’ yükseltirken, ‘aşağıyı’ da bulunduğu ülkeye ve anın somut 
ihtiyaçlarına adapte edilmiş faşist propagandalar temelinde alıklaştırır. Kendi rejiminin 
alâmet-i farikasını yerleştirmek üzere, ‘biz’ ve ‘ötekiler’ ayrımını alabildiğine 
derinleştirir. ‘Bizden olmayan berhava olur’ deyişi bu durumun çarpıcı bir örneğini 
sunar ve ‘öteki’ diyelim Almanya’da Yahudi iken, Türkiye’de Kürt olur, Alevi olur vb. 
Totaliter diktatörlük, kendi ‘biz’ine ait bir düşünce biçimini ve yaşam tarzını topluma 
dikte etmeye çabalar. Faşist rejim, gücü ve süresiyle orantılı olarak, insanların yıllardır 
içselleştirdikleri kendi doğal yapılarını, yerleşik değer yargılarını sarsan ve bu temelde 
toplumun dokusunu bozan bir terminatör gibidir.” (1) 

Bu yazdıklarımdan ne tip bir sistem ya da rejimle yönetildiğimizi sevgili okura 
bırakmak istiyorum. İçinde bulunduğumuz yönetim biçiminden kurtulmanın bir yolu 
önümüzdeki 14 Mayıs 2023 seçimleridir. Terörist diyorlar, hain diyorlar ve hatta vatan 
haini diyor ya, kolaylıkla. Fenerbahçe, Beşiktaş tribünlerinden, Anayasa Mahkemesi’ne 
kadar terörist ve hain olmayan kitle, kişi, kurum kalmıyor ya! Kendinden olmayan 
herkes ortak paydada buluşuyor demektir: Hain! 

Hiç bu kadar çabuk ve çok hain üretilen bir dönem olmadı. HDP üzerinden 
aslında Kürtler hain ilan edildi, aşağılandı. HDP kapatılmak isteniyor. Aslında kapatılmak istenilen ya da yok sayılmak istenilen Kürtlerdir. 14 Mayıs seçimlerinde 
Kürtler yok sayılmak isteniyor. 

6 Şubat Depremi ile yıkılan şehirlerin yeniden kurulması için harcanacak paranın 
büyüklüğü müteahhitleri mutluluktan çılgına çevirdi. Bu nedenle dahi olsa artık 
seçimleri kazanmak her zamankinden çok daha zor olacaktır. İktidardan ayrılmamak 
için yüz milyarlarca dolarlık bir gerekçe var. 
Bu topraklarda şaşıp kaldığımız kötücül olayların ardı arkası kesilmiyor. Tuhaf 
gelse de gerçek olan, mevcut gelinen noktanın böyle olduğudur. Mesela, Üsküdar 
Amerikan Lisesi ve Ulus Musevi Lisesi arasında 14 Mart’ta oynanan futbol 
müsabakasında, Üsküdar Amerikan takımı gol atıyor ve sonra toplu halde Nazi selamı 
veriyor. Üsküdar Amerikan Lisesi gibi Türkiye’nin en iyi liselerinden birinde, ülke 
koşullarına göre en iyi eğitimi alan öğrencilerin böyle bir davranışta bulunmaları 
oldukça ilginçtir. (2) Oysa Amedspor-Bursaspor arasındaki maçta yapılan ırkçılığın 
üzerinden birkaç hafta geçti. Bursa taraftarlarının barbarca davranışları, Amedspor 
oyuncuları yaraladıkları, taciz ettikleri, ırkçı sloganlar attıkları hafızalarda. 
Tribünlerde Kürtleri dövdükleri, stadyum dışında yakaladıkları Amedspor taraftarını 
sırf Kürt oldukları için darp ettikleri, Kürtlere tehdit altında ırkçı ve Türk üstünlükçü 
cümleler kurdurdukları henüz çok yeni. Bu gidişat iyi değil. Kötülüğün bu kadar 
sıradanlaşmaması gerekirdi. Bir Nazi selamı eksikti, o da oldu! 

(1) Daniel Defoe (1660-17319: İngiliz yazar ve gazeteci. 
(2) https://marksist.net/elif-cagli/totaliter-diktatorluge-hayir 
(3) https://cumhuriyet.com.tr/turkiye/iddia-liseler-arasi-macta-nazi-selami-2061134 

Siyasi Haber 

Exit mobile version