Site icon Rojnameya Newroz

Olgularla gençlik ve gelecek(sizlik)-2

“Yitik kuşak” olarak küçümsenen, dudak bükülen bu gençlik, derinliklerinde müthiş bir isyan damarını barındırdığını gösterdi. O damarı iyi kollayın, genç yoldaşlarım. Çünkü yakın gelecekte o damara fazlasıyla ihtiyacımız olacak.

Olgularla gençlik ve gelecek(sizlik)-2 /TEMEL DEMİRER

“Gençliğe, yaşlılıktan

çok hürmet etmeliyiz.”[2]

ZENGİNLERİN HÂLİ

Çocukların hâli böyleyken bir Çin atasözünde, “Ahmakların zenginliği ispat ediyor ki, zenginlikteki faziletin bir anlamı yoktur,” diye betimlenen zenginlerin hâli mi?!

Öncelikle Türkiye’de zenginlik (ile yoksulluk) şaşırtıcı bir hızla büyümektedir…

Örneğin İstanbul Sanayi Odası (İSO) tarafından 24 Temmuz 2012’de açıklanan ‘Türkiye’nin İlk 500 Şirketi’ verilere göre, “500 tekel büyüdü 550 bin kişinin ekmeği küçüldü”.[17]

2011 yılında Türkiye’de en zenginlerin gelirden aldığı pay yüzde 46.7’ye çıkarken kaybeden orta ve orta üst sınıf oldu.

Türkiye’deki serveti 30 milyon doların üzerinde olan “süper zenginler”in sayısı bir yıl içinde 800’den 830’a çıktı.

Türkiye’de milyonerler kulübüne 1 yılda 7 bin 931 kişi daha eklendi ve sayı 50 bin 844’e çıktı. Milyonerlerin bankada 341 milyar TL’si var. Bu da toplam mevduatın yüzde 47.5’ine denk geliyor.

52 milyon 644 bin hesapta tutulan mevduat, Ağustos 2012 itibariyle 725 milyar TL’ye ulaştı. Mevduatın yüzde 47.2’si 52 bin adet milyoner hesabında tutulurken, 51.5 milyon adet hesapta 34 milyar 114 milyon TL var.

1 milyon TL ve üzerindeki hesapların Türkiye’deki toplam 53 milyon hesap içindeki payı sadece 52 bin. Buna karşılık milyoner olan bu binde 1’lik kesim, mevduata yatırdığı 354 milyar TL’lik hacimle Türkiye’deki toplam mevduatın yarıya yakınını kontrol ediyor.

Banka cüzdanlarının yüzde 1’ine sahip olanlar, toplam mevduatın yüzde 72’si olan 518 milyar TL’lerine, 30 milyar TL faiz daha kattılar…

Borsada 3 bin yerli (Türk ve Kürt) ile 7 bin yabancı, toplamı görünürde 1 milyonu aşan yatırımcının binde 1’ini oluşturuyor. Peki portföyün kaçta kaçının sahibi bunlar? Yüzde 90’ının. Evet, 140 milyar TL’lik (2011) portföyün 100 milyar TL’si yabancı azınlığın, 40 milyar TL’si de “yerlilerin” yani, Türk-Kürt “azınlığın”…

Türkiye’deki patronların İsviçre’deki zulaları arttı. Resmi rakamlara göre Türkler’in İsviçre’deki varlıkları yüzde 30 yükselerek, 5 milyar doları geçti…

Asalak finans oligarşisinin büyüdüğü Türk(iye) ekonomisinin bankacılık sektöründe toplam mevduat 2013 yılının ocak sonu itibariyle 738.5 milyar liraya ulaşırken, bu paranın yaklaşık yarısı, 1 milyon liranın üstünde büyüklüğe sahip olan 52 bin hesapta tutuluyor.

Bankacılık sektörünün kâr hacmi, 2013 yılı ilk çeyreğinde 2012 yılının aynı dönemine göre yüzde 19 artarak 6.8 milyar TL’ye yükselirken; bankalar saatte 3.1 milyon lira kâr ediyor…

2012 yılını yüzde 18.5’lik artışla 23.5 milyar lira net kârla tamamlayan bankacılık sektörü, 2013 yılında da kârına kâr katıyor. BDDK tarafından açıklanan verilere göre, bankacılık sektörünün Nisan 2013 sonu itibari ile 4 aylık net kârı, 2012’nin aynı dönemine oranla yüzde 18.2 artarak 9 milyar 79 milyon liraya çıktı. Bankaların günlük ortalama net kârı 75 milyon 658 bin lira olarak gerçekleşti. Sektör saatte 3 milyon 152 bin TL, dakikada 52.5 bin TL, saniyede ise 875 lira net kâr elde etti. Bankacılık sektörünün günlük ortalama net kârı 2012’de 64.5 milyon TL, 2011’de ise 54.4 milyon TL olmuştu.[18]

Süper kârlar ile 5 yılda, Avrupa’nın en hızlı büyüyen 5 bankasından 4’ü Türkiye’dekiler oldu: En hızlı büyüyen banka Halkbank olurken, onu İş Bankası, Hollanda’dan Rabobank, Akbank ve Garanti takip etti…

Özetle zenginler süper kârların sahipleridir; işte çarpıcı birkaç örnek…

Garanti Bankası, 2013 yılının ilk çeyreğinde net kârını, 2012 yılının aynı dönemine göre yüzde 22,6 oranında arttırarak 1 milyar 180 milyon liraya çıkardı. Bankanın ilk çeyrekte günlük ortalama net kârı 13.1 milyon TL, saat başı ortalama net kârı ise 546.7 bin lira olarak gerçekleşti…

Şekerbank’ın 2012 üçüncü çeyrek net kârı 2011 yılının aynı dönemine göre yüzde 219 artarak 57.5 milyon lira oldu…

Vakıfbank’ın net kârı 2013 yılının ilk çeyreğinde faiz ve ücret komisyon gelirleri desteğiyle 2012 yılın aynı döneme göre yüzde 24.5 artışla 522.7 milyon TL’ye ulaştı. Banka 2012 senesinin ilk çeyreğinde 420 milyon lira net kâr açıklamıştı…

İş Bankası’nın 2013 yılı ilk çeyreğinde aktif büyüklüğü 181 milyar TL’ye ulaşırken, özkaynak büyüklüğü 23 milyar TL’yi aştı. Bankanın net dönem kârı 1 milyar 24 milyon TL oldu…

Yapı Kredi, 2012’de 2 milyar 98 milyon TL net kâr elde ederken bankanın aktif büyüklüğü yüzde 12 artışla 131.5 milyar TL’ye ulaştı…

Finansbank, 2012’yi 902 milyon TL’lik net kârla tamamladı…

Deniz Bank, 2012’de 813 milyon lira net kâr etti…

Halkbank, 2013 yılının ilk çeyreğinde net kârını, 2012’nin aynı dönemine göre yüzde 31 oranında arttırdı…

2013 yılının ilk çeyreğini 873.1 milyon TL net kârla tamamlayan Akbank’ın, nakdi ve gayri nakdi kredilerinin toplamı 117 milyar lirayı geçti…

TEB 2012’nin 9 ayda net kârını yüzde 198 artırarak 370 milyon TL’ye çıkardı…

Ziraat Bankası 2012 ilk yarısında 1 milyar 271 milyon 889 bin lira net kâr elde etti. Bankanın net faiz geliri ikinci çeyrekte, 2011 yılının aynı dönemine göre yüzde 39 arttı…

Koç Holding 2012 yılı net kârını yüzde 9 artışla 2.31 milyar TL’ye taşıdı…

Sabancı Holding 2012’de 1.8 milyar kâr etti. Varlıkları 2013’de 2012 yılına göre yüzde 16 artışla 175 milyar 398 milyon liraya, ana ortaklığa ait özkaynakları da yüzde 17 artışla 16 milyar 251 milyon liraya ulaştı…

Doğan Holding, 2012’de piyasa değerini yüzde 85 arttırırken, faiz, vergi ve amortisman öncesi kârını yüzde 46 yükseltti. 2012 yılı vergi öncesi kârı 326 milyon lira olan grubun 2012 cirosu da yüzde 10 artışla 3.16 milyar lira olarak gerçekleşti…

Türk Telekom, 2013’ün ilk çeyreğinde satış gelirlerini, 2012 yılının aynı dönemine göre yüzde 6.2 arttırarak 3 milyar 143 milyon liraya çıkardı. Şirketin net kârı ise 526.4 milyon TL olarak gerçekleşti…

Turkcell, 2012 üçüncü çeyrekte yüzde 6.3 artışla 570.8 milyon TL ile kâr açıkladı…

Avea, 2013’ün ilk çeyreğinde 2012 yılının aynı dönemine göre gelirini yüzde 17 artırdı…

Arçelik’in 2012’nin dördüncü çeyreğinde net kârı yüzde 8.3 artışla 99.6 milyon lira olarak gerçekleşti…

TOFAŞ 2012 yılını 448 milyon TL net kârla kapattığını açıkladı. Tofaş’ın net kârı 2013 yılının ilk çeyreğinde yüzde 8 artışla 104.8 milyon liraya yükseldi…

Akenerji’nin 2012 yılında kârı 81 milyon lira oldu…

Yıldız Holding, 2012’de faaliyet kârını yüzde 64 artırarak 587 milyon TL’ye yükseltti. 2012 yılında 12.4 milyar TL ciro gerçekleştirdi…

Yıldız Holding çatısı altında faaliyet gösteren Bizim Toptan, ocak-mart 2013 döneminde yüzde 17.1 büyüyerek cirosunu 503 milyon liraya ulaştırdı. Şirket net dönem kârı ise yüzde 30 artışla 9.1 milyon lira oldu…

Ülker ise 2012 yılında satış gelirlerini yüzde 30.8 artırarak 2 milyar 341 milyon liraya ulaştırdı. Şirket 2011 yılının aynı döneminde 1 milyar 789 milyon lira satış geliri elde etmişti. 2011 yılında 112.9 milyon lira faaliyet kârı elde eden şirketin 2012 yıl sonu itibariyle faaliyet kârı ise, 202 milyon lira olarak gerçekleşti. 2011 yılını 1 milyar 733 milyon lira ciro ile kapatan şirket, 2012 yılında 1 milyar 974 milyon lira ciroya ulaştı. Şirketin yıllık brüt kârı 170.8 milyon lira, faaliyet kârı 57.8 milyon lira, net dönem kârı ise 26.1 milyon lira olarak gerçekleşti…

Brisa, Ocak-Mart 2013 döneminde 319 milyon TL’lik satış geliri elde etti. Brisa’nın net kârı ise 2012 yılının aynı dönemine göre yüzde 103 oranında artış göstererek 26 milyon TL’ye ulaştı…

TAV Havalimanları Holding’in net kârı 2012 yılının ikinci çeyreğinde 2011 yılının aynı dönemine göre dört kat artışla 84.7 milyon lira oldu…

Allianz Group, faaliyet kârı 2012’de yüzde 20.8 artarak 9.5 milyar Avro’ya ulaştı…

Boyner Mağazacılık A.Ş., 2012 yılının ilk dokuz ayında 7.9 milyon lira kâr etti…

Nihayet borsa şirketlerinin 2012 yılına ait verilere göre 36 borsa şirketi, 20 milyar TL net kâr açıklarken toplam kârlılık yüzde 16.90 oranında arttı…

Tüm bunlar “100/ 500 zengin” gerçeğini ortaya çıkarır…

Örneğin, ‘Fortune’ ve ‘Finar’ın katkılarıyla hazırlanan ‘Fortune 500’de şirketlerinin net kârı yüzde 26.5 artarak 31 milyar 532 milyon liraya yükselirken, ihracatları ise yüzde 1.2 artarak 135 milyar liraya çıktı.

2012’de ‘Fortune 500’ şirketlerinin net kârı yüzde 26.5 artarak 31 milyar 532 milyon TL’ye yükseldi. ‘Fortune 500 Türkiye’nin 2012 listesinde TÜPRAŞ, 47 milyar 100 milyon TL net satış geliriyle ilk sırada yer aldı.

‘Fortune’ dergisinin 11 Temmuz 2012’de yayımladığı ‘Global 500’ listesine göre, Koç Holding 45.1 milyar dolarlık gelirle, dünyanın en büyüklerinin sıralandığı listede 222. sırada yer aldı.

İSO’nun 24 Temmuz 2012’de açıkladığı 2011 Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşu sıralamasına göre, ‘Türk Fortune’ündeki 500 şirket, ekonominin 3 katı büyüdü.

Ayrıca Türkiye’nin en zenginleri listesinde 3.4 milyar dolar servetiyle Doğuş Holding’in patronu Ferit Şahenk zirveye çıktı. ‘En zengin 100’ listesinde ikinci ve üçüncülüğe sırasıyla Semahat Arsel ve Murat Ülker oturdu. 100 zenginin toplam mal varlığı 117.85 milyar dolar ile 7 yılın en yüksek seviyesine ulaştı.

Forbes’un hesaplamalarına göre 2012 yılında Ferit Şahenk saniyede 25 dolar kazanırken; ‘Forbes 100’de ‘milyarder aileler’ 2011 yılına oranla artış kaydetti. 2012’de 20 olan milyarder aile sayısı, 2013’de 28’e yükseldi.

2012 yılında yaşanan yavaşlamaya rağmen, en zengin 100 kişinin servet toplamında görülen 23.8 milyar dolarlık servet artışı dikkat çekerken; 100 zengininin servet toplamı 95 milyar dolardan 117.8 milyar dolara çıktı.

En zenginler arasında serveti 1 milyar doları aşan kişi sayısı da ekonomik büyüme ile tezat oluşturdu. Bu yılki listede 44 olan dolar milyarderi sayısı bir önceki listede 35, 2011 yılı listesinde 39 kişiydi. Kriz yılı 2009’dan önce Türkiye’nin sadece 13 dolar milyarderi bulunuyordu.

EN ZENGİN İLK 10 KİŞİ

1. Ferit Şahenk (Doğuş Holding) 3.4 milyar dolar

2. Semahat Arsel (Koç Holding) 3.2 milyar dolar

3. Hüsnü Özyeğin (Fiba Holding) 3.1 milyar dolar

4. Murat Ülker (Yıldız Holding) 3.1 milyar dolar

5. Filiz Şahenk (Doğuş Holding) 3.0 milyar dolar

6. Rahmi Koç (Koç Holding) 2.9 milyar dolar

7. Şarık Tara (Enka İnşaat) 2.8 milyar dolar

8. Ali Ağaoğlu (Ağaoğlu İnşaat) 2.7 milyar dolar

9. Suna Kıraç (Koç Holding) 2.6 milyar dolar

10. Erman Ilıcak (Rönesans Holding) 2.5 milyar dolar

Milyarder sayısının 44’e çıktığı ‘Forbes 100’ listesine Nezih Barut, Hamdi Ulukaya ve Cemil Kazancı ilk kez girdi. İlk 100’ün toplam serveti 95 milyar dolardan 117.85 milyar dolara çıktı…

‘Forbes Türkiye’nin 2013 yılında sekizincisini hazırladığı ‘En Zengin 100 Türk’ listesi 2013’te 44 dolar milyarderi ile rekora imza attı. Listede 117.85 milyar dolarla yedi yılın en yüksek toplam servetine ulaşıldı. 2012’de ilk 100’de 35 milyarder yer alıyordu, toplam servet ise 95 milyar dolardı.

Sıralamada da önemli değişiklikler oldu. Mehmet Emin Karamehmet, 2012 listesinde 2 milyar 900 milyon dolarlık servetiyle ikinci sırada yer alırken son sıralamada 500 milyon dolarlık gerilemeyle 11’inci oldu. Milyarderlik unvanını ilk kez kazanan üç isim var: Nezih Barut, Hamdi Ulukaya ve Cemil Kazancı. Abdi İbrahim İlaç’ın Yönetim Kurulu Başkanı Barut da, ismini Amerika’da duyuran ‘Chobani’ markasının sahibi Ulukaya da 1 milyar 100 milyon dolarlık servete sahip. Kazancı Holding’in kurucularından Kazancı ise 1 milyar dolarlık servetiyle listeye ilk kez girdi.

‘Forbes 100’de ‘milyarder aileler’ de 2012 yılına oranla artış kaydetti. 2012’de 20 olan milyarder aile sayısı, bu yıl 159 toplam kişiyle 28’e yükseldi. Koç Ailesi’nin başı çektiği listenin yansıttığı toplam servet 87.575 milyar dolar.

Sıralamada Doğuş Holding’den Filiz Şahenk 3 milyar dolarlık servetiyle beşinci sırada yer alırken, Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç 2 milyar 900 milyon dolarlık servetiyle altıncı sırada yer aldı.

Türkiye’de 2010 yılında 1 milyar liranın üzerinde satış gelirine sahip şirket sayısı 80 iken 2011 yılı listesinde 107 şirketin bir milyar liranın üzerinde satış gelirine sahip olduğu görülüyor. ‘Fortune 500 Türkiye’ listesinin ilk yayınlandığı yıl olan 2007 baz alındığında 1 milyar liranın üzerindeki şirket sayısının o tarihten bu yana ikiye katlanmış. 2010 listesinde yedi şirket 10 milyar liranın üzerinde satış gelirine sahipken 2011 yılı listesinde bu sayı dokuza çıkmış.

Aktardıklarımızı Mustafa Kara’nın satırlarıyla bağlarsak: “… ‘Özel mülkiyeti ortadan kaldırmak istiyoruz diye dehşete düşüyorsunuz. Oysa sizin mevcut toplumunuzda nüfusun onda dokuzunun özel mülkiyeti ortadan kaldırılmış durumda; özel mülkiyetiniz ancak onda dokuzun buna sahip olmaması sayesinde ayakta duruyor’ diyor bizim Manifesto’muz.

Başka şeyler de söylüyor; 1848’den bu yana: ‘Peki ücretli emek, proleterin emeği mülk sağlıyor mu kendisine?’ diye soruyor; yanıtı belli: Asla! İşte liste başı Ferit Şahenk. 3 milyar 400 milyon liralık kişisel servet. Sahip olduğu ‘üretim araçları’nın değeri dahil değil buna. Adı üstünde ‘kişisel’ servet…

4 milyon 250 bin işçinin ‘asgari ücret’i… Günde 8 saat, 10 saat, 16 saat ter döken 4 milyon 250 bin insanın… Tek bir kişinin ‘kişisel’ hesaplarında! İkinci sıra Koç ailesinden Semahat Arsel, serveti 4 milyon asgari ücretli ediyor! Üçüncüler Murat Ülker ve Hüsnü Özyeğin de; yaklaşık 4’er milyon kişi ediyor. Filiz Şahenk de aşağı yukarı o kadar. Etti mi sana 20 milyondan fazla insan…

Hepsi emeğiyle geçinen 20 milyon insana karşılık; 5 kişi!”

Evet, “hâl” tamı tamına buyken, böyleyken; böyle bir yerkürede ve Türkiye’de yaşamaktasınız!

Bu “hâl”in size, siz gençlere (ve tüm insan(lık)a!) sunabileceği bir “gelecek(sizlik)” mi dediniz!

GENÇLİK VE GELECEK(SİZLİK)

Sürdürülemez kapitalizmin insan(lık)a sunacağı hiçbir şey kalmamıştır!

Kapitalist okuldan üniversitesine, çocuğa ve gence zorla, ileride hiçbir işe yaramayacak bilgi ve değerleri dayatan; insan doğasına yabancılaştıran eğitim(sizlik), insanı büyük bir sömürü sistemin işe yarar çarklarından biri yapmak içindir.

Bu büyük sistem, kapitalist küreselleşmenin piyasasıdır.

Bu sistemin içinde yer alması amaçlanan insan, artık kendisi değildir.

Kararlar kendisi dışında verilmektedir.

Seçimler kendi seçimleri değildir.

Mesleği bile kendi seçimi değildir.

Piyasa güçleri neyi istiyorsa o olmak zorundadır.

O piyasa karşısında kendi olma hakkı elinden alınmıştır.

Bu hakkı geleceğinize sahip çıkıp, başkaldırarak koruyabilirsiniz…

Hepiniz biliyorsunuz İstanbul Üniversitesi’nde 12 Eylül 1980 darbecisi Kenan Evren’e, “Fahri Hukuk Profesörlüğü ve Fahri Doktora” unvanını veren; Gazi Tıp’ta “imamlı mezuniyet töreni” düzenlemek isteyen; Karabük Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Burhanettin Uysal’ın “2. Abdülhamit’e ‘onursal doktora’ verdirdiği” ve nihayet Gazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Süleyman Büyükberber’in, “Gazi Üniversitesi mensupları”na, “Devlet üniversitesi evrensel kurallar kadar devletin kurallarına da bağlıdır. Dolayısıyla; Gazi Üniversitesinin tüm birimlerinde her birey; devletin izin verdiği ölçülerde fikirlerini açıklamak, düşüncelerini paylaşmak, özel hayatını yaşamak, isteği ve inancına göre giyinebilmek haklarına sahiptir,”[20] diye konuşabildiği “üniversiteler”in size düzene kölelik ve işsizlik dışında sunabileceği bir gelecek yoktur!

‘The Economist’, Nisan 2013 tarihli nüshasında genç işsizleri “İşsiz Nesil” başlığıyla kapağına taşıdı: Dünyada 15-24 yaş arası 300 milyona yakın genç insanın işsiz olduğuna dikkat çekti. Dergideki haberde, zengin ülkelerde ‘eğitim, öğretim veya iş dışı’ 26 milyon genç bulunduğu, bu gençlerin sayısının gelişmekte olan ülkelerde ise 260 milyona yaklaştığı kaydedildi.

Bu çerçevede 2013’ün Nisan ayına kadar ki bir yıllık dönemde, Euro Bölgesi’nde 1.6 milyon kişi işini kaybetti. Euro Bölgesi’ndeki işsizlik oranı peş peşe 24 ayda artarken, AB’nin tüm 27 üyesi arasındaki işsizlik oranı yüzde 11 seviyesinde kaldı. AB genelinde, 18-25 yaş arasındakilerin yaklaşık dörtte biri işsizken; Avrupa’daki işsizlik 19.3 milyon, bunun 3.6 milyonu 25 yaş altı gençler.

OECD verilerine göre genç nüfusta işsizlik Yunanistan’da yüzde 60’a, Güney Afrika’da yüzde 52’ye, İspanya’da yüzde 55’e, İtalya ve Portekiz yüzde 40’a ulaştı.

Türkiye’ye gelince: ‘İstatistiklerle Gençlik 2011’e göre, 2012 sonu itibariyle 75 milyon 627 bin 384 olan Türkiye nüfusunun yüzde 16.6’sını, 12 milyon 591 bin 641 kişi ile gençler oluşturuyorken; ‘Dünya Bankası’, Türkiye’de gençler arasında yüzde 18 oranındaki işsizliğin dünya ortalamasının üzerinde olduğunu belirtip, gençler arasındaki işsizliğin uzun vadede akıl sağlığını bozduğuna dikkat çekti.

Kolay mı? ILO’nun ‘Genç İşsizler’ raporuna göre krizin sürdüğü Avrupa’nın da yer aldığı ortalama işsizlik yüzde 13 iken Türkiye’de yüzde 17.

Yine TÜİK’e göre, ülke genelinde 2 milyon 226 bin işsiz bulunurken işsizlik oranı ise yüzde 8 oldu. DİSK-AR’a göre Türkiye’de işgücüne katılım oranı AB-27 ortalaması kadar olsaydı, işsiz sayısı 11 milyon 933 bin işsizlik oranı yüzde 31.8 çıkacaktı. Umudu kesik işsizlerle birlikte her 4 gençten biri işsiz.

AKP iktidarında “her ile bir üniversite” sloganıyla 2007 ve 2008’de kurulan devlet üniversiteleri 2012 yılında ilk kez mezun vermeye başlarken iş arayan üniversite mezunlarının sayısı 2012’de 2.5 kat artarak 168 binden 446 bine çıktı. İş arayan her 5 kişiden 1’ini üniversite mezunları oluştururken çalışmak isteyen ve iş arayan kayıtlı işsizlerin sayısı da toplamda 527 bin kişi artarak 2 milyon 372 bin kişiye çıktı.

Umay Aktaş’ın ifadesiyle, “Aşçılık yapan sosyolog, inşaatta çalışan ziraat mühendisi… Üniversite kitapçıklarındaki ‘Mezunlar rahatlıkla iş bulabilir’ tanıtımı sadece kâğıt üzerinde. 2 milyon 541 işsizin 587 bini üniversite diploması sahibi. 360 bin İİBF, 20 bin ziraat mühendisi, 25 bin gıda mühendisi, 15 bin sosyoloji mezunu atama kuyruğunda…”

Bununla bitmiyor!

Türkiye nüfusunun yüzde 16.6’sını gençler oluşturuyor. Yani, Türkiye’de 12 milyon 591 bin 641 genç bulunuyor. Peki genç ve dinamik bir nüfusa sahip olmakla övünülen Türkiye’de gençlerin durumu nedir?

TÜİK’in yayınladığı, ‘İstatistiklerle Gençlik, 2012’ye göre, “Geleceğimiz olan gençler” işsiz ve mutsuz. İstatistikler başka bir gerçeğe daha dikkat çekiyor; Genç kadınların yaşadığı fiziksel ve cinsel şiddete…

Bununla da bitmiyor!

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, kredi geri ödeme dönemi başlayan ancak ödeme yapmayan öğrenci sayısının 506 bin 617 olduğunu, öğrencilerin borcunun da 3 milyar 751 milyon TL olduğunu açıklarken; geleceksiz gençlik için “Madde bağımlılığında korkutan tablo”[21] karşımıza dikiliyor!

‘Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi’ tarafından 2011 yılında yayımlanan araştırmaya göre, Türkiye’de madde kullanım yaşı 15’e düştü. Madde kullanımı genç yetişkinlerde (15-34) genel nüfusa (15-64) oranla daha yüksek…

Türkiye Uyuşturucu Bağımlılığını İzleme Merkezi’nin 2011 raporuna göre, uyuşturucu kullanan en küçük hastanın yaşı 12, en büyüğü ise 66… 2010’da yatarak tedavi gören her 3 hastadan 2’si eroin kullanıcısı.

Güvenlik güçlerince yapılan tüm operasyonlara karşı artan uyuşturucu kullanımı “korkutmaya” devam ediyor. Ele geçirilen eroin miktarı 2005’ten sonraki 5 yıllık periyotta yüzde 67 arttı. AMATEM Eğitim Sorumlusu Doç. Dr. Cüneyt Evren, kullanım yaşının giderek düştüğüne dikkat çekti.

Türkiye’de 2011 yılında 150 kişi uyuşturucudan öldü. Uyuşturucu bağlantılı kazalarda da 145 kişi hayatını kaybetti. Uyuşturucu kullanım yaşı 11’e düştü.

Diyarbakır’da uyuşturucu kullanım yaşı 11’e kadar düştü. Üç yılda yaşları 11 ile 17 arasında değişen 342 çocuk uyuşturucu madde kullandıkları gerekçesiyle hâkim karşısına çıktı.

Tablo buyken; “gelecek(sizlik)” mi dediniz!

“GELECEK(SİZLİK)” Mİ DEDİNİZ!

Burada öncelikle “gelecek(sizlik)” kavramına değinmek gerek…

TDK sözlüğünde sözcüğün anlamı şu şekilde verilmiştir: “1. (isim) daha gelmemiş, yaşanacak zaman, istikbal, ati… 2. (sıfat) zaman bakımından ileride olması, gerçekleşmesi beklenen, müstakbel…”

Elbette bu kadarla sınırlı değildir “gelecek(sizlik)” kavramı…

Gelecek, bugünde biçimlenerek, bugün olmayı bekleyen yarın(lar)dır…

Güzelliklerle gelmesi umut edilendir; hayal kurmaktır; o hayal için birşeyler yapmaktır; bizim doğrudan seçimlerimizdir.

Hayatın anlamını barındıran kelimedir; başkaldıran insan(lık) tarafından kurgulanıp/ yaratılandır.

Albert Einstein’ın, “Geleceği hiç düşünmem. Yakında gelir nasılsa” dediği veya Cemal Süreyya’nın, “Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir/ bir kez girilmiş sokaklar/ açılmamış kapılar” diye betimlediğidir…

Gelecek, elbette her zaman gelmek zorunda değildir. Kilitli bir kutuyu andıran onun anahtarı, mücadeledir.

Amin Maalouf’un, ‘Simyacı’, “İnsan geçmişin yok olması karşısında kolay avunur; asıl kaldırılamayan, geleceğin yok olmasıdır,” diye betimlediği; istenilen, düşünülen, arzu edilen, kurgulanan, hayal edilendir… Umuttur gelecek…

Olumlusu da ve olumsuzu da ihtimalleriyle “bitmeyen”dir; şu an sonra gelecek olan zaman dilimidir…

Siz bakmayın Ellie Parker’in, “Geleceğin bir vaat olduğu zamanları hatırlıyor musun? Şimdi ise bir tehdit gibi”; Vladimir Nabokov’un, “Gelecek, bir mecazdan, bir düşünce gölgesinden öte bir şey değildir,” sözlerindeki pesimizme!

Gelecek belki biraz uzun sürer ama Rainer Maria Rilke, “Gelecek gerçekleşmeden çok önce kendini dönüştürmek için içimize girer,” tarifindeki şeydir!

Dünden başlayan gelecek, yaratılarak beslenir ya da bugünün, süreklilik içinde kopuşla biçimlendirdiği “devamıdır”.

Tekrarlıyorum: “O günler de gelecek” denilen şey şu an biçimlendirilendir.

Özetle “geleceksizlik, ne içindeyim hayatın ne de büsbütün dışında formatındaki bir sürdüremezlik”ken; gelecek, “Biziz biz geleceğiz,” kolektif iradesiyle, “11. Tez”deki üzere yaşamı biçimlendirme cüretidir! Yani Bertrand Russell’ın, “Kendi refahımızı, herkesin refahının güvence altına alınmasının dışında bir yolla güvence altına alamayız. Kendinizin mutlu olmasını diliyorsanız, başkalarının da mutlu olmasına rıza göstermek zorundasınız,” diye altını çizdiğidir…

Özetin özeti Bertolt Brecht’in “ormanlar daha gür olacak, daha gür/ tarlalar daha çok şey verecek, daha çok şey/ şehirler daha canlı olacak, daha canlı/ insan ömrü daha uzun olacak, daha uzun,” diye haykıran dizelerindeki üzere dünyada her şey yıkılsa da, umut etmekle kardeş bir kavram olarak gelecek yerinde durur…

“GELECEK” İSYANCI AŞKTIR

Bu hâliyle de “gelecek” isyancı aşkın başkaldırısıdır…

Can Yücel’in, “Ben seni ölene dek seveceğim boş laf!!!/ Ben seni sevdikçe ölmeyeceğim…”; Özdemir Asaf’ın, “Nasıl mı sevdim?/ Herkese yol,/ sana sol yanımı/ verecek kadar…” dizeleriyle betimledikleri aşk tutkusuyla bağlanılmayan hiçbir gelecek bugünden biçimlendirilemez…

“Aşk” deyip geçmeyin; sakın ola “küçümseyip”, “es” geçmeyin bu insanî gerçeği! Çünkü “Amor vincit omnia/ Aşk her şeyi fetheder”!

Bunu için de Seyranî, “Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş / Kıyamete kadar sökülmez imiş”…

Karl Marx, “Bana göre gerçek aşk; vakitsiz bir samimiyetin dizginsiz tutku gösterişlerinde değil; sevgilinin kendisine hâkim oluşunda, ölçülü ilgisinde hatta hayranlık duyduğu kişiye yönelik çekingenliğinde saklıdır…”

Ernesto Che Guevara, “Biliyorum bu sözlerimi birileri yanlış yerlere çekecek hatta gülecekler lakin bu bir gerçektir; devrimci olabilmek için sevmesini bilmelisin…”

‘Mesnevi’de Mevlâna, “Aşk öyle bir alevdir ki parlayınca sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar”…

Said Nursî, “Aşk şiddetli bir muhabbettir”…

Rochefoucauld, “Meriv bi qasî hezkirina xwe dibexşîne/ İnsan sevdiği kadar affeder”…

Sigmund Freud, “Aşık insan delidir”…

Cahit Zarifoğlu, “Halk aşksızsa, sokaklar banka dükkânlarıyla doludur”…

Nazife Yaşar, “Aşk pazara yenilmez,” derler…

Toparlıyorum: “Aşkların üstünde toplumların ve devletlerin gölgesi arttıkça siyasi baskılar da, sorunlar da artıyor o toplumlarda…

Aşkını, bedenini, arzularını, ilişkilerini özgürleştirememiş toplumlarda mutlaka bir çalkantı yaşanıyor…”[22]

“Girilmeyen sokaklara giren, yürünmeyen yollarda yürüyen insanlar devrim benim için. Sonra bir de aşk var, sonunda hep çıkmaz sokak olan, her devrim gibi.”

“Aşk devrimin özüdür. İnsan âşık olmadığı devrimi gerçekleştiremeyebilir. Ve elbette ki ihtimaller devrim dahilindedir.”

“Aşk örgütlenmektir”![23] İsyandır; “yeryüzünün ilk aşkı” diye betimlenen devrimdir!

İŞÇİ SINIFI YOLUNDA ÖRGÜTLENMEK VE ÖFKELENMEK!

İsyan ve devrim radikal sosyalistler için aşk gibi bir tutku, bağlanma, bilinç ve eylemdir…

Devrimci dalga içinde ortaya çıkar. Biçimlenir. Vahşice bastırmalara karşın güncelliğini korur. Birden bire, Gezi Parkı’nda yaptığı gibi boy verir…

Devrimin, radikal sosyalizmin güncelliği denen şey budur; böyledir!

Tam da bundan ötürü devrim süreklidir, kesintisizdir.

Kalbi tekleyen sürdürülemez kapitalizm, ekolojik felaket tehdidi varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği dahi tartışılan yerküreyi sarsıp sarmalarken ‘Komünist Manifesto’da, işçi sınıfının sınıfsız sömürüsüz savaşsız sınırsız enternasyonal davası da güncelliğini korumaktadır.

Ancak şimdi bunları anmak yetmiyor, yaşanandan dersler çıkararak, anlamak ve dönüştürmek için hayata “11 Tez”in önerdiği üzere müdahale gerekiyor!

Bunu başarabiliriz! Evet, doğrudur! “Es” geçmiyoruz: Ekim Sosyalist Devrimi ile başlayan ve giderek bir dizi ülkede sosyalizmin zafer kazandığı XX. Yüzyıl’da tarih ve insanlık, zaferlerin yanı sıra, sosyalizmin I. Büyük Dalgası’nın çekilişiyle tanıştı.

Söz konusu hâl, tarihin helezonik akışı içerisinde sadece tarihsel gerilemeyi ifade etmektedir. V. İ. Lenin’in ifadesiyle, “Tarihin bazen geriye doğru dev adımlar atmadan pürüzsüz ve biteviye ilerlediğine inanmak diyalektik değildir, bilimsel değildir, teorik açıdan yanlıştır.” Yine Onun vurguladığı gibi, “Bilim ise hatalar ve yenilgiler olmadan öğrenilemiyor.”

Kim ne derse desin, insan(lığ)ın sömürüsüz ve eşit bir yaşam özlem ve mücadelesi bitimsizdir. Yenme ve yenilgilerle dolu olan bu mücadele tarihi, kendisinden sonra gelen mücadeleci kuşaklara çok değerli deneyimler ve değerler bırakırlar. Bu ders ve değerler yeni dönemlerde zamanın gerçekliğiyle harmanlanarak geleceği şekillendirir. Ekim Devrimi de tüm başarı ve başarısızlıklarıyla bizlere büyük deneyimler bıraktı…

Ekim Devrimi’ni anlamak, teorik ve pratik öncülü olan 1871 Paris Komünü’nü anlamakla mümkündür. XIX. yüzyıl sınıf mücadelelerine damgasını vuran, iki aylık kısa ömrüne rağmen önemli tartışma ve deneyimler yaratan Paris Komünü’nü Marx, işçilerin komünler aracılığıyla yarattığı ve burjuva devlet aygıtını parçalayarak yerine geçirdikleri yeni tarzda bir yapı olan proletarya diktatörlüğü olarak tanımlar. Bu yeni tarz, komün temsilcileri aracılığıyla halkın temsil edildiği ve yönetime, yasama, yürütme gücüne doğrudan katıldığı bir mekanizmadır. Bu devlet olmayan devleti sosyalizmin geçici devlet biçimi olarak tanımlar Karl Marx…

Şimdi ihtiyacımız işçi sınıfı davası yolunda örgütlenmek ve öfkelenmektir!

Bakın siz gençlere nasıl sesleniyor geçenlerde yitirdiğimiz Stephane Hessel:

“İşlere karışın, kızın öfkelenin! Siyasetin ve ekonominin sorumluları, entelektüeller, bütün toplum, Fransa’daki barışı ve demokrasiyi tehdit edebilecek duruma gelen finans piyasalarının uluslararası diktatörlüğü karşısında alttan almamalılar ve sindirilmelerine izin vermemeliler…

“En kötü tavır kayıtsızlık, ilgisizliktir, ‘Bir şey yapamam, elimden bir şey gelmez, ben kendi işime bakarım,’ demektir. Böyle davrandığınızda insanlığı oluşturan temel değerlerden birisini yitirirsiniz. Bunun için gerekli olan değerlerden birini, öfkelenme yeteneğini ve bunun sonucu olan siyasal ve toplumsal bir davaya hizmet etme çabasını yitirirsiniz…

“Her birinize öfkelenmeniz ve isyan etmeniz için bir neden diliyorum. Beni Nazilerin öfkelendirdiği gibi, sizi de bir şey öfkelendirirse, bu çok değerli bir şey. Çünkü bununla birlikte güçlü, mücadeleci ve enerjik olursunuz…

“Sinirlenmemek gerekir, umutlu olmak gerekir. Sinirlenme umudun inkâr edilmesidir. Sinirlenme anlaşılabilir bir şeydir, neredeyse doğaldır ama gene de kabul edilebilir değildir. Çünkü belki de umutla elde edilebilecek sonuçları elde etme olanağı sağlamaz…

“Kamunun/toplumun yararı, tek tek bireylerin çıkarlarının üzerinde tutulmalıydı. Çalışarak kurulan refah içinde değerlerin adil paylaşımı, paranın gücünün üzerinde tutulmalıydı…

“Hepimiz, toplumumuzu, onunla gurur duyacağımız hâliyle korumakla görevliyiz. Sosyal güvencelerin kırılganlaştığı, zenginlerin medyaya hükmettiği bir toplumla gururlanamayız…”[24]

Bu elbette mümkündür! Yeter ki Henri Barbusse’ün, “Barış günlerinde forsa gibi çalıştırılan ve savaşta ölüme sürüklenenlerde bütün umudumuz. Sadece onların ışığa, aydınlığa ihtiyacı var. Bütün umudumuz dünyamızın yoksul insanlarında”; Mihail A. Bakunin’in, “Bir halk ya da bireye baskı, herkese baskı demektir. Hepimizin özgürlüğüne tecavüz olmadan, birimizin özgürlüğü iğfal edilemez,” sözlerine kulak verin…

Yeter ki Nâzım Hikmet’in, “Onlar ki toprakta karınca,/ suda balık,/ havada kuş kadar/ çokturlar;/ korkak,/ cesur,/ câhil,/ hakîm/ ve çocukturlar/ ve kahreden/ yaratan ki onlardır,/ destânımızda yalnız onların mâceraları vardır.// bir şafak vakti değişmiş olur,/ bir şafak vakti karanlığın kenarından/ onlar ağır ellerini toprağa basıp/ doğruldukları zaman…” dizelerini haykırın…

Açın Nâzım’ın şiirini okuyun avaz avaz:

“Güzel günler göreceğiz çocuklar,/ güneşli günler göreceğiz…/ Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,/ ışıklı maviliklere süreceğiz…/Açtık mıydı hele bir son vitesi,/ adedi devir./ Motorun sesi./ Uuuuuuuy! Çocuklar kim bilir/ Ne harikuladedir/ 160 kilometre giderken öpüşmesi…”

Nâzım’ın şiirindeki ruh hâli Haziran 2013 direnişindeki gençlere nasıl da uyuyor değil mi?

O hâlde bir de Nâzım’ın “19 Yaşım” dizelerini anımsayın: “Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım,/ 19 yaşım,/ Sana anam gibi hürmet ediyorum,/ edeceğim./ Senin ilk arşınladığın yoldan gidiyorum/ gideceğim./ Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım/ 19 yaşım…// Geçti dokuz yıl,/ ey benim 19 yaşım,/ ormanda çam dalları yaktığımız,/ hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek/ aya baktığımız/ gecelerin üstünden. / Ben yine söylüyorum aynı şarkıları/ Döndürmedi rüzgâr beni havada yaprağa/ ben kattım önüme rüzgârı…/ Ve sen ki en yıkılmazları yıkabilirsin,/ gözüme bakabilir/ elimi sıkabilirsin… Ve sen ki/ Sen,/ Benim ilk çocuğum, ilk hocam, ilk yoldaşım/ 19 yaşım.”

Direniş boyunca biber gazına, polis şiddetine, iktidarın nefret söylemine teslim olmayanlar…

Yok sayılmaya inat “Varız” diye başkaldıranlar…

TOMA’lardan, plastik mermilerden, zehirli gazlardan korkmayıp, mücadeleyi sürdürenler…

Dayanışma ruhu ve yaratıcılıkla direnişi örgütleyenler…

Korku iklimini yerle yeksan edenler…

Egemenlerin dayattığı yabancılaşmayı aşarak özgürleşenler…

Yani Haziran 2013 direnişi ‘Demir Ökçe’yi anımsatırcasına bunu kanıtlamadı mı?

Bilirsiniz, Jack London ‘Demir Ökçe’de, devletin kendi düşüncelerine karşı çıkanları, bu karşı çıkanlar devletin içinden bir yerlerden seslerini yükseltiyor olsalar bile nasıl ezdiğini anlatır.

“Saygıdeğer” bir piskoposun bile resmi görüşle çelişince devletin demir ökçesi altında nasıl çiğnenip çöplüklerde dolaşan aç bir zavallı hâline getirilişini izlersiniz.

Devletlerin demir ökçeleri yüzlerce yıl yeryüzünün her yanında insanların hayatlarını, geleceklerini, ailelerini parçalayıp onları paçavralara çevirerek yok etti.

Bu demir ökçelere karşı da ilerici insanlar, hayatları pahasına dövüştüler.

Dürüstçe söylenmiş her fikri, o fikrin sahibi ile birlikte yok etmek isteyen o meçhul insanlardan oluşan karanlık çarka, korkmadan karşı çıktılar.

Her dönem dünyanın bir yerlerinde demir ökçeler ve onlarla dövüşen cesur insanlar hep oldu.

Bunlar böyleyken; sürdürülemez kapitalizm dünya ölçeğinde III. Büyük Bunalımı’nı yaşıyor.

“Paylaşma, adalet, toplumsal barış” çığırtkanlıklarının nasıl da kocaman bir yalan olduğu her gün daha iyi anlaşılıyor.

Ücretli kölelik sistemi adaletsiz, acımasız, nefret dolu tarafını, sarsıcı krizlerle birlikte daha çok göstermeye başladı.

Yaşamın her alanını metalaştıran, fiyatını ödeyenin yararlanabildiği, bireysellik ve faydacılığın öne çıktığı bir toplum projesi, her şeyi yıkıp, yok ediyor; Çernobil’den Dilovası’a ya da Japonya’da Mart 2011’de yaşanan Fukuşima nükleer felaketindeki üzere…

Böylesi bir eşikte, “Ya Barbarlık Ya Sosyalizm” ikilemiyle büyük bir alt üst oluşa doğru ilerlenirken demir ökçe(ler) de olacakların farkında!

Kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poor’s; İspanya, İtalya, Portekiz ve Fransa’da işsizlerin kemer sıkma önlemlerine giderek daha çok karşı çıkmaları nedeniyle, gerekli reformların sürdürülememesi riskinin yüksek olduğu görüşünü belirtirken; S&P’nin Almanya’daki biriminin başındaki Torsten Hinrichs, “İspanya, İtalya ve Fransa’daki yüksek işsizlik toplumsal olarak bir patlama yaratacak nitelikte,”[25] notunu düşmeden edemiyor!

İsviçre ordusunun, Avrupa’daki mali kriz yüzünden meydana gelebilecek bir isyan dalgasına karşı hazırlık yaptığı ifade eden ‘Russia Today’e göre, İsviçre ordusu komşu ülkelerden gelebilecek büyük bir mülteci dalgasına karşı tatbikat yapıyor.

Avrupa Birliği çapında olası çatışmalar ve şiddete karşı ordunun Eylül 2012’de ‘Stabilo Due’ adlı bir tatbikat gerçekleştirdiği, en büyük endişenin de sosyal çalkantıların ve bütçe kesintilerinin komşu ülkelerdeki orduların dağılmasına neden olması olduğu bildirildi.

İspanya ve Yunanistan’da görülen protestoların yayılması ve kesintilerden etkilenen ordu ve polis kuvvetlerinin bu çalkantıları durdurmaya yeterli gelmeyeceği olasılığı da İsviçreli yetkililerce tartışılıyor![26]

Peki, Türkiye bunların dışında mı?

Çevik Kuvvetlerin Gezi Parkı’nı AVM’ye dönüştürme iştahı karşısında direnen bir avuç insana yönelik hoyratça müdahalesinin bir anda milyonları sokağa döken bir kıvılcım işlevini görmesi, bu soruyu yanıtlıyor.

Evet bu halk, bu toplum, ama en önemlisi de “yitik kuşak” olarak küçümsenen, dudak bükülen bu gençlik, derinliklerinde müthiş bir isyan damarını barındırdığını gösterdi.

O damarı iyi kollayın, genç yoldaşlarım. Çünkü yakın gelecekte o damara fazlasıyla ihtiyacımız olacak.

Tabii neo-liberal kapitalizmin bizleri mahkûm ettiği yoksunluk, çürümüşlük ve gelecek(sizlik)e razı değilsek…

22 Ağustos 2013 19:32:01, Çeşme Köyü.

N O T L A R

[1] 25 Temmuz 2013 tarihinde İzmir Özdere’deki ‘Ekim Gençliği Yaz Kampı’nda yapılan konuşma… YÖK’ün 32. kuruluş yıldönümünde direnişin simgesi ODTÜ’de bir araya gelen Ankara’da üniversitelilerin ODTÜ Devrim Stadyumu’na “Diren” yazdığı 6 Kasım 2013 etkinliğinde yapılan konuşma… Kaldıraç, No:149, Kasım 2013…

[2] Victor Hugo.

[3] Hilmi Yavuz, Yara Şiirleri, YKY, Ekim 2012.

[4] Karl Marx, Grundrisse, çev: Sevan Nişanyan, Birikim Yay., 1979, s.445.

[5] Karl Marx, Kapital, C:III, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1997, s.235.

[6] Karl Marx, Kapital, C:III, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1997, s.222.

[7] Karl Marx, Kapital, C:II, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1997, s.418.

[8] Karl Marx, Kapital, C:III, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1997, s.292.

[9] K. Marx-F. Engels, Komünist Parti Manifestosu, Çev: Yılmaz Onay, Evrensel Yay., 2009, s.13-14-15.

[10] Fikret Başkaya, “Oligarşi Dünyayı ve Yaşamı Yok Ediyor…”, Birgün, 13 Mayıs 2013, s.10.

[11] “Devrim mi İstiyorsunuz?”, Cumhuriyet, 26 Ocak 2013, s.11.

[12] Sibel Bahçetepe, “Açlık Böbrek Sattırıyor”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2013, s.7.

[13] Savaş Kalkan, “Borçları İntihar Ettirdi”, Cumhuriyet, 16 Şubat 2013, s.9.

[14] “13 Bin Liralık Borç İntihar Ettirdi”, Evrensel, 13 Mart 2013, s.4.

[15] “İşten Çıkarıldı Kendini Yaktı”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2013, s.3.

[16] Ayşen Çatak Yalman, “Çocuklar Ölüyor!”, Radikal İki, 7 Nisan 2013, s.9.

[17] “500 Tekel Büyüdü 550 Bin Kişinin Ekmeği Küçüldü”, Gündem, 26 Temmuz 2012, s.4.

[81] “Bankalardan Saatte 3.1 Milyon Lira Kâr”, Radikal, 7 Haziran 2013, s.20-21.

[19] “Bu da Milyarder Rekoru”, Evrensel, 1 Mart 2013, s.4.

[20] “Gazi Üniversitesi’nin Yeni Rektörü’nden Yeni İnciler”, İzmir Üniversite Forum:2113, 6 Eylül 2012.

[21] Figen Atalay, “Madde Bağımlılığında Korkutan Tablo”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2012, s.7.

[22] Sanem Altan, “Aşk ve Siyaset”, Akşam, 5 Temmuz 2013, s.3.

[23] “Aşk ve İsyan!”, Hürriyet, 8 Haziran 2013… http://www.hurriyet.com.tr/cumartesi/23458346.asp

[24] Stephane Hessel, Öfkelenin!, çev: İsmail Yerguz, Cumhuriyet Yay., 2011.

[25] “Avrupa’da Sosyal Patlama Riski Yükseliyor”, Cumhuriyet, 19 Mart 2013, s.13.

[26] “İsviçre Silahlanıyor”, Sabah, 15 Ekim 2012, s.28.

Birinci bölümü için linke tıklayın  http://rojnameyanewroz2.com/olgularla_gen%C3%A7lik_ve_gelecek(sizlik)__temel_demirer-haberi-TR-232-4.html#.UpXKFdKndu9

Exit mobile version