Site icon Rojnameya Newroz

Dr. Cenap Şahabettin: Serveti Fünun’da bir Kürt şairi

Dr. Cenap Şahabettin

Abuzer Bali Han Rojnameya Newroz için yazdı.

DR. CENAP ŞAHABETTİN

-SERVETİ FÜNUNDA BİR KÜRT ŞAİRİ-

(21 Mart 1870, Manastır – 12 Şubat 1934, İstanbul)

Abuzer Bali Han / Araştırmacı -Yazar – Türkolog / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

“Günümüzde Büyük Türk Şairi” olarak anılan Cenap Şahabettin’in Türkçe yazan büyük bir Kürt şair olduğunu vurgulamakta yarar var. Eskiden ve bugün de olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde İstanbul’da yaşayan yüksek bürokrat Kürt devlet adamları oldukça fazlaydı. Bu paşazadelerin çocuklarının çoğu Osmanlıca ve Türkçe’nin yanı sıra birkaç tane de yabancı dii bilirlerdi. Tek bilmedikleri atalarının dili olan Kürtçe dili idi! Şu günlerde İranlı din adamı da Kürtçe için şu demeci vermiş: İranlı imam: “Cehennemin resmi dili Kürtçedir” demiş! (Kaynak: Rûpela Nû, 17 Ocak 2023). 

Türklerin Kürtçeye bakışları da İranlı Molladan aşağı kalmaz. Cumhuriyetten bu yana Kürt dili ya inkar edilmiş ya da yok sayılmış! Askeri Cunta dönemlerinde ise çarşıda gezen ve bir tek kelime Türkçe bilmeyen Kürt köylü ve işçilere her konuşulan Kürtçe kelimeye 5 TL gibi komik cezaların bile verildiği devirler oldu!.. Bilinen odur ki bir halk özgürlükten yoksun ise dili de olmaz!..

Osmanlı bürokrasisinde Kürt aydın ve askeri paşalar bugünkünden daha fazla değil miydi? Osmanlı’da Kürtlere olan hoşgörü neden modern Türkiye Cumhuriyeti’nde sürdürülemedi? Halen anadillerinde eğitim göremeyen Kürt çocuklarının günahı kimlerden sorulmalı?

Bu yazıda bir Kürt aydını olan Dr. Cenap Şahabettin’in Osmanlı’nın Batıya açılan “Edebiyatı Cedide -Yeni Batılı Edebiyat-” adı altında gelişen Serveti Fünun çığırında oynadığı role biraz değinmek isterim. Cenap Şahabettin, İstanbul‘da yaşayan asker bürokrat bir Bedirhani ailenin çocuğu olarak gözlerini Manastır’da dünyaya açar. O’nun doğum yeri olan “Manastır” bugünkü Kuzey Makedonya sınırları içinde yer alan tarihi bir şehir. Eski Yugoslavya Cumhuriyeti yıkılınca orada yaşayan her halk kendi kaderlerini tayin ederek devletlerini kurdular!

Kürdistan nere, Makedonya ve Manastır nere demeyin! Tarihte Kürtler herkes için rol ve fedakarlık üstlenmişler. Sadece kendilerini unutarak, İslami geleneklere dayalı ve başkasının peşine takılarak bir kulluk yazgısına kaderlerini terk ederek sürüklene gelmişler! Sanki onların o dönemdeki durumları günümüzdeki Kürtlerin durumlarından farklı mıydı? Halen 21. yüzyılda şu Kürt kökenli dini tarikatların sırtını sıvazlayıp halkına karşı duruşlarına ne demeli? Halen ulusal bağımsızlıktan uzak, egemen güçlerin işine yarayan örgütlenme şekilleriyle birbirine yabancı ve birbirine düşmanlaştırılan onlarca Kürt parti ve örgütüyle yarım yüzyıldır bir yere varılmadığını artık her Kürt yurtseveri bundan bir ders çıkarmalıdır…

Kürdistanlı bir paşazade ailenin İstanbul’daki yaşantılarının eğitimi sonucu olarak asker olan ve bir de babasının görevli olarak binbaşı rütbesiyle tayininin Manastır’a çıkması sonucu, Cenap Şahabettin de bir Newroz gecesi 21 Mart 1870 tarihinde Manastır’da dünyaya gözlerini açar.

Manastır, Mustafa Kemal’in de askeri sahada rol oynamasının başlangıç yerlerinden biridir. O, önce Selanik Askerî Rüştiye’sini başarılı bir şekilde bitirdikten sonra Manastır Askerî İdadisi’ne (Askeri Lise) girer. Manastır, o dönemde Osmanlı’nın Batı’daki önemli askeri merkezlerinden biriydi. Bu şehrin bende de tarihi bir anısı var. Dedem’in yedi yıl karakol komutanı olarak askerlik yaptığı yerdir Manastır. Yedi yıl sonra ilk kez izine gelen dedem, bir süre memleketinde kalarak evlenmiş. Üç ay sonra da dedem Rus Harbi’ne bir daha dönmemek üzere götürüldüğünde, babam aylar sonra dünyaya gelmiş! Babam bir kez babasını görmeden öksüz olarak doğup, büyümüştü!..

Cenap Şahabettin’in babası Binbaşı Osman Şahabettin Bey, tarihte 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) olarak anılan savaşta Plevne’de mağlup olan Gazi Osman Paşa önderliğindeki şehit askerler içinde yerini alır. Babası şehit olunca henüz yedi yaşlarında olan Cenap Şahabettin de ailesiyle birlikte İstanbul’a döner. Okul çağında olan Cenap Şahabettin, İstanbul’a döndükten sonra Tophane’deki Feyziye Mektebi’nde ilk öğrenimini tamamlar. Eyüp Askeri Rüştiyesi’ne, sonra da baba mesleği olan askerliğe Gülhane Askeri Rüştiyesi’ni bitirerek devam eder. Öğrenimini o zamanki Askeri Tıbbiye’de sürdürür. 1899 yılında Dr. hekim yüzbaşı olarak bu okuldan da mezun olur. Sonra artık kışlalarda askeri doktorluk görevini hayatının sonuna kadar sürdürür…

Dr. Cenap Şahabettin’in etnik yapısı üzerine çok şey söylense de Kürtlüğü üzerine pek az şey bilinir. Tıpkı Arapkirli Atmalı Dr. Abdullah Cevdet gibi! O’nun da halkına hizmeti pek de göz doldurur nitelikte değildi. Karışık olan bu konuya biraz ışık tutmak için Cenap Şahabettin’in etnik yapısını biraz irdelemek isterim. Bu konuyu daha da aydınlatacağımın kanısındayım. Bazı araştırmacılara göre: “Kürtlüğüyle bilinen, dini inancı güçlü olan şair ve yazar olarak tanınan Abdürrahim Zapsu ve damadı eski Kürt sorunu ile ömrünü tüketen, sonunda faili meçhul olarak yakınında bulunan döneklere katlettirilen ve davası yıllarca süren Apê Musa Anter ve Cenap Şahabettin de bilinen Kürtler içinde adlarını vurgulamak gerekir. Günümüzde İsrail’de sayısı oldukça kabarık bir Yahudi Kürt nüfusun varlığından da bahsedilir. Bedirhanilerin bazılarının tamamen Kürtlüklerini unutarak asimile olup, sonradan varlıklarının farkına vardıklarına ben de hayatımda birkaç kez tanıklık etmişimdir. Kürtlerin Yahudiliği konusu da halen araştırılması gereken bir konu olduğunu vurgulamakta yarar var!.. (1)

Tarihteki “Botan Mirleri” olarak Bedirhanilerin atası, Bedirhan Bey (Bedirhan Paşa, 1803-1868) 1845 yılında Osmanlı Devleti’ne başkaldırarak Cizre merkezli Bothan bölgesinde bir hükümet kurarak ve adına para bastırır. Soyu oldukça kalabalık olup, hareminde eşlerinin sayısı halen tartışma götürecek kadar çoktu. Eşleri ve haremi nerdeyse o dönemin Osmanlı padişahı Sultan Abdülâziz’in haremi kadar olduğu söylenir. Bedirhan Paşa öldüğünde torunu olan M. Salih’e göre: “Dedesi Bedirhan Bey’in on altı evlilik yaptığını, bunlardan yalnız birinin (Hamid’in annesi) nikahlı olduğunu, diğerlerinin ise Yezidi cariyeler olduğunu açıklıyor. 1868’de Şam’da öldüğünde ise geride dört eş, yirmi biri kız, yirmi biri erkek olmak üzere 42 evlat bırakmıştı.” der. (Kaynak: Vikipedi-Özgür Ansiklopedi)

Bedirhanilerin günümüzdeki bilinen sayıları ise binlercedir. İçlerinden tanınanların sayısı ise oldukça azdır. Çoğu da asimile olup tarihe karışmışlar. Bir kısmı da egemen güçlerin koltuk değneği konumundalar. Bu arada yurtseverliklerini koruyanlarını da unutmamak gerekir. İçlerinden tanınanlarının arasında Anadolu Ulusal Kurtuluş Mücadelesindeki yeri ve çalışmalarıyla ön plana çıkan kadınlar arasında tanınan Halide Edip Adıvar,  Bedirhan Paşa ailesinden Ali Şamil Paşa’nın üvey kızı ve Prof. Dr. Kamuran Bedirhan’ın da süt kardeşiydi. Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı’nın teyzesinin kızı Bedirhan Bey’in oğlu Bedri Paşa’nın hanımı ve Kürt Teali Cemiyeti Başkanı Emin Ali Bey de Bedirhan Bey’in oğludur. Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı (Gizli İstihbarat Örgütü) her nedense Bedirhanilerin bir kısmını İstanbul’da örgütüne alarak varlıklarını ve aslını bu kesim gizli tutarak asimile olmuşlar. Bu ailelerin çocukları yüzyıl sonra çeşitli kaynak ve şecerelerdeki kayıtlarda Bedirhani olduklarını ancak anlayabildiler!..

Yine Prof. Dr. Mehmet Ali Ayni’nin amcazadesi Hasan Tahsin Bey’in oğlu İsmail Erez, Paris Türkiye Büyükelçiliği yaptığı sırada Asala örgütünün saldırısı sonucu 2 Kasım 1974 tarihinde hayatını kaybetmişti(2). İsmail Erez, Bülent Ecevit’in annesinin kuzeni Emine Musafa Hanım ile İnegöllüzade Saffet Bey’in oğlu Muammer Eriş’in kızları olan Necla Hanım’ın da eşidir. İsmail Erez’in babası Hasan Tahsin Bey’in ikinci eşi Şivezat hanım ise Cenap Şahabettin’in kızıdır. Şivezat Hanım’ın kardeşi Reşika hanım, Süleyman Nazif’in gelinidir. Süleyman Nazif, 29 Ocak 1870 tarihinde Diyarbakır’da doğan, babası da şair ve tarihçi olan Kürdizade Mehmet Sait Paşa’nın annesi de bir Kürt aşiret liderinin kızı olan Ayşe Hanım’dı…

Bülent Ecevit’in dedesi Dersimli Kürdizade Mustafa Şükrü Efendi’nin Kürtlüğünü Ecevit, Kastamonu’yu ziyareti sırasında mezar taşına yazılan eski harfleri kendisi okuyarak çözdüğünü başbakanlığının döneminde bunu basına duyurmuştu! İkinci bir kabir ziyaretinde ise yazılı tarihi belge niteliği olan taşı çalınmış olarak görmüştü!.. Zamanında Güney Kürdistan’dan Anadolu’ya sürgün edilen Bülent Ecevit’in dedeleri önceleri Dersim’in Pülümür bölgesine, oradan da Osmanlı tarafından Kastamonu’ya sürülmüş olan Kürtlerdendiler…(3) 

Yine Kemalist bir tarihçi olarak bilinen Cemal Kutay, Botan Beyi Bedirhan Paşa‘nın üçüncü kuşak torunudur. Cemal Kutay, Tahir Muhlis Bey’in oğlu, Tahir Muhlis Bey ise Bedirhan Bey’in oğlu Hüseyin Kenan’ın oğludur. Yine “Turan” sözcüğünü ilk kullanan, “Türkçülüğün Esasları”nı kaleme alan Ziya Gökalp, Diyarbekir, Çermikli bir Zaza Kürt‘tür. İsmet Rasim Tümtürk, Cenap Şahabettin’in oğluydu. Cenap Şahabettin’in annesi ise Botan Beyi Bedirhani Abdülrezzak’ın torunu Naciye Hanım’dı. (4).

27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle asılan ve Eğitimci-Yazar İbrahim Alaeddin Gövsa’nın kaleme aldığı Cenap Şahabettin ile asılan Fatin Rüştü Zorlu hakkında şöyle yazar: “Fatin Rüştü Zorlu’nun kardeşi Muzaffer Zorlu, Musa Anter’in kayınpederi ve Cüneyt Zapsu’nun dedesi Abdurrahim Zapsu, yazar ve şair olan Cenap Şahabettin ailesinin damatlarıdır. Yazar ve siyaset adamı olan Süleyman Nazif ise ailenin dünürüdür. Halide Edip Adıvar ise Bedirhan Ailesi’nden Ali Şamil Paşa’nın üvey kızıdır. Yahudi asıllı Kürt aşiretlerinin önemli bir kesimini oluşturan Bedirhanlar, “Kripto Yahudiler” ise aslen Kürt olan Yahudilerdir! (5) denilir…

Değerli okuyucular! Orhun Abidelerinden günümüzün Modern Türk Edebiyatına kadar çeşitli dil ve alfabeleriyle bu sahada bir Türkolog olarak araştırmalar yaptım. Bu araştırmalarım sonucu Moğolca, Fransızca, Farsça ve günümüzde unutulan Osmanlıca‘yı öğrendim. Bir de baktım ki üniversiteyi bitirene kadar unuttuğum anadilim olan Kürtçe de bir edebiyat dili olarak geride yasaklı birçok tarihi yapıt bırakmış! Bu tarihten sonra Türkoloji’yi bırakarak Kürt Dili ve Edebiyatı (Kürdoloji) sahası benim esas çalışma sahamı oluşturdu. Bir Kürdolog olarak bir çok yapıtın yanı sıra bir de Rêzimana Kurdî’yi Türkçeye de çevirerek Alan Yayıncılık bunun Türkçe’sini “Kürt Dili Grameri” adıyla 1992 yılında İstanbul’da yayınlattı. 

Türk Dili Edebiyatında şairlere karşı benim ilgim daha küçük yaşlarda orta okulda başlamıştı. Bu dönemden üniversiteye kadar hiçbir Kürt şairinin adını işitmemiştim. Bu bana çok garip geliyordu. Türkoloji okurken Urfalı Kürt şair Nabi’nin (1642-1712) eski Arami alfabesinin taş baskılı nüshasını Osmanlıca diliyle okurken O’nu bir Osmanlı Divan şairi olarak görüp geçmiştim! Urfalı Kürt Nabi, bir beytinde diyordu ki:

Cihân-ârâ cihân îçindedir ârâyı bilmezler! 
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler!..

Bugünkü Türkçe ile açıklaması:

Cihan arayanlar, cihan içinde olduğunu bilmezler!

O balıklar ki deniz içinde yaşar, denizi bilmezler!..

Yukardaki beyitte geçen ifadeler bugün yine birçok Kürt için geçerlidir. Dünyanın en eski kültür ve medeniyet dili olan Kürtçe nerdeyse yazılı ve sözlü olarak varlığını zor kullanır hale gelmiştir. Kendilerini başka uluslardan yana gören asimile olan Kürtlerin sayısı günümüzde oldukça kabarıktır. Ulusların ortaya çıkışı sanayileşmeye, kapitalizme ve modernleşmeye bağlanmaktadır. Memleketimizdeki aşiret çelişkileri, bölgesel liderler insiyatifleri ve dini gericiliğin egemen güçlerle olan ilişkileri Kürt uluslaşmasının önünde büyük engeller oluşturmaktadır…

Ulus, halk egemenliği, bağımsızlık ve farklılık öğeleri halen Türkiye’de tartışılan konular arasında yer alırlar. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Türkoloji’de Modern Türk Edebiyatı‘nı bize okutan ve Batı yanlısı demokrat ve Atatürkçü olan hocamız Prof. Dr. Gündüz Akıncı, bir sömestir kadar uzun süren “Türkçülüğün Esasları” konusunu öğrencilerine övgülerle anlatmıştı. Adı geçen kitabın yazarı ise Kürt olan Ziya Gökalp, (Mehmed Ziya, 23 Mart 1876 Çermik- 25 Ekim 1924 İstanbul), Türk Milliyetçiliğinin babası olarak bilinmektedir. Aslen babası Çermik sancağı eşrafından ve sonradan Diyarbekir’e yerleşmiş olan Hacı Ali Ağa’dır. Gökalp’in babası, Diyarbekir vilâyet evrak müdürlüğü ve nüfus nazırlığında bulunan Tevfik Efendi’dir. Annesi ise Diyarbekirli Piriççizâdelerden Zeliha Hanım’dır. Tevfik Efendi’nin dedesi Hacı Hüseyin Sâbir’in Diyarbekir’de müftülük görevinde bulunması nedeniyle adı geçen aileye “Müftüzâdeler” diye de anıldığı bilinir. Zaza Kürd’ü olan bu aile, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ve temel taşlarını koyanlar arasında yerlerini almışlardır!

Ziya Gökalp, kendi döneminde felsefe ve sosyoloji alanında geniş bir bilgiye sahipti. Yine Osmanlı döneminin en önemli devlet adamlarından biri olduğu için İstanbul’un işgali sonrasında, 1919-1920 yıllarında işgal kuvvetlerince Ziya Gökalp de tutuklanarak bir İngiliz sömürgesi olan Malta’ya sürülenler arasındaydı.  Ziya Gökalp, 145 Türk devlet adamı, asker, idareci ve aydının arasında sürgünde geçirdikleri zorlu yaşam şartlarını “Midilli ve Malta Mektupları” adlı yapıtında anlatır (6).

Ziya Gökalp, aynı zamanda da bir şair olarak bilinir. Bu yazıda Servet-i Fünun edebiyatının önemli bir şair ve düşünce adamı olan Kürt kökenli Dr. Cenap Şahabettin’den bahsedeceğim! Lise ve üniversitede okurken şiirleri ile “Tiryaki Sözleri” benim ilgi saham içindeydi! Cenap Şahabettin’in ilk şiiri 1885’te gençlik yıllarında yazdığı ve “Saadet” gazetesinde yayımlanır. Daha sonra Cenap Şahabettin’in şiirleri Servet-i Fünun dergisinde çıkmaya başlar. Şair ve düşünür olan Dr. Cenap Şahabettin, Tevfik Fikret ve Halit Ziya Uşaklıgil ile birlikte Servet-i Fünun edebiyatının üç önemli şairleri arasında yerini alır. Diğer Servet-i Fünuncuların tersine O, bireysel şiir yazmayı tercih eder. Cenap Şahabettin, bir süre sonra “Servet-i Fünun” şairlerinden ayrılarak bireysel şiir yazmayı tercih eder…

Cenap Şahabettin, ustalaşarak Edebiyat-ı Cedide’nin (Yeni Edebiyat’ın) en iyi örneklerini yazanlar arsına girer. Servet-i Fünûn kuşağında Tevfik Fikret’ten sonra şiirin en önemli ustalarından biri Cenap Şahabettin sayılır. Edebiyatın yanı sıra mesleği olan doktorluğu “Sağlık Müfettişliği” ve çeşitli devlet görevlerinde bulunarak sürdürür. Dr. Cenap Şahabettin’i, Balkan Savaşları’ndan sonra Tasvîr-i Efkâr gazetesi tarafından birkaç defa Avrupa’ya gönderirler. Fransızcası oldukça iyi olan Dr. Cenap Şahabettin, gezi izlenimlerini gazetede “Avrupa Mektupları” başlığı ile 1916’da yayımlatır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, dördüncü ordu kumandanı ve gazeteci Hasan Cemal’in dedesi olan Cemal Paşa’nın davetiyle o dönemde Osmanlıya bağlı olan Suriye’ye gider. Bu gezileri de Tasvîr-i Efkâr gazetesinde 1918 yılında “Suriye Mektupları” adıyla yayımlatır.

Dr. Cenap Şahabettin, Tanzimattan sonra Batı edebiyatı tesirinde gelişen Türk şiirinde Abdülhak Hamid’ten sonra en büyük yenilikleri kendi şiirde yapan şairler arasında yer alır. Bir dönem düz yazıya yönelen ve “Tanin”, “Hürriyet”, “Hak”, “Kalem” gibi gazetelerde değişik konularda doktorluk mesleğinin yanı sıra, yazı ve makaleleriyle de yazarlığını sürdürür.

Dr. Cenap Şahabettin, tıbbiyede okurken başarılı bir öğrenci olarak mezun olduğu için 1890 yılında cilt hastalıkları alanında eğitim almak üzere devlet bursuyla Fransa’ya gönderilir. Dört yıl uzmanlık eğitimini başarı ile gördükten sonra tekrar İstanbul’a döner. O dönemde yaygın olan bulaşıcı hastalıklarla mücadele etmek için Osmanlı toprakları sayılan Rodos ve Cidde’de karantina doktorluğu ve sıhhiye müfettişliği görevlerinde bulunur.

Dr. Cenap Şehabettin, yaşamının son yıllarında yoğun bir şekilde üzerinde çalıştığı Fransızca-Türkçe sözlüğünü tamamlamadan, beyin kanaması nedeniyle 12 Şubat 1934 tarihinde İstanbul’da vefat eder. Şairin cenazesi vasiyeti üzerine Bakırköy Mezarlığı’nda yatan ve çok sevdiği kızı Destine (Kürtçe imza anlamında) Hanım‘ın yanına defnedildi.

Gazeteciliği:

1902- 1910 yılları arasında İttihat Terakki’nin çıkardığı Şurâ-yı Ümmet gazetesinin başyazarlarından biri olarak önemli yazılar kaleme almıştır.

1908 sonrasında Tanin gazetesinin ünlü yazarlarından biridir.

Hürriyet gazetesinin başyazarlığını yürütmüştür.

Peyam-ı Sabah gazetesinde Milli Mücadele karşıtı yazılar kaleme almıştır.

1908- 1914 yılları arasında Tanin, Tasvîr-i Efkâr ve Hak gazetelerinde günlük konular üzerinde yazdığı yazılardan bir derleme olarak Evrâk-ı Eyyâm adlı eseri yayımlanmıştır.

Cenap Şahabettin’in Tüm Eserleri:

Şiir:

Tâmât (1887)

Seçme Şiirleri (1934, ölümünden sonra)

Bütün Şiirleri (1984, ölümünden sonra)

Terâne-i Mehtap

Tiyatro:

Körebe (1917)

Küçük Beyler

Yalan

Düzyazı:

Hac Yolunda (1909)

Evrak-ı Eyyam (1915)

Afak-ı Irak (1917)

Avrupa Mektupları (1919)

Nesr-i Harp, Nesr-i Sulh ve Tiryaki Sözleri (1918)

Vilyam Şekispiyer(1932)

Tiryaki sözleri (Özdeyişler)

Suriye Mektupları

Aşağıda Dr. Cenap Şehabettin‘in Elhan-ı Şita şiiri ve  günümüzün Türkçesiyle!

Elhan-ı Şita

(Kış Nağmeleri)

Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş;
Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar
Geçen eyyâm-ı nevbahârı arar…
Ey kulûbün sürûd-i şeydâsı,
Ey kebûterlerin neşîdeleri,
O bahârın bu işte ferdâsı:
Kapladı bir derin sükûta yeri karlar
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar!

Ey uçarken düşüp ölen kelebek,
Bir beyâz rîşe-i cenâh-ı melek gibi kar
Seni solgun hadîkalarda arar;
Sen açarken çiçekler üstünde
Ufacık bir çiçekli yelpâze,
Nâ’şın üstünde şimdi ey mürde
Başladı parça parça pervâze karlar
Ki semâdan düşer düşer ağlar!

Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar;
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar gibi kar
Sizi dallarda, lânelerde arar.
Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân,
Şimdi boş kaldı serteser yuvalar;
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgan! –
Son kalan mâi tüyleri kovalar karlar
Ki havâda uçar uçar ağlar!

Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir
Berg-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter…
Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir-
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler!

Her şâhsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! –
Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümîd…
Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek.
Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd!

Göklerden emeller gibi rîzân oluyor kar,
Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar.

Bir bâd-ı hamûşun per-i sâfında uyuklar
Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar.

Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzan,
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân,

Karlar.. bütün elhânı mezâmir-i sükûtun,
Karlar.. bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun…

Dök hâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök,
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök:

Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi;
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi! …

Elhan-ı Şita

Kış Ezgileri

(Günümüz Türkçesi)

Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş,

Eşini kaybeden kuş gibi kar

Geçen ilkbahar günlerini arar…

Ey kalplerin çılgın nağmeleri,

Ey güvercinlerin ilahileri,

O baharın işte budur yarını

Kapladı derin bir sessizlik yeri.

Karlar ki sessizce sürekli ağlar.

Ey uçarken düşüp ölen kelebek,

Bir beyaz melek kanadının tüyü gibi kar

Seni solgun bahçelerde arar;

Sen açarken çiçekler üstünde,

Ufacık bir çiçekli yelpaze,

Ey ölü, şimdi senin cenazen üstünde,

Parça parça uçmaya başladı karlar

Ki gökten düşer düşer, ağlar.

Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar,

Küçücük, beyaz başlı baykuşlar gibi kar

Sizi dallarda, yuvalarda arar.

Gittiniz, gittiniz siz ey kuşlar,

Şimdi boş kaldı büsbütün yuvalar;

Yuvalarda figansız yetim kalan

Son kalan mavi tüyleri kovalayan karlar

Ki havada uçar uçar, ağlar.

Ey kış günlerinin göğü! Elinde, yığın yığındır:

Yasemin yaprağı, güvercin kanadı, yüklü bulutlar.

Dök ey gök, tabiatın ruhu uykudadır

Kara toprağın üstüne bembeyaz çiçekler…

Her ağaçlık, şimdi -Ne yaprak ne çiçek!-

Ümitsiz ve siyah renkli bir gölgeler yığını…

Ey kış semasının eli, durma çek,

Her ağaçlığın üzerine bir beyaz örtü.

Göklerden arzular gibi dökülüyor kar.

Her yanda hayalim gibi koşturuyor kar.

Sessiz bir rüzgârın saf kanadında uyuklar,

Bir aralık durup sonra uçarlar.

Soldan sağa, sağdan sola titreyerek ve kaçarak,

Kâh uçarak tüyler gibi, kâh yuvarlanarak…

Karlar, sessizlik ilahilerinin bütün ezgileri,

Karlar, melekler âleminin bütün çiçekleri

Ey göğün eli, kara toprak üzerine dök,

Ey göğün eli, cömertliğin eli, kışın eli dök:

Bahar çiçeklerinin yerine beyaz karı (dök)

Kuşların nağmeleri yerine ümit sessizliğini (dök)

Dr. Cenap Şahabettin

Kaynakça:

1.15 Mart 2014, adanakulturdernegi.org).

2.Vicipedi: İsmail Erez (28 Eylül 1919, Bakırköy, İstanbul – 24 Ekim 1975, Paris, Fransa),

3 Ayşe Hür, Artı Tv-Tarihin Peşinde, Özgürüz Radyo-Tarihin Öteki Yüzü, Kısa Dalga-Tarih    Defteri, Bülent Ecevit’in baba tarafından dedesi, Mustafa Şükrü Efendi, Kastamonu’ya sürgün  edilmiş bir Kürt ailesinin oğluydu,

4. (Rûpela Nû, A. Buram, 2 Şubat 2017, Kaynak:Türk Milliyetçilerine göre gerçek Türklük

5. Dr. Mahmut Rişvanoğlu, A.Akgül, s: 448). „Kürt Yahudi’dir!“ denilmektedir.

6. Vikipedi, özgür ansiklopedi, Ziya Gökalp, Midilli ve Malta Mektupları.

(1989 Ziya Gökalp Külliyâtı-II Limni ve Malta Mektupları. Ankara: Türk Kültür Dil ve Tarih   Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları. 

7. Yahudi Kürtler, 15 Mart 2014, adanakulturdernegi.org

Exit mobile version