Site icon Rojnameya Newroz

“ÖN SAVUNMA(M)”: USÛL İLE ESASA MÜNDEMİÇ İTİRAZ VE KANAATLERİM

TEMEL DEMİRER / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

I) “DAVA SÜRECİ(M)”

I.1) 20 TEMMUZ 2015’TE SURUÇ’TA NE OLDU?

II) İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

II.1) KAPSAMI VE NİTELİĞİ

II.2) AİHM VE DURUM(UMUZ)

II.3) “GENİŞ” VE “DAR” YORUMLARA ÖRNEKLER

III) “MERAK EDİYORUM…” ÇÜNKÜ!

III.1) “MÜDAHALE” Mİ VAR?

III.2) ZORUNLU BİR PARANTEZ

III.3) “HUKUK(SUZLUK) ÖRNEKLERİ”

IV) TOPARLARSAM

“ÖN SAVUNMA(M)”: USÛL İLE ESASA MÜNDEMİÇ İTİRAZ VE KANAATLERİM[*]

TEMEL DEMİRER

“Dünyanın mutsuzluğunu yüklendik,

bu cezalandırılacak bir kibirdir.”[1]

İstanbul Cumhuriyet Savcısı Edip Şahiner (139783) imzalı ve 26/09/2018 tarihli “iddianame”, Türk Ceza Kanunu 215/1, 53/1 maddelerinden hareketle hakkımda, “suçu ve suçluyu övme”den(!)[2] iki yıla kadar hapis cezası ile “belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma”mı talep ediyor.[3]

Polis fezlekesinden hareketle, “Anlatılan eylem ve bütün dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği yönünde yeterli delil elde edilmiş olup, yargılamasının yapılarak, eylemlerine uyan yukarıda belirtilen yasa maddeleri uyarınca cezalandırılmalarına, karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur,” denilmesine karşın; ortaya hiçbir somut delil konmadığı gibi, delil olarak da “şüphelinin savunması” (neden ise?) ile “şüphelilerin nüfus ve sabıka kaydı” sunuluyor.

“De internis non iudicat praetor./ Hâkim, içte olan niyet ile uğraşmaz,”[4] vurgusu eşliğinde soralım: Bunlar yeterli delil mi? Hatta bir adım daha atalım: Bunlar “delil” mi?

Veya polise verdiğim ifadede “suça” kanıt ne? (Hukukun ilkelerinden birisi de, “Quae ad unum finem locuta sunt, non debent ad alium detorqueri/ Belli bir nedenle söylenmiş olan başka bir yöne çekilmemelidir,”[5] değil mi?)

Ya da nüfus ve sabıka kaydım bu dava için nasıl bir kanıt teşkil ediyor? (“Argumentum ad ignorantiam/ Cahilane delil,” dedikleri bu mu acaba?)

En önemlisi de Savcı Şahiner, “Şüpheli hakkında herhangi bir terör örgütü ile iltisakının araştırılması amacıyla ilgili kolluk birimlerine müzekkere yazıldığı, gelen cevabi yazıda şüphelinin PKK/ KCK silahlı terör örgütü ve sol tandaslı terör örgütleri tarafından düzenlenen eylem ve etkinliklere katılan şahıslardan olduğu yönünde bilgiler elde edildiği, geçmiş yıllarda şüpheli hakkında Hatay, Tunceli ve Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılıklarında soruşturmalar yürütüldüğü, bu hususta rapor tanzim edildiği ve dosyaya eklendiği anlaşılmakla,” ibarelerindeki “iddiası”nın(?!) somut kanıtları nelerdir?

“Elde edilen bilgiler” nedir? Bunlar somut olmalı! Yoksa bir iftiranın ötesinde değer taşımaz!

Dava dosyasına eklenen 28/06/2018 tarihli “Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü (Rapor)” başlıklı raporda “PKK/ KCK silahlı terör örgütü ve sol tandaslı terör örgütleri tarafından düzenlenen eylem ve etkinliklere katılan şahıslardan olduğu yönünde bilgiler elde edildiği”nden söz edilip;

i) Ankara 23. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2014/512 Esas sayılı dosyası örnek gösteriliyor: Ancak bu dava hâlen devam ediyor ve hakkımda bir ceza söz konusu değil; cezasız “suç” ve “suçlama” ya da “kanıt” olabilir mi?

ii) Zonguldak 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2003/ 60 soruşturma sayılı dosyası örneği veriliyor: Ama bundan da görevsizlik kararı çıktı…

iii) İstanbul DGM Cumhuriyet Savcılığı’nın 1997/31 sayılı dosyası’na atıf yapılıyor: Bundan da bir cezai müeyyideye maruz kalmadım… (Burada bir “örgüt”ten bahseden polis kaynağı, bu “örgüt”ün kim ya da ne olduğunu da belirtmiyor!)

iv) Hatay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/7295 sayılı soruşturma dosyası kapsamında Adana’da yürütülen yargılamada beraat ettim…

v) Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2012/5 sayılı soruşturma dosyası ise yasa değişikliğiyle kapandı…

vi) Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2007/35590 soruşturma sayılı dosyasından da görevsizlik kararı çıktı…

Yani ben dava dosyasına ekli, 28/06/2018 tarih ve “Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü (Rapor)” başlıklı raporda “delil”(?!) olarak zikredilen hiçbir maddeden cezalandırılmadım! Bu nasıl bir “delil”, nasıl bir “iddia”, bu nasıl bir suçlama?

Hatırlatalım: söz konusu sunum tarzı; “Invitus procurationem suscipere nemo cogitur/ Hiç kimse iradesi hilafına temsilcilik yapmaya zorlanamaz,”[6] ilkesiyle taban tabana zıttır, çelişiktir.

Yeri geldi belirteyim: Hatay, Tunceli ve Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılıkları’nın yürüttüğü soruşturmaların hiçbirinden ceza almadım; iyi de ceza almadığım soruşturmalar nasıl olur da bir “kanıt” teşkil eder?

Bir şeyi daha hemen belirteyim; usûl ve esasa mündemiç itirazlarımı sıralayacağım, özensiz ve öznel bir “iddianame”yle karşı karşıyayız; mahkemenizin Savcı Şahiner’in “iddianame”sini “keenlemyekûn”/ “nul e non avenu”/ “olmamış sayılmış” ilan ederek reddetmesini talep ediyorum.

Bu talebe ilişkin gerekçelerim de şunlardır.

I) “DAVA SÜRECİ(M)”

Yaşamım boyunca defalarca yargılandım. Kaç kez oldu? Hatırlıyamıyorum…

DGM hâkimi Mehmet Orhan Karadeniz[7] tarafından da yargılandım; herkese, “İyi hâkimler, kötü ve zararlı kanunları yontarak düzeltirler,” diyen Fransız özdeyişini anımsatan hâkim Remzi Şirin’i[8] de bilirim…

Jean Paul Sartre’ın, “Beni ben yapan özgürlüğümdür”; Edward Said’in, “Entelektüelin tek dayanağı ödünsüz düşünce ve ifade özgürlüğüdür: Bu özgürlüğü savunma hattını gevşetmek veya dayandığı temellerden herhangi birinin kurcalanmasına göz yummak entelektüelin işine ihanet etmesi demektir”;[9] Selçuk Kozağaçlı’nın, “Zordur sosyalisti yargılamak”;[10] Ahmet Şık’ın, “Savunma yapmıyorum, itham ediyorum”;[11] Platon’un, “İyice bilin ki, bir değil bin kez ölmem gerekse de, doğru bildiğimi yapmaktan vazgeçmeyeceğim,”[12] uyarılarına sadık, yapıtları uluslararası kütüphanelerde yer edinmiş komünist bir yazarım.[13]

Düşünmek, ifade etmek her yazar gibi, benim de “olmazsa olmaz”ım; karşınızda bir kez daha olmamın “nedeni” de bu!

20 Temmuz 2017 tarihinde kamuoyuna Kadıköy’deki Mehmet Ayvalıtaş Parkı’nda (yani açık bir alanda) ve güvenlik güçlerinin de parkın çevresinde bulunduğu hâlde, “Suruç Katliamı”na ilişkin konuşmamın ardından çağrıldığım Kadıköy Polis Merkezi tarafından sevk edildiğim Çağlayan Adliyesi’nde 25 Temmuz 2017 tarihinde[14] (9 Sulh Ceza tarafından) hakkımda duruşmasız olarak “adli kontrol” tedbiri uygulanıp; dosyaya, “Terör örgütü üyeliği”nden gizlilik kararı kondu!

Açık alandaki bir konuşmadan ötürü, “gizlilik kararı konan” bir tedbir! Nasıl bir şeydir bu?

Hem de Fransa’da işçi emeklisi olduğum; Türkiye’de herhangi bir sigorta güvencem olmadığı için tedavilerimi Fransa’da sürdürdüğümü belgeleriyle mahkemeye sunduğum hâlde talebim reddedildi ve “tedbir”de(!) ısrar edildi…

Bu kadar da değil; emniyetin talebi doğrultusunda, polis fezlekesi esas alınıp, buna uygun olarak, “örgüt propagandası”ndan -defalarca ifade etmemize rağmen!- daha sonra düzeltilecek yanlış bir karara imza atıldı ve işler uzadıkça uzatıldı!

Francis Bacon’ın, “İşkencelerin en kötüsü yasayla işkence etmektir,” diye tarif ettiği hâli anımsatan söz konusu tablo, usûl açısından yanlışlarla bezelidir; hatta -izlenecek yol, yordam, yöntem bağlamında- usûlsüzlükten malûldür.

Dava sürecimde, yapılması veya yürürlüğe konması sırasında uyulması gereken hükümler ve izlenecek yollar yanılgılarla müsemmadır; hem de René Descartes’ın, “Usûl o kadar mühimdir ki, araştırmaları usûlsüz yapmaktansa hakikâti aramaktan vaz geçmek daha hayırlıdır,” uyarısını anısatırcasına!

“Türkiye, terörizm suçlamalarının ceza hukukundaki kullanımı bakımından çifte bir hukuki-siyasi kriz yaşıyor. Herkesin bir gün ‘terörist’ olarak kolaylıkla yargılanabileceği tuhaf bir ‘terör hukuku’ uygulaması sadece yurttaşları, avukatları, sivil toplum çalışmaları yapan iş adamlarını değil aynı zamanda gelmiş geçmiş tüm kurucularını/kullanıcılarını da yutan ve yutacak bir ‘kara delik’ hâline gelmiş durumda. Siyasi-hukuki krizin sebeplerinden ilki terörizm kavramsallaştırmasının hukukun içine yerleştirilmesiyle ilgiliyken, ikincisi anti-terör söyleminin Türkiye’deki araçsal kullanımı ile ilgili ve yurttaşlığın ve hakların kaybının yargı eliyle normalleştirilmesi uygulamalarına dayanıyor”ken;[15] bana karşı “delil” olarak kullanılan ifademe -hadi!- “manevi cebir” diyelim; bu “böyle olsa” bile, Yargıtay Cumhuriyet Savcıları Faik Ersöz ile Mücahit Erdoğan tarafından hazırlanan 28 sayfalık tebliğnamede, tek başına “manevi cebirin” başka bir ifadeyle tehdidin suçun oluşumuna elverişli ve yeterli olmadığı kaydedildi.[16]

Walter Savago Landor’un, “Hukuk adalet dağıtmalıdır; kurallar, kaideler değil,” uyarısı “es” geçilerek; yetersiz bir “iddia”yla hakkımda “adli kontrol (cezası)” kondu!

Kim nasıl sunup, ne derse desin; coğrafyamızda -olur olmaz kullanılan!- “adli kontrol” bir “ceza”ya dönüşmüştür…

Oysa günümüzde hiçbir tartışmaya yer vermeyecek biçimde yerleşik temel bir ceza hukuku ilkesi vardır: Suçluluğu kanıtlanıncaya kadar her insan suçsuzdur. Bunun adı masumiyet karinesi ya da suçsuzluk ilkesidir.

Bilinmemesi mümkün mü? Tarihsel kökleri tam 804 yıl öncesinin İngiltere’sine, Magna Carta-1215’e giden, 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nden Türkiye’nin de Avrupa Konseyi kurucu üyesi olarak ta 1950’lerde onayladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-AİHS’ye uzanır. AİHS (m. 6). “Bir suç ile itham edilen herkes yasalara göre suçluluğu ispat edilene dek masum sayılır,” diyor; bu ilke, bizdekiler dahil hemen tüm anayasa ve ceza yasalarında yer alır.

Oysa “adli kontrol” denilen cezalandırmayla Adalet Bakanlığı verilerine göre, 2019’un Ocak ayı itibarıyla 484 bin 599 kişi denetimli serbestlik kıskacındadır.[17]

Hukukçuların, “Türkiye yarı açık cezaevine döndü,” demesi boşuna değildir. Çünkü 12 yılda “denetimli serbestlik” hükümlerine tabii tutulan kişi sayısı 354 kat arttı. 2006’da bin 785 olan “denetimli serbest” sayısı, 2018’de 19 bin 979’u çocuk olmak üzere, 632 bin 885’e yükseldi.[18]

Ve ben de, zikredilenlerden birisiyim…

“Modern hukuk devleti, insan haklarına da saygılıdır, suçluların da, (suçlananların da) insan olmaktan kaynaklanan hakları o devletin teminatı altında olmalıdır,”[19] değil mi?

Socrates’ın, “Hâkimin dört vazifesi vardır: Nezaketle dinlemek, akıllıca konuşmak, temkinli düşünmek ve tarafsızca karar vermek,” tanımı esas alındığında; Prof. Dr. Neyyire Yasemin Yalım’ın ifadesiyle, “Etiğin olmadığı yerde hukuk konuşulamaz.”[20] Yani çağdaş toplumlarda toplumsal düzenin işleyişinde hukuk kuralları ile etik değerler birlikte değerlendirilmektedir.

Tam da bu nedenle hukuk “çifte standartlı” olmaz, olamazken; “adli kontrol (cezası)” bile farklı, farklı uygulanmıştır!

“Nasıl” mı?

Diyarbakır’da 2 polis ve 7 IŞİD üyesinin öldüğü çatışmadan sonra tutuklanan ve ilk 4 duruşmada serbest bırakılan sanıkların tümünün adli kontrol uygulaması da 5’inci duruşmada kaldırıldı. Diyarbakır’da 26 Ekim 2015’te IŞİD’e yönelik operasyonda çıkan çatışmada 2 polis ile 7 IŞİD üyesi öldü. Olayın ardından IŞİD üyesi oldukları ve örgüte yardım ettikleri gerekçesiyle gözaltına alınıp tutuklanan 18 sanık, daha sonra görülen duruşmalarda tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi.

“Örgüte üye olma”, “Tehlikeli madde bulundurma” ve “Ateşli Silahlar Kanunu’na muhalefet” suçlarından 15’şer yıla kadar hapis istemiyle açılan davanın 5’inci duruşması Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmaya, tutuksuz yargılanan sanıklar ve avukatları katıldı. Yapılan kimlik tespitinin ardından geçilen duruşmada, sanık avukatları müvekkilleri için uygulanan adli kontrolün kaldırılmasını talep etti. Avukatların talebini kabul eden mahkeme, sanıkların 15 günde bir imza verme şeklinde gerçekleşen adli kontrol uygulamasını kaldırdı.[21]

IŞİD’lilere iki haftada 1 kez verilen “adli kontrol (cezası)”, bana haftada iki kez uygulandı.

“Çifte standart” bu kadar da değil!

Bir şey daha var: 25 Temmuz 2017’deki isnat; 26 Eylül 2018 tarihinde, yani tam 14 ay sonra “iddianame”ye dönüştü ve 6 ay sonra da 21 Mart 2019’da mahkemenizin karşısına çıkabildim; bu kabaca 20 aylık bir süreye tekabül etti.

Oysa Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) tarafından 1 Kasım 2018’de ihraç edilen ve 8 Kasım’da tutuklanan eski savcı Ferhat Sarıkaya hakkında Ankara Cumhuriyet Savcısı Murat Özcan tarafından 12 Kasım 2018’de “FETÖ üyeliği” iddianamesi 4 günde hazırlandı.[22]

“Iustitiae dilatio est quaedem negatio/ Geciken adalet onun reddi demektir,”[23] ilkesinin altını çizerek sorayım: Sürecin bu kadar hızlı işlemesi için ne yapmalıyım?

Buraya kadar değindiğim soru(n)lar, AİHM usûl ve kararlarıyla da çelişmektedir.

İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki örnek üzere kimi itiraz ve tepkilere hedef olan[24] AİHM konusunda; Anayasa Hukuku profesörlerinden İstanbul Milletvekili İbrahim Özden Kaboğlu’nun, “AİHM kararına meydan okuma, öncelikle Türkiye’yi, Avrupa Sözleşmesi’nin felsefi dayanağı olan ‘gerçekten demokratik rejim’ anlayışına daha fazla yabancılaştırır,”[25] tesbitine önem verdiğimin altını çizerek; heyetinize anımsatayım:

AİHM, kanundaki “Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır” hükmünün hukukiliğini tartıştı, aşırı geniş yorumlandığına hükmetti[26] ki, “Suçu ve Suçluyu Övmek” de bu kapsamda ele alınmalıdır.

I.1) 20 TEMMUZ 2015’TE SURUÇ’TA NE OLDU?

Esasa ilişkin görüşlerimi belirtmeden önce, Suruç Katliamı ve ifade özgürlüğü konusunda ne olduğunu ve ne anladığımı ifade etmekte büyük yarar görüyorum.

20 Temmuz 2015’te Urfa’nın Suruç ilçesinden Suriye’nin Rojava bölgesindeki Kobanê kentine insani yardım malzemeleri ve çocuk oyuncakları götürmek isteyen gençler, canlı bomba saldırısı ile katledilmişlerdi. Katliamın ikinci yılında saldırı bilgisinin istihbarata geldiği ancak önlem alınmadığı ortaya çıktı.

‘Milliyet’ yazarı Tolga Şardan’ın 24 Temmuz 2017 tarihli yazısında aktardıklarına göre; bir istihbarat elemanının patlama öncesinde Suruç birimlerine olayın gerçekleşebileceğine dair bilgiler vermiş ancak hiç bir önem alınmamıştır. Emniyet İstihbaratı’ndan yapılan tek bilgi paylaşımının ise, Kobanê’ye yardım için giden gençlerin “Suruç’ta eylem yapabileceği” yönündeki iddiaları içerdiği öğrenmiştir.

‘Milliyet’ yazarı Tolga Şardan’ın yazısının ilgili bölümü ise şöyle:

“Aldığım bilgilere göre, müfettişler, Suruç’taki canlı bomba eylemcisi Abdurrahman Alagöz’ün devletin bildiği bir isim olduğunu tespit etti.

Çünkü, Alagöz hakkında bazı yazışmalar devlet kayıtlarında bulunuyordu. Adıyaman’daki DEAŞ yapısı içinde olan Alagöz’ün “kayıp” olduğu yönünde ailesinin polise başvurması sonrasında, Adıyaman Emniyet Müdürlüğü bu gelişmeyi Ankara’daki Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı’na bildirmişti.

İstihbarat Dairesi, Türkiye’deki eylemleriyle ön plana çıkan ve adını duyuran DEAŞ hücrelerinden birisinde yer alabileceği kuşkusuyla Alagöz’ün adını 81 ildeki emniyet müdürlükleri bünyesindeki yerel istihbarat ünitelerine bildirdi.

Ancak, tam da bu noktada bir atlama yaşandı.

Müfettiş tespitlerine göre, Emniyet İstihbarat Dairesi, bu bilgiyi Milli İstihbarat Teşkilâtı (MİT) ile paylaşmadı.

Bu bilginin MİT’le paylaşılmaması önemli bir ihmal.

Kaldı ki, canlı bomba eyleminden çok kısa süre önce MİT’in bir elemanı, teşkilâtın Şanlıurfa’daki ünitesini telefonla arayıp Suruç’ta bomba patlatılacağı bilgisini verdi.

Bu iki durumu birbiriyle bağlantıladığımızda ortaya bir ihmal durumu çıkıyor.

Emniyet İstihbaratı’nda Suruç saldırısı çerçevesinde MİT’le bilgi paylaşımı konusunda yaşanan “atlamanın” kaynağı ise, yazışmaları yapan polis olarak gösteriliyor. 17-25 Aralık sürecinden sonra Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi’nde göreve başlayan polis memurunun, diğer kurumlarla yapılacak yazışmalar konusunda yeterli birikime ve bilgiye sahip olmadığı gerekçesi ortaya konuluyor.

Suruç’la ilgili Emniyet İstihbaratı’ndan gelen bir bilgi paylaşımı mevcut. Ama bu bilgi, Kobanê’ye yardım için Suruç’ta toplanan grubun eylem yapabileceği yönündeki bilgileri içeren istihbarat paylaşımları. Devletin tanıdığı, bildiği Abdurrahman Alagöz ya da başka bir DEAŞ üyesinin bomba patlatacağı yönündeki bir bilgi değil.

Müfettişlerin araştırmaları sonucunda hazırladıkları rapor doğrultusunda Suruç’taki bazı yerel yöneticilerin ifadeleri alındı.

İçişleri Bakanlığı, kendi bünyesindeki bu devlet görevlilerine idari cezalar verdi.”[27]

Katliam olarak anılması gereken “olay” bu…

“Bu saldırı Türkiye’nin en büyük gençlik katliamı olarak kazındı hafızalara… Katliama ilişkin davada ise bugüne kadar bir arpa boyu yol alınamadı: Olayın üzerinden 18 ay geçtikten sonra iddianame hazırlandı.”[28]

Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) üyesi 33 kişinin yaşamını yitirmesi 100’den fazla kişinin yaralanmasıyla ilgili davaya Şanlıurfa 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam edildi. Davanın 5. duruşmasında katliamda yaralanan Volkan Uyar, “Yolda bebek mamaları dahi arandı. Ancak Amara Kültür Merkezi çevresinde hiçbir arama yoktu. Biz katliam gerçekleştiğinde yanan bedenleri kurtarmaya çalışırken, üzerimize gaz bombaları yağdırlar. Buna neden olanlar davada sanık olarak yargılanmalıdır,” derken;[29] “Suruç Katliamı’yla ilgili açılan ikinci davanın polis sanığı A.K., patlamadan önce saldırganla ilgili kendilerine bilgi geldiğini ama ‘bilgi istihbari olmadığı için’ bir şey yapmadıklarını söyledi, ‘Güvenlik önlemi alınıp alınmadığını bilmiyorum,’ dedi.

Yani, yukarıdaki cümlede olduğu gibi, neden bir şey yapmadıklarını, saldırıya neden seyirci kaldıklarını böyle açıkladı, kendini böyle savundu. Sanık polis ayrıca, Adıyaman İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün eksik araştırma yaptığını da açıkladı.

Diğer sanık polis A.O.D., daha da ileri gidip ‘Bu şahsı [intihar saldırganı] deşifre edemeyen sorumlular İstihbarat Daire Başkanlığı, Adıyaman İstihbarat Şube Müdürlüğü, Antep İstihbarat Şube Müdürlüğü ve Urfa İstihbarat Şube Müdürlüğü’dür. MİT’i söylemiyorum bile. Söyleyince ‘MİT’ten sana ne’ diyorlar’ dedi.”[30]

Özetle savcının konuşmamda “delil” olarak kullandığı Suruç gerçeği bu merkezde; ve ben Tolga Şardan’ın ‘Milliyet’ gazetesindeki haberden fazla bir şey söylemedim.

Ya “Paramaz Kızılbaş’a yoldaş” demem mi?

IŞİD’e karşı laikliği savunan birisine; “Anama Anam; Babam Babam” dercesine “Yoldaş” demem ne sakıca olabilir ki?

Hem ben dönemin Başbakanı Ahmed Davudoğlu gibi, “IŞİD terörist değil, öfkeli bir grup genç”…[31]

Ya da Başbakan Yardımcısı Emrullah İşler gibi, “IŞİD öldürüyor ama işkence dahi yapmıyor”…[32]

Veya AKP Meclis Üyesi Selim Yağmur gibi, “IŞİD iyi ki varsın Allah kurşununu azaltmasın”…[33] falan da demedim!

“Yoldaş” demek “suç” ise, yukarıdaki ifadeler ne?

Bir şey daha: Savcının cezalandırılması talebini dayandırdığı TCK 215/1 maddesi, “İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi övme” “suç”unu, “bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkmış” olmasına bağlar. Benim vak’amda bu davanın görülebilmesi için şu sorunun yanıtlanması gerekmektedir:

Benim Suphi Nejat Ağırnaslı’yı “yoldaşım” olarak nitelemem, “kamu düzeni açısından” hangi “açık ve yakın tehlike”ye yol açmıştır?

II) İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Düşünce ve ifade özgürlüğünü sonuna kadar destekledik,”[34] demek ihtiyacını hissettiği hâlin gereğini yerine getirdiğim için “yargılanıyor” olmak, şaşırtıcı…

Aslı sorulursa davaya konu olan meselede, Anayasa’nın düşünce, vicdan ve kanaat hürriyeti gereğini yerine getirdim.

Çünkü Anayasa Madde 25: “(1) Herkes düşünce, vicdan ve kanaat hürriyetine sahiptir. (2) Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce, vicdan ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz,” der.

Çünkü Anayasa 26. Madde “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hürriyetine sahiptir”

Çünkü Anayasa Madde 15: “Kimse din, vicdan, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz ve bunlardan dolayı suçlanamaz; suç ve cezalar geçmişe yürütülemez; suçluluğu mahkeme kararı ile saptanıncaya kadar kimse suçlu sayılamaz,” vurgusu ile Anayasa 38. Madde hükümleri ile “Herkes aksi ispat edilinceye kadar masumdur,” ilkesi anayasal güvence hâlindedir.

O hâlde? “Suç” ne ve nerede?

Birisi eylem ve düşüncelerimizi yargılıyorsa ve bunun yanlış olduğuna inanmamızı istiyorsa sözden çok daha fazlasını göstermesi gerekir. Düşünce ve eylemlerimizden vazgeçmemize sebep olacak kanıtlara ihtiyacımız var.

Suruç’a “Katliam” demenin; Türkiye’nin de “terör örgütü” olarak tanımlayıp savaş hâlinde olduğu IŞİD’e karşı, laiklik için mücadele veren birine, “Yoldaş” diye hitap etmenin sakıncası ya da “suçu” veya “suçluyu övme” kapsamında algılanması mümkün mü?

Düşünce ve eylemim hiçbir canlıya zarar vermiyorsa; kimilerinin bu konuda ne düşündüğü ya da vehmettiği çok da önemli değildir.

Nihayetinde bu benim düşüncem, benim hayatım ve benim eylemlerim sonuçta. Üstelik kimseye de zarar vermiyorken eklemeliyim: İfade özgürlüğü nefes kadar önemlidir

Öncelikle ilkeyi hatırla(t)makta yarar var: İçeriğinden bağımsız olarak -konuyla ilgili ne düşünülürse düşünülsün- başkasının düşüncesini özgürce ifade etme hakkının, herkes özellikle de hukukçular tarafından savulması ve siyasi iktidarların bu alandaki rolünün, özgürlükleri yargılamak değil; korumak olması gerekiyor.

“İfade özgülüğünün sınırları var mıdır?” sorusuna verilecek yanıtların bazıları ilkelere işaret ederken unutulmamalıdır ki, özgürlük sınırları genişletildikçe anlamlılaşır ve ifadenin kısıtlanmasını kabul etmenin anlamı yoktur.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Türkan Yalçın’ın da altını çizdiği gibi, AİHS (10), Anayasa 25, 26, TCK 26/1 doğrultusunda ifade özgürlüğü ve eleştiri hakkının kullanılması doğal[35] ve vazgeçilemezdir.

Çünkü bireyi, birey yapan tam da bu doğalvazgeçilemezliktir; “Her birey, neyi yapmasının kendisi için iyi olduğunu kendi gözüyle görmeli ve kendisi karar vermelidir. Birey, tam bir insan olmak istiyorsa, ahlâki bakımdan özerk hâle gelmeli ve hayatını kendi kontrolü altına almalıdır,”[36] diyen Sokrates’in “işlediği suç” gibi…

Söyleneni kabul etmemek; bilineni sorgulamak; topluma uyma adına yanlışları görmezden gelmemek; biat kültürüne karşı çıkmaktır ifade özgürlüğü…

MÖ V. yüzyılda yaşayan Sokrates’in, “Bilinen, söylenen, kabul edilen her şeyi sormak, sorgulamak, aklın süzgecinden geçirmek, özerk akla sahip olmaktır,” öğretisindeki üzere…

Ya da söylenenlere inanmak yerine söylenmeyenleri düşünmek; yapılan yapılmayan her şeyi irdelemek; olan bitenin nedenlerini aramak, arayanlara katılmak; yaşananlardan kişisel-toplumsal sorumluluk duymak; bu sorumluluğun gereklerini düşünmek; bu sorumluluğun gereklerini yapmaya karar vermektir ifade ve düşünce özgürlüğü…

Thomas Jefferson’ın, “Orkestrayı yöneten şef, topluluğa sırtını dönmek zorundadır,” diye ifade ettiği gibi…

Bu bağlamda “Çağcıl hukukta düşünce özgürlüğünü suç sayan her yasal düzgü (norm), kesinlikle ahlâka aykırıdır; temelsizdir. Hiçbir dönemde ve özellikle de günümüzde yasa koyucular, Radbruch formülüne göre, artık asla ahlâka aykırı ceza yasaları yapamazlar. Aklı başında, çağcıl bir yasa koyucu ve devlet bilir ki, kimi suçların suçlularını, sözgelimi Sokrates’leri, Voltaire’leri, Sartre’ları, Nâzım Hikmet’leri, Yaşar Kemal’leri çoğu kez tutuklamak tutuklamamaktan ve mahkûm etmek etmemekten daha sakıncalı, daha tehlikelidir. Devleti ve toplumu, dünya ölçeğinde güçsüz, küçük düşürür. Hem de yüzyıllarca…

Tıpkı yıllar önce Atinalı 502 yargıcın, Sokrates’i ölümle cezalandırması gibi. Evet kurulan yargı, o günkü yasalara uygundu, ama demokratik ahlâka aykırıydı. Tıpkı Nâzım’ınki gibi. Dünya bu tür hükümlülükleri hiç unutmamış ve bağışlamamıştır.”[37]

II.1) KAPSAMI VE NİTELİĞİ

Unutulmasın düşüncenin özgürleşmesi ve önündeki engellerin kaldırılması kilit önemdedir. Çünkü filozof Étienne Balibar’ın altını çizdiği üzere, “Konuşma özgürlüğünden bahsederken Hannah Arendt’in çok önemli bir kavramına değinmek istiyorum: Haklara sahip olma hakkı. Bu nedenle ifade özgürlüğünden bahsetmek istiyorsak konuşma özgürlüğünden bahsetmemiz gerekir… Habermas’ın kavramsallaştırdığı ‘kamusal alan’da her ifade, ifade özgürlüğü olarak ele alınabilir.”[38]

XVIII. yüzyılda, Immanuel Kant’ın kaleminde, Aydınlanmanın motosunu “Sapere aude/ Aklını kullanmaktan korkma” sözlerine ilk kez antik Roma şairlerinden Horatius’un mektuplarında rastlanmış olsa da; Kant’ın deyişiyle “İnsanın kendi kendini mahkûm ettiği toyluktan” kurtulup olgunlaşabilmesi için, ihtiyaç duyduğu aklını kullanma hayli zaman almıştır.

Kolay mı? Örneğin Vatikan Ağustos 1832’de ‘Mirari Yos’ başlıklı bir genelge yayımlayarak, “Devletin yıkılmasının tek nedeni kısıtlanamayan düşünce, ifade özgürlüğü ve kitap okuma sevgisi gibi şeytani işlerdir,”[39] diyebilmişti!

Her türlü tehdit ve tehlikeye rağmen Raoul Vaneigem’in, “Sonsuz ve çürütülemez kabul edilen her düşünce, tanrısallığın ve zorbalığın ağır kokusunu yayar,”[40] görüşünü sonuna dek paylaşan biri olarak; “-Düşündüklerimi ifade etmek için yaşlanmayı mı beklemem gerek?” sorusuna;

“- Her düşündüğünü ifade edebileceğin gün, senin torunlarının torunları bile ihtiyarlamış olacak. Şimdi sır ve korku devrindeyiz. İki yüzün olmalı. Birini kalabalığa göstermeli, ötekini kendine ve yaratıcına saklamalısın. Gözlerini kulaklarını ve dilini korumak istiyorsan; gözlerin, kulakların ve bir dilin olduğunu unut,”[41] yanıtını vermeyenlerdenim…

Aksine “Düşünme yükümlülüğü”yle, “Arayan, tartışan, karşılaştıran, karşı çıkan ve böylece bugünün değerlerini geleceğin değerlerine dönüştürme çabası içinde olandır insan”[42] mottosundan hareketle; “Düşünce ve ifade özgürlüğü olmayan yerde beyin nefes alamaz”;[43] “Fikirlerden korkmayınız. Emin olun ki yeryüzünde zararlı tek fikir tenkit (eleştiri) süzgecinden geçmeyendir,”[44] diyenlerdenim…

İş bu nedenle de;

Jean-Paul Sartre’ın, “Düşünce özgürlüğünden yoksun olmak düşündüğünü söylememek değil, hiç düşünmemiş olmaktır”…

Daniel Defoe’nun, “Hakikâti bulan, başkaları farklı düşünüyor diye onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala hem de alçaktır”…

Sofokles’in, “Vücudum köle olsa da düşüncelerim özgürdür”…

Abraham Lincoln’ün,“Başkalarının hürriyetlerini tanımayanlar, hürriyete layık değildir”…

Noam Chomsky’nin, “Eğer nefret ettiğimiz insanların da ifade özgürlüğü olması gerektiğine inanmıyorsak ifade özgürlüğüne hiç inanmıyoruz demektir”…

Voltaire’in, “Yazdıklarından nefret ediyorum, ama yazmayı sürdürebilmen için canımı veririm”…

Elsa Morante’nin, “İnsana karşı girişilen en kötü şiddet eylemi, aklın küçük düşürülmesidir”…

George Orwell’ın, “Bir toplum gerçeklerden ne kadar uzaklaşırsa, gerçekleri söyleyenlerden o kadar nefret eder”…

Anna Seghers’in, “En korkunç olan susma, yazarların susmasıdır. Çünkü hem işin doğası hem de toplumun istemi, yazarlığın susmamak demek olduğunu açık açık belirlemiştir”…

Lars Iyer’in, “Düşünceleri köpekleri gibi tasmayla gezdiriliyor… Düşünceleri komutlara uymaya şartlanmış… Bu düşüncelerin arkasından pisliklerini temizlemek gerekiyor… Hâlbuki düşüne bizi çağırmalı! Düşünce evcil olmamalı! Gırtlağımıza yapışmalı düşünce”…

Paul Valery’nin, “Düşüncenin üstesinden gelemeyen, düşünenin üstesinden gelmeye çalışır”…

Mahatma Gandi’nin, “Düşünceye gem vurmak, zihne gem vurmak demektir. Bu ise rüzgârı zapt etmekten de zordur”…

Baruch Spinoza’nın, “Bir hükümet söz özgürlüğünü ne kadar kısmaya çalışırsa, ona o kadar karşı konur”…

Aldous Huxley’in, “Hepimizin aynı fikirde olması iyi bir şey değildir. Çalışmayı yaratan fikir ayrılıklarıdır”…

S. Eugel’in, “Fikirler kıvılcım gibidir, birbirini tutuşturur”…

Benjamin Franklin’in, “Demokrasi, iki kurtla bir kuzunun öğle yemeğinde ne yeneceğini oylamasıdır. Özgürlük ise tam teçhizatlı bir kuzunun oylamaya karşı çıkmasıdır”…

Woodrow Wilson’un, “Özgürlük tarihi devletin gücünü artırmanın değil, aksine devletin güç ve yetkilerini sınırlamanın tarihidir”…

Thomas Paine’nin, “İnsanlar hükümetten korktuğu zaman, zorbalık; hükümet insanlardan korktuğu zaman, özgürlük vardır”…

Cemal Süreyya’nın, “Özgürlüğün geldiği gün/ O gün ölmek yasak!” tümcelerine layık oldukları büyük değeri veririm…

Toparlarsak: Felsefeci Prof Dr. İoanna Kuçuradi’nin deyimiyle, bir ülkede düşünceyi açıklama özgürlüğünün var olması, “herkese, egemen olan fikirlere, egemen tabulara ne kadar aykırı olursa olsun, yeni fikirler ve bilgiler getirme hakkının” tanınmış ve bu hakkın yasal güvenceye bağlanmış olması anlamına gelir. Yani bu özgürlük, “böyle bir fikir veya bilgi getiren bir kişiye, hiç kimsenin (herhangi bir devlet organının, yargıçların, polisin vb.) dokunamayacağının, mevcut ya da geçerli olanlara ne kadar aykırı olursa olsun, niteliği veya içeriği ne olursa olsun, onun başka haklarına zarar verilmeyeceğinin güvence altına alınmış olması” demektir. Açıktır ki bu özgürlük kapsamında “dokunulmaması ya da korunması gereken, yeni bilgi ya da düşünceler değil, bunları getiren kişilerin kendisidir”.

Dolayısıyla bu özgürlüğü savunmak, “bütün düşüncelerin, görüşlerin, normların değerce birbirinden farksız, eşit olduğunu öne sürmek” demek değil. İnsan haklarına ters düşen, onlara zarar verdiği/ vereceği anlaşılan düşüncelerin yayılmasını ya da böyle bir normun geçerli kılınmasını, teorik bakımdan savunmak anlamına da gelmiyor. Bu tedbir ve yasakların yeni bilgi ya da düşünce getiren kişilerin hiçbir hakkına zarar vermeyecek nitelikte olmasını da şart koşar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de, düşünceyi açıklama özgürlüğüne dair birçok kararında (özellikle Karataş/ Türkiye Kararı 1999) bu özgürlüğün, “demokratik toplumun ilerlemesinin ve her bireyin gelişmesinin temel koşullarından biri olduğunu” ve “yalnız taraftar bulan, zararsız ya da ilgilenmeye değmez görülen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devlete ya da nüfusun bir bölümüne kırıcı gelen, şoke eden ya da rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerli olduğunu” karara bağladı.

Tüm bunları tekrar, tekrar hatırlatmak zorunda kalmak ne kadar acı!

II.2) AİHM VE DURUM(UMUZ)

Evet düşünce ve ifade özgürlüğü, artık halkın bilgilenme hakkı veya gerçekleri öğrenme hakkının elde edilmesini de sağlayan bir haktır. Devlet, bu özgürlüğü engelleyemez ve kullanılmasına müdahale ederek kısıtlama veya sınırlama getiremez. Devletin basın özgürlüğünü engellemeye yönelik baskı, tutum ve girişimleri, ancak despotik ve otoriter yönetimlerde söz konusu olabilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesinde, ifade özgürlüğü açık ve net olarak, yoruma meydan vermeyecek bir şekilde düzenlenmiştir. Madde ile herkesin ifade özgürlüğüne mutlak olarak sahip olduğu, bu hakkın kullanımında resmi makamların müdahalesinin olamayacağı, haber ve düşünce almak ya da vermek özgürlüğü düzenlenmiştir.

Anayasanın 90. maddesi gereğince, temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmeler ile yasaların çatışması durumunda, uluslararası sözleşmelerin esas alınacağı düzenlendiğine göre, bu konuda çıkarılacak tüm yasaların da bu sözleşmeye uygun olması gerekecektir. Aksi takdirde aykırı yasaların değil, sözleşmenin uygulanacağı Anayasa’nın emridir.

İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu’nun, “AYM kararları kesin ve bağlayıcıdır. Bu kararları tartışmak gibi bir lüks kimsenin elinde yok. Ya hukuk devleti olacağız ya da olmayacağız,”[45] notunu düştüğü AİHM’in anahtar rolü olan içtihatları, genellikle Türkiye ile ilgilidir. Bunların başında da “Dink/ Türkiye”, “Akçam/ Türkiye”, “Tuşalp/ Türkiye” ve “Özgür Gündem/ Türkiye” kararları gelmektedir. En son verilen Nokta Dergisi/Türkiye kararı ile de AİHM, önceki içtihatlarını pekiştirmiştir.

AİHM’ye göre bu özgürlük, demokratik bir toplumun temel değerlerinden birini oluşturmaktadır. Yazılan yazı ve görüşler, katı eleştirileri ve hicivli bir stili içerebilir. Bu bağlamda ifade özgürlüğü, sadece olumlu karşılanan veya zararsız ve tarafsız görülen bilgi ve fikirleri değil, demokratik bir toplumun gereklilikleri olan çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin parçası olan, rencide eden, şoke eden ve rahatsız eden bilgi ve fikirleri de koruma altına almıştır.

Avrupa Komisyonu İnsan Hakları Komiseri Nils Muiznieks, Türkiye’nin özgürlük ve güvenlik hakkıyla ilgili 5 ve ifade özgürlüğüyle ilgili 10. maddelerini ihlâl ettiğini; BM Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü David Kaye de ifade özgürlüğüyle ilgili 10’uncu maddenin yanı sıra BM’nin Kişisel ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ndeki (KSHUS) 19’uncu maddesini ihlâl ettiğini belirtirken;[46] AİHM ve durum(umuz) meselesine gelince:

“Gelinen noktada, ‘ifade özgürlüğünün sınırlanması’ndan bile söz etmek, ‘mantıksal bir yanılgı’ olmaktadır. Çünkü etrafıyla sınır çizilecek bir ‘özgürlük alanı’ bile kalmamıştır. Çünkü artık en küçük eleştiri, itiraz, farklı bir öneri bile, ‘hesabı sorulur’, ‘yazıklar olsun’ mevzisinden püskürtülmektedir.” [47]

‘Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’ (MLSA) ve ‘Uluslararası Basın Enstitüsü’nün (IPI) 2018’in son altı ayında ifade hakkı özgürlüğüne yönelik davaları izleyerek, sonuçlarını paylaştığı Adalet Gözlem Raporu’na göre, “İfade özgürlüğü temelli davaların yüzde 38’inde sanıklar uluslararası standartlara aykırı olarak tutuklu yargılanıyor.”[48]

Bu korkunç bir durumdur ve bu kadar da değildir AİHM’nin düşünce özgürlüğü ihlâlleri ile ilgili aleyhine karar verdiği ülkeler sıralamasında 281 kararla Türkiye geliyor. Türkiye bu alanda açık ara farkla önde, çünkü Türkiye’yi 39 kararla Rusya, 37 kararla Fransa ve 35 kararla Avusturya izliyor![49]

II.3) “GENİŞ” VE “DAR” YORUMLARA ÖRNEKLER

İfade özgürlüğü davaları karşımıza “geniş” ve “dar” yorumların “çifte standart”lığı yanında; örnek kararlar gibi, olumsuz örneklerle de çıkabilmektedir…

Benim davam, ifade özgürlüğünün “dar” yorumlarına, olumsuz örneklerine bir misal teşkil ederken; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Sedat Peker’in, vb’lerinin davaları da “geniş” yorumların örnek kararlarına denk düşmektedir…

Hızla on bir tane örnek sıralayayım:

i) Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 8 Temmuz 2017’de Hamburg’da düzenlediği basın toplantısında HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın için kullandığı “terörist” ifadesi, Diyarbakır 5. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından ifade özgürlüğü sayıldı…[50]

ii) Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında Afrin operasyonuna karşı AKP’li vekillere mektup gönderen 170 aydın hakkında söylediği ağır sözler nedeniyle açılan tazminat davası birkaç dakika süren duruşma sonunda reddedildi. Hâkim, ret gerekçesini Erdoğan’ın sözlerinde “matufiyet” olmamasına, yani “vicdansız, hain, ahlâksız, adi, terör yardakçısı” gibi sözleri kime söylediğinin belli olmamasına dayandırdı. Oysa Erdoğan açıklamasında aydınları hedef alırken açık, açık “milletvekillerine mektup gönderenleri” kastettiğini söylemişti…[51]

iii) Gezi Parkı olayları sırasında polisin attığı biber gazı kapsülüyle ayağından yaralanan Aydın Aydoğan’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” iddiasıyla yaptığı suç duyurusu “düşünce ve düşünceyi açıklama” kapsamında olduğu gerekçesiyle reddedildi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 8 Ağustos 2017 tarihinde Trabzon’daki konuşmasında “Geziciler çıktı meydana dolaştılar. Zannettiler ki Türkiye’yi bitiririz. Arkalarında emperyalist güçler vardı. Bu emperyalist güçler onları kullanıyorlardı 11-12 tane ağaç bir yerden sökülüp başka bir yere taşınıyor diye…” sözleri üzerine Aydın Aydoğan, Erdoğan hakkında 30 Kasım günü İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na şikâyet dilekçesi verdi.

Şikâyet dilekçesini inceleyen Başsavcı Vekili Selamettin Celep, Erdoğan’ın isim belirtmediğini ve sözlerinin “düşünce ve düşünceyi açıklama” kapsamına girdiğini belirterek evrakının işlemden kaldırılmasına karar verdi…[52]

iv) Ankara 14. Asliye Hukuk Mahkemesi, Prof. Oran’ın 12 yıl önce emekli olmasına rağmen profesör unvanlı bir öğretim üyesi olup kamu görevlisi olduğunu ve bu yüzden de “sert, ağır ve hatta incitici eleştirilere de katlanması gerektiğini” savundu. Mahkemenin kararında şu ifadelere yer verildi:

“AİHM’e göre, kamu görevlilerine yönelik eleştirinin sınırı sıradan kişiler için olandan daha geniştir ve kamu görevi yapan kişilerin görevlerinden dolayı kendilerine yönelik sert, ağır ve hatta incitici eleştirilere de katlanması gerekir. Çünkü kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında davranışların eleştirilmesinde kamu yararı bulunmaktadır”…[53]

v) Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında kendisine “terörist” dediği için dava açan Demirtaş’ın 1 kuruşluk tazminat davasını reddeden mahkeme, gerekçeli kararda, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in siyasetçilerin ifade özgürlüğü konusunda verdiği kararlara atıfta bulunuldu. Kararda, Erdoğan’ın avukatlarının, siyasilerin ifade özgürlüğünün daha geniş anlamda değerlendirmesi gerektiği yönündeki savunmalarına yer verildi. Davaya konu konuşmanın kapalı ve mahrem alanlarda değil siyasi alanda yapıldığını belirten mahkeme,… “Konuşmada ele alınan konunun esasen politik bir konu olduğu ve konuşmanın çerçevesinin baskın bir şekilde politik alanda kaldığı açıktır. Bu çerçevede bir siyasetçi olarak davacının, söz ve davranışlarının siyasi rakiplerinden olan davalının sıkı ve yakın denetimi altında olması tabiidir… Kendisine yapılan bu ağır eleştiriye katlanmak durumunda olduğu yukarıda izah edilen ilkelerin kaçınılmaz bir sonucudur” denildi.[54]

vi) Cumhurbaşkanı Erdoğan adına hakkında açılan tazminat davasında savunma yapan avukat avukatı Ahmet Özel, “Düşünce özgürlüğü, demokrasinin temel ilkesidir. AİHM’e göre ifade özgürlüğü, devletin veya nüfusun bir bölümü için saldırgan, şok edici veya rahatsız edici bilgi ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. Bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz,” dedi.

‘Barış Akademisyenleri’nden Candan Badem’in, “Bu suça ortak olmayacağız” isimli bildiriden sonra AKP’li Erdoğan’ın kullandığı “alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksinti verici, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlâksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş” sözlerine karşı açtığı hakaret davası istinaf mahkemesinde reddedildi. Mahkeme, Erdoğan’ın akademisyenlere yönelik sözlerinin, “ifade ve düşünce özgürlüğü” kapsamında olduğuna hükmetti.

Erdoğan hakkında, Candan Badem’in de aralarında bulunduğu akademisyenlere yönelik son derece ağır hakaretler, aşağılayıcı nitelemelerde bulunarak, kişilik haklarına saldırıda bulunduğu gerekçesi ile 10 bin TL’lik manevi tazminat davası açıldı. Erdoğan’ın avukatı, savunmasında dava konusu olan sözlerin, “ifade ve düşünce özgürlüğü” kapsamında olduğunu savundu. Erdoğan’ın avukatı, “müvekkilinin davacının şahsına yönelik bir ifade kullanmadığını, ‘milletin başı’ sıfatı ile kendisini ‘aydın’ diye tanımlayan bir grup akademisyenin terör örgütüne müzahir ve terör ile mücadele eden devletin meşru kuvvetlerine karşı haksız saldırılara yönelik bir kısım eleştirilerde bulunduğunu” iddia etti. Mahkemede ret kararı çıkması üzerine dava istinaf mahkemesine taşındı.

Mahkemenin ret kararını isabetli bulan İstinaf Mahkemesi, “yer, yer incitici sayılabilecek beyanların ifade ve düşünce özgürlüğü kapsamında korunması gerektiğine”, “davacı bakımından ise kişilik haklarına haksız saldırı koşulunun gerçekleşmediği kanaatine varıldığına”, “davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik” görülmediğine hükmetti…[55]

vii) “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi”ni yayımlayan 1128 akademisyeni, kendisine ait internet sitesinde yazdığı, “Sözde aydınlar çanlar ilk önce sizin için çalacak” başlıklı yazıda, “Oluk, oluk kanlarınızı akıtacağız ve akan kanlarınızla duş alacağız!!!” diyerek tehdit eden Sedat Peker,[56] 11 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılandığı Anadolu Adliyesi 20. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki davada, yasal unsurları oluşmadığı için her iki suçlamadan da beraat etti…[57]

viii) İstanbul Anadolu 41. Asliye Ceza Mahkemesi, 21 Haziran 2018 tarihli duruşmada, “Suç işlemeye alenen tahrik etmek” suçundan 5 yıla kadar hapis cezası istemiyle yargılanan Sedat Peker’in beraatına karar veren mahkeme, gerekçeli kararında, “sanığın, yargılamaya konu sözleri ile kendince ifade ettiği, anılan bu sözleri sarf ettikten sonra herhangi bir şiddet içerikli olay ya da eylemin de baş göstermediği anlaşılmakla sanığın beraatına” görüşüne yer verildi.

Sedat Peker yaptığı konuşmada, “Cezaevleri de bir gün basılacak. Ancak onların hayal ettiği gibi değil. Dışarıda yakaladıklarımızın hepsini ağaçlara, bayrak direklerine astıktan sonra cezaevlerine de gireceğiz. Onları cezaevlerinde de asacağız. Boyunlarından asacağız bayrak direklerine,” demişti…[58]

ix) Eski futbolcu Hakan Şükür’e sosyal medya hesabından “şerefsiz” dediği gerekçesiyle hakkında dava açılan ve yargılama sonunda cezaya çarptırılan Yusuf Varol, kararı bir üst mahkemeye taşıdı. Ankara Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada Varol hakkında 3 aydan 2 yıla kadar hapis cezası isteniyordu. Mahkeme, Varol’u para cezasına çarptırdı, karar da 5 yıl süreyle denetimli serbestlik hükmüne çevrildi. Dosyayı inceleyen üst mahkeme, Şükür hakkında kullanılan “şerefsiz” kelimesinin suç teşkil etmediğini belirterek kararı bozdu…[59]

x) Ankara 23. Ağır Ceza Mahkemesi, CHP milletvekili Selina Doğan’a sosyal medya üzerinden “Ermeni uşağı, kahpeler” diyen sanığa ceza vermedi.[60]

xi) ÇHD Ankara Şube Başkanı Murat Yılmaz, Berkin Elvan için yapılan gösteride ıslık çaldığı gerekçesiyle 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.[61]

 Askerliğini yapmış, vergisini ödeyen bir “TC Yurttaşı” olarak, benim davamda da ifade özgürlüğüm -Cumhurbaşkanı Erdoğan, Sedat Peker, vb’leri gibi- geniş yorumlanacak mı? Ya da Manisa 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin veya İstinaf Mahkemesi’nin ifade özgürlüğüne ilişkin örnek kararları tarafınızdan dikkate alınacak mı? Merak ediyorum doğrusu…

MANİSA 2. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NİN ÖRNEK KARARI[62]
Manisa’da 20 Ocak 2017 tarihinde yapılan ev baskınlarında sosyal medya paylaşımları gerekçesiyle gözaltına alınan 11 kişiden 9’u “örgüt propagandası yapmaktan” tutuklanmıştı. Tutuklanan 9 kişi daha sonra Manisa 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ilk duruşmada tahliye olmuştu. Yapılan yargılama sonucu kararını açıklayan mahkeme, sanıklardan Rojin Ötün hakkında örnek oluşturacak bir karara imza atarak, beraat kararı verdi. Sosyal medya hesabından DAİŞ’e karşı verilen savaşta yaşamını yitiren Arin Mirxan’ın posteri ile YPG bayrağı taşıdığı fotoğrafını paylaştığı için “örgüt propagandası yapmak”la suçlanan sanığın bu fiilini mahkeme “ifade hürriyeti” kapsamında ele aldı. Açıklanan gerekçeli kararda “Sanığın yaptığı bu paylaşımlarının; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 26 ve Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin 10. Maddelerinde öngörülen ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları ile Yargıtay’ın emsal kararlarıyla da desteklenen ifade hürriyetinin kullanılması kapsamında kaldığı, sanığın bu eyleminin bu hâliyle suç teşkil etmediği mahkememizce değerlendirilerek beraatına karar verilmiştir,” denildi.
İSTİNAF MAHKEMESİ’NİN İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KARARI[63]
Mardin’in Kızıltepe ilçesinde “örgüt propagandası” yaptığı gerekçesiyle yargılanan ve 1 yıl 6 ay hapis cezası verilen A.A.’nin başvurduğu İstinaf Mahkemesi, emsal bir karara imza attı. Sosyal medya paylaşımı nedeniyle yerel mahkemenin ceza verdiği A.A., kararı Antep Bölge Adliye Mahkemesi’ne taşıyarak itirazda bulundu. İstinaf Mahkemesi, A.A.’nın “Kobanêliler ABD’li YPG savaşçısını uğurladı” paylaşımını ifade özgürlüğü kapsamında görerek cezayı bozdu. Antep Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararda şu ifadeler yer aldı: “Bu ilkeler ve açıklamalar ışığında, tüm dosya kapsamı değerlendirildiğinde; sanığın adına kayıtlı Facebook paylaşım sayfasından bölücü örgüt üyesinin resminin altına ‘Kobanililer ABD’li YPG savaşçısını uğurladı’ şeklinde yorum yaparak paylaştığının mahkemece kabul edildi. Somut olayda sanık tarafından yapılan paylaşımın atılı suçun oluşumu için gerekli olan örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek, bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek nitelikte olmadığı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesinin gerekir. Yasal olmayan gerekçeyle atılı suçtan beraatı yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi hukuka aykırı ve sanık müdafinin istinaf itirazları bu yönüyle yerinde ise de; Belirtilen bu hukuka aykırılık olayın daha fazla araştırılmasını ve aydınlatılmasını gerektirmeyen ve 5271 sayılı CMK’nın maddesi uyarınca düzeltilebilir nitelikte bir yanılgı olmakla, mahkûmiyete dair ilk derece mahkemesi hükmünün kaldırılmasına karar verilmiştir. Sanığın üzerine atılı ‘örgüt propagandası yapmak’ suçunun yasal unsurunun oluşmadığı anlaşıldığından atılı suçtan CMK’nın .. Maddesi gereğinde beraatına. Sanık kendisini müdafi ile temsil ettirdiğinden karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan hesaplanan ilk derece ağır ceza mahkemesi için 4 bin 360 TL vekâlet ücretinin hazineden alınarak sanığa verilmesine karar verilmiştir.”

III) “MERAK EDİYORUM…” ÇÜNKÜ!

Evet, merak ediyorum; çünkü Ziya Paşa’nın, “Kadı ola dâvâcı ve muhzır dahi şâhid/ Ol mahkemenin hükmüne derler mi adâlet…”[64] dizelerini anımsatan Türkiye’de, yargı hâllerine ilişkin soru(n)lar olduğu kanaatindeyim.[65]

Hatırlatayım; Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan’ın, “Adalet mülkün, hukuk da adaletin temelidir. Hukukun üstünlüğünün sağlanması bir ülkenin geleceğinin teminatıdır. Hukuk devletinin tesisi için yargı bağımsız olmalı. Bunun yanında hâkimin de erdemli olması gerekir. Bağımsız ve tarafsız bir yargının olmadığı yerde hukuk devleti yoktur,”[66] notunu düştüğü tabloda ÇHD Genel Başkanı avukat Selçuk Kozağaçlı, “Adaletten asla umudu kesmem ama onun hukuk ve yargı ile ilişkisi konusundaki karamsarlığımız,.. ‘yargı süsü verilmiş’ ağır bir saldırı”[67] derken unutulmamalıdır:

“Yargıya güven, yürütmenin yargının üzerinden elini çekmesiyle, yani yargının yürütmeden bağımsız olmasıyla sağlanır. Yapılması gereken çok basittir. Yürütme yargının üzerinden elini çekmeli, yargı tam bağımsız olmalıdır.”[68]

“Bir toplumda yaşanan hukuksuzluk karşısında ilk önce ve en çok konuşması gerekenlerse hukuk insanlarıdır. Onlar da susarsa, sonsuza değin hukuk susar, vicdan susar.”[69]

Konuya ilişkin “kaygılar” sadece bana ait de değil.

Örneğin İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, “32 yıllık avukatım, bu kadar adil yargılanma, masumiyet karinesi, savunma hakkı konuştuğumu hatırlamıyorum. Dolayısıyla evrensel hukukun genel kabule ulaştırıldığı bu temel kavramların içinin boşaltıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Böyle bir dönemin içerisinde otokratikleşme çok net bir biçimde kendisini gösteriyor ve yürütme, yargı üzerinde bir baskı oluşturmaya çalışıyor,” derken; Ankara Barosu Başkanı Erinç Sağkan, Türkiye’de yargının bağımsız olmadığını belirterek, “Bu ülkede hiç kimse hukuki güvenliğe sahip değil. Yargı baskı altında,”[70] diye ekliyor.

‘Yargıçlar Sendikası Başkanı’ ve Ankara 11. Aile Mahkemesi Yargıcı Mustafa Karadağ, mesleği bırakarak emeklilik kararı verdiğini, “Benim ve üyemiz olan diğer yargıç, savcıların maruz kaldığı uygulamaların, hukuksuzlukların sadece yargıç ve savcılara değil aynı zamanda avukatlara yani yargının tüm kurucu unsurlarına yönelmiş olduğu bir gerçekliktir… 32 yılı aşan kamu hizmetinden ve 29 yıllık yargıçlık mesleğinden ayrılıyorum,”[71] diye duyururken; Turgut Kazan şöyle diyor: “Türkiye’de hukukun zerresi kalmamıştır. Türkiye, hukuk devleti olmaktan çıkmıştır. Yargı ve yasamada denetim yoksa orada hukuk yok demektir.”[72]

‘Widows For Peace Through Democracy/ Demokrasi ile Barış İçin Dullar’ örgütünün başkanı 86 yaşındaki hukukçu Margaret Owen’in, “Adil bir yargılamadan çok uzak”[73] saptamasını ifade ettiği yargı konusunda Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden İdari Hukuku Profesörü Metin Günday da, “Saray’da azar işiten yargı, adalet sağlayamaz,”[74] diyor.

“Cumhurbaşkanı’na hakaret”in suç olmaktan çıkarılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasının ardından İzmir’den Trabzon’a sürülen eski YARSAV Başkan Yardımcısı hâkim Murat Aydın, “Artık yargı bağımsızlığı yok,”[75] derken; Emre Kongar, “Türkiye hukuk devleti mi?”[76] “Mahkemeler adalete karşı mı?,”[77] sorusunu dillendiriyor.

Konuya ilişkin olarak Barkın Asal, “Gelinen noktada anayasanın varlığı sorgulanır hâlde”…[78]

İlhan Cihaner, “Hukuk cehennemi!”…[79]

Ceza hukukçusu Avukat Ercan Kanar, “Hukuk devleti bitti, kanun devleti de yok artık!”…[80]

İhsan Çaralan, “Yargı partizanlaştırılıyor”…[81]

Hüsnü Öndül, “Mahkemelerin tarafsızlığı sorunlu.”[82] “Türkiye yargısının hukukun üstünlüğü ilkesi bakımından, sadece bağımsızlık ve tarafsızlık gibi bir sorunu yok… bir zihniyet ve kültür sorunu da var… Topluma verilen mesaj çok açık: İtiraz etmeyin, eleştirmeyin, fikrinizi söylemeyin, itaat edin, susun!”…[83]

HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “AKP mi yargılıyor, yargıçlar mı?”…[84]

‘Yargıçlar Sendikası Başkanı’ Karşıyaka Hâkimi Ayşe Sarısu Pehlivan, “Yargıç, iktidarın koltuğunun altından çıkarak adalet üretebilir”…[85]

Devletin gücü hukuk ile sınırlı olunca, hukuk herkesi olduğu gibi devleti de bağlar ve kimse hukuka karşı hamle yaparak işi bitiremez! Aman dikkat!,”[86] biçiminde görüşlerini ifade ediyorlar…

Yargının hiç olmadığı kadar adaletten, vicdandan ve hukuktan uzak bir noktada olduğunun altını çizen Bahri Belen ile Hamdi Yasaman, yargının geldiği noktayı, “Hiç kimsenin hukuk güvenliği yok” diye özetlerken, hukuk profesörü Hamdi Yasaman, Türkiye’de yargının bulunduğu durumu, “40’i yılı aşkındır hukukçuyum ve böyle bir devir daha hiç yaşamadım,” diyerek özetlerken;[87] bu tür görüşler “mesnetsiz” olabilir mi?

Elbette hayır. Çünkü “Belirgin işlevi somut, maddi eyleme karşılık verme olan ‘vatandaş ceza hukuku’ ortadan kaldırılıyor. Alman ceza hukukçusu Günter Jakobs’un tanımlamış olduğu, düşünceyi sorgulamaya ve bu sorgulamadan yapılan çıkarımlara dayalı niyet saptamalarına göre ‘tehlikenin önlenmesine/ bertaraf edilmesine’ yönelik ‘düşman ceza hukuku’ uygulamalarını devreye sokuyor. Bu ceza hukuku anlayışı, hukukçu profesör Hayrettin Ökçesiz’in tanımladığı gibi, giderek ‘tüm hukuku ve yurttaşları hedef alan bir teröre’, sistematik insan hakları ihlâllerine dönüşüyor”ken;[88] “Hukuku hukuk yapan adalettir. Adaletin somutlaşması, gerçeklik dünyasında görünmesidir. Bu nedenle gücün emrine girmiş hukukun adaleti gerçekleştirmesi mümkün değil,”[89] diyor Ümit Kardaş![90]

BİR ÖRNEK[91]
Yargı bağımsızlığının tamamen ortadan kaldırıldığı eleştirileri devam ederken tarihe geçecek bir çığlık da hâkim ve savcılardan geldi. Hâkim ve savcıların internet sitesi adalet.org’da yargı bağımsızlığının ve hâkim ve savcıların üzerindeki baskının geldiği noktayı göz önüne seren çarpıcı yazılar yayımlandı. Sitenin kurucusu ve Balıkesir hâkimi Aydın Başar, ‘Bir emekliliğim gelse’ başlıklı yazısında   şunları kaydetti: ‘Bu söz bana ait değil. Ama kimle konuşursam konuşayım ve konuştuğum insan bir adamın müridi değil, gerçek hukukçu, kimseye eyvallah demeyecek, saf, su gibi hâkim ve savcılar, vicdanından ve Allah’ından başka kimseye hesap vermeyecek ve eğilmeyecek insanlar. İşte bu insanlar diyorlar ki, emekliliğim gelse bu meslekte bir gün durmam. FETÖ’cü olup, ‘Lan bir an önce emekliliğimi alıp da şu furyadan kurtulayım’ diyen insanlar değil bunlar. Artık hâkimlik ve savcılık mesleğinin özgür ve vicdanla yapılamayacağına inanan insanlar. Belki de bu günaha ortak olmak istemiyorlar.’ Başar’ın bu yazısına yorum yapan az sayıdaki hâkim ve savcı ise özetle şu görüşleri dile getirdi: Y.T (Hâkim): Maalesef, henüz meslekte on yılımı doldurdum ve ‘Acaba istifa edip biraz dışarıda mı çalışsam’ dedim ilk kez. Eğer ben bugün bunca dalkavuğa rağmen hâlen işimin başındaysam bir parça adalet hâlen var demektir. Ama eğer vicdanıma çok ağır gelen ve diken üstünde yürüten uygulamalar görüyorsam adaletsizlik yok nasıl diyebilirim. Kendimi de sorguladığım çok oluyor elbet.’ M.B (Savcı): Artık huyundan mıdır suyundan mıdır bilinmez, HSYK üyeliğine seçilen meslektaşlarımıza bi hâller oluyor. Hukuku çekmecelerine kilitliyorlar. Mesleği çekilmez hâle getirdiler. M.A (Savcı): Versinler emeklilik hakkımızı, def etsinler bizi bu meslekten. Geride kalan kimlerle bu işi yapıyorlarsa yapsınlar diyoruz artık. Her gün ‘Lanet olsun şu mesleğe girdiğim güne’ diyerek başlıyorum güne.”

Bu kadar da değil; “Türkiye’de hukuk burnunun üstüne kocaman bir yumruk yedi,” vurgusuyla ekliyor Kemal Gözler:

“Temel hak ve hürriyetleri korumak amacıyla tasarlanan anayasal ve hukukî mekanizmalar, temel hak ve hürriyetlere müdahale etme aracı hâline dönüştü.

Hâkimler, temel hak ve hürriyetleri koruyan değil, tersine temel hak ve hürriyetlere müdahale eden görevliler hâline geldi.

İktidarı sınırlandırmakla görevli organlardan birincisi olan Anayasa Mahkemesi, iktidarı sınırlandıran bir unsur değil, tersine onu tahkim eden bir unsur hâline dönüştü.

Kısacası hukuk, siyasetin longa manus’u (siyasetin hukuka uzanmış eli) hâline geldi.

Artık hukuk, siyaseti çerçevelendirmiyor; tersine o siyasetin cenderesi altında bulunuyor.”[92]

III.1) “MÜDAHALE” Mİ VAR?

Devam ediyorum: “Bağımsız bir yargı için anayasal ve yasal düzeydeki her türlü kurallara el atıldı.

Gerekli güvenceler yok edildi.

Yargı organları iktidara göre yapılandırıldı.

Yargıdaki kadrolara, nitelik ve yeterlik aranmayarak, iktidar kendi anlayışındakileri taşıdı.

Yargı hukukun üstünlüğünü uygulayamaz duruma sokuldu.

Yargıya gücün hukuku ve bunu da uygulaması dayatıldı.

Tüm yasalara bu anlayışla el atılıp, yasaların hak, hukuk, adalet değil, iktidarın beklediği sonuçları doğurması amaçlandı,”[93] diye tariflenen bir hâlde; “Türkiye’de yargının bağımsız ve adil olduğunu düşünüyor musunuz” sorusuna “Hayır, düşünmüyorum” diyenlerin oranı yüzde 58.1 olurken, “Evet, düşünüyorum” diyenlerin oranı ise yüzde 27.9 oldu…[94]

Söz konusu hâle dair;[95] “Hukuk bir kez siyasetin emrine girerse, bir daha bağımsız ve tarafsız olamaz… Çünkü hiçbir hizmetkâr efendisine yeterince yaranamaz!”[96] veya “Yargı politikleşti. Bir merkezden kontrol ediliyor. Politikleşmesinin de bir takım sonuçları var. Sürekli yargıçların yeri değiştiriliyor, sürekli yeni yargıç alınıyor,”[97] türünde notlar düşülürken;[98] Anayasa Mahkemesi’nin eski raportörü Ali Rıza Aydın da şunları altını çiziyor:

“Müdahale öncelikle yargı kadroları aracılığıyla doğrudan yapılıyor. Burada her türlü etkileme, kıyım, ödül/ceza yöntemi de geçerli. Hatta yargının varlık nedeni bile sorgulanabiliyor. Politikanızı gerçekleştirirken toplumsal baskıyla ve hukuksal değişikliklerle istediğinizi elde edemiyorsanız yargıyı devreye sokuyorsunuz ve ardından ‘Yargı bağımsızdır, biz karışamayız’ diyorsunuz…

Kuşkusuz. Hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı gibi sözler artık ihtiyatla karşılanıyor. Bunda haklılık payı var çünkü hukuku aracı kılarak ihlâlleri yapanların, hukuksuzluğu yaratanların en çok kullandıkları sözcükler bunlar. Hukuk üstündür diyenler hukuku en çok ihlâl edenler, yargı bağımsızdır diyenler yargıyı kendilerine bağımlı hâle getirenler.”[99]

Aynı konuda eski Danıştay Başkanı Nuri Alan da şunları ifade ediyor:

“Sayın Erdoğan, Üsküdar’da yapılan toplu açılış töreninde, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde başörtüsü serbestliğinin iptali için açılan davada Danıştay Savcısı’nın verdiği ‘Düşünce’yi eleştirdi, kendisini kınadı ve sorguladı. Aslında önemli bir söylemdi. Üzerinde durulmadı, muhalefet de suskun kaldı. 

Anayasanın 140’ıncı maddesine göre hâkimler ve savcılar adli ve idari yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar; hâkimlerin ve savcıların özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.

Danıştay Kanunu’nun 61’inci maddesine göre de savcılar, ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülen davalarda, Başsavcı adına, ilgili dosyayı incelerler; gerekçeli ve yazılı olarak esas hakkındaki düşüncelerini bildirirler. 

O hâlde Sayın Erdoğan’ın sorguladığı kişi, statüsü itibarıyla dayanağını anayasadan alan bir görevde, ilgili kanuna göre vazifesini yerine getiren bir yargı mensubudur.

Önemli kamu görevini ifa eden kurum ve kuruluşlarda, örneğin yargıda, polis teşkilâtında, orduda görevin ifası sırasında, görevlinin etnik kimliğini, felsefi görüşünü, dini aidiyetini simgeleyen giysi ve işaretleri kullanmamaları gerektiği; aksi hâlin, bu görevlerden yararlananların, bu görevle herhangi bir şekilde ilgili olanların hizmet yönünden güven duygularını olumsuz yönde etkileyeceği, görevi yapanların tarafsızlığını tartışmalı hâle getireceği hukuk devletinde genel kabul gören bir görüştür. 

Sayın Erdoğan’dan bir gün sonra Adalet Bakanı, aba altından sopa gösterircesine, davayı reddeden Danıştay Dairesi’ne övgüler yağdırdı. Daire iptal kararı verseydi Sayın Bakan neler söyleyecekti?”[100]

Burada durup, dokuz tane örnek sıralayayım:

i) “Adli yıl, 3 Eylül 2018 Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlenen törenle başlıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, adli yıl nedeniyle yayımladığı mesajda yargı mensuplarının ‘hukukun üstünlüğünden’ yana taraf olması gerektiğini vurguladı. Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Başkanvekili Mehmet Yılmaz, adli yıl mesajında hâkimlere ‘kıyamet günü’nü hatırlattı. Yargıtay tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen Adli Yıl Açılış Töreni, 2018’de de Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki Kongre ve Kültür Mekezi’nde yapılacak. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından adli yıl açılış töreni ilk kez Saray’da yapılmış, yoğun tepkiler üzerine 2017’deki açılış töreni yeniden Yargıtay’a alınmıştı. Ancak Yargıtay Başkanlığı, 2018-2019 Adli Yıl Açılış Töreni’ni bir kez daha Cumhurbaşkanlığı Kongre ve Kültür Merkezi’ne taşıdı.”[101]

ii) “30 Ağustos Zafer Bayramı resmi törenlerinde Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın karşısında eğilmiş fotoğrafıyla resmolundu[102] Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan.”[103]

iii) Danıştay Başkanlık Kurulu, 24 Haziran seçimleri öncesinde Twitter hesabından Muharrem İnce’yi hedef alan Danıştay Üyesi Aysel Demirel hakkında soruşturma talebini reddetti. Kararda, Demirel’in attığı tweet’in “hâkimlik vakar ve şerefi ile bağdaşmayan veya hizmetin aksamasına yol açan hâl ve hareket” niteliğinde bulunmadığı belirtildi.[104]

iv) “Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nca (HSK) 19 Mart 2018’da yayımlanan kararnameyle adli yargıda 326, idari yargıda 30 olmak üzere 356 hâkim ve savcının görev yeri değişti. Kararnameye Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’ün kızı Gonca Hatinoğlu da girdi. HSK 1. Dairesi, 356 hâkim ve savcıyı kapsayan yeni bir mazeret ve ihtiyaç kararname yayınladı. Kararname ile HSK’nın 19 Mart 2018 tarihli kura kararnamesi sonucuna göre mesleğe kabulü yapılan Gonca Hatinoğlu, aynı tarihte Cumhurbaşkanlığı’nda yapılan kura töreniyle Elazığ Hâkimliği’ni çekmişti. Hatinoğlu, 19 Mart 2018’de yayımlanan mazeret kararnamesi ile Yargıtay Tetkik Hâkimliği’ne atandı. Milletvekili Barış Yarkadaş ise Twitter’dan Yargıtay 6. Daire eski Başkanı Mustafa Lütfi Tombaloğlu’nun oğlu Onur Tombaloğlu’nun da Kilis’te göreve başlamasına rağmen 24 saat içinde Ankara Hâkimliği’ne atandığını açıkladı.”[105]

v) “HSK 1. Dairesi, Adli ve İdari Yargı 2018 Yılı Ana Kararnameleri’ni tamamladı. Adli yargıda 3 bin 19, idari yargıda ise 301 hâkim ve savcının görev yerinin değiştirildi. İktidarın hoşuna gitmeyen davaların savcıları sürüldü, ‘memnun olunanlar’ ise terfi ettirildi. Samsun’a gönderilen Deniz Feneri davasının savcısı emekliliğini istedi. Cumhuriyet’e kumpas davasını açan Yasemin Baba, Erzurum Cumhuriyet Başsavcı Vekili oldu. Cumhuriyet soruşturmasını başlatan Murat İnam ise Malatya’ya düz savcı olarak gönderildi.”[106]

HÂKİM VE SAVCI ATAMALARI LİSTESİNDEN KİMİ İSİMLER[107]
– Danıştay Başkanı Zerrin Güngör’ün kızı Gonca Hatinoğlu, Elazığ’a hâkim olarak atandı. Hatioğlu’nun daha önce Cumhurbaşkanlığı’nda çalıştığı ortaya çıkmıştı. – Ensar Vakfı Ankara Şube Başkanı Ercan Poyraz, Antep’e savcı olarak atandı. – Bilal Erdoğan’ın yöneticisi olduğu Türkiye Gençlik Vakfı’nın (TÜGVA) Tokat İl Başkanı olan Aykut Kağnıcı, Gebze’ye savcı olarak atandı. Kağnıcı’nın ortağının FETÖ’den ceza aldığı da listede not edilmiş. – AKP Zonguldak İl Gençlik Kolları Başkanlığı yapan Abdullah Akbaş, Mersin’e savcı olarak atandı. – Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Avukatı Acer Hacer Alan Kars’ın Digor ilçesine hâkim olarak atandı. – AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Anıl Köksal Böke, Bakırköy’e savcı olarak atandı. – Eski AKP Milletvekili Mustafa Zeydan’ın torununun eşi olan Emina Alatlı, İstanbul’a savcı olarak atandı. – Milli Savunma Bakan Yardımcısı ve 24. Dönem AKP Elazığ Milletvekili Şuay Alpay’ın kardeşi olan Kasım Alpay, Tekirdağ’ın Çorlu ilçesine hâkim olarak atandı. – Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın avukatlığını da yapan Sema Cansu Bozkurt Sütçü, Gümüşhane’ye hâkim olarak atandı. Bozkurt Sütçü, aynı zamanda AKP İzmir İl Yönetim Kurulu üyesi olarak da görev yapmış. – Kayseri’deki yolsuzluk iddialarıyla ilgili Mehmet Özhaseki’ye takipsizlik kararı veren Kayseri Cumhuriyet Başsavcısı’nın yeğeni olan Serkan Başok, Samsun’a savcı olarak atandı. – AKP Bafra Belediye Meclis Üyesi Mustafa Sekmen: Kayseri Hâkimliği. – AKP Trabzon İl Başkan Yardımcısı Bayram Günaydın: Kayseri Hâkimliği -AKP Buca Belediye Meclis Üyesi Sebahattin Kocagöbek: Bulanık (Patnos) Hâkimliği. – AKP Konya Milletvekili Adayı Muhammet Selman Harmankaya: Karşıyaka Hâkimliği. – AKP Edirne Merkez İlçe Başkanlığı yöneticisi Ceyda Bozdağ: İstanbul Hâkimliği. – Eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in avukatı Hacer Alan: Digor (Kars) Hâkimliği. – AKP Sultanbeyli İlçe Kurucu Başkanı Furkan Barutçu: Konya Cumhuriyet Savcılığı. – AKP Balıkesir İvrindi İlçe Başkanı İlyas Demircan: İstanbul Savcılığı. – AKP Balıkesir İvrindi İlçe Başkanı İlyas Demircan’nın eşi, AKP Kadın Kolları üyesi Yadigar Demircan: İstanbul Hâkimliği. – Dönemin Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Özhaseki’ye takipsizlik kararı veren eski Kayseri Başsavcısı Mehmet Siyami Başok’un yeğeni Serkan Başok: Samsun Savcılığı. – Eski AKP Kocaeli Çayırova İlçe Yönetim Kurulu Üyesi Aslı Arslanhan: İstanbul Hâkimliği. – AKP Van Kadın Kolları Başkanı Nahide Hakan: İstanbul Savcılığı. – AKP milletvekilinin yeğeni ve AKP üyesi Bekir Yıldız: Adana Savcılığı. – AKP Van Edremit Encümen adayı Nejdet Tarhan: İstanbul Hâkimliği. – AKP Giresun il yönetim kurulu üyesi Açelya Kahya: Reyhanlı Cumhuriyet Savcılığı. – AKP Giresun il yönetim kurulu üyesi Ethem Başer: Çorum Hâkimliği. – AKP Giresun üyesi Cemal Yayla: Adana Hâkimliği. – AKP İzmir Karabağlar ilçe yöneticisi İpek Kışlalı: Hatay Hâkimliği. – Eski AKP Kaman ilçe başkanı Alpaslan Güzel: Mersin Hâkimliği. – AKP Adana Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Ömer Çağatay Çağlar: Edremit Hâkimliği. – AKP Adana İl Disiplin Kurulu üyesi Mahmut Çakmak: Aydın Hâkimliği.

vi) “AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Danıştay üyeliğine İstanbul Büyükşehir Belediyesi 1. Hukuk Müşaviri Lütfiye Akbulut’u atadı. Akbulut, AKP’ye yakınlığıyla dikkat çeken bir isimken; atanır atanmaz Twitter hesabını dondurması dikkat çekti. Ancak Akbulut’un yaptığı son paylaşımlar Google önbelleğinde görülüyor. Akbulut, bir dönem Erdoğan’ın başdanışmanlığını da yapan AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin, yandaş Star gazetesi yazarı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Müşaviri Sibel Eraslan’ın yaptığı paylaşımlarını takipçilerine iletmiş. Ayrıca bir Twitter kullanıcısının yaptığı “Verene kurban Reis #SeninleyizErdoğan” paylaşımı da Akbulut tarafından paylaşılmış.”[108]

vii) ‘Sözcü’ Gazetesi davasının ilk iddianamesini hazırlayan Cumhuriyet Savcısı Asım Ekren’in 2002’de görev yaptığı Osmaniye’de soruşturmasını yürüttüğü “Çocuğun nitelikli cinsel istismarı” dosyasında şüphelilerden haksız menfaat temin etmeye çalıştığı suçlamasıyla (İrtikap suçu) hakkında açılan dava sonunda 10 ay hapis cezası ve para cezasına çarptırıldığı ortaya çıktı. Osmaniye 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “irtikap” suçundan yargılanan Ekren’e mahkeme heyeti, “Görevi kötüye kullanma” suçundan önce 1 yıl hapis cezası, para cezası ve 3 ay süre ile memuriyetten men cezası verdi. Sanık Ekren’in duruşmadaki davranışları gerekçesiyle cezada indirim yapan mahkeme heyeti sanık Ekren’in hapis cezasını önce 10 aya indirerek, daha sonra ise paraya çevirerek, 2 ay 15 gün memuriyetten men edilmesine hükmetti.

Heyet verdiği kararı şu şekilde gerekçelendirdi: “İrtikap suçunun maddi unsuru icbar, ikna ve hata yoluyla olmak üzere 3 şekilde ortaya çıkabilmektedir. Esasen maddi cebir kullanılması hâlinde eylem irtikap değil, yağma suçunu oluşturacaktır. İcbar suretiyle irtikap suçu, paranın verilmesi, menfaatin sağlanması veya vaat edilmesiyle tamamlanacaktır. Sanığın menfaat talebi müdahil tarafından karşılanmamış olmakta, rüşvet anlaşması tamamlanmamış olduğundan sanığın rüşvet suçu işlediğinden söz edilemez.”[109]

viii) Hâkim ve savcıların internet platformu adalet.org’un da kurucusu Aydın Başar, Balıkesir hâkimi olduğu dönemde Facebook’ta kendisinin yazmadığı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiren bir şiiri paylaşan sanık C.B. hakkında beraat kararı verdi. Erdoğan’ın avukatları Başar’ı gerekçeli kararı nedeniyle HSK’ye şikâyet etti. HSK bu şikâyet üzerine Başar hakkında 2016 yılında inceleme başlattı. Bu süre içinde de 25 yıllık hâkim Başar önce Zonguldak, ardından da Erzurum’a sürgün edildi. HSK sonunda, Başar hakkındaki soruşturmayı tamamladı ve “yer değiştirme” cezası verdi.[110]

Kararı veren HSK 2. Dairesi’nin bir üyesi Başar’ın ihracı yönünde oy kullanırken üç üye yer değiştirme, iki üye ise kınama cezası verilmesini istedi. HSK 2. Dairesi’nin kararına Başar’ın yaptığı itiraz HSK Genel Kurulu’nca reddedildi. Böylece karar kesinleşti. Karara göre Erzurum’da görev yapan birinci sınıf hâkim Başar, 2’nci bölgeye tayin edilecek. Ayrıca istinaf ve Yargıtay’a üye seçilme hakkı olmayacak.[111]

ix) Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından yayımlanan 1 numaralı kararnameyle yargıya meslek öncesi eğitim vermek için kurulan Hâkim ve Savcı Eğitim Merkezi, Adalet Bakanlığı’na bağlandı.[112]

Evet bu tabloda, “Yargı Etiği İlkeleri”ni bir kez daha hatırlamalı, hatırlatmalı…

23.09. 2017 TARİHLİ YARGITAY BAŞKANLAR KURULU KARARIYLA HAZIRLANAN “YARGITAY YARGI ETİĞİ İLKELERİ TASLAĞI”[113]
– Yargı görevinin doğru biçimde ifası için vazgeçilmez bir unsurdur. Bu ilke, temyiz sürecinde salt karar için değil, kararın oluşturulduğu süreç için de geçerlidir. -Hâkim, yargı görevini iltimas, yanlılık veya önyargı olmaksızın ifa eder; herhangi bir uygunsuz amaç ve etik dışı uygulamadan etkilenmez. -Hâkim, kanunun izin verdiği hâller hariç olmak üzere, önündeki veya önüne gelmesi muhtemel bir davanın esası veya esasını etkileyen usulleri hakkında tek taraflı iletişim kurmaz. -Hâkim, mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve hâkim tarafsızlığı açısından kamuoyu, yargı mensupları ve dava taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak davranışlar sergiler. -Hâkim, davaların duruşma, karar, temyiz veya diğer işlem aşamalarında, kendisini yargılamadan zorunlu olarak el çektirecek olayları makul ölçüler çerçevesinde asgariye indirecek şekilde hareket eder, kendisinin ve ailesinin kişisel veya ticari işlerini bu doğrultuda düzenler. -Hâkim, önündeki veya önüne gelmesi muhtemel bir dava hakkında, bilerek ve isteyerek, yargılama aşamasının sonuçlarını veya sürecin açık biçimde adil olma niteliğini makul ölçüler çerçevesinde etkileyecek veya zayıflatacak aleni veya zımni herhangi bir yorumda bulunmaz. -Hâkim, tarafsız karar veremeyeceği durumda veya makul bir kişinin gözünde, tarafsız olarak karar veremeyeceği izleniminin doğabileceği durumlarda, hangi aşamada olursa olsun davadan çekilir. -Dürüstlük, yargı görevinin doğru biçimde ifası için vazgeçilmez bir unsurdur. Adaletin gerçekleştirilmesi kadar, gerçekleştirildiğinin görülmesinin önemi de gözetilerek, hâkim kişisel ve mesleki ilişkilerinde söz ve davranışlarında makûl bir değerlendirme ile yadırganabilecek ve taraflılık görüntüsü verebilecek durumlardan kaçınır. Halkın yargıya olan güvenini artıracak nitelikte davranır. Mesleğe yaraşırlığın da hâkimin tüm faaliyetlerinin ifası için vazgeçilmez unsur olduğu belirtilen taslakta, bunun kuralları da sıralandı: -Mesleğe yaraşırlığın ölçüsü, makul bir kişinin zihninde, dürüstlüğü, tarafsızlığı ve yetkinliği hakkında olumlu ya da olumsuz bir algının oluşup oluşmadığına göre belirlenir. -Hâkim, ifade, inanç, dernek kurma ve toplanma özgürlüğünü kullanırken, yargı görevinin onurunu, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını koruyacak şekilde davranır. -Hâkim, siyasi niteliğe bürünmüş, çekişmeli tartışmalara aleni olarak katılmaktan ve görüş bildirmekten kaçınır. Hâkim, sosyal medya kullanırken özdenetim yapmak suretiyle siyasi, etnik, mezhepçi, cinsiyetçi ve benzeri paylaşım yapmaz. -Hâkim, mesleki örgütleri kurabilir, üye olabilir veya mevzuata aykırı olmamak kaydıyla hâkimlerin çıkarlarını temsil eden diğer örgütlere katılabilir. – Yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğünün ön koşulu ve adil yargılanmanın temel güvencesidir. Bu nedenle hâkim, hem bireysel hem de kurumsal yönleriyle yargı bağımsızlığını yüceltir ve örnek biçimde temsil eder. -Hâkim, önündeki bir davaya ilişkin olarak, yargı görevinin uygun biçimde ifası dışında ortaya çıkabilecek, kararı etkilemeye yönelik her türlü girişimi reddeder. -Hâkim, kendi aile, sosyal veya diğer ilişkilerinin, yargısal davranışını ve muhakemesini uygunsuz biçimde etkilemesine asla izin vermez. -Hâkim, kamuoyu tepkisini yatıştırmak, eleştirilerin önüne geçmek veya uygunsuz çıkarları gerçekleştirmek üzere hukuktan asla sapmaz. -Hâkim, yasama ve yürütme erkleriyle uygunsuz ilişkilerden ve bu organların etkisinden uzaktır; aynı zamanda, makul bir kişinin gözünde, bu türden ilişki ve etkilerden uzak olduğunu gösterir. -Hâkim, yargının kurumsal ve işleyiş bağımsızlığını sürdürmek ve yükseltmek üzere, yargı görevinin ifasına yönelik güvenceleri teşvik eder ve korur. -Hâkim, hangi kişiden veya hangi nedenle gelirse gelsin, doğrudan veya dolaylı her türlü dış etki, teşvik, baskı, tehdit veya müdahaleden uzak, hukuku kendi vicdani kanaatine uygun olarak ve somut gerçeklere ilişkin kendi değerlendirmesine dayanarak, yargı görevini bağımsız olarak yerine getirir.

III.2) ZORUNLU BİR PARANTEZ

Mitolojide en bilinen adalet imgesi Themis’dir. Kanundur, kuraldır; değişmez, evrensel ve ölümsüz doğa yasasıdır. Her yerde ve her zaman vardır. Hak, doğruluk ve adalet simgesi olan Themis’in, Roma mitolojisindeki karşılığı tanrıça Justitia’dır. Bir elinde terazi, diğer elinde kılıç tutar. Gözleri bağlıdır. Kılıç ve terazi birbirinin dengesidir. Kılıç adaletin keskinliğini ve gücünü; terazi ise eşit olarak tartılıp dağıtılmasını ifade eder. Terazinin olmadığı yerde kılıç kaba kuvvetten başka bir şey değildir. Justitia, gözleri bağlı bir kadındır. Kadın olması bağımsızlığı, gözlerinin kapalı olması da tarafsızlığı simgeler. Kör değildir. Zulme açılan keyfiliğin önüne geçmek için elzem olan hukuku, herkes adına eşit çalıştırmak için bilinçli olarak görmeyi reddeder. Bu iradeli körlüğün asıl amacı yargıyı egemenlerin baskısından korumaktır. Ancak gözleri bağlı bir adalet; iktidardan bağımsız hareket edebilir ve ancak o zaman gücün taraf olduğu bir davada adil karar verebilir. Justitia gözünü gerçeğe değil, baskıya karşı kapatmıştır. Adalet dağıtmak ahlâki ve vicdani bir sorumluluktur çünkü…

Tam da bu çerçevede hatırlanır: Ne zaman başımız dara düşse, bir güçlünün karşısında, o söze sarıldık. Prusya Kralı II. Fredrich ile değirmencinin hikâyesini anımsayıp, değirmeni yerine saray yapmak isteyen krala “Berlin’de yargıçlar var” diyen değirmencinin rahatlığını aradık.

Ne yalan söyleyeyim: Epeydir eksikliğini hissettiğimiz şey, Kral karşısında “Berlin’de yargıçlar var” diyen değirmencinin güveni ve rahatlığı…

Yine hatırlanır: Edward Coke’un (1552-1634) Üst Mahkeme başyargıcı olduğu ve Başpiskopos Richard Bancroft’ın üst mahkemelerin kilise mahkemeleri üzerindeki denetimini kırmaya çalıştığı dönemde Coke ile Kral arasında 1612’de adalet tarihinin ders verici olaylarından ve konuşmalarından biri yaşanmıştır.

Dinsel olmayan bir suç nedeniyle Kilise Mahkemesinin yetkisini aşarak birini tutuklamak ve laik mahkemenin bunu önlemek istemesi üzerine olaya el koyan Kral I. James ve Başpiskopos Bancroft, şu görüşte birleşirler: “Kral, kral adına hüküm kuran yargıçların yerine geçerek her zaman karar verebilir.”

Buna karşılık İngiliz Üst Mahkeme Başyargıcı Coke, “Kral, İngiliz hukukuna göre hiçbir davada asla karar veremez. Dava, hukuka göre yalnızca mahkemelerce çözülebilir” diyerek buna karşı çıkar. Doğa ve akıl üzerine öğrenim gören Kral, hukukun akla dayandığını ve uyuşmazlığı çözmek için bunun yeterli olduğunu söyleyince Coke, Kralın doğa hakkında kuşkusuz yetkin bir bilgisi olduğunu, ancak uyrukların yaşam, miras ve mallarına ilişkin davaları çözmek için doğal aklın yetmeyeceğini, uzun deneyimler sonucu elde edilen hukuksal akla gerek bulunduğunu belirtir. Kral bu görüşü reddeder ve kendisinin yasalara bağlı kılınmasının ihanet olduğunu söyler.

Bunun üzerine Başyargıç Coke, Krallık Kurulu’nun önünde, Kral’la çatışmayı göze alarak, adalet tarihine geçen şu yanıtı verir: “Kuşkusuz majesteleri hiçbir insana bağlı değildir. Ancak, herkes gibi Kral da yasalara uymak zorundadır”…[114]

Devletin anayasasında yer alan hükümlerini anımsatmak isterim:

“Yargı(lama) yetkisini bağımsız mahkemeler kullanır” (m. 9, 138). “Suçluluğu (mahkemece) hükmen belirleninceye değin kimse suçlu sayılmaz” (ünlü ve küresel suçsuzluk karinesi, m. 38). “Yargıçlar, görevlerinde bağımsızdırlar; anayasaya, yasaya ve hukuka uygun olarak vicdani kanılarına göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci ya da kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz ya da herhangi bir demeçte bulunulamaz” (m. 138)…

Yargı hiçbir dönemde bu denli güven kaybı yaşamadı, işlevsizleşmedi ve silikleşmedi.

Siz istediğiniz kadar “yargı bizde bağımsızdır” diye yırtının. Asıl olan, AİHM’nin kararlarında vurguladığı üzere, yaşanandır, “görünen/ görülebilir olan”dır (visible)…

Yineleme pahasına söylüyorum. Unutmayın. Uygar bir toplumda yalnızca “yargıç, (sadece) yasanın/ hukukun dilidir” (judex est lex loquens).[115]

III.3) “HUKUK(SUZLUK) ÖRNEKLERİ”

Bahri Bayram Belen’in, “12 Eylül darbesi sonrası bile hukuktan umudum vardı. Ve o dönemin biteceğine inancım. Şimdi gelecek için hiçbir umudum olmadığını söyleyebilirim. Hukuk güvenliği diye bir şey kalmadığını hissediyorum”;[116] eski Milletvekili Osman Baydemir’in, “Tek tip bir yargı inşa etme çabası içindeler. Ve yargıyı muhalefeti susturmanın bir sopası, bir silahı hâline dönüştürmek istiyorlar,”[117] diye tarif ettikleri hâlde;[118] Türkiye’deki erişkin nüfusun yüzde 18’inin “şüpheli” sıfatıyla soruşturulduğu Türkiye’de Adalet Bakanlığı, Cumhuriyet başsavcılıklarındaki dosyaların yarısında faillerin belli olmadığını açıkladı.[119]

 ‘Dünya Adalet Projesi’nin ‘2017 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde -113 ülkenin değerlendirildiği endekste- Türkiye 101. sırada yer aldı.[120]

‘Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu’nun (GRECO) raporunda, yıllardır TBMM’de bekleyen siyasi etik yasa tasarısı yetersiz bulundu. İsmi ve yapısı değiştirilen Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’ndan (HSYK) daha da geriye gittiğine dikkat çeken GRECO’nun raporunda “HSK, HSYK’den daha az bağımsız görünüyor” denildi.[121]

Bu konuda tarihsel arka planlı[122] yirmi sekiz tane örnek aktarayım:

i) “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı barış bildirisini imzaladıkları için “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla haklarında dava açılan 1128 akademisyenden biri olan Yıldız Teknik Üniversitesi’nden emekli Prof. Dr. Haldun Gülalp, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıktı. Duruşmada son sözü sorulan Gülalp “Beraatimi istiyorum. ‘Yaşasın adalet!’ diyorum” diye konuştu. Mahkeme Başkanı, Gülalp’e “Çok iddialı şeyler söylemeyin,” diye yanıt verdi.[123]

ii) Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nden KHK ile ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Uğur Kara’nın odasının kapısına “Şahsınıza fenalık eden bir düşmanı affediniz, lakin vatanınıza milletinize fenalık eden bir kimseyi asla affetmeyiniz. Üniversitemde terörist akademisyen istemiyorum” yazılı sticker’ların yapıştırılması ile ilgili soruşturmada takipsizlik kararı verildi.[124]

iii) Antep’te 2014 yılında 2 örgüt militanıyla gözaltına alınan IŞİD’ın infazcısı Ahmet Güneş’in tutuklu yargılanırken önce tahliye edilip, sonra cezaya çarptırılıp ‘iyi hâl’ indirimi uygulandığı ortaya çıktı.[125]

iv) Diyarbakır’da polis lojmanları yakınındaki evinde çok miktarda patlayıcı, kimya tüpleri, gaz maskesi, elektronik devre kartları, bomba yapımında kullanılan malzeme ve kılıçla yakalanan B.İ. (36), “IŞİD terör örgütüne üye olmak” suçundan beraat ederken, evinde ele geçirilen kılıç nedeniyle 5 ay hapis ve 400 lira adli para cezasına çarptırıldı. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi, bu cezayı da bozdu ve B.İ.’nin beraatına karar verdi.[126]

v) İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi, Çeçenistan’da çekilen silahlı görseller, kamuflajlı kıyafetle yine kamuflajlı bir ölünün gömülmesine ilişkin video, IŞİD’e ait fotoğraflar, bayraklar, 4 adet 9 mm. çapında Glock marka boş şarjör, pompalı bir yivsiz tüfek, 247 adet MKE yapımı dolu fişek, bir havalı tabanca, 3 kutu havalı tabanca mermisi, 29 adet hava tüpü örgüt üyeliği için yeterli sayılmadı. Baskında polisten kurtulmak için çatı katına kaçmak ve bu esnada boşluğa atılan siyah bir poşetten çıkan bir adet 9 mm çapındaki ruhsatsız dolu tabanca da örgütle organik bir bağ işareti olarak değerlendirilmedi ve beraat verildi. Mahkeme, bu delillerin tek başına örgüt üyesi olmaya yeterli olmadığına hükmedip; “İyi hâllerine ilişkin bir kanaat oluştu” dedi. Ayrıca şahısların, hapishanede kaldıkları süre için tazminat haklarının da oluştuğu belirtildi. Resmi evrak ve pasaportta sahtecilik suyundan da yargılanan sanıkların bu suçlardan aldıkları cezaların uygulaması da geri bırakıldı.[127]

vi) İstanbul Maltepe’de evinin balkonunda gecekondu yıkımına bakarken polisin attığı biber gazı kapsülüyle başından ağır yaralanan Erdal Bakırcı, İçişleri Bakanlığı aleyhine açtığı tazminat davasında İstanbul 8. İdare Mahkemesi, Bakırcı’ya, maddi, manevi 30 bin TL tazminat ödenmesine karar verdi. Bakırcı’nın yaralanmasına neden oldukları iddiasıyla yargılanan beş polis, ‘taksirle yaralanmaya sebep olma’ suçundan Anadolu 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Mahkeme, 20 Mayıs 2014’te davayı sonuçlandırdı. Sanık polisler, “atılı suçları işlediklerine dair kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı” gerekçesiyle beraat etti.[128]

vii) Mahkeme, trafikte tartıştığı motosikletli genci öldüren İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Celal Yılmaz’a ceza verilmesine yer olmadığına karar verdi. İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Celal Yılmaz 2014 ağustosunda trafikte tartıştığı motosiklet sürücüsünü tabancasıyla vurarak öldürmüştü.[129]

viii) Okmeydanı Cemevi’nde Mayıs 2014’te cenaze törenine katılmak için bekleyen Uğur Kurt’un ölümüne ilişkin davada sanık Sezgin K., İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “taksirle ölüme neden olmak” suçundan 1 yıl 8 ay hapse çarptırıldı. Mahkeme, sanık polis Korkmaz’a 12 bin 100 TL adli para cezası verdi. Bu cezaya sanığın mahkemedeki tutum ve davranışları gerekçe gösterildi.[130]

ix) Mardin’in Kızıltepe ilçesinde 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın babası Ahmet Kaymaz ile birlikte evlerinin önünde 13 kurşunla öldürülmesi ardından olayla ilgili 4 polis hakkında Mardin Ağır Ceza Mahkemesi’ne açılan dava, önce güvenlik gerekçesiyle Eskişehir’e alındı. Ardından mahkeme “polislerin meşru müdafaada bulundukları” yönünde karar vererek 4 polisi beraat ettirdi. Karar, Yargıtay 1. Ceza Dairesi tarafından oybirliğiyle onaylandı. AİHM, 2014’te Uğur Kaymaz ve babasının “yaşam haklarının ihlâl edildiği” yönünde karar vererek Türkiye’yi 70 bin Avro maddi, 70 bin Avro manevi tazminat ödemeye mahkûm etti. AİHM kararının ardından avukatlar yargılamanın yenilenmesi için Eskişehir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvurdu ancak mahkeme herhangi bir gerekçe göstermeden başvuruyu reddetti.[131]

x) Sivas Madımak Oteli’nde 2 Temmuz 1993’te 35 kişinin yakılarak katledilmesine ilişkin davada mahkemenin iki sanık hakkında yeniden iade talebinde bulunulması isteğinin[132] Adalet Bakanlığı’na bağlı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü’nce reddedildiği ve Bakanlığa bağlı bu birimin idari birim yetkisini aşarak “zamanaşımını değerlendirin, bu kişiler hakkında davayı düşürün” uyarısında bulunduğu ortaya çıktı.[133]

xi) 15 Temmuz darbe girişiminin ertesi sabahı Boğaziçi Köprüsü’nde linç edilerek öldürülen askeri okul öğrencisi Murat Tekin’in katilleriyle ilgili 2016’da yapılan suç duyurusu, 2018’de çıkarılan ve tartışma yaratan KHK’de[134] gerekçe gösterilerek takipsizlikle sonuçlandı.[135]

xii) Yargıtay Ceza Genel Kurulu, hâkimler Mustafa Başer ve Metin Özçelik hakkında FETÖ’den verilen hapis cezasını onadığı kararın gerekçesinde, AKP’nin 17 Aralık 2013’e kadar cemaatle sürdürdüğü ortaklığı “aklayacak” yorumlarda bulundu. Önce “dini bir kült”, ardından da terör örgütüne dönüşen FETÖ/ PDY’nin başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıktığı ve genellikle böyle algılandığı öne sürülen kararda, bir yapının meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacağı anlatıldı. Kararda, örgütün gayri meşru amaçlarının bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nin “hata” başlıklı 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilen kararda, bu konuda 7 Şubat 2012’deki MİT krizi, 17 Aralık 2013 operasyonu ile Ocak 2014’teki MİT TIR’ları olaylarının dikkate alınması gerektiği vurgulandı. Yargıtay’ın kararında Gülen örgütlenmesine karşı 2004 MGK’de alınan tavsiye kararı ve uyarıların hiç yer almaması da dikkat çekti.[136]

xiii) Yeşilyurt Atatürk Hastanesi’nde çalışırken ‘FETÖ’ soruşturması kapsamında açığa alındıktan sonra intihar eden asistan hekim Hasan Orhan hakkında soruşturmayı yürüten savcı bylock tespit edilmediği gerekçesi ile takipsizlik kararı verdi. İntihar üzerine SES İzmir Şubesi suç duyurusunda bulunarak, Dr. Hasan Orhan Çetin’in, yaşamını yitirmesine sebep olan görevden uzaklaştırma işleminde sorumluluğu bulunan kişi ya da kişilerin, varsa muhbirlerin/ihbarcıların tespiti için gerekli soruşturmanın yapılması ve haklarında “Görevi Kötüye Kullanma”, “İntihara Sevk” “Bilinçli Taksirle Ölüme Sebep Olma” ve ile re’sen değerlendirilecek diğer suçlardan soruşturma yapılarak cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açılmasını istedi. İzmir Tabip Odası olayla ilgili soruşturma açmaya gerek görmezken, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı ise sendikanın yaptığı başvuru sonucu neden sonuç ilişkisi olmadığı gerekçesi ile dava açılmasını reddetti.[137]

xiv) Danıştay Birinci Daire, Artvin Cerattepe’de Mehmet Cengiz’in şirketinin sahibi olduğu madene karşı yapılan çevreci eylemlerle ilgili “Bakır üretiminin önündeki engellerin kafasını koparacağız,” diyen Trabzon Valisi Yücel Yavuz’la ilgili yapılan şikâyette, soruşturma izni vermeyen İçişleri Bakanlığı’nın kararını onadı. Soruşturma izni verilmemesi kararının iptali talebini reddeden Danıştay, valinin bu sözlerinin hiçbir kişi ve kurumu hedef almadığı, tüzel kişiliklerin tehdit suçunu işleyemeyeceğini öne sürdü.[138]

xv) Can Dündar’a MİT TIR’ları davasının karar arasında Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi önünde düzenlenen silahlı saldırıya ilişkin davada mahkeme saldırıyı düzenleyen sanık Murat Şahin’i tahliye etti.[139]

xvi) Mehmet Tahir İlhan, sekiz çocuklu bir ailenin en büyüğü. 43 yaşında. Üç kardeşi gibi doğuştan işitme engelli. Konuşamıyor ve duyamıyor. Ailesiyle anlaştığı işaret dili başka. Özel eğitim almadığı için işitme engelliler alfabesini bilmiyor. 6 çocuk babası… “Yasadışı slogan atmak, uyarıya rağmen dağılmamak, polise taş, molotof atmak…” gibi suç fiillerinden cezalandırılmış.[140]

xvii) Eski HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine saldırıyla ilgili soruşturmada gözaltına alınan 23 kişiden 19’u ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı.[141]

xviii) Ankara 14. Asliye Ceza Mahkemesi, Yüksel Caddesi’nde 76 yaşındaki Perihan Pulat’ı darp eden Ankara Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdür Yardımcısı Ekrem Gönül’e 15 ay taksitle verdiği 3 bin TL adli para cezasının gerekçesini açıkladı. Cezayı ertelemesinin, “Bir daha suç işlemeyeceği kanaati oluştu” diye açıklayan mahkemenin kararında; sanığın, oturma eylemi yapan kişilerin yanlarından ayrılarak kenara geçen Pulat’ı “o sırada eylemine son vermek” için iterek yere düşürdüğünü belirtmesi çelişkiye neden oldu.[142]

xix) Yargıtay 2’nci Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Uğur Gençcan Karabük Barosu tarafından düzenlenen meslek içi eğitim seminerinde, süresiz yoksulluk nafakası ile ilgili olarak, “Sen elin adamıyla evlen bende sana ödemeye devam edeyim. Sen elin adamıyla gayrımeşru yaşa ben de sana her akşam içki paranı gönderim. Var mı böyle bir şey?” diye konuştu.[143]

xx) Anayasa Mahkemesi’nin boşanan eşlerin mal paylaşımında “kişisel malların gelirlerinin de katılacağına” ilişkin kuralın iptal istemini reddeden kararına skandal bir karşı oy yazısı geldi. AYM üyesi Celal Mümtaz Akıncı, düzenlemenin iptal edilmesi gerektiğini savunurken dini bir kriter olan “kul hakkı” kavramını gerekçe gösterdi.[144]

xxi) İstanbul Beylikdüzü’de 2018 yılında görev başındayken ekip otosunda P.T. isimli kadına nitelikli cinsel istismarda bulunan polis memuru S.E. (27) “Nitelikli cinsel saldırı” suçundan iyi hâl indirimi de uygulanarak 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı.[145]

xxii) Mahkeme dayak yiyen kadının yanı sıra dayak atarken sert vurduğu için eli şişen kocayı zarar görmüş kabul etti, birlikte yargıladı. Koca dayak atmaktan, kadın dayak yerken kocasının elinin şişmesine yol açmaktan aynı cezayı aldı.[146]

xxiii) Diyarbakır’da, evlilik vaadiyle tanıştığı M.D.’nin (36) evine zorla girip, tecavüz ettiği, telefonda cinsel tacizde bulunup, ölümle tehdit ederek parasını yağmaladığı iddia edilen Y.G. (20), “tecavüz”, “yağma” ve “kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak” suçlarından tarafların birbirini tanıdığı gerekçe gösterilerek beraat etti.[147]

xxiv) İstanbul Esenyurt’taki Erdoğan Parkı’nda türkü söyleyen 2’si çocuk, 14 genç polis tarafından tekme tokat gözaltına alındı. 2 çocuk serbest kalırken 12 genç mahkemeye sevk edildi. Yargıç, tuhaf bir tutumla gençlerin türkü söylediklerini kabul etmelerini “kısmi ikrar” ve polis tutanağını da “yeterli kanıt” olarak değerlendirip hepsini tutukladı.[148]

xxv) İşitme ve konuşma engelli H.N. 3 çocuğu tarafından kendilerine senelerce cinsel istismarda bulunduğu için şikâyet edilmiş, bunun üzerine 2018 senesinin Ağustos ayında tutuklanarak Eyyübiye Cezaevi’ne gönderilmişti. Urfa 7. Ağır Ceza Mahkemesi’nde süren davanın 2. duruşması 28 Şubat 2019’da görüldü. Urfa’nın Haliliye ilçesinde 14, 18 ve 23 yaşlarındaki çocuklarını istismar ettiği gerekçesiyle tutuklanan baba H.N. tahliye edildi.[149]

xxvi) Antalya’da, 10 yaşındaki kız çocuğuna cinsel taciz ve saldırı suçlarından 5 ay tutuklu kalan apartman görevlisi 44 yaşındaki A.Ö., adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Kızın annesi 38 yaşındaki F.Y., 90 yıl hapis istemiyle yargılanan A.Ö.’nün serbest bırakılmasına isyan etti.[150]

xxvii) Erzurum’da 12 yaşındaki E.A’ya cinsel istismarda bulunmak suçundan 12.5 yıl hapis cezasına çarptırılan 49 yaşındaki tuhafiyeci C.U’nun aldığı ceza, kız çocuğunun tedaviyle ‘psikolojisinin düzeldiği” bahanesiyle 10 yıl indirildi.[151]

xxviii) Aydın’ın İncirliova ilçesinde 26 yaşındaki T.A. adlı erkeğe alkollüyken istismarda bulunup, kaydettikleri görüntüyle şantaj yaparak bir haftada defalarca tecavüz ettikleri öne sürülen 42 yaşındaki M.T. ve 34 yaşındaki M.A.’nın tutuksuz yargılandığı davanın ikinci duruşması yapıldı. Savcının sanıkların tutuklu yargılanma istemini mahkeme heyeti kabul etmedi.[152]

IV) TOPARLARSAM

Gerçekler tam da bu merkezdeyken; “Contra factum non datur argumentum/ Gerçek karşısında delil hükümsüzdür,” uyarı (ilkesini) anımsamak yararlı olur.

“Pectus facit iuris consultum/ Hukukçunun kalbi olmalıdır”;[153] “Lex iniusta non est lex/ Adil olmayan kanun, kanun değildir,”[154] saptamalarına inanan birisi olarak; Jean-Jacques Rousseau’nun, “Yasama, yürütme yargı içiçe geçmişse, özgürlükler garantide değilse, anayasa yok demektir. Kuvvet kimdeyse o hâkimdir”…

Maurice Duverger’nin, “Adaletin bulunmadığı yerde herkes suçludur”…

Beydaba’nın, “Hukukun en kötüsü, suçsuzu korkutandır”…

John Locke’un, “Hukukun bittiği yerde tiranlık başlar”…

Sigmund Freud’ün, “Adaleti aklın yardımı olmadan kullanmak imkânsızdır”…

Karl Marx’ın, “Hukuk hiçbir zaman toplumun iktisadi yapısının ve bunun belirlediği kültürel gelişmişliğinin ilerisinde olamaz”…

Alfred E. Smith’in, “Hukuk, demokraside azınlıkların haklarını ve özgürlüklerini koruma aracıdır”…

Goyard Fabre’nin, “Hukukun olmadığı yerde, halk sürüdür”…

Thomas More’un, “Bir devletin gelişmesi de, yıkılması da, o devleti yönetenlerin ve yargıçların elindedir”…[155]

Brède et de Montesquieu’nün, “Hukuk kalkanı altında ve adalet adına işlenen zorbalıktan daha zalimce hiçbir şey yoktur”…

Desmond Tutu’nun, “Eğer adaletsizlik karşısında tarafsız kalıyorsanız, zalimin tarafını seçmişsiniz demektir,” ifadelerine -adaletsizliğin bir ortağı olmamak için!- müthiş bir değer biçtiğimi bilmenizi isterim.

“Adaletsizliğin ortağı olmak suçu”nu Alman düşünür Karl Jaspers, “Adaletsizliği yapan suçludur… Ona bunu yaptıran da suçludur… Yapılan adaletsizliği doğrudan ya da dolaylı destekleyen de suçludur,” diye tanımlamıştı ki, ben bu suça ortak olmamak için yaşadım, yaşıyorum…

Ve inanmaktayım ki, bu doğrultuda “Hâkimlerin insan haklarına uygun yorumlar yapabilmek için kendilerine çok sağlam hukuki dayanaklar bulmaları aslında hiç zor değil…”[156]

Ayrıca “Hukuk canlı bir olgudur; devlet ve piyasa ikiliğinin dinamizmini yaratmakta aracılık ettiği gibi, kendi de bu dinamizmden etkilenir ve dönüşür. Tarih içerisinde farklı hukuk anlayışlarının gelişmesini mümkün kılan tam da hukukun bu canlı yapısıdır…”[157]

O hâlde İbrahim Ö. Kaboğlu’nun, “Hukuk devleti, ‘yöneten ve yönetilenlerin hukukça eşit yönetilmesi’ demek”[158] tanımlamasından hareketle; “Yargıç, her şeyden önce her insan gibi bir ahlâk ve hukuk öznesi; ayrıca hukuka göre insanca adalet dağıtan duyarlı tek adrestir; bu yüzden de biricik sığınaktır. Çünkü adalet, en küçük yabancı öğeyle bir çırpıda kirlenebilen değerler üstü tek değerdir.

BM’ce benimsenen 2003 “Bangalor Yargı Etiği İlkeleri”ne ve Mecelle’ye (m. 1792) göre, yargıç, bilge (hakîm) ve anlayışlı (fehîm) olmak zorundadır. Böyle olabilmek ve kalabilmek, meslek bilgisini, becerisini ve bireysel yeteneklerini sürdürebilmek ve artırabilmek için bilimi ve hukuktaki gelişmeleri sürekli izlemek, kendisini güncellemek; taraflar, tanıklar, avukatlar ve kamu görevlileriyle görüşürken nazik ve saygılı (mekîn), sabırlı ve vakur (metîn) olmak; yasama, yürütme, taraflar, halk, kamuoyu, basın, meslektaşları karşısında bağımsız; kendi inançları ve görüşlerinden arınmış olmak zorundadır. Bu nitelikleri taşımayan bir yargıç, yetenekli ve mesleğine yaraşır (layık), dürüst, (müstakîm) ve güvenilir (emîn) olamaz; tarafsız, doğru, tutarlı, eşitlikçi adalet dağıtamaz,”[159] diyen Sami Selçuk’un uyarılarını anımsamak/ anımsatmak yararlı olacaktır; tıpkı Yargıtay Onursal Daire Başkanı Hamdi Yaver Aktan’ın şu satırları gibi:

“Hukuk devleti, hukuksal tasarımların ve değerlerin yararına güvenceler sistemi anlamına gelir. Gerçekten de XIX. yüzyılda devlet ve hukuk arasındaki ilerici-özgürlükçü ilişkiler anlayışı, XVIII. yüzyılın baskıcı devlet anlayışına kendisini kabul ettirdi.

Aydınlanmanın temel noktasını, insanların bizzat kendilerinin sorumlu oldukları vesayet durumundan çıkmalarında gören Immanuel Kant,[160] kişilerin özgürlük içinde gelişebilmeleri için devletin de hak ve adalete uygun, doğruluk, dürüstlük içinde hareket etmesi gerektiğini belirtmiştir. Büyük hukukçulardan Sıddık Sami Onar da “Milletlerin hukuka ve kanunlara inançlarının sarsılmasının en büyük sebebi bunların bizzat devlet veya kendilerine inanılan insanlar tarafından ihlâl edilmesi, bozulmasıdır,”[161] diye yazmamış mıydı?

‘Ahlâkın Metafiziği’nde Immanuel Kant, hukuk devleti kavramını kullanmamıştır. Ne var ki düşlediği ve önerdiği devlet, sonradan hukuk devleti ismini alandan farklı değildir. Daha sonra gelen gerek muhafazakâr ve gerekse liberal devlet kavramları arasında hukuk devleti kavramında oydaşma sağlandı. Özellikle XIX. yüzyılın ortalarından itibaren ve XX. yüzyılda hukuk devleti ilkesine güçlü, sağlam ve içten bir bağlılık gelişti. İçeriği dolduruldu; zenginleşti: Yasama, yürütme ve’ yargı erklerinin birbirinden ayrıldığı erkler ayrılığı, yargıcın davranış ve kararlarına yukarıdan ve dışarıdan gelebilecek her türlü etkinin kalktığı mahkemelerin bağımsızlığı, yasal bir temeli olmayan her türlü yönetsel müdahalenin etkisiz kılındığı idarenin yasallığı, hukuka aykırı her yönetsel müdahaleye karşı bağımsız mahkemelerde dava açma olanağının sağlandığı yargısal koruma ve devletin akçalı sorumluluğu…[162]

Hukuk devleti ilkesi hiçbir zaman savunma kavramına düşürülmemelidir. Ayrıca klasik olarak anılmasının yanıltıcı olduğu göz önünde bulundurulmalı. Yaşamayan ve geçmişte kalanın klasik olarak nitelenmesi karşısında, sınırsız taraftarının bulunduğu, demokratik devletin en önemli göstergelerinden olduğu gözetildiğinde hukuk devleti kavramının güçlü bir gelenek[163] olduğu kabul edilmelidir.

Güçlü geleneğin sürdürülebilmesi, içeriğinin gelişen insan hakları kavramıyla güçlendirilebilmesi için erkler ayrılığı ilkesi ışığında yargının bağımsız ve yargıcın güvenceli olması gerekmekte. Uluslararası denetim organlarının ve bu bağlamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesinin yargısal kararlarının iç hukukta sonuç doğuran kararlar olduğu da unutulmamalı. Bağımsız yargı ve güvenceli yargıç evrensel çapta çağdaş ve saygın devlet olmanın göstergelerindendir.

Yargıcın giydiği giysi (cübbe), iç bağımsızlığını simgeler; baskı altında çalışmaya zorlanamaz.[164] Baskıya da boyun eğmemelidir.”[165]

Mahkemeniz tarafından tüm bunların dikkate alınacağını umuyorum.

Tamamlıyorum…

Sokrates’in, “Cesaret adını verdiğimiz erdem, başıboş bir kahramanlık, anlamsız bir atılganlık ve cüretkârlık, her tehlikeyi düşüncesizce göğüsleme olmayıp; neden korkulup neden korkulmayacağına, neyin göğüslenmeye değer olup neden kaçınmanın iyi olacağına ilişkin bilgiden başka bir şey değildir”…

Eduardo Galeano’nun, “Bugün Van Gogh; ona yemek vermeyecek restoranların duvarlarını, onu akıl hastanesine kapatacak doktorların muayenehanelerini ve onu hapse tıktıracak avukatların yazıhanelerini süslüyor,”[166] sözlerini ruhumun derinliklerinde hisseden birisi olarak; Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın şu dizelerini de dilimden hiç düşürmem:

“Savcı, nedir düşündün mü?

Yazıları suçlu kılan?

Usla, yürekle büyümüş, gündüzler

geceye karşı,

Ama nedir çağlar üzre,

beni senden güçlü kılan?”

Son bir şey daha: “Hükmün açıklanmasının ertelenmesi”nde de “faydalanmak” da istemiyorum; çünkü ne ben suçluyum; ne de bu maddeden “faydalanmamı” gerektiren bir hâl söz konusu…

13 Mart 2019 17:38:13, İstanbul.

N O T L A R

[*] 21 Mart 2019 tarihinde İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nde “Suçu ve Suçluyu Övmek” iddiasıyla “yargılandığım” davada yapılan savunma(m)…

[1] Albert Camus, Defterler 2/ Ocak 1942-Mart 1951, Çev: Ümit Moran, İthaki Yay., 2003.

[2] Madde 215- (1) İşlenmiş olan bir suçu veya işlemiş olduğu suçtan dolayı bir kişiyi alenen öven kimse, bu nedenle kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde, iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”

[3] Madde 53- (1) Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkûmiyetin kanuni sonucu olarak; a) Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten, b) Seçme ve seçilme ehliyetinden (…) (2) , c) Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan, d) Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan, e) Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten, Yoksun bırakılır.

[4] Prof. Dr. Belgin Erdoğmuş, Hukukta Latince Teknik Terimler Özlü Sözler, Bilgi Üniversitesi Yay., 2011.

[5] Prof. Dr. Belgin Erdoğmuş, Hukukta Latince Teknik Terimler Özlü Sözler, Bilgi Üniversitesi Yay., 2011.

[6] Prof. Dr. Belgin Erdoğmuş, Hukukta Latince Teknik Terimler Özlü Sözler, Bilgi Üniversitesi Yay., 2011.

[7] Antalya’nın Alanya ilçesinde, 10 Mart 2018’de motosikletin çarpması sonucu yaşamını yitiren, Türkiye’nin önemli davalarına bakan, emekli hâkim Mehmet Orhan Karadeniz (74), hâkimlik mesleğinden 2008’de emekli oldu. Karadeniz, Demokrasi Partisi (DEP) eski milletvekillerinin yargılandığı dava, Sivas davası, Beyaz Enerji davası, Hizbullah ana davası, Akın Birdal suikastı, Neşter Operasyonu davası, Çankırı Valisi’ne suikast davası, Umut davası (Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy cinayetleri), Fethullah Gülen davası, Danıştay saldırısı, Cumhuriyet Gazetesi’ne saldırı davasına bakmıştı. Mehmet Orhan Karadeniz’in, Danıştay saldırısı, Hizbullah, Sivas olayları gibi pek çok önemli dava dosyalarına baktığı, Ankara 11’inci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı döneminde emekli olduğu belirtildi.

Karadeniz ayrıca; Necmettin Erbakan, Ahmet Tekdal, Şevki Yılmaz, Hasan Hüseyin Ceylan, İbrahim Halil Çelik, Doğu Perinçek, Murat Bozlak, Leyla Zana, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Selim Sadak, Mehmet Emin Sever, Mahmut Uyanık, Muzaffer Demir, Mahmut Alınak, Ufuk Uras, Hasan Celal Güzel’in de içinde yer aldığı birçok siyasetçi ile Muzaffer İlhan Erdost, Yılmaz Odabaşı, Ferhat Tunç, Haluk Gerger, Can Dündar, Fikret Başkaya, Mahmut Tali Öngören, Varlık Özmenek, M. Veysi Ülgen, Mustafa Kadıoğlu, Temel Demirer, İsmail Hakkı Tombul, Mehmet Cengiz Faydalı, Tayfun İşçi, Erşat Akyazılı gibi birçok siyasetçi, gazeteci, sanatçı, akademisyen ve sendikacının davalarına da bakmıştı. (Nedim Kovan, “Önemli Davaların Hâkimi Karadeniz, Ordu’da Toprağa Verildi”, 12 Mart 2018… https://www.sozcu.com.tr/2018/gundem/onemli-davalarin-hakimi-karadeniz-orduda-topraga-verildi-2282833/)

[8] 12 Mart döneminde İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi’nın kıdemli hâkimi olarak görev yapan ve hiç idam kararı vermediği için mahkemesi lağvedilip, Erzurum’a sürülen Remzi Şirin 95 yaşında yaşamını yitirdi. Aralarında Sarp Kuray, Ali Kırca, İrfan Solmazer, Atilla Sarp’ın da yer aldığı, 67’si hakkında idam cezası istenen 83 denizci subayın yargılandığı davada beraat kararı verdiği için mahkemesi lağvedilen Şirin, kararları ve Türkiye’de hukukun olmadığı yönündeki eleştirileri ile tanındı.

12 Mart 2013’te Miyase İlknur’un sorularını yanıtlayan Şirin’in şu cevapları akıllarda kalmıştı: “Ben risk falan bilmem. Hukuku bilirim. Gerçekten Türkiye Cumhuriyeti anayasası üç-beş kişinin banka soyması ile ya da adam kaçırması ile ortadan kalkacak kadar zayıf mıdır? Biz Kuveyt emirliği ya da Güney Amerika ülkesi de değildik herhâlde. O açıdan baktığınızda Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının suçu da zaten adam kaçırma ve banka soymaktan ibaretti. Yanlış mahkemeye düşmüş çocuklar. Daha önce Konya’da biri bana sorduğunda “Deniz’ler benim mahkememe düşseydi katiyen idam edilmezlerdi” demiştim. Gerçekten de öyle. İdam cezası gerektirecek suçlar mıdır bunlar?” (“Hâkim Şirin Yaşamını Yitirdi”, Cumhuriyet, 30 Ocak 2018, s.10.)

[9] Edward Said, Entelektüel Sürgün Marjinal Yabancı, çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 1994, s.138.

[10] Selçuk Kozağaçlı, “Zordur Sosyalisti Yargılamak”, Cumhuriyet, 4 Eylül 2018, s.6.

[11] “Ahmet Şık’ın Savunmasının Tam Metni: Savunma Yapmıyorum, İtham Ediyorum… Cumhuriyet’te Aradığınız Çete Ülkeyi Yönetiyor”, 27 Temmuz 2017… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/789977

[12] Platon, Sokrates’in Savunması -Euthyphron, Apologia, Kriton, Phaidon-, Çev: Ari Çokona, İş Bankası Yay., 2012.

[13] http://worldcat.org/identities/lccn-n88149584/

[14] 25 Temmuz 2017 tarihindeki gözaltına alınmama ilişkin kamuoyu ile sosyal medyadaki tepkiler için bkz: 1-) http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/789018/Gozaltina_alinan_Temel_Demirer_serbest_birakildi.html 2-) https://www.evrensel.net/haber/327430/yazar-temel-demirer-gozaltina-alindi 3-) http://ilerihaber.org/icerik/temel-demirer-caglayan-adliyesinde-gozaltina-alindi-74291.html 4-) http://anfturkce.net/guncel/yazar-temel-demirer-goezaltina-alindi 5-) https://seninmedyan.org/2017/07/25/gozaltina-alinan-temel-demirer-serbest-birakildi/ 6-) http://yarinhaber.net/guncel/56535/suruc-anmasindaki-konusmasi-nedeniyle-gozaltina-alinan-yazar-temel-demirer-serbest-birakildi 7-) https://twitter.com/direnokumagrubu/status/889842244773175300 😎 http://www.gercekgundem.com/yazar-temel-demirer-caglayan-adliyesinde-gozaltina-alindi-285218h.htm 9-) http://gazetemanifesto.com/2017/07/25/gozaltina-alinan-temel-demirer-serbest-birakildi/ 10-) http://www.avrupahaber1.org/temel-dermirere-yurt-disina-cikis-yasagi.html 11-) http://www.sosyalistogrenci.com/2017/07/25/2008/ 12-) http://www.yurtgazetesi.com.tr/gundem/yazar-temel-demirer-gozaltinda-h37879.html 13-) http://haber.sol.org.tr/toplum/yazar-temel-demirer-gozaltina-alindi-204045 14-) http://www.bursaport.com/haber/guncel/yazar-temel-demirer-gozaltina-alindi-86343.html#.WXc5RWdD4ok.twitter 15-) http://okumagrubu.net/yazar-temel-demirer-gozaltina-alindi/#.WXc5hzjMSiE.twitter 16-) http://www.cagdasses.com/guncel/68904/yazar-temel-demirer-gozaltina-aldi 17-) http://alinteri.org/yazar-temel-demirer-gozaltinda-guncellendi.html 18-) http://gazetekritik.com/yazar-temel-demirer-gozaltina-aldi/20005/ 19-) http://www.cayyolu.com.tr/haber/yazar-temel-demirer-caglayan-adliyesi–039-nde-gozaltina-alindi-137133.html 20-) http://www.etha.com.tr/Haber/2017/07/25/guncel/yazar-demirer-suruc-katliamina-iliskin-gozaltina-a/ 21-) http://halkinbirligigncelhaber.blogspot.com.tr/ 22-) http://www.palo.com.tr/a/yazar-temel-demirer-g%C3%B6zalt%C4%B1nda-2748353 23-) http://turkish.shafaqna.com/TR/TR/3018319 24-) http://www.gomanweb.org/index.php/tum-haberler/bas-ndan-sectiklerimiz/25641-yazar-temel-demirer-goezalt-na-al-nd 25-) http://www.yasanacakdunya.org/ 26-) https://twitter.com/PinarAYDINLAR 27-) https://twitter.com/SOHareketi 28-) https://twitter.com/sgdf_basin 29-) https://twitter.com/Revoltistanbul 30-) https://twitter.com/onlarinvasiyeti 31-) https://twitter.com/ariyan_elind 32-) https://twitter.com/dokuz8haber 33-) https://twitter.com/senol_kayaoglu 34-) https://twitter.com/hayaletdanslar 35-) https://twitter.com/MeltemServi 26-) https://twitter.com/zgrbsky 37-) https://twitter.com/NihatSaltas 38-) https://twitter.com/Sanat_Meclisi 39-) https://twitter.com/06Haberler 40-) https://twitter.com/devrimzamanii/status/889835931481624577 41-) https://twitter.com/KIZILDAYANISMA1 42-) https://twitter.com/DHFenformasyon 43-) https://twitter.com/KongreKaraburun 44-) https://twitter.com/EMeclisi 45-) https://twitter.com/mulksuzlervol7 46-) https://twitter.com/haber_gunce 47-) https://twitter.com/yelizdevrim1917 48-) https://twitter.com/nadebebeko 49-) https://twitter.com/alprack 50-) https://twitter.com/KaniBeko_DiSK 51-) https://twitter.com/arzuarzu00 52-) https://twitter.com/AvciDevrim 53-) https://twitter.com/dublecanerik 54-) https://twitter.com/munzurlu_01 55-) https://twitter.com/tahirferit 56-) https://twitter.com/livaneliyim/status/889841977369513984 57-) https://twitter.com/emrahyildirim14 58-) https://twitter.com/meransalErkam2 59-) https://twitter.com/TurkulerSahit/status/889828991682711552 60-) https://twitter.com/nihatkocyigit 61-) https://twitter.com/ebru_senol 62-) https://twitter.com/orhanaydin6/status/889857900172193792 63-) https://twitter.com/MemleketAtesi/status/889852415234715648 64-) https://twitter.com/Ozguruz_org/status/889836223216439296 65-) https://twitter.com/ccananaydin/status/889849432115732480 66-) https://twitter.com/alsanagosterge 66-) https://twitter.com/suayipsikloped 67-) https://twitter.com/osmannamdar 68-) https://twitter.com/politikbaykus 69-) https://twitter.com/GazeteAlinteri 70-) https://twitter.com/Kazim_Bayraktar 71-) https://twitter.com/direncigdem?lang=tr

[15] Orhan Gazi Ertekin, “Hepimiz Nasıl Terörist Olduk?”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2018, s.12.

[16] Alican Uludağ, “Manevi Cebirle Darbe Suçu Olmaz”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2019, s.16.

[17] Erdi Tütmez, “484 Bin Kişi Denetimli Serbest! Hukukçular: Türkiye Hapishaneye Döndü”, Evrensel, 4 Mart 2019, s.7.

[18] Hüseyin Şimşek, “Yüzbinlerce Kişi Dışarıda Mahkûm”, Birgün, 26 Aralık 2018, s.7.

[19] Mehmet Y. Yılmaz, “Hukuk Devleti İnsan Boğazlamaz”, Hürriyet, 23 Ağustos 2017, s.19.

[20] Neyyire Yasemin Yalım, “Etik Konuşulamaz mı?”, Cumhuriyet, 26 Ocak 2019, s.2.

[21] Diyarbakır’da eylem hazırlığında oldukları belirtilen IŞİD üyelerine yönelik 26 Ekim 2015’te Kayapınar ilçesinde kaldıkları eve yapılan baskında çıkan çatışmada Sadık Özcan ve Gökhan Çakıcı adlı özel harekât polisleri yaşamını yitirmiş, 4 polis de yaralanmıştı. Çatışmada Veysel Argunağa, Cahit Ölmez, Serhat Seyithanoğlu, Ergün Gül, Sıdık Bünül, Orhan Genç ve Ersel Gergüy adlı IŞİD üyeleri de öldürülmüştü. Çatışmanın ardından Diyarbakır’daki birçok eve yapılan baskında gözaltına alınan 18 kişiden 16’sı IŞİD üyesi oldukları ve yardım ettikleri gerekçesiyle tutuklanmıştı. Daha önce görülen 3 duruşmada 13 sanık tahliye edilmişti. 20 Haziran 2017’da görülen 4’üncü duruşmada ise mahkeme tutuklu sanık Mustafa Deniz’i üzerine atılı suç vasfının değişme ihtimali bulunduğu gerekçesiyle tahliye etti. Yine diğer tutuklu sanıklar Nihat Turan ve Mahmut Demirtaş’ı tutuklulukta geçirdikleri süreyi dikkate alarak adli kontrol uygulamasıyla tahliye etmişti. (“Yakında İş de Bulacaklar: IŞİD’ci İddiası Varken Adli Kontrol Kaldırıldı”, Birgün, 13 Ekim 2017, s.7.)

[22] “4 Günde İddianame”, Hürriyet, 14 Kasım 2018, s.16.

[23] Prof. Dr. Belgin Erdoğmuş, Hukukta Latince Teknik Terimler Özlü Sözler, Bilgi Üniversitesi Yay., 2011.

[24] Barış İçin Akademisyenler’in “Bu Suça Ortak Olmayacağız” bildirisini imzaladıkları gerekçesiyle “terör örgütü propagandası” iddiasıyla yargılanan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyeleri İstanbul 35. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davalarda yargıç karşısına çıktı. Mahkeme başkanı, salonu AİHM ile kıyaslayarak “Bize AİHM’yi örnek veriyorsunuz ama kendiniz orayı örnek alıyor musunuz? Kendi vatanınız olunca saygısızlıkta sınır tanımıyorsunuz. Avrupa olunca onlar peygamber Türkiye olunca herkes kötü. Avrupa da Avrupa… Tutturmuş herkes Avrupa. Türk müyüz Avrupalı mıyız belli değil. Bir şey yaparken ilkeli olmak lazım. İşinize gelince AİHM,” dedi. (Ece Piroğlu, “Mahkeme Başkanı: Herkes Tutturmuş, Avrupa da Avrupa…”, Cumhuriyet, 8 Haziran 2018, s.9.)

[25] Ahmet Tulgar, “İbrahim Ö. Kaboğlu: AİHM Kararlarına Meydan Okuma, AİHS’in Felsefi Dayanağına Yabancılaştırır”, Yeni Yaşam, 26 Kasım 2018, s.10.

[26] “AİHM: ‘Dolaylı Örgüt Üyeliği’ Aşırı Geniş Yorumlanıyor”, Evrensel, 13 Temmuz 2018, s.4.

[27] Tolga Şardan, “Suruç Saldırısının 2. Yılı”, Milliyet, 24 Temmuz 2017… http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/tolga-sardan/suruc-saldirisinin-2-yili-2489781/

[28] Seyhan Avşar, “Katliam Davası Yerinde Sayıyor”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2018, s.9.

[29] “Adalet Ararken Tutuklandım”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2018, s.11.

[30] Ayça Söylemez, “Suruç’un Hangi Davası?”, Birgün, 7 Ağustos 2018, s.9.

[31] http://www.balikesirdemokrat.com.tr/yazi/4154/bardagin_dolu_tarafi.html

[32] http://www.diken.com.tr/burhan-kuzuya-gore-isid-kafa-keserek-daha-pratik-goturuyor/

[33] http://www.birgun.net/haber-detay/akp-li-meclis-uyesi-isid-iyi-ki-varsin-allah-kursununu-azaltmasin-118303.html

[34] “İfade Özgürlüğünü Desteklemişler!”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2017, s.5.

[35] Hüsnü Öndül, “Barış Akademisyenleri Davaları İçin İki Bilimsel Görüş”, Evrensel, 17 Ocak 2019, s.2.

[36] Platon, Sokrates’in Savunması -Euthyphron, Apologia, Kriton, Phaidon-, Çev: Ari Çokona, İş Bankası Yay., 2012.

[37] Sami Selçuk, “… ‘İzin’, Siyaset ve Yargı”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2017, s.14.

[38] “Étienne Balibar: Hrant Dink: İfade Özgürlüğünün Kahraman Savaşçısı”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2018, s.13.

[39] Roger Price, 1848 Devrimleri, çev: Nail Kantemir, Babil Yay., 2000, s.21.

[40] Raoul Vaneigem, Dokunulmaz Olan Hiçbir Şey Yoktur, Her Şey Söylenebilir: İfade Özgürlüğü Üzerine Düşünceler, Çev: İrem Selin Nacar, Dost Kitabevi, 2018, s.32.

[41] Amin Maalouf, Semerkant, çev: Esin Talu Çelikkan, Yapı Kredi Yay., 1993.

[42] Afşar Timuçin, “Felsefenin Yalnızlığı…”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2018, s.2.

[43] Buket Uzuner, Toprak, Everest Yay., 2015, s.507.

[44] Ali Fuad Başgili, İlmin Işığında Günün Meseleleri, Yağmur Yay., 2017, s.178.

[45] Sinan Tartanoğlu-Canan Coşkun-Seyhan Avşar-Zehra Özdilek, “Hukuk Devletine En Ağır Saldırı”, Cumhuriyet, 14 Ocak 2018, s.11.

[46] Duygu Güvenç, “Uluslararası STK’lerden AİHM’ye: Yandaş Basın Niyeti Gösteriyor”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2017, s.10.

[47] İhsan Çaralan, “İfade Özgürlüğünün ne ‘Alanı’ ne de ‘Sınırı’ Kaldı!”, Evrensel, 15 Şubat 2018, s.3.

[48] “Adil Yargılanma Hayal!”, Birgün, 24 Ocak 2019, s.9.

[49] Kemal Göktaş, “Erdoğan’ın Avukatlarının Savunmasından: İfade Özgürlüğü Şoke Edebilir”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2018, s.10.

[50] “… ‘Terörist’ Sözü İfade Özgürlüğüymüş”, Cumhuriyet, 9 Eylül 2018, s.5.

[51] Kemal Göktaş, “Meğer Aydınlar Alınganlık Göstermiş!”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2018, s.10.

[52] “Erdoğan’ı Şikâyet Etmişti… Aydoğan’ın Suç Duyurusuna Ret”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2018, s.11.

[53] Kemal Göktaş, “Oran’ın Soylu’ya Açtığı Dava Reddedildi: ‘İncitici Eleştirilere Katlanmak Zorunda’…”, 3 Ocak 2019… http://www.diken.com.tr/oranin-soyluya-actigi-dava-reddedildi-incitici-elestirilere-katlanmak-zorunda/

[54] “Demirtaş’a ‘Terörist’ Demek İfade Özgürlüğü!”, Yeni Yaşam, 9 Eylül 2018, s.6.

[55] Burcu Cansu, “Davalı Erdoğan Olunca… ‘Hakaret Değil, İfade Özgürlüğü’…”, Birgün, 22 Mart 2018, s.5.

[56] “Sedat Peker, çok konuşulan eski tehditlerini şimdi de 31 Mart seçim günü silahlanarak sokağa çıkma çağrısı ile yeniledi. Haklı olarak herkes savcıların Sedat Peker hakkında neden soruşturma açmadığını soruyor. Sedat Peker’in yargıda dokunulmazlığının olup olmadığını merak ediyor. Sedat Peker’e yargının hoşgörüsü haklı tepkilere neden oluyor. Ama, Peker tek değil. İktidar yanlısı siyasiler, gazeteciler, tarikat sözcüleri, mafya liderleri vb. sık, sık hakaret, tehdit ve aşağılama içeren sözler ediyor ve her seferinde yargı da bunlar hakkında soruşturma dahi açmıyor ya da ifade özgürlüğü kapsamında değerlendiriyor. Muhaliflerin en küçük eleştirisi ise soruşturmalar, gözaltılar, tutuklamalar ile karşılaşıyor.” (Kamil Tekin Sürek, “Silahla Sokağa Çıkma Çağrıları”, Evrensel, 6 Şubat 2019, s.2.)

[57] “Barış Akademisyenleri’ni Ölümle Tehdit Eden Sedat Peker’e Beraat”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 2018, s.9.

[58] “… ‘Bayrak Direklerine Asacağız’ diyen Sedat Peker’in Beraat Kararının Gerekçesi”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2018, s.11.

[59] “Mahkemeden Hakan Şükür Kararı…”, Hürriyet, 26 Şubat 2018… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/mahkemeden-hakan-sukur-karari-40753656

[60] Alican Uludağ, “Ermeni Asıllı Vekile, ‘Kahpesiniz’ Hakaretine Ceza Yok”, Cumhuriyet, 28 Nisan 2017, s.11

[61] Tamer Arda Erşin, “Berkin İçin Islık Çalan Avukata 10 Ay Hapis”, Evrensel, 30 Ekim 2016, s.4.

[62] “Aynı Mahkeme İki Farklı Karar”, 11 Aralık 2017… http://demokrasi44.com/2017/12/11/ayni-mahkeme-iki-farkli-karar/

[63] “İstinaf Mahkemesi: Sosyal Medyada Görüş Paylaşmak ‘İfade Özgürlüğü’dür”, 13 Mart 2019… http://jinnews2.xyz/news/content/view/104737

[64] “Kadı davacı olsa mübaşir de bu davaya şahit olsa/ o mahkemenin verdiği karara adalet mi denir.”

[65] Geçerken aktarayım: Hukukun her zamankinden daha çok tartışılır olduğu bugünlerde, ana hatlardan en çok göze çarpanı “hukukun üstünlüğü” kavramı; hukuk fetişizmi ile kol kola giden “tarafsız” vurgusunu öne çıkarıyor; bu mümkün mü? (Evgeny B. Pasukanis, Genel Hukuk Teorisi ve Marksizm, Çev: Onur Karahanoğulları, Birikim Yay., 2002.)

Ayrıca hukukun araçsal niteliği gereği, yasaların üretim ilişkilerine dayandığı ve mevcut eşitsizliği muhafaza ettiği açıkken; “göreli özerklik” meselesini de göz ardı etmiyorum. (Hugh Collins, Marksizm ve Hukuk, Çev: Umre Deniz Tuna, Dipnot Yay., 2013.)

[66] Özgür Mumcu, “Yargı Bağımsız mı?”, Cumhuriyet, 12 Eylül 2017, s.3.

[67] Hilal Köse, “Selçuk Kozağaçlı: Açlığımız Karamsarlığımızdan”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2019, s.10.

[68] Erol Türk, “Çöken Yargıyı Ayağa Kaldıralım”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2018, s.2.

[69] Cem Alptekin, “Hukuk Susarsa…”, Cumhuriyet, 28 Eylül 2018, s.2.

[70] Alican Uludağ-Zehra Özdilek, “Hukuk Devleti İçin Mücadele”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2018, s.7.

[71] “29 Yıllık Hâkim Mustafa Karadağ Mesleği Bıraktı”, Cumhuriyet, 26 Temmuz 2017, s.6.

[72] Yağmur Öztürk-Sıla Cihan, “Hukuk Devleti Sonlandı”, Birgün, 12 Temmuz 2018, s.5.

[73] Ahmet Tulgar, “Margaret Owen: Trajik Olmasa, Yasal Bir Duruşmadan Çok Komik Bir Opera Gibi”, Yeni Yaşam, 17 Aralık 2018, s.10.

[74] Can Uğur, “Metin Günday: Saray’da Azar İşiten Yargı, Adalet Sağlayamaz”, Birgün, 26 Kasım 2018, s.13.

[75] Hakan Dirik, “YARSAV Eski Başkanı: Yargıda Mücadele Zemini Kalmadı”, Cumhuriyet, 12 Kasım 2018, s.13.

[76] Emre Kongar, “Türkiye Hukuk Devleti mi?”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2018, s.2.

[77] Emre Kongar, “Mahkemeler Adalete Karşı mı?”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2017, s.2.

[78] Can Uğur, “Barkın Asal: Anayasanın Varlığı Sorgulanır Hâlde”, Birgün, 7 Ocak 2019, s.13.

[79] İlhan Cihaner, “Hukuk Cehennemi!”, Birgün, 21 Aralık 2018, s.9.

[80] Erk Acarer, “Reis Ordusu Modeli!”, Birgün, 23 Temmuz 2018, s.7.

[81] İhsan Çaralan, “Yargı Partizanlaşırken Umursamazlık Kuşatmasını Kırmak”, Evrensel, 22 Mart 2018, s.3.

[82] Hüsnü Öndül, “BAK Davalarında Mahkemelerin Tarafsızlığı Sorunu”, Evrensel, 25 Ekim 2018, s.2.

[83] Hüsnü Öndül, “Ayşe Öğretmen ve Düşüncenin Suçlaması”, Evrensel, 19 Nisan 2018, s.4.

[84] “AKP mi Yargılıyor Yargıçlar mı?”, Evrensel, 14 Aralık 2018, s.9.

[85] Çağrı Sarı, “Yargıç, İktidarın Koltuğunun Altından Çıkarak Adalet Üretebilir”, Evrensel, 13 Temmuz 2018, s.14.

[86] Ali Sirmen, “Hukuk Bizi Bağlamaz”, Cumhuriyet, 23 Kasım 2018, s.4.

[87] Zeynep Kuray, “Yargı, İktidarın ‘Memuru’ Oldu!”, Birgün, 11 Nisan 2018, s.7.

[88] Neval Oğan Balkız, “Rüzgârı Zapt Etmek”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2018, s.14.

[89] Ümit Kardaş, “Kassandra Çağrısı”, Cumhuriyet, 23 Ocak 2018, s.12.

[90] “Gözaltı ve tutuklamalarda masumiyet karinesi, suç ve cezanın şahsiliği, savunma ve adil yargılanma haklarına riayet edilmiyor… Adil yargılama hayal. ” (Ümit Kardaş, “OHAL’in Hak ve Hukuku”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2017, s.14.)

[91] Kemal Göktaş, “Yargıda Baskıya İsyan Var”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2017.

[92] Kemal Gözler, “Hukuk Nereye Gidiyor?”… https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/12/06/hukuk-nereye-gidiyor/

[93] Ömer Faruk Eminağaoğlu, “Varlık Nedeni Unutulan Yargı”, Birgün, 18 Haziran 2018, s.6.

[94] Mahmut Lıcalı, “Vatandaş Yargıyı Bağımsız ve Adil Bulmuyor”, Cumhuriyet, 19 Kasım 2018, s.6.

[95] “Yargının en üstü Yargıtay’ın başkanı (ki yürütmenin başıyla Karadeniz’de çay toplamıştır), son demecinde, ‘Türk halkının yargıya güvenine layık olmak istiyoruz’ dedi. Aynı kişi, kısa süre evvel, ‘Türkiye’de adli kontrollü 9 milyon kişi var’ demiş -ve galiba hacme veryansın etmiş-, yargının Türk halkını ‘kolayca suçlu gördüğünü’ ima etmişti. Şimdi işin içinden Yeni Türkiye hukukçularının çıkması -nafile- bekleniyor. Esasen Yeni Türkiye’nin yargıçları da eskisi gibi değil. Artık yargıç ve savcı olmak için belli bir yükseklikte puan gerekmiyor. 30-40 puan, AKP ilçe teşkilâtında yöneticilik, AKP avukatlığı, filanca bakanın, milletvekilinin, il ve ilçe başkanının akrabası olmanız hâkim olmanız, ağır cezaya atanmanız, yüksek cezalar basmanız için yeterli. Liyakat? O eski Türkiye lakırdısı.”(Hüseyin Aygün, “Eski Türkiye’den Yargı Manzaraları”, Birgün, 18 Ocak 2019, s.7.)

[96] Emre Kongar, “Hukuk Siyasetin Emrine Girdiğinde…”, Cumhuriyet, 14 Ocak 2018, s.2.

[97] “Av. Baran Doğan: Yargıçlara Hızlıca Ceza Verme Baskısı”, Yeni Yaşam, 10 Ağustos 2018, s.8.

[98] Ancak şu tür davranışlar da yok değil… İstanbul Anadolu 31. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi Tamer Akgökçe, kapsamı genişletilen uzlaştırma davaları ile ilgili kanunu değil, bakanlık talimatının uygulanmasını içeren Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yazısını sert ifadelerle iade etti. Kimsenin mahkemelere emir, talimat ve tavsiye veremeyeceğini hatırlatan Akgökçe, başsavcılığa gönderdiği yazıda “Sizi kutluyoruz! Tarihe geçtiniz. Türkiye yargı tarihinde başka örneğine rastlanılmayan yazınız bir daha tekrarlanmaması uyarısı ile ekte iade edilmiştir” ifadelerini kullandı. (Kemal Göktaş, “Hâkim, Başsavcılığa İsyan Etti: Kanun Var!”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2016, s.6.)

[99] Kemal Göktaş, “Eski AYM Raportörü Aydın: Yargı, OHAL’in Bir Parçası Oldu”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2017, s.11.

[100] Nuri Alan, “Hukuk Ortamında Kargaşa”, Cumhuriyet, 15 Ocak 2018, s.2.

[101] Zehra Özdilek, “Yeni Adli Yıl ‘Kıyamet Günü’ Tartışmalarının Gölgesinde Başlıyor”, Cumhuriyet, 3 Eylül 2018, s.7.

[102] “Zühtü Arslan’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eğilerek selamladığını görünce… Erdoğan’ın ‘Allah’tan başka hiçbir gücün önünde eğilmedik, eğilmeyiz’ çıkışı geldi aklıma. Zühtü Bey adına üzüldüm doğrusu…” (Ahmet Hakan, “Dik Dur Eğilme Zühtü Bey”, Hürriyet, 4 Eylül 2017… http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-hakan/dik-dur-egilme-zuhtu-bey-40568637)

Kemal Kılıçdaroğlu da, “Erdoğan, içeri girerken bütün hâkimler ayakta. Söylemek istiyorum ‘Niye ayağa kalktınız bir parti genel başkanı geldi diye?’ Her parti genel başkanı geldiğinde ayağa mı kalkacaksınız? Adalet diye bir şey kalmadı zaten. Vicdan sahibi olun vicdan. Türkiye’nin tarihine saygı duyun. Ne işiniz var ayakta? Bunlar yarın senin önüne geldiği zaman ne diyeceksin?” (“Kılıçdaroğlu: Cübbelerinize İki Delik Açınız, İki de Düğme”, Cumhuriyet, 20 Mart 2018, s.5.) diye soruyor.

YARSAV Genel Sekreteri Yargıç Leyla Köksal da, “Yargı açısından iyi bir fotoğraf olmadı. Yargı bağımsızlığı, üç kuvvetten biridir. Buradaki Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanı’nı yargılayacak mahkemedir. Zühtü Arslan da o mahkemenin başkanıdır. AYM Başkanı’nın partili Cumhurbaşkanı’nın karşısında eğilerek verdiği mesaj, yargı teslim olmuştur demektir”…

Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, “Bir ülkenin en yüksek mahkemesinin başındaki kişi, güya bağımsız, güya kuvvetler ayrılığı var. Belinden aşağı önünde eğiliyor. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Bu yargıyı yürütmenin altına almaktır, parçası hâline getirmektir. ABD’de başkan konuşma yapıyor, yargıçlar bırakın alkışlamayı ayağa dahi kalkmıyor. Anayasa Mahkemesi, Türkiye’nin geleceğini şekillendiren, yasaların anayasaya aykırılığını denetlemesi gereken bir kurum. Bunun başkanı cumhurbaşkanının önünde eğiliyor. Bu demokratik devletlerde kabul edilebilir bir şey değil. AYM Başkanı yürütmenin karşısında eğiliyorsa diğer hâkimlerden ne bekleyebiliriz?”

Yargıçlar Sendikası Başkanı Mustafa Karadağ, “Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın aynı zamanda iktidar partisi genel başkanı olan Cumhurbaşkanı’nın önünde eğilmesi yargı bağımsızlığının inkârıdır,” (Alican Uludağ, “Yargının Teslimidir”, Cumhuriyet, 1 Eylül 2017, s.6.) diyorlar…

[103] Çiğdem Toker, “Anayasa Mahkemesi’nin ‘Fotoğrafı’…”, Cumhuriyet, 1 Eylül 2017, s.10.

[104] “Danıştay Üyesinin Muharrem İnce’yi Eleştirmesi ‘Normal’ Görüldü”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2018, s.4.

[105] Oya Armutçu, “HSK Atama Yaptı… Danıştay Başkanı’nın Kızı 1 Günde Yargıtay’a Terfi Etti”, 20 Mart 2018… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/hsk-atama-yapti-danistay-baskaninin-kizi-1-gunde-yargitaya-terfi-etti-40779059

[106] Alican Uludağ-Canan Coşkun, “Deniz Feneri Savcısına Sürgün, Cumhuriyet’e Kumpas Davası Açana Terfi!”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2018, s.7.

[107] “AKP’nin Yargı Teşkilâtı”, Birgün, 21 Mart 2018, s.8; Alican Uludağ, “AKP’li Yargı İşbaşı Yapıyor: ‘Buradan Adalet Çıkmaz’…”, Cumhuriyet, 18 Mart 2018, s.4.

[108] “Danıştay’a ‘Teşkilât’tan Atama”, Birgün, 30 Kasım 2018, s.8.

[109] Seyhan Avşar, “Savcı Hükümlü Çıktı”, Cumhuriyet, 6 Mart 2019, s.8.

[110] “Yargıçlar Sendikası konuyla ilgili yaptığı açıklamada, HSK tarafından verilen ‘yer değiştirme cezası’nın orantısız ve tipiklik ilkesine aykırı olduğuna dikkat çekildi. Açıklamada, ‘Yargıçlar hakkında uygulanacak disiplin cezasının türü ve şiddetinin diğer yargıçların, yargılama yaptıkları sırada cesaretlerini kırmayacak nitelikte olması yargı bağımsızlığı açısından son derece önemlidir. Yargıç Aydın Başar’ın, verdiği bir kararın gerekçesi nedeniyle cezalandırılması ve bir yıl içinde birden fazla kez yerinin değiştirilmesi, ciddi bir hak ihlâli olduğu gibi, özellikle yürütmeye mensup kişilerin taraf oldukları davalara bakan yargıçların cesaretini kırarak, yargı bağımsızlığı sorununu derin şekilde yeniden gündeme getirmiştir. Bu nedenle HSK’yı, kararını yeniden gözden geçirerek kaldırmaya ve benzer soruşturmalarda yargı mensuplarını cezalandırarak değil, onlara gerektiğinde yol gösterip, dış baskılara karşı koruyucu görevini yerine getirmeye çağırıyoruz,’ denildi.” (“HSK Sürgünü Savundu”, Cumhuriyet, 7 Mart 2019, s.8.)

[111] “… ‘Erdoğan’a Hakaret’e Beraat Veren Hâkime Ağır Ceza”, 4 Mart 2019… https://www.artigercek.com/haberler/hsk-cumhurbaskanina-hakaret-davasinda-beraate-hukmeden-hâkime-ceza-verdi

[112] Alican Uludağ, “Yargıya Bakanlık Tornası”, Cumhuriyet, 11 Temmuz 2018, s.4.

[113] Alican Uludağ, “Çay Toplamaya Karşı Yargı Etik Arıyor”, Cumhuriyet, 1 Ekim 2017, s.5.

[114] Nazi iktidarının sembol yargıcı Freisler’in Reich mahkemelerinin başyargıcı olarak göreve getirildikten sonra Hitler’e yazdığı mektupta, “Führer’im, halk mahkemeleri, bundan böyle bir karar verirken, o karara konu olan olayı siz değerlendiriyor olsaydınız, nasıl karar vereceğinize inanıyorsa, o yönde bir karar vermeye çalışacaktır,” satırlarını kaleme almıştı.

[115] Sami Selçuk, “Bekleyip Susun Efendiler!”, Cumhuriyet, 10 Haziran 2017, s.12.

[116] “Bahri Bayram Belen: Artık Hukuktan Umudum Kalmadı”, Cumhuriyet, 12 Eylül 2016, s.11.

[117] “AKP, ‘Tek Tip Yargı’ İnşa Ediyor”, Cumhuriyet, 12 Ağustos 2017, s.4.

[118] Türkiye’nin, 30 Nisan 2017’de görev süresi dolan AİHM yargıcı Işıl Karakaş’ın yerine aday göstermek için belirlediği 3 kişilik liste, seçimi yapacak olan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nden (AKPM) ikinci kez döndü. Türkiye, Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Ergin Ergül, 8 Temmuz’da Yargıtay Üyeliği’ne seçilen ve adaylık sürecinde Adalet Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı olan Basri Bağcı ile Hollanda’da yaşayan avukat Fatma Arslan’ı aday gösterdi. Konsey’in gerekli kriterleri taşımadıkları gerekçesiyle mülakata bile çağırmadan ikinci listeyi de 2017’ın Haziran ayında geri çevirdiği ortaya çıktı. (Ayşe Sayın, “AİHM’yle Yargıç Krizi”, Cumhuriyet, 7 Ağustos 2017, s.5.)

[119] Mustafa Mert Bildircin, “4 Milyon Dosyada Fail Meçhul!”, Birgün, 15 Mayıs 2018, s.10.

[120] Özgür Mumcu, “Hukukun Üstünlüğü”, Cumhuriyet, 3 Şubat 2018, s.3.

[121] Duygu Güvenç, “HSK, HSYK’den Bağımlı”, Cumhuriyet, 16 Mart 2018, s.8.

[122] Türkiye siyasi tarihi lanetli davalar tarihi olduğu kadar lanetli savcılar ve hâkimler tarihi de oldu. 1926 Yargılamaları, 1944 Türkçülük davası, 1959 ‘49’lar davası’, Yassıada yargılamaları, 1971 ve 1980 darbe yargılamaları ve dahi 28 Şubat yargılamaları, hâkim ve savcıların parlak ışıklar altında başlayıp giderek karanlık izbe yerlere saklandığı bir resmi geçit töreni gibidir. Bununla beraber Türkiye ceza yargılaması tarihinde bugün şahit olduğumuz çapta trajikomik hâllerine ancak üç tarihsel örnek verilebilir. Birincisi İstiklal Mahkemeleri, ikincisi Dersim harekâtı süreci ve üçüncüsü ise 1980 darbe yargılamaları. 1925 Takrir-i Sükûn Kanunu ve özellikle İzmir Suikastı sonrası yaşananlar bugün yaşananlara pek benzer. Bu mahkemelerde hukuksal temel ve gerekçeden o kadar uzaklaşılmıştı ki, cezalar sanıkların oturdukları sıralara göre verilebiliyordu: İlk sıradakiler idam, ikinci sıradakiler müebbet… 1935 Dersim Kanunu ve Dersim harekâtı ise yargının bütün kararlarının özellikle askeri kurmay heyetinin izni ve onayı ile geçerlilik kazandığı dönemlerdi. 1980 darbesi sonrası iddianamelerde de benzer süreçleri görmek mümkün. 1980 iddianamelerinin birinde C. savcısı o kadar ileri gitmişti ki spekülasyonu bile terk edip hakaret etme hakkını kullanıyordu: ‘Bu Ermeni oğlu Ermeni…’ diye başlıyordu iddianamesine.” (Orhan Gazi Ertekin, “Ceza Hukuku Can Çekişiyor”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2017, s.13.)

[123] “Prof. Dr. Haldun Gülalp, 1 Yıl 3 Ay Hapse Mahkûm Oldu”, 9 Ocak 2019… http://t24.com.tr/haber/mahkeme-baskanindan-yasasin-adalet-diyorum-diyen-akademisyene-cok-iddiali-seyler-soylemeyin,794901

[124] Kemal Göktaş, “Tehdide Dava Yok”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2017, s.10.

[125] “Böyle İnfaz Etti, İyi Hâlden Tahliye Edildi”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2016, s.5.

[126] “İŞİD Sanığı Böyle Beraat Etti… Evinde Kitap Olsa Yanmıştı”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2017, s.10.

[127] “IŞİD Bayrağı Ve Mühimmatlar Örgüt Üyeliği Sayılmadı: IŞİD Üyeleri Beraat Etti”, 7 Mart 2019… http://www.yenidemokrasi3.net/isid-bayragi-ve-muhimmatlar-orgut-uyeligi-sayilmadi-isid-uyeleri-beraat-etti.html

[128] Hazal Ocak, “Gaz Fişeğiyle Kafa Kırmaya 30 Bin TL”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2016, s.5.

[129] “Motosikletliyi Öldüren Emniyet Müdürü Beraat Etti”, Hürriyet, 3 Şubat 2016… http://www.hurriyet.com.tr/motosikletliyi-olduren-emniyet-muduru-beraat-etti-40049067

[130] Canan Coşkun, “Uğur Kurt Davasında Karar: Bir Canın Bedeli 12 Bin TL!”, Cumhuriyet, 26 Nisan 2017, s.7.

[131] “Uğur, 13 Yıldır Adalet Bekliyor”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2017, s.15.

[132] “Sivas Katliamı” davasının kırmızı bültenle aranan firari sanığı Eren Ceylan’ın 2007 yılında Almanya’dan Türkiye’ye iade edilmeme gerekçesi konusunda İçişleri Bakanlığı’nın yıllardır mahkemeyi yanılttığı ortaya çıktı. Almanya, firari sanık Eren Ceylan’ın adresinin tespit edilememesi nedeniyle iadesinin mümkün olmadığını bildirmiş, ancak İçişleri Bakanlığı veritabanına ‘adil yargılanmaya aykırılık nedeniyle iade talebi reddedildi’ diye girmiş. (Alican Uludağ, “Sivas Katliamı Davasında Skandal”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2015, s.4.)

[133] “Sivas Davasında, Adalet Bakanlığı’ndan Büyük Skandal”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2017, s.10.

[134] -“15/07/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hâl süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.” (md.37/1,8.11.2016, 6755 sy. Kanun).

-“Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/07/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır” (md.37/2, 24.12.2017 ta. ve696 sy. KHK, md.121).

Bu iki düzenlemenin anlamı ne? Kısaca; -İlki, hukuk devletini, -İkincisi, devleti kaldırıyor. (İbrahim Kaboğlu, “… ‘Hukuk’ ve ‘Devlet’: Koruyan ve Kaldıranlar…”, Birgün, 28 Aralık 2017, s.11.)

[135] Yusuf Özkan, “Köprüde Lince Takipsizlik Kararı”, Cumhuriyet, 22 Şubat 2019, s.6.

[136] Alican Uludağ, “Yargıtay ‘Ak’ladı”, Cumhuriyet, 5 Aralık 2017, s.4.

[137] “… ‘FETÖ’ Soruşturmasından Dolayı İntihar Etmişti, Bylock Bulunmadı”, Evrensel, 30 Mart 2018, s.4.

[138] Alican Uludağ, “Kafa Koparan Valiye Danıştay Zırhı”, Cumhuriyet, 20 Ocak 2018, s.5.

[139] Canan Coşkun, “Can Dündar’a Silahla Saldıran Murat Şahin Tahliye Edildi”, Cumhuriyet, 22 Ekim 2016, s.3.

[140] Hilal Köse, “Hukuksuzluk ‘ENGEL’ Tanımadı”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2016, s.7.

[141] Fevzi Kızılkoyun, “… ‘Nefret’ Değil ‘Gösteri’ Sorgusu”, Hürriyet, 16 Eylül 2017… http://www.hurriyet.com.tr/nefret-degil-gosteri-sorgusu-40580541

[142] Alican Uludağ, “Polisten ‘Pişkin’ Savunma”, Cumhuriyet, 10 Şubat 2019, s.6.

[143] “Çağdaş Avukatlar Grubu’ndan Gençcan’a Çağrı: ‘Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Koltuğunu ve Hâkimliği Terk Edin”, 18 Şubat 2019… http://sendika63.org/2019/02/cagdas-avukatlar-grubundan-genccana-cagri-yargitay-2-hukuk-dairesi-koltugunu-ve-hakimligi-terk-edin-5

[144] Kemal Göktaş, “Adım Adım İslâmi Yargıya: AYM’de ‘Kul’ İtirazı”, Cumhuriyet, 17 Ocak 2017, s.5.

[145] “İyi Hâl İndirimi”, Yeni Yaşam, 23 Şubat 2019, s.2.

[146] Gökçer Tahincioğlu, “Darp Adaleti!”, Milliyet, 5 Haziran 2015, s.16.

[147] “Mahkemeden Tecavüz Sanığına Skandal Beraat Gerekçesi”, Cumhuriyet, 12 Şubat 2018, s.3.

[148] Canan Coşkun, “Türkü Söylediler Tutuklandılar”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2016, s.5.

[149] “3 Çocuğunu İstismar Eden Baba Tahliye Edildi”, 1 Mart 2019… https://gazetehayir.com/3-cocugunu-istismar-eden-baba-tahliye-edildi/

[150] Hasan Demirbaş, “Kızına Cinsel Saldırıdan 90 Yıl Hapsi İstenen Sanığın Serbest Bırakılmasına İsyan Etti”, Hürriyet, 11 Kasım 2017… http://www.hurriyet.com.tr/kizina-cinsel-saldiridan-90-yil-hapsi-istenen-sanigin-serbest-birakilmasina-isyan-etti-40642139

[151] “Ceza İndirimine Yeni Bahane: Mağdurun’ Psikolojisi Düzeldi”, Evrensel, 20 Mart 2015, s.3.

[152] Cem Ulucan, “Çiftlikte Dehşet! Bir Hafta Boyunca Tecavüz Ettiler”, Hürriyet, 29 Kasım 2016… http://www.hurriyet.com.tr/ciftlikte-dehset-bir-hafta-boyunca-tecavuz-ettiler-40291902

[153] Prof. Dr. Belgin Erdoğmuş, Hukukta Latince Teknik Terimler Özlü Sözler, Bilgi Üniversitesi Yay., 2011.

[154] Prof. Dr. Belgin Erdoğmuş, Hukukta Latince Teknik Terimler Özlü Sözler, Bilgi Üniversitesi Yay., 2011.

[155] Thomas More, Ütopya, çev: Sabahattin Eyyüpoğlu-Vedat Günyol-Mina Urgan, İş Bankası Kültür Yay., 2006, s.79.

“İki çeşit adalet vardır yeryüzünde: Biri yaya giden, yerlerde sürünen, sağa sola sapmasın diye birçok bağlarla sıkı sıkı bağlanan yoksul halka uygun zavallı adalet; öteki de canının istediğini yapanlara, yasalara sınırlanmayanlara, yüksek mevkide olanlara uygun, pek şahane bir adalet.” (Thomas More, Ütopya, çev: Sabahattin Eyyüpoğlu-Vedat Günyol-Mina Urgan, İş Bankası Kültür Yay., 2006, s.80.)

“Bir dava ne kadar haksız olursa olsun, onu haklı gösterecek bir yargıç bulunur: Ya her iddianın tam tersini savunma alışkanlığıyla, ya yenilik, aykırılık hevesiyle ya da krala yaranmak isteğiyle.” (Thomas More, Ütopya, çev: Sabahattin Eyyüpoğlu-Vedat Günyol-Mina Urgan, İş Bankası Kültür Yay., 2006, s.29.)

“Kralın istediğini kitaba uydurmaktan kolayı mı var? Ya yasalarda yeri bulunur ya da bir yasanın sözleri gereğince yorumlanır.” (Thomas More, Ütopya, çev: Sabahattin Eyyüpoğlu-Vedat Günyol-Mina Urgan, İş Bankası Kültür Yay., 2006, s.48.)

“Toplumun pastasından en iyi dilimi hak edenlere minik bir lokma verilmesi büyük haksızlık, ama bir yasa çıkarılıyor ve bu haksızlık da kılıfına uyduruluyor, sonra da buna adalet deniyor.” (Thomas More, Ütopya, çev: Sabahattin Eyyüpoğlu-Vedat Günyol-Mina Urgan, İş Bankası Kültür Yay., 2006, s.238.)

[156] Oral Çalışlar, “Sorun Kanunlarda mı Yargıç ve Savcılarda mı?”, Radikal, 30 Mart 2012, s.10.

[157] Ayşegül Kars Kaynar, “Noe-Liberal Dönemde Hukuk ve Neo-Formalizm Tartışmalarına Bir Giriş”, İktisat Dergisi, No:536, Mart 2017, s.38-39.

[158] İbrahim Ö. Kaboğlu, “Hukukça Eşit Yönetilme Ne Demek?”, Birgün, 27 Aralık 2018, s.9.

[159] Sami Selçuk, “… ‘Toplumun Durumu’, ‘Yargının Durumu’dur”, Cumhuriyet, 7 Ekim 2017, s.13.

[160] Taner Timur, Felsefe, Toplum Bilimleri Tarihi, Yordam Yay., 2011, s.105.

[161] Sıddık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, Cilt 1, İsmail Akgün Matbaası, 1966, s.163.

[162] E. R. Huber, “Modern Endüstri Toplumunda Hukuk Devleti ve Sosyal Devlet”, AÜHFD, 1970, No: 3-4, s.30-31.

[163] E. R. Huber, “Modern Endüstri Toplumunda Hukuk Devleti ve Sosyal Devlet”, AÜHFD, 1970, No: 3-4, s.30.

[164] Bkz: Henry Rasovky, Üniversite: Bir Dekan Anlatıyor, TÜBİTAK Yay., 1998, s.169.

[165] Hamdi Yaver Aktan, “Hukuk Devleti ve Yargı Bağımsızlığı”, Cumhuriyet, 15 Eylül 2018, s.2.

[166] Eduardo Galeano, Aynalar-Neredeyse Evrensel Bir Tarih, Çev: Süleyman Doğru, Sel Yay., 2009, s.264.

Exit mobile version