Site icon Rojnameya Newroz

OHAL’(LERİN)İN EKONOMİ-POLİTİK DÖKÜMÜ

Türkiye’de insan hak(sızlık)ları -“Modus cogitandi/ Düşünce tarzı”ndan, “Modus dicendi/ İfade tarzı”na- ülke tarihi boyunca yüz kızartıcıdır ve OHAL’le de zirve yapmıştır.

OHAL’(LERİN)İN EKONOMİ-POLİTİK DÖKÜMÜ

TEMEL DEMİRER / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

I. AYRIM: OHAL NEDİR?

I.1) KHK SALTANATI

II. AYRIM: YAPISAL DEĞİŞİM, DÖNÜŞÜM!

II.1) TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM

II.2) HUKUK(SUZLUK), BASKI, DENETİM

II.3) IRKÇILIK VE KÜRTLER

III. AYRIM: “İNSAN HAK(SIZLIK)LARI”NIN OHAL’İ…

IV. AYRIM: EKONOMİK YIKIM

IV.1) ZENGİNLİK, YOKSULLUK, EŞİTSİZLİK

IV.2) KLİYENTALİZM, YOLSUZLUK, TALAN, İSRAF

IV.2.1) “YİYİN EFENDİLER YİYİN”

V. AYRIM: TOTALİTARİZM VE PARAMİLİTER TEHDİT

V.1) PARAMİLİTER TEHLİKENİN BOYUTLARI

VI. AYRIM: HÂL VE GİDİŞ

 VI.1) MÜCADELE (VE CEPHE)

 

OHAL’(LERİN)İN EKONOMİ-POLİTİK DÖKÜMÜ[1]

TEMEL DEMİRER

“Jus et fraus

nunquam cohabitant.”[2]

Coğrafyamızda OHAL’(lerin)in ekonomi-politik dökümü; kapitalizmin III. Büyük Bunalımı koşullarında- bir rejim, daha doğrusu sermayenin yeniden yapılanması ile sınıf mücadelesi tahlilini “olmazsa olmaz” kılar.

Cumhurbaşkanı Recep Erdoğan’ın, “Parlamenter demokrasi bitti” dediği;[3] Emre Kongar’ın, “Parlamenter değil, paramiliter demokrasi!”[4] sözleriyle nitelediği; eski Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen’in de, “Cumhuriyetin sonunu getirecek ciddi sorunlar”dan[5] söz ettiği bir tabloyla karşı karşıyayız.

Rejim, bir alt üst oluşla çalkalanıyor. Oğuzhan Kayserilioğlu, “Çıkmaz sokakta çırpınma” ve “İntihar süreci” vurgusuyla betimlediği hâle ilişkin şunların altını çiziyor:

“Despotizm, yapıp ettikleriyle kendisini zayıflatıyor. O, sonuç alamadan boşa enerji harcayarak, daha fazla yıpranacağı ve hatta kendisini tüketeceği intiharvari bir sürecin içinde sürükleniyor… Kaotik ortam bir çözüme ulaşamadan sürdükçe, yarattığı toplumsal ve siyasal gerilimler yıkıcı sonuçlar üretiyor.”[6]

Çaplı bir fragmantasyon (dağılma) ile iç içe geçmiş bir polarizasyon (kutuplaşma) öne çıktığı coğrafyamıza ilişkin olarak Yaman Törüner, “Kutuplaşmanın keskinleşen boyutları”nın[7] altını çizerken; “Kültür savaşları gittikçe yoğunlaşıyor.”[8]

“Dün coğrafyamızda birçok Türkiye vardı: Emeğin ve sermayenin Türkiye’si, Türklerin ve Kürtlerin Türkiye’si, Kadınların ve Erkeklerin Türkiye’si, LGBT ve homofobi Türkiye’si. Tüm bunlar yok olmadılar ama bir başka bölünmüşlüğün egemenliği altına girdiler: Laik, demokratik bir toplumda yaşayamayacağına inanan siyasal İslâmın Türkiye’si ve laik, en azından ‘liberal demokratik’ bir ülkede yaşamak isteyenlerin Türkiye’si. İki Türkiye’nin arasındaki uçurum giderek derinleşiyor”ken;[9] Reuters, “Bölünme derinleşti”[10] diye ekliyor.[11]

Gerçekten de ‘Metropoll’ araştırmasına göre, “Ülkede kutuplaşma kaygı verici” [12] diyenlerin oranı yüzde 63’ken;[13] Türkiye’de toplumda kişiler arası güven yüzde 12’ye düşmüş durumda. [14]

Evet, siyasal İslâm, projesine katılmaya ikna edemediği bir çoğunluk duvarıyla karşı karşıyadır. AKP liderliği bu durumun ayırdına ilk kez Haziran 2016 seçimlerinde varmaya başladı. 2017 referandumda, son dakikada yasaları çiğneyerek önlem almak zorunda kalınca, olağan koşullarda, özgürce yapılacak adaletli bir seçimi kazanamayacakları kesin olarak kafalarına dank etti.

AKP’de temsil edilen siyasal İslâm, bu durumda üç taktikle ilerlemeye çalışacak: Birincisi, bu duvarın sandığa yansıyan etkisini gizleyerek, yine seçimleri çalmaya çalışacak. İkincisi, bu hırsızlık gerçekleştiğinde gelecek itirazları bastıracak güçleri bugünden hazırlamak için, toplumu siyasi ve kültürel tercihler, yaşam tarzları, dini aidiyetler üzerinden kutuplaştırmayı hızlandırıyor, böylece kendi tabanının sadakatini güçlendirmeye ve öfkesini körüklemeye çalışıyor.

AKP ve siyasal İslâm artık, OHAL ile, AKP’ye sadık bir YSK ile yetinemiyor. AKP rejimi, seçim sandıklarında parti müşahidi olmayı zorlaştırarak, sandık kurulu başkanlarının devlet memuru olmasını sağlayarak, oy sayım süreçlerini ve seçim sonuçlarını yerinde belirlemek, yolsuzlukları gizleyebilmek, itiraz kapılarını kapatmak istiyor. Böylece de AKP rejimi seçimleri de parlamento gibi, sürekli AKP rejimini onaylayacak bir işleme, sonuçları önceden belli bir oyuna dönüştürüyor. Bu iki taktik, ülkenin siyasi ortamını çok daha karanlık günlerin beklediğini düşündürüyor.

Üçüncü taktik, dış politikayı ilk iki taktiği desteklemek için kullanmakla ilgili. Ancak bu taktik, siyasal İslâmın kanaat önderlerinin liderlik fantezilerinin aksine, ülkeyi uluslararası alanda yalnızlaştırarak, müttefiklerinden kopararak, kaynaklarını aşan ilişkilere sokarak ekonomik ve siyasi tercihler bağlamında manevra alanını iyice daraltıyor.[15]

Tüm bunlarla benzerleri, coğrafyamızdaki siyasal sıkışmayı OHAL büyütüp, KHK’larla ağırlaştırıyor.

I. AYRIM: OHAL NEDİR?

OHAL, “Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan bakanlar kurulunun tabii afet ve ağır ekonomik bunalım ile şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddî şekilde bozulması sebepleriyle yurdun bir bölümü veya tamamında 6 ayı geçmemek şartıyla kamu düzenini yeniden tesis etmek” amacıyla uygulamaya sokabildiğiolağanüstü rejim standartlarından biridir. 15 Temmuz 2016’da yapılan Askeri Darbe Girişimi nedeniyle 20 Temmuz 2016’da ilan edilen OHAL, anayasanın 120. maddesine dayanılarak “Şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması nedeniyle” ilan edilmiştir. O gün bugündür, 3’er aylık periyotlarla devam etmektedir.

OHAL döneminde 30 Kanun Hükmünde Kararname ile 281 kanunda değişiklik yapılmış, bunların sadece 5’i Meclis’te görüşülmüş, 94 belediye başkanı görevinden alınarak yerlerinekayyum atanmış ve 115 bin kamu görevlisi ihraç edilmiştir. Devletin yeniden düzenlenmesi, Meclis’in yetkilerinin sınırlanması, demokratik muhalefetin tasfiye edilmesi, 17 Nisan Anayasa Referandumu’nun hileyle kazanılması, içte ve dışta savaşın tırmandırılması, Türkiye’nin Suriye Savaşı’na dahil olması, Kürt sorununun göz ardı edilmesi vb totaliter uygulamalar, OHAL koşullarında yapılmış ve Türkiye KHK’ler ile yönetilmiştir.[16]

Oysa olağanüstü hâl, normal yasal yollarla, devletin klasik kurallarıyla üstesinden gelinemeyen durumlara hâkim olabilmek için icat edilmiş bir yönetim biçimidir. Bizdeki ise rejimi değiştirmek için kullanılmış bir fırsatın adıydı; şimdi durum biraz daha farklıdır. Yeni kararnamelerle “sivil silahlı güçlere” “yasal” koruma sağlamak, mevcut önlemlerin yeterli olmadığını, toplumu yönetmekte, politika üretmekte zorlukların arttığını, cendereyi bunun için biraz daha sıkma gereksinimi duyduklarını, fırsatı kullanmanın sonunun geldiğini anlatıyor.

Eski önlemler yeterli olmuyor. Bir süre daha, belirli ödünler karşılığında “toplumsal rızayı” uzatma olanakları tükendi. Rejim değişikliğine baştan beri itiraz edenlerde, kazanmanın köklü değişiklikle mümkün olacağını öngörenlerde hareketlenme eğilimi güç kazandı. Yürüyüşlerde, protesto gösterilerinde, farklı toplum kesimlerinde talepler doğrultusunda hareketlenme de bunu gösteriyor. Ekonomideki daralma, abartılmış büyüme istatistikleri, yakın gelecekle ilgili kriz öngörüleri de yönetememenin geçici değil, kalıcı olduğunun işaretidir.

Öyleyse gönüllü olmasa da rızayı zorlamanın, bunun için OHAL önlemlerini sıkılaştırmanın, militan güçlere sağlanacak yasal destekle korkutma, ürkütme faktörünü güçlendirmenin zamanı gelmiş demektir… Rejimi değiştirmeyi büyük ölçüde başarmış olan iktidar artık yönetmekte zorlanıyor, çareyi baskıyı artırmakta görüyor.[17]

Örneğin TBMM İnsan Hakları Komisyonu’ndan Şenal Sarıhan, yıldönümünde 12 Eylül’ü 15 Temmuz’la karşılaştırdı. Rakamlara göre OHAL süreci, darbeyi aratmadı. Sonuçlarıyla bir yıllık OHAL sürecinin, 9 yıllık 12 Eylül sıkıyönetim sürecini aştığını belirterek, “Yaşananlarla karşılaştırdığımızda yaşadığımız günlerin ‘karanlığı’ daha net olarak ortaya çıkıyor. Ve o günden bugüne Türkiye, pek çok olağanüstü hukuksuz uygulamanın olağan hâle geldiği bir sürece girdi,” dedi.[18]

 

“1 YILLIK OHAL 12 EYLÜL’Ü GEÇTİ”
İHRAÇLARDAKİ UÇURUM Şanal Sarıhan, OHAL ilanının ardından yaklaşık 124 bin kamu görevlisinin ihraç edildiğine dikkat çekti. 12 Eylül döneminde ihraç edilen 35 bin küsur insanın neredeyse 3.5 katı olan bu rakamla sadece FETÖ’cülerin değil, muhalif olan herkes kamudan uzaklaştırıldığının altını çizip, “Yine bu dönemde, 71 binin üzerinde gözaltı, şimdiden 50 binden fazla tutuklama yapıldı. Yani sıkıyönetim dönemi boyunca tutuklanan 52 bin insan sayısına sadece bir yılda ulaşıldı” bilgisini verdi.
12 EYLÜL’Ü SOLLADI 15 Temmuz’un ardından 169 bini aşkın kişi hakkında işlem yapılırken, 47 bin küsur kişi adli kontrol şartıyla serbest kaldı, 7 bin 605 kişi hakkında yakalama kararı çıkartıldı. 140 bin pasaport iptal edilirken işsiz kalan 124   bin kişi ile Türkiye dışarı çıkılması yasak yarı açık bir cezaevine dönüştürüldü.
16 KAT MAĞDURİYET Mağdur edilen subay, öğretmen, hâkim savcı, akademisyen sayısı 12 Eylül’den katbekat fazla. 12 Eylül döneminde görevden alınan subay, astsubay sayısı sadece 2 bin iken, 15 Temmuz döneminde 7 200 kişiye ulaştı. 12 Eylül döneminde hakkında işlem yapılan öğretmenler 3 bin 854 iken, 20 Temmuz darbesinin ardından işlerini kaybeden öğretmen sayısı bu rakamın neredeyse 16 katı oldu. 60 532 öğretmen görevden alındı.
AKADEMİ VE YARGI Görevden alınan akademisyen sayısı ise 12 Eylül döneminde 120 iken, bugün bu rakam aralarında barış akademisyenlerinin de olduğu 4 931 kişi. 15 Temmuz’un ardından 4 238 hâkim ve savcı meslekten ihraç edilirken 12 Eylül döneminde hakkında işlem yapılan hâkim ve savcıların sayısı sadece 47 idi.
GAZETECİLERİN DURUMU 12 Eylül’ün 6 katı gazeteci bugün hapiste. Gazetecilere istenen ceza 12 Eylül’den fazla! OHAL boyunca 16 TV kanalı, 24 radyo, 63 gazete, 20 dergiyle birlikte toplam 178 medya kuruluşu kapatıldı. 184 gazeteci cezaevine konuldu. Kapatılan yayınevi sayısı ise 30’u buldu. 12 Eylül döneminde tutuklu gazeteci sayısı 31 iken, 20 Temmuz darbesinden bugüne dek tutuklanan gazeteci sayısı, 12 Eylül’ün neredeyse 6 katına ulaştı. Bugün tutuklu gazeteci sayısı 184’ü buldu.

12 Eylül döneminde gazeteciler hakkında istenen hapis cezası toplamda 4 bin iken, 20 Temmuz darbesinden sonra 301 gazeteci hakkında 142 ağırlaştırılmış müebbet ve 4 259 yıl 10 ay hapis cezası istendi. 18 gazeteciye cumhurbaşkanına hakaretten istenen 90 yıl hapis cezası bu rakama dahil değil.

İŞKENCE GERİ DÖNDÜ İşkence geri döndü. Dava bile açılamıyor. 12 Eylül dönemi en çok işkencenin yaşandığı dönem olarak kayıtlara geçerken, o dönemde, işkenceye yönelik 9 962 dava ve soruşturma açıldı. 15 Temmuz sonrası yaşanan işkence olayları ise televizyon kanallarında açıkça sergilenip, insan hakları örgütlerinin raporlarına; Meclis’e komisyonlarının şikâyet dosyalarına girmiş olmasına rağmen etkili hukuk yollarına başvurma olanağı dahi verilmedi. 12 Eylül döneminde 544 güvenlik görevlisi işkence suçlaması ile hâkim karşısına çıkartılırken, bugün aynı suçtan tek bir kişi bile sanık sandalyesine oturtulmadı.
1 YILDA 38 İNTİHAR Tüm bu yaşananların yarattığı toplumsal travma nedeniyle sadece 1 yılda 38 kişi yaşamına son verecek şekilde intihar ederken 9 yıllık sıkıyönetim döneminde kayıtlara geçen intihar vakası 43 idi.
DAHA KÖTÜ DURUMDAYIZ Sonuç olarak, 12 Eylül darbesinin ardından ilan edilen ve 9 yıl süren sıkıyönetim döneminde mağdur edilen insanlardan daha fazla sayıda insan bir yılda mağdur edildi. Bu bir yılda altına imza atılan pek çok uluslararası hukuk kuralı ihlâl edilerek sayısız hak ihlâli yaşandı. 20 Temmuz daha şimdiden Türkiye’nin karanlık günlerinin başlangıcı olarak tarihteki yerini aldı.

 

Ayrıca 15 Temmuz 2016’nın ardından 20 Temmuz’da ilan edilen ‘Olağanüstü Hâlin Birinci Yılı’ raporuna göre, darbe soruşturmaları kapsamında 50 510 kişi tutuklanırken 111 240 kamu çalışanı görevlerinden kesin olarak ihraç edildi. 7 266 kişi hakkında ise yakalama kararı çıkartıldı.

Olağanüstü hâl süresince 139 356 kamu çalışanı hakkında idari işlem yapıldı ve 111 240 kamu çalışanının görevlerinden kesin olarak ihraç edildi.

Resmi Gazete’de yayımlanmayan veya kurum internet sayfalarında duyurulmayan ihraçlar da olduğundan, toplam ihraç sayısı belirtilen rakamdan daha fazla olduğu ifade edildi. İhraç edilen kamu görevlilerinin kurumlara göre dağılımı ise şöyle:

– 33 233 kişi Milli Eğitim Bakanlığı;

– 22 975 kişi Emniyet Genel Müdürlüğü;

– 7 573 kişi Sağlık Bakanlığı;

– 6 022 kişi Adalet Bakanlığı;

– 2 349 kişi belediyeler;

– 1 642 kişi Maliye Bakanlığı;

– 2 749 kişi Diyanet İşleri Başkanlığı.

Kamu görevinden ihraç edilen 33 bin öğretmenin yanı sıra 21 bin özel okul öğretmeninin lisansının iptal edildiği belirtilen raporda, 11 301 öğretmenin “terör örgütüne destek” iddiasıyla açığa alındığı, bunlardan 9 843’ünün KESK’e bağlı Eğitim-Sen üyesi öğretmenlerden oluştuğu kaydedildi. Toplam 20 bin öğretmeni bulunan Diyarbakır’da 4314 öğretmen, 900 öğretmeni bulunan Tunceli (Dersim)’de 504 öğretmenin açığa alındığı ve toplamda 1 488 Eğitim-Sen üyesi öğretmen ve akademisyenin görevlerinden kesin olarak ihraç edildiği kaydedildi.

Olağanüstü hâl kapsamında çıkartılan KHK’lar ile 6 383 akademisyen ve 1200 üniversite idari personeli ihraç edildi. İhraç edilen akademisyenlerden 26’sı KHK ile geri döndü. Ayrıca kapatılan üniversitelerden dolayı 5 295 akademisyen işsiz kaldı.

KHK’larla toplam ‘Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza atmış 378 akademisyen ihraç edildi. Bu isimlerin 7’si KHK ile yeniden göreve iade edildi. İmzacılar arasında farklı yöntemlerle işten çıkarılan akademisyenlerin toplam sayısı ise 468.

Raporda darbe girişimi sonrası çok sayıda işkence iddiasının da gündeme geldiğini ifade ederken “Gözaltındakilerin yakınlarının ve avukatlarının başvuruları gözaltında sistematik işkence ile karşılaştıklarını işaret ediyor. Bunda gözaltı süresinin 30 güne uzaması, ilk beş gün avukat görüşünün engellenmesinin özel bir önemi var. İnsan hakları kurumlarına yapılan başvurulardan anlaşıldığı üzere avukat görüşmelerinin 10 güne dek engellendiği durumlar yaşandı” dedi.

Darbe girişiminin ardından yürütülen soruşturmalar kapsamında hakkında işlem yapılan kişiler ya da yakınlarından en az 35 kişi intihar etti, 4 kişinin de intihar girişiminde bulundu, intiharlar ve intihar girişimlerinden 8’i cezaevlerinde, gözaltında ya da gözaltına alınırken gerçekleşti.[19]

‘Hak ve Adalet Platformu’nun -ekonomik sıkıntılar ve intihar girişimleri başta olmak üzere darbe girişimi sonrası yaşanan mağduriyetlere dikkat çekilen- raporunda ise, cezaevleri bir süre tutuklu bulunan kişilerin yüzde 16.7’sinin intihar etmeyi düşündüğünü, intihar planı yaptığını ya da intihar girişiminde bulunduğu belirtiliyor. Haklarında soruşturma yürütülen katılımcıların yüzde 46.2’si hakkında henüz bir iddianame hazırlanmadığını ya da duruşmalarının yapılmadığı ifade ediliyor.

Rapora göre, OHAL sürecinde işlerinden atılan kişiler arasında, işsizlik oranı 48.7. Bu kişilerin yüzde 35.7’si birikimlerini harcayarak geçinmeye çalışırken, yüzde 25.6’sı ailesinin yanında kaldığını söylüyor. Gündelik işlerde çalışanların oranı yüzde 18.9 iken sigortalı bir işte çalışanların oranı ise sadece yüzde 8.7.

Rapora göre, darbe sonrası OHAL döneminde gözaltına alınan kişilerin yüzde 23.5’i ise kötü muamele ve işkence gördüğünü ifade ediyor.[20]

Özetle Ayşe Yıldırım’ın, “OHAL rahatça öldürür!”[21] diye betimlediği güzergâhta; İzmit’te Posco Assan fabrikasındaki 88 işçinin Birleşik Metal-İş Sendikasında örgütlendikleri için işten atılmasının ardından Ankara’ya başlattıkları yürüyüşe polis saldırıp, 30 işçi ve sendika yöneticisi darp edilerek gözaltına alınırken;[22] Adalet Bakanlığı, ‘Çocuk İstismarıyla Mücadele Derneği’nin Şakran Cezaevi’ne ilişkin raporun açıklanmasını OHAL gerekçesiyle yasakladı.[23]

Özetin özeti: 695-696 sayılı KHK’ler, açıkça gösterdi ki, Erdoğan-AKP yönetimi, ülkeyi OHAL koşullarında ve KHK’lerle yönetmeye kararlıdır. Dahası AKP’nin, ezici çoğunluğa sahip olduğu TBMM’de istediği yasayı çıkarabileceği hâlde, sıradan yasa düzenlemelerini bile KHK’lerle yaparak halkı, ülkeyi sürekli bir OHAL rejimi ile yönetmeye alıştırmak istediği anlaşılmaktadır.[24]

I.1) KHK SALTANATI

Bugün Türkiye’de yürürlükte olan hukuki ve siyasal durumun nasıl tanımlanması gerektiği önemli ve anlamlı bir tartışma konusu. Üzerinde tartışmaya gerek olmayacak kadar açık olan ise, yürürlükte olanın asli niteliğinin keyfi yönetim olduğudur. Kendi anayasa kurallarına, yasalarına uymayan, olağanüstü hâl gerekçesi altında istediğini yapan bir yönetim var. Devlet aygıtı, yargıdan eğitime, güvenlik politikalarından sağlığa, yerel yönetimlerden özerk kamu kuruluşlarına ve kamu yönetiminin bütün kılcal damarlarına kadar uzanan bu keyfi yönetim anlayışının etkisi altında çalışıyor. Keyfiliğin yegâne sınırı, otokratın ağzından çıkanlar.

Rejimin niteliğinin keyfilik, yani yasadışılık olduğunun en açık göstergesi, yönetimin uygulamalarına dayanak olan metinlerin yürürlükteki anayasa kuralları, birçok yasa ve uluslararası sözleşmeleri açıkça ihlâl etmesi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD), ‘Dünya İnsan Hakları Günü’ vesilesiyle Türkiye’de insan hakları ihlâllerinin etraflı bir dökümünü yaptı.[25]

TİHV ve İHD’nin durum değerlendirmesi, rejimin her şeyden önce keyfiliğe dayandığını göstererek başlıyor. OHAL ilanından beri yayımlanan 28 KHK’nin sadece beşinin Meclis’te onaylandığını, hâlbuki anayasanın amir hükmünün KHK’nin yayımlandıktan sonra en geç otuz gün içinde Meclis’te kanuna dönüşmesi olduğunun altını çiziyor. Başka bir ifadeyle, usule ilişkin olarak, 23 KHK bugün yürürlükteki anayasa açısından yok hükmündedir. Bunlara dayanarak yapılan tüm işlemler anayasayı ihlâl anlamına geliyor. Keyfidirler.

TİVH ve İHD değerlendirmesinin sunduğu, gerekçesiz işten atma, kapatma, mala el koyma, gözaltına alma, tutuklama, seçilmişleri görevden alma ve tutuklama konularında yapılan hak ihlâlleri tablosu son derece ağır. Bir karşı darbe yönetiminin uygulamaları dökümü bu. Darbe girişiminde bulunanları yakalama ve cezalandırma amacının kat be kat ötesine geçen, OHAL süresince temel hak ve özgürlüklere yönelik sözleşmelerde öngörülenleri aşan keyfi uygulamalar bunlar. Aynı zamanda genel ve kalıcı bir yönetim anlayışının tezahürleridirler.[26]

Arkamıza dönüp KHK’ların kısa tarihçesine bir göz atacak olursak: OHAL’in ilanından 3 gün sonra, 23 Temmuz 2016 tarihinde ilk Kanun Hükmünde Kararname (KHK) Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe kondu.

667 sayılı ilk KHK ile, Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde binlerce öğrencinin hâli hazırda eğitimini sürdürdüğü 15 vakıf üniversitesi, ‘Fethullah Gülen cemaati ile ilişkisi olduğu’ gerekçesiyle kapatıldı.

Bu üniversitelerde çalışan idari personelin net sayısı bilinmiyor. Yüksek Öğretim Kurumu’nun (YÖK) sitesinde belirtilen rakamlara göre ise 2 808 öğretim görevlisi işsiz kaldı.

1 Eylül 2016’da yürürlüğe konan 672 sayılı KHK ile, akademisyen ihraçları başladı ve 96 farklı üniversiteden 2 346 akademisyen ihraç edildi.

Ardından 29 Ekim’de 1267, 22 Kasım’da 242, 6 Ocak 2017’de 631, 7 Şubat 2017’de 330, 29 Nisan 2017’de 484 akademisyen ihraç edildi.

677 ve 688 sayılı KHK’larla ise 53 akademisyen görevine iade edildi. Böylece bir yıl içerisinde yayımlanan 6 KHK ile toplamda 117 farklı üniversiteden 5 247 akademisyen işini kaybetti.[27]

Özetle AKP Hükümeti, 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden geçen 17 ayda Türkiye’yi KHK’lere boğdu. 369 yasada, toplam 1125 maddede düzenleme yapıldı.

KHK’ler ile kamu kurum ve kuruluşu çalışanları, sivil toplum örgütleri, gazeteciler, akademisyenler, yazılı ve görsel medya organları, şirketler ve belediyeler üzerinde, herhangi bir yargı kararına dayanmayan idari tedbirler uygulandı. OHAL ilanından bu yana çıkarılan 30 KHK’nin 15 tanesi, yüz binlerce insanı etkileyen tedbir KHK’si olarak yürürlüğe girdi.

Diğer 15 KHK ise mevcut mevzuat üzerinde ayrıntılı düzenlemeleri içerdi. Yepyeni kanun maddelerinin yanı sıra yürürlükteki yasalar üzerinde değişiklikler ve ekler yapılarak yeni bir OHAL mevzuatı oluşturuldu.

30 KHK’nin sadece 5’i, anayasanın öngördüğü şekilde TBMM Genel Kurulu’nda görüşülüp yasalaştı. Bunun dışında kalan 25 KHK, yayımlandıkları günü Başbakanlık tarafından TBMM’ye gerekçeleri ile birlikte gönderildi. Ancak komisyonlarda görüşülmeden Genel Kurul aşamasına geçilen KHK’ler bekletiliyor.

30 KHK’de OHAL ilan edilmesinin nedenleri ile sınırlı olmayan çok sayıda köklü değişiklik yapıldı. 17 ayda çıkarılan 30 KHK, tedbir KHK’lerinin içerdikleri ile birlikte 1199 maddeyi içerdi. Bu KHK’lerle 369 yasada 1125 düzenleme yapıldı. 5 KHK hariç, bu müdahalelerin hiçbirinde, milli egemenliğin temsilcisi olarak seçilen TBMM’nin onayı alınmadı.

Hükümet, KHK ile getirilen idari tedbirlere ve yasal düzenlemelere hukuki itiraz yolunu kapattı. KHK’lere, “alınan kararlar ve yapılan işlemler nedeniyle açılacak davalarda, yürütmenin durdurulmasına karar verilemez” hükmü işlendi. İdari tedbir KHK’leri kapsamında ihraç edilenler Danıştay’a, Anayasa Mahkemesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu. İdare mahkemeleri ise başvuruları reddetti. AYM, OHAL Komisyonu’nu işaret etti. AİHM de başvuruların iç hukuk yollarını tüketmesi gerektiği yönünde karar verdi. Ancak iç hukuk yolları da hukuken kendisi tarafından kapatıldı.[28]

Ve tüm bunlara 696 sayılı KHK tüy dikti![29]

25 Aralık 2017’de yayımladığı 696 sayılı KHK ile paramiliter gruplarının saldırılarının meşru müdafaa kapsamına alınması AKP’den önce Nazi’ler tarafından uygulanmıştı. Hitler, muhalefeti ortadan kaldırdığı katliam sonrasında AKP ile oldukça benzer bir kararnameye imza atmıştı

Adolf Hitler’in, iktidar yolculuğunda büyük görevler üstlenen, “kahverengi gömlekliler” olarak da bilinen “Sturmabteilung” ya da kısaca SA denilen vurucu milislerini ortadan kaldırttığı gece “Uzun Bıçaklar Gecesi” olarak anıldı.[30]

Alp Altınörs’ün, “İç Savaş KHK’ları”[31] diye betimlediği KHK ile 15 Temmuz’da darbe girişimine karşı sokağa çıkan herkese doğrudan af getirildi. KHK’de “Terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması” ifadeleriyle muhalefetin her türlü direnişine saldırı[32] meşrulaştırıldı.[33]

Ayrıca Türkiye’nin savunma sanayisi Cumhurbaşkanlığı’na bağlanırken, Erdoğan’ın sık sık Saray’da ağırladığı muhtarlara silah taşıma yetkisi getirildi.[34]

Bunların yanında KHK ve ihraçların da etkisiyle kamuda çalışanların sayısı azaldı. SGK verilerine göre, 2017 yılının ilk dört ayında 11 bin 276 kamu işçisi işini kaybetti.[35]

Bu kadar da değil.

DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun, “KHK ile kamuda çalışan başka işçilere de kadro verilmesinin yolu kapatıldı,”[36] diye ifade ettiği tabloda KHK ile toplusözleşme düzeni kökten değiştirildi. Artık hükümet ile işçi konfederasyonları arasında kamu işçileri için imzalanacak olan “çerçeve protokol” sendikalar için bağlayıcı olacak. Sendika, kamu sözleşmelerinde protokolde ne kadar zam veriliyorsa, ancak o kadar talep edebilecek.[37]

Bu denli fütursuz, keyfi, sınırsız güç kullanabilen, neredeyse hesap sorulması olanaksız, ağır silahlara sahip son derecede etkili bir polis gücünün yanısıra, orduyu da iç güvenlik aracı olarak kullanma geleneği var. Geçen yıllarda, tankların kentlere girerek Suriye iç savaşını aratmayan görüntüler yarattığına şahit olduk. Siyasi bir davada, siyasi savunma yapmak, Ahmet Şık’ın örneğindeki gibi engellenebiliyor. Kadına, çocuğa yönelik fiziki, cinsel şiddet çoğunlukla cezasız kalıyor. Kadına yönelik simgesel şiddet, din adına konuşanların ağzından, medyada hem de en müstehcen biçimleriyle kendini sergiliyor. Kısacası, iktidarın kendisine karşı olanlara, iradesini sorgulayanlara yönelik açık, fiziki ve simgesel şiddet kullanmasının önünde bir engel yok.

Öyleyse, son derecede muğlaklaşmış darbe ve terör kavramları üzerinden, iktidar yanlısı sivillere, değerleriyle uyuşmayan, arzularıyla çelişen, “öteki” üzerinde, fiziki şiddet uygulama ayrıcalığı getiren 696 sayılı KHK’ye ne gerek vardı? Bu KHK, hangi hastalığın semptomudur? Deniz bitti de ondan…

Kapitalist toplumda egemen sınıfın iktidarı (arzularını topluma dayatma anlamında diktatörlüğü), rıza alma ve şiddet uygulama kapasiteleri arasındaki diyalektik ilişki üzerinde durur. Egemen sınıfın rıza alma kapasitesi yüksek olduğu oranda, “demokratik” yöntemler geçerlidir. Rıza alma kapasitesi düştükçe şiddetin dozu artar, ucu faşizme kadar uzanan, örtülü, açık diktatörlükler gündeme gelir.

Türkiye’de bugün iktidarda olan siyasal İslâmın AKP’de temsil edilen egemen sınıfı (dinci entelijansiya) 2000’lerde başlattığı “pasif devrim” sürecinde, başlangıçta, “kandırdığı”(?!) güçlerin desteğini giderek kaybetti. Kaybettikçe de toplumda rıza alma kapasitesi zayıfladı. Zayıfladıkça da şiddetin dozu giderek arttı. Nihayet Siyasal İslâm’ın rıza alma kapasitesinin sınırları, Gezi olayı, Haziran 2016 seçimleri, Anayasa referandumu gibi eşiklerde kesin ve aşılamaz çizgilerle belirlendi. Siyasal İslâm, bunca yıllık iktidarının topluma dayattığı dönüşümlere, dindarlığı bir kimlik sorununa dönüştürmesine karşın (belki de tam da bu yüzden), seçmenin yarısından fazlasının, nüfusun çoğunluğunun rızasını almayı başaramadı. Geldiği noktada, olağan koşullarda seçimleri kazanamayacağını anladı. Rıza alma kapasitesini genişletememe sorunu da giderek alınmış rızayı koruma sorununa dönüşmeye başladı.

AKP’de temsil edilen siyasal İslâmın egemen sınıfı, şimdi kendi tabanından (rıza aldığı kesimi) kaybetmeye başlama riskiyle yüz yüzedir. Diğer taraftan, dindarlığı bir kimlik hâline getirmiş olmanın olanaklarından yararlanmaya devam etmekle birlikte, alınmış rızayı koruyan maddi kaynaklar hızla tükeniyor, aynı anda, siyasal İslâm içindeki sınıf farklılıkları (yolsuzluklar), yönetim beceriksizlikleri daha bir görünür olmaya başlıyor. İktidar söylemini, şoven milliyetçilikle, Kemalizm ile takviye çabası Aydınlanma’nın kavramlarını içeri sızdırarak zayıflatıcı etki yapıyor. Özetle AKP’de temsil edilen siyasal İslâmın egemen sınıfının kendi tabanına verecek ekonomik ve simgesel/kültürel yeni bir şeyi kalmadı. 696 sayılı KHK, alınabilecek rızanın sınırına dayanmış olmakla, alınmış olan rızayı koruyacak araçların tükenmeye başlamış olması arasındaki çelişki ile, dinin bir kimlik sorununa dönüşmüş olması arasındaki ilişkinin bir semptomudur.

Siyasal İslâm’ın egemen sınıfı, tabanına, daha fazla ekmek veremiyorum ama, “ötekine” şiddet uygulama ayrıcalığı vererek, “devletin şiddet kullanma tekelini seninle paylaşmaya başlıyorum” diyor. Böylece, bu egemen sınıf, iktidarda kalabilmek için, bir egemen sınıfın verebileceği en büyük, en riskli tavizi vermiş oluyor.[38]

II. AYRIM: YAPISAL DEĞİŞİM, DÖNÜŞÜM!

Coğrafyamızda yapısal bir değişimle eş zamanlı toplumsal dönüşüm yaşa(tıl)dığı bir “sır” değil.[39]

Eski AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulu üyesi ve Sivil Alan Platformu Başkanı Ayhan Oğan’ın, “Yeni devlet kuruyoruz. Kurucu lider de Tayyip Erdoğan. Şimdi biz yeni bir devlet kuruyoruz, beğenin beğenmeyin bu yeni devletin kurucu lideri Tayyip Erdoğan’dır. Yapılan Yüksek Askeri Şûra yeni bir TSK’nin inşasıdır. Biz vesayet düzenini yıktık”[40] demesi boşuna ve karşılıksız değildir.

Tıpkı, “16 Nisan’da, ülkeyi yönetilemez kılan ve geri kalmışlık cenderesine mahkûm eden parlamenter sistemi geride bıraktık,”[41] diyen Melih Altınok gibi…

Burada birkaç örneğin altını çizmekte yarar var.

 

KHK’LER İLE GETİRİLEN DÜZENLEMELER[50]
MİT Saray’a bağlandı Başkanlık sistemine geçiş ile birlikte kapanacak olan Başbakanlık’a bağlı MİT, kuruluş yasasındaki değişiklikle, 2019 yılı beklenmeden Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı. MİT teşkilâtındaki merkez ve taşra bölümlenmesi de kaldırıldı. MİT’in artık sadece cumhurbaşkanına karşı sorumlu olması sağlandı.
Saray’dan doğrudan atama Daha önce MİT Müsteşarları, MGK’de görüşüldükten sonra başbakanın önerisi cumhurbaşkanının onayı ile atanıyordu. Yeni KHK ile MİT Müsteşarı’nın atanmasındaki MGK ve Başbakanlık aşamaları yürürlükten kaldırıldı. Artık MİT Müsteşarları doğrudan cumhurbaşkanı tarafından atanacak. Cumhurbaşkanı MİT’e dış güvenlik, terörle mücadele ve milli güvenliğe ilişkin konularda görev verecebilecek. Ancak cumhurbaşkanı bu yetkisini Bakanlar Kurulu ile paylaşacak. Ayrıca başbakan, MİT’ten çıkarılması uygun bulunan kişilerin başka kurumlarda görevlendirilmesi ile ilgilenecek.
Saray’a bağlı istihbarat kurulu İstihbarat çalışmalarının yönetilmesinde temel görüşleri oluşturmak üzere kurulan Milli İstihbarat Koordinasyon Kurulu’nun (MİKK) yapısı değiştirildi, cumhurbaşkanlığına bağlandı.
Saray bütçesinde örtülü ödenek MİT’in bütçesi de Başbakanlık örtülü ödeneğinden değil, Cumhurbaşkanlığı bütçesi içerisinde özel bir ödenek ile karşılanacak. MİT Müsteşarı, gizli hizmet giderlerinin karşılanmasında da cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacak.
MİT’e Saray kalkanı MİT Müsteşarı ve teşkilât mensuplarının görevlerini yerine getirirken işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı haklarında soruşturma yapılması cumhurbaşkanının iznine tabi olacak. 2012 yılında yapılan değişiklikle MİT Müsteşarı ve personelinin soruşturulması başbakanın iznine tabi kılınmıştı. Soruşturma izninin verilmesi veya verilmemesi kararlarına karşı Danıştay’a itiraz edilebilecek. MİT Müsteşarı’nın tanıklığı da cumhurbaşkanının iznine bağlandı. MİT’in denetimi de Başbakanlık teftiş elemanlarının elinden alınarak Devlet Denetleme Kurulu’na verildi.

Gizli yönetmelikler MİT’in görev ve faaliyetleri ile ilgili yönetmeliklerin -Saray’ın gizli yönetmelikleri- tamamı cumhurbaşkanı tarafından onaylanacak. Bu yönetmelikler daha önce de olduğu gibi Resmi Gazete’de yayımlanmayacak.

AYM’nin iptal ettiği tutuklu takası yetkisi MİT Müsteşarı ve mensuplarının yargılanması ile ilgili maddeye tartışmalı bir   düzenleme daha eklendi. Daha önce yabancı tutuklu ve hükümlülerin “milli güvenliğin veya ülke menafaatlerinin gerektirdiği hâllerde cumhurbaşkanının onayı ile başka bir ülkeye iade edilmesi veya başka ülkedeki tutuklu ya da hükümlü bulunanlar ile takas edilmesi” yetkisi Anayasa Mahkemesi kararı ile   iptal edilmişti. Ancak KHK ile bu hüküm tekrar MİT’in görevleri arasında sayıldı.
MİT görev ve faaliyetlerini ifşa edenlere hapis Daha önce MİT mensupları ve ailelerinin kimliklerinin herhangi bir yolla ifşa edilmesine üç yıldan 7 yıla kadar hapis cezası öngörülüyordu. Bu suçun kapsamı genişletildi. Artık MİT mensuplarının “makam, görev ve faaliyetlerinin” ifşası da üç yıldan yedi yıla kadar hapis ile cezalandırılacak.
TSK içinde istihbarat MİT, MSB ve TSK personeli hakkında hem istihbarat faaliyeti hem de güvenlik soruşturması yürütebilecek. Kıta içinde veya dışında her türlü araştırma yapabilecek. TSK içindeki istihbarat faaliyetlerine ilişkin usul ve esaslar MİT tarafından hazırlanacak yönetmelikle belirlenecek. Yönetmelik cumhurbaşkanı onayıyla yürürlüğe girecek.
Rütbe beklemeden terfi Albaylar ile 3 yıldan az süre ile rütbe bekleyen general ve amiraller, rütbe bekleme sürelerine bakılmaksızın ve sicil koşulu aranmaksızın YAŞ değerlendirmesine girebilecek.
Sahil Güvenlik’te zorla emeklilik Sahil Güvenlik ve Jandarma Genel Komutanlığı’nın albay ve üstü rütbelerdeki personeli ortak kararname ile emekliye sevk edilebilecek. Bunun için personelin bekleme sürelerinin dolması beklenmeyecek.
Askeriye ‘hukuk subayları’ Genelkurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı’nda hukuk hizmetleri sınıfı kuruldu. Böylece askeriyenin hukuk işleri, bu sınıfa mensup subaylar tarafından yürütülecek. Kapatılan Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemeleri’nin askeri hâkimleri hukuk subayı olabilecek.
AİHM ve AYM için daire başkanlığı Adalet Bakanlığı bünyesinde İnsan Hakları Daire Başkanlığı kuruldu. Başkanlık Türkiye aleyhine AİHM’ye yapılan başvuruları takip edecek. Başvurulara ilişkin ilgili tüm kurum ve kuruluşlardan bilgi, belge ve görüş isteyebilecek, savunmaları hazırlayacak, oturumlara temsilci görevlendirebilecek. Başkanlık ayrıca, Anayasa Mahkemesi tarafından bakanlığa gönderilen bireysel başvurular için de bakanlık görüşlerini bildirecek.
OHAL komisyonu Başbakan zırhı KHK ihraçlarındaki mağduriyet iddialarını belirlemek ve mağduriyeti ortadan kaldırmak için kurulan OHAL Komisyonu’nun üyeleri ile ilgili soruşturma açılması Başbakan’ın iznine bağlandı.

 

Evet coğrafyamızda devletin monolitik örgütlenmesine mündemiç bir totalitarleşme yaşanırken; Türkiye toplumunun kültürel yapısında, yaşam tarzında adeta moleküler düzeyde, İslâmcılaştırma yönünde,[51] temel eğitim müfredatına, ilkokul çocuklarının evlerine, daha genelde kadın-erkek ilişkilerine kadar nüfuz eden dönüşümler devreye sokuluyor…

“Hakikât rejimini”, yeni bir beden-mekân kontrolü rejimini yerleştirmeye başlıyorlar. Bu rejimler, ülkedeki egemen “bilişsel haritayı”, özgürlük kavramlarına ilişkin söylemi, muhalefetin taleplerini hatta giderek önde gelen bireylerini dışlayan bir yönde yeniden şekillendiriyorlar.

Bir diğer yakıcı soru da, hızla yaklaşmakta olan seçimlere ilişkindir. Bu seçimlere, OHAL altında, AKP rejimine sadık bir YSK vesayetinde gidiyoruz.[52]

“Değişim” ilerledikçe siyasal İslâm, AKP eliyle devlet kurumlarına yerleşmeye, iktidarı kullanmaya, özgüveni artmaya başladı; “devleti yöneten sınıflar” konumundaki kadroları tasfiye ederek kendine yer açtı, ardından da bu tasfiye sürecinde kullandığı liberal entelijansiyayı ıskartaya çıkardı.

Devlet aygıtına egemen olma süreci giderek toplumda üretilen ekonomik artığı paylaşma, bilgi üretimini kontrol etme araçlarına yansıdı. Siyasal İslâm içinde, kirli çamaşırların ortalığa serilmesiyle başlayan, ucu 15 Temmuz şeyine kadar uzanacak bir iç savaş patlak verdi. Bu arada, Kürt siyasi hareketinin Başkanlık rejimini, totaliter projeyi onaylamadığı ortaya çıkmış, onlar da tasfiye sürecine dahil edilmişler, AKP Türkiye’si de çoktan, gazeteci ve entelektüel tutuklama rekorunu eline geçirmişti. Ekonomik kontrol tamamlandıktan, devletin fiilen değiştirilmiş biçimine “mühürsüz” oylardan bir kılıf dikildikten sonra, değişim, kaportadan gelen kimi çatırdama seslerine rağmen hızlandı.

Eğitim sistemi, siyasal İslâmın elinde 15 yılda 5 kez değiştirildi: Evrim teorisi çıkarıldı; Cumhuriyetin kuruluş “olayı”, öyküleri, değerleri, haklar ve özgürlükler yönündeki eğilimleri ve liderleri siliniyor. Bunların yerini, Osmanlı nostaljisi, lider kültü, “dini hakikât rejiminin” değerleri, kadına, çocuğa yönelik şiddeti sıradanlaştıran cinsiyet, beden politikaları, “cihat” kavramı alıyor. Değişim süreci ilerliyor.[53]

 

Süleymancılar Tarikatı Cumhuriyet’in ilk yıllardan itibaren varlığını sürdüren Süleymancılar, uzun yıllar gizli sürdürdükleri hareketlerini, Özal Hükümeti’nin Kur’an ve din eğitimini normalleştirmesiyle beraber gün yüzüne çıkarttı. Siyasetle yakından ilgili olan Süleymancılar, bu yönleriyle Gülen Cemaati ile büyük benzerlik gösteriyor.

Varlığını türban ve Kur’an eğitimi üzerine kuran Süleymancılar, bir dönem etkisini yitirse de kamudaki varlığını korumayı başardı. Hükümet- Gülen Cemaati kavgası bu gruba yaradı, Milli Eğitim’de Gülen yapılanmasından boşalan kadrolar, Süleymancılar tarafından dolduruluyor. Süleymancılar, ülke genelinde iki bin binden fazla olduğu tahmin edilen öğrenci yurtlarında dini eğitim veriyor. Milli Eğitim Bakanlığı ve Süleymancılar arasında imzalanan “Değerler Eğitimi Protokolü” kapsamında gerici ideolojisini okullarda düzenlediği seminerlerde çocuklara aktarıyor.

Süleymancılar’a ait olan Aladağ’daki Tahsil Çağındaki Talebelere Yardım Derneği (TÇTYD) Ortaöğretim Kız Öğrenci Yurdu’nda yaşanan ve 11 çocuğun ölümü ile sonuçlanan yangından sonra ortaya çıkanlar hükümetin bu grubu himayesinin ulaştığı noktayı bir kez daha gözler önüne serdi.

Menzil Tarikatı AKP-Gülen Cemaati ilişkilerinin bozulmasının ardından adını ciddi biçimde duyurmaya başlayan Menzil Tarikatı’nın çok sayıda radyo-televizyon kanalı bulunuyor. Gülen yapılanmasından farklı olarak, yetişkinleri ve gelir düzeyi görece iyi olanları örgütleyen tarikat, “Semerkand” isimli bir de dergi yayımlıyor.

Nakşıbendiliğin kolu olan Menzil Tarikatı, “Yolsuzluk Operasyonu” sonrası cemaatlere yönelik, “Ya benimlesiniz ya onlarla” çağrısından sonra Erdoğan’ın yanında taraf tutan ilk dini yapılanma. Özellikle esnaflar arasında örgütlenen Menzil, Adıyaman kökenli bir tarikat olmasına karşın bütün ülkeye yayıldı. Tarikat liderlerine ‘Gavs’ ismini veren Menzilcilerin ‘Minah’ adında bir de başucu eserleri bulunuyor. Tarikatın, “Semerkand Öğrenci Yurdu” adı altında ülke genelinde 150 yurdu bulunuyor.

Diyanet İşleri eski Başkanı Mehmet Görmez’in görevden ayrılmasında pay sahibi olduğu söylenen Menzil; İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nda da etkili. Emniyet mensuplarının yükselebilmek için Menzil’den referans aldığı iddiaları sürekli dile getiriliyor. Tarikatın etkisini en fazla hissettirdiği bakanlık ise Sağlık Bakanlığı… Menzil’in, özellikle kabine değişikliğiyle görevinden alınan eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ döneminde bakanlıkta kadrolaştığı biliniyor.

Hükümetin hacamat ve sülük tedavisini yasallaştıran Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulamaları Yönetmeliği’nin yanı sıra, hastanelerin hasta odalarına kıble yönünü gösteren işaretler, seccade, Kur’an ve “Peygamberin Hayatı” kitabının konması uygulamasını Menzil’in etkisiyle gerçekleştirdiği ifade ediliyor.

İsmailağa Cemaati AKP’li bürokratların grubun lideri Mahmut Ustaosmanoğlu’yla verdiği pozlarla akıllarda kalan İsmailağa Cemaati, 15 Temmuz’un ardından pastadan en büyük pay alan cemaatlerden. Cemaat, kamuoyunda Cübbeli Ahmet diye bilinen Ahmet Mahmut Ünlü’nün medyaya yansıyan haberleriyle geleneksel “cemaat profili”nden uzak bir çizgi sergilese de bir yılda eğitimin gericileşmesinde etkin rol oynuyor.

Nakşibendi geleneğinin Türkiye’deki en etkin grubu olan İsmailağa Cemaati’nin “Marifet Derneği” adı altında ülke genelinde açtığı çok sayıda öğrenci yurdu olduğu biliniyor. Genellikle eğitim almayan insanlar arasında örgütlenen İsmailağa Cemaati’nin mensupları devlet kadrolarında etkili görevler üstlenemese de dernek adı altında açtığı yurt ve Kur’an kurslarıyla etki alanı genişletiyor. Cemaate, İstanbul Beykoz’da 2016 yılında tartışmalı bir biçimde büyük bir imar alanını tahsis edildi. Cemaatin bu arazi üzerinde Müceddid Mahmud Efendi Külliyesi Kız Medresesi isimli bir okulu bulunuyor.

Malatyalılar Cemaati Gülen Cemaati’yle beraber, AKP iktidarından en fazla “nemalanan” grupların başında Malatyalılar geliyor. Gülen Cemaati gibi eğitim ve kadrolaşmaya özel önem veren grup, boşalan kamu kadrolarını doldurma konusunda diğer cemaatlere oranla öne çıkıyor.

Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlığı döneminde TRT ve Dışişleri Bakanlığı’nda kadrolaşan Malatyalılar, İnönü Üniversitesi’nde de çok etkililer. Adını doğduğu Malatya ilinden alan cemaatten habersiz kamuya temizlik işçisi dahi alınamıyor.

Hamiyet ve İrfan Vakfı 2006 yılında Ankara’da kurulan Hamiyet ve İrfan Vakfı (AHİ) Gülen-AKP ilişkilerinin bozulmaya başladığı 2013 yılından bugüne etki alanını genişletmeye devam ediyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve Ankara   Milli Eğitim Müdürlüğü’yle protokol imzalayan vakfın, Ankara başta olmak üzere İstanbul, Konya ve İzmir de çok sayıda öğrenci yurdu bulunuyor.

AHİ’nin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’yla imzaladığı protokolün amacı, vakfın internet sitesinde şu ifadelerle yer alıyor:

“Çocuk evleri açılması, çocukların psikososyal ve fiziksel gelişimlerine katkıda bulunulması, yüksek yararının gözetilmesi amacıyla işbirliği içerisinde, her türlü proje ve sosyal etkinlikleri gerçekleştirmek…”

Ankara’nın Batıkent semtinde Büyükşehir Belediyesi tarafından vakfa tahsis edilen büyük bir arazide AHİ’nin öğrenci yurdu bulunuyor. Tabelası olmayan, etrafı yüksek duvarlarla çevrili yurt, çevrede yaşayan yurttaşların tepkisine yol açıyor.

Eğitim Ensar’a teslim Darbe girişimi ardından ülke genelinde Gülen’e ait okullar ve kurslar kapatılırken, AKP eğitimi vakıflar eliyle yürütmeye devam ediyor. Milli Eğitim Bakanlığı, Karaman’daki yurdunda çocuklara yönelik yaşanan tecavüz olaylarıyla tepki çeken Ensar’a imzaladığı protokolle eğitimde büyük alan açıyor.

Protokolün açtığı yoldan Ensar, ortaokul ve liselerin yanı sıra üniversiteye giriş kursundan Kur’an kursuna kadar istediği her alanda eğitim verebiliyor. MEB’in Ensar’a tanıdığı yetkilerden bazıları şunlar:

»Ortaokul ve liselerde sanatsal, sportif, sosyal, kültürel, bilimsel ve teknolojik kurs açma

»Bakanlıkla koordineli olarak, ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik gezi ve kamplar düzenleme

»MEB’e yeni öğretim programları teklif etme

»Öğretmen Adayı Yetiştirme Programı’na kitap önerme

»MEB’de ihtiyaç olduğu takdirde kendi bünyesindeki öğreticileri görevlendirme.

Öğrenciler TÜGVA’ya emanet AKP’nin öğrencileri “emanet ettiği” bir diğer vakıf ise Türkiye Gençlik Vakfı (TÜGVA). AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın kurucusu olduğu vakıf, ilkokullardan üniversitelere kadar geniş bir zeminde varlık gösteriyor. TÜGVA’nın çocuklara ve gençlere yönelik bazı faaliyetleri şöyle:

»‘Namaz Ağacı’ Projesi (2 bin 200 öğrenci)

»İlkokullarda, ‘Çizimlerle Hadis’ Yarışması (10 bin öğrenci)

»‘Okuldan Sonra Camiye’ etkinliği (6 ilde 500 öğrenci okuldan sonra camilere taşındı)

»68 ilde ‘Lise Sohbetleri’

»33 üniversite kampüsünde iftar etkinlikleri

»‘Haydi Baba Camiye’ etkinliği (Ülke genelinde 55 buluşma)

»Cumhuriyet gazetesi iddianamesinde bilirkişi raporunu yazan Ünal Aldemir’in eğitmen olduğu Uluslararası Yüksek İstişare Kurulu, TÜGVA ile “yeni nesil gazetecilik” eğitimi vermek için protokol imzaladı.

MEB’in arka bahçesi: İlim Yayma Cemiyeti ve Birlik Vakfı MEB, Ensar’a olduğu gibi İlim Yayma Cemiyeti ve Birlik Vakfı’na da e-yaygın sistemdeki öğretim programlarını kullanarak her düzeyde öğrenciye yönelik sosyal, kültürel, sportif, mesleki ve teknik kurslar düzenleme olanağı verdi. İlim Yayma Cemiyeti’nin başta İstanbul ve Bursa olmak üzere toplam 142, Birlik Vakfı’nın ise ülke genelinde 200’e yakın öğrenci yurdu bulunuyor.

 

Yeni kuran kursları açmak için 1 milyon 450 bin TL ödenek ayrıldı. Bu para engelli, yatılı ve 4-6 yaş grubu Kur’an kursları açmak ve ihtiyaç odaklı Kur’an kursu sayısını artırmak için kullanılacak.

50 bin TL kaynak ayrılarak “Yeni kuşakların anlayabileceği bir meal çalışması” yapılacak. Dini ve kültürel içerikli TV ve radyo yayın çeşitliliğini arttırmak için 5 milyon TL, yurtdışına yönelik dini ve kültürel içerikle TV ve radyo yayını için de 1 milyon TL ayrılacak. Yabancı dil ve lehçelerde yayın sayısını arttırmak için de 8 milyon 252 bin TL para harcanacak.

İslâmın kadına verdiği değerin doğru anlaşılması için yaşantıları ile Müslüman kadınlara örnek teşkil eden Hz. Hatice, Hz. Ayşe ve Hz. Fatma biyografisi hakkında eserler 1 milyon TL bütçe ile hazırlanacak.[59]

29 Kasım Çarşamba günü Resmi Gazete’de yayımlanan DİB’in yönetmelik değişikliği ile “Kutlu Doğum” haftasının adı pat diye “Mevlid-i Nebi” olarak değiştirildi, haftanın başlangıcının da hicri takvime göre rebiülevvel ayının 12’nci günü olması kararlaştırıldı; bundan sonra hafta, kullandığımız miladi takvime göre değişik tarihlerde kutlanacak.[60]

 

“DİYANET’İN 2008’DEN 2017’YE TARTIŞMA YARATAN FETVA VE AÇIKLAMALARI!”[61]
“Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?” Diyanet’e bağlı fetva sitesinde Ocak 2016’da, “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?” diye soruldu.

Soruyu İslâm kaynaklarından farklı görüşleri referans gösterilerek yanıtlayan Diyanet, “Babanın kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duyması, bu tür bir haramlık oluşturmaz” ifadelerini kullanıldı:

“Babanın kendi öz kızını öperken şehvet duyması durumunda nikâhın ne olacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı mezheplere göre, babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikâha bir etkisi yoktur.”

“Hanefilere göre ise; babanın, kızını şehvetle öpmesi, kızına şehvetle sarılması durumunda kızın annesi bu babaya haram olur. Ancak bu tür sonuç doğuracak tutmanın, teni tenine değerek olması ya da altının sıcaklığını iletecek kadar ince bir örtüden olması gerekir. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir. Şehvet duymanın işareti, erkeğin organında bir uyanma, uyanıksa uyanışının artması, kadının da kalbinin heyecanla çarpmasıdır.”

“Erkek, telefon, faks, mektup, mesaj ve internetle ile de eşinden boşanabilir” 6 Aralık 2017 günü Diyanet’e bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu, gelen bir soruya cevap olarak, erkeğin “Telefon, faks, mektup, mesaj ve internetle ile de eşinden boşanabileceğini” açıkladı:

“Bir kimse, yüzüne karşı ‘seni boşadım, benden boş ol’ gibi boşamayı ifade eden sözleri şifahî olarak söylemek suretiyle, eşini boşayabileceği gibi, bu sözleri telefon, mektup, mesaj, internet ve faks yoluyla bildirerek de boşayabilir. Söz konusu iletişim vasıtalarıyla boşamak, sözlü olarak yüz yüze boşamak gibi geçerlidir. Ancak, bu durumda kocanın, boşamış olduğunu inkâr etmemesi gerekir.”

“Boşamanın yazılı olması hâlinde ise boşanan kimse, yazının veya mesajın eşinden geldiğinden emin olmalıdır. Bu durumda boşama hükümleri, kadının mektubu okuduğu andan itibaren başlar. Fakat koca eşini daha önce gıyaben boşamış da bunu mektupla haber veriyorsa, boşamanın hükümleri, kocanın boşadığı andan itibaren başlar.”

“Cemevlerine dini statü veremeyiz, iki kırmızı çizgimiz var” 3 Ocak 2016’da eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, AKP’nin 64. Hükümet Programı’nda yer alan, “Cemevlerine hukuki statü verilmesi” ile ilgili konuşmuştu:

“Biz dini statü veremeyiz, statüyü ancak bu yolun bizatihi sahipleri belirleyebilirler. Alevîlik meselesini teolojik bir tartışma zeminine çekmeden, sadece sosyal, hukuki zeminde konunun ele alınması gerektiğini hep ifade etmişimdir. Bizim daima iki kırmızı çizgimiz olmuştur, bundan hiçbir zaman vazgeçmedik.”

“Bir tanesi; Alevîliğin İslâm’ın dışında bir yol olarak tarif edilmesi. Çünkü bin yıllık tarih bunu yalanlıyor, doğru olmadığını ortaya koyuyor. İkincisi de; cemevlerinin caminin alternatifi, başka bir inancın mabedi gibi gösterilmesi. Ama kendi tarihinde var olduğu şekliyle ocakların talepleri doğrultusunda özgürce kendi geleneklerini, kendi kültürlerini, kendi inançlarını yaşamalarının da hem İslâm’ın, hem hukukun onlara verdiği bir hak olduğunu düşünüyorum”.

Bunun üzerine Alevî Dernekleri 7 Ocak’ta Görmez hakkında suç duyurusunda bulundu. Alevî Bektaşi Federasyonu Genel Merkezi Genel Başkanı Baki Düzgün ise Görmez’e şunları söylemişti:

“Bir din temsilcisi olarak bırakın inançlara şekil vermeyi, bu topluma sevgiyi ve hoşgörüyü öğretmeye çalışın. Yıllardır bizler birleştirici ve bütünleştirici olmaya çalışırken, sizler bölücü ve ayrıştırıcı oluyorsunuz.”

“Diyanet, Alevîlerle evlilik caiz midir” sorusuna, “Müslüman olmayanla evlenilmez” cevabı

Kendileriyle evlenilmesi caiz olmayan kişilerin ayet ve hadislerde belirtildiği, bunların dışında kalanlarla evlenmenin helal olduğu belirtilen bir fetvada ise Diyanet, “Alevî olan kişi ile evlilik caiz midir?” sorusuna şu şekilde yanıt veriyor:

“İslâm’a göre Müslüman bir kadın ancak Müslüman bir erkekle evlenebilir. Allah’a, Hz. Muhammed (s.a.s.)’in Allah’ın elçisi olduğuna, onun ümmetine tebliğ edip hayatında uyguladığı dini hükümlere inanan ve bunları kabul eden herkes Müslümandır. Bu itibarla evlenirken aranan nokta, kişinin Müslüman olup olmadığının tespitidir. Müslüman olanla evlenilir, olmayanla evlenilmez.”

Görmez’e tahsis edilen 1 milyon TL’lik makam aracı tartışma yarattı 2015 yılında Eski Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e tahsis edilen makam aracının fiyatı da günlerce tartışıldı. Ana muhalefet partisi CHP, Görmez’e tahsis edilen Mercedes marka aracın 1 milyon TL değerinde olduğu iddiasını ortaya attı.

Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan aracın 320 bin TL olduğunu söyledi ancak Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğü’ne yazılan bir yazıda aracın piyasa fiyatının 1.006.641,64 TL olarak gösterildiği ortaya çıktı.

Mehmet Görmez “1 milyonluk makam aracı” tartışmaları hakkında ‘iddiaların bir algı operasyonuna dönüştürüldüğünü’ söyledi ve “Bir kurumun ve o kurumun başındaki insanı itibarsızlaştırmak için bir araç olarak kullanıldı. Bunu gördüğüm an benim için o araç bir mezara dönüştü. Ben bir gün daha o araca binmedim” ifadelerini kullandı.

Görmez’in Mercedes’i “iade edeceğini” açıklaması sonrası Erdoğan, “Diyanet İşleri Başkanımıza bir Mercedes’i ben tahsis edeceğim. Üstelik zırhlı olacak” dedi. Bunun üzerine Görmez’e yeni bir zırhlı Mercedes tahsis edildi.

“Piyango bileti almak kumardır ve haramdır” Diyanet İşleri Başkanlığı, ‘Yılbaşı bileti almak günah mı?’ sorusuna 21 Aralık 2017 günü “Piyango bileti almak kumardır ve haramdır” şeklinde yanıt verdi. Yanıtta ayrıca şu ifadelere yer verildi:

“Taraflardan birisinin kazanıp diğerinin kaybetmesi esasına dayalı bütün şans oyunları kumar kapsamında değerlendirilip haram kılınmıştır. Zira bir taraf kaybederken, diğer taraf da hak etmeden kazanmaktadır. Bu tür kumarların, geniş kitlelerin iştirak etmesi sebebi ile zararı daha da yaygın olmaktadır.

“Bu tür oyunların hasılatından bazı kuruluş ve hayır kurumlarının yararlanması, onları meşru hâle getirmez ve haramlık hükmünü değiştirmez.”

“Feminizm ahlâksızlıktır” Diyanet İşleri Başkanlığı, 8 Mart 2008 Dünya Kadınlar Günü’nde resmi web sitesine Türkiye Diyanet Vakfı’nın iki cilt hâlinde yayınladığı İlmihâl 1-2 adlı eserin “Kadın Hakları” başlıklı 14 sayfalık bölümünü koydu. Yazıda feminizmle ilgili bölüm “Feminizm ahlâksızlıktır” başlığıyla yer buldu ve şu ifadeleri içeriyordu:

“Feminizm, ahlâki ve sosyal bakımdan çok olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Bir kere, feminizm hareketine “kapılan” kadın, genel olarak kayıtsız şartsız özgürlük düşüncesiyle aile için vazgeçilmez olan birçok kural ve değerleri hiçe saymaktadır.”

 

2016’da Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde kız-erkek öğrencilerin ayrı sınıflarda eğitim görmesi için karar alındı. Bir öğrenci, “İlahiyat okuyan bir insanın fıtratı karma bir eğitim ortamını kabul edemez” derken, başka bir öğrenci de “Sınıfla başlayan bu uygulamanın toplumun birçok alanına taşınmasının mümkün olabileceğine inanıyorum” diye konuştu.

2017’nin başında, Mersin’de bir ortaokulun müdürü, kız ve erkek öğrencilerin birlikte oturmasını yasakladı. Müdür, 62 öğretmenin katılımıyla gerçekleşen kurul toplantısında “Kız ve erkek öğrenciler kesinlikle yan yana oturtulmayacak. Hangi veli ve öğrenci itiraz ederse, ‘Müdür beyin talimatıdır’ denilecek” dedi.

2017 baharında, Denizli’deki Pamukkale Belediyesi 11’inci sınıf öğrencileri için ‘Gençlik Ecdadın İzinde’ adıyla İstanbul’a düzenlediği moral gezisini kızlar ve erkekler olarak ayrı gruplar hâlinde gerçekleştirdi.

Konya’da bir Anadolu lisesinin internet sitesinden ‘2017 yılından itibaren kız-erkek öğrenciler ayrı sınıflarda eğitime devam edecek’ duyurusu yapıldı.

Kartal’da bir devlet okulunda, kız ve erkek öğrencilerin pembe ve mavi panolar altında ayrı ayrı sıraya girdikleri bir kantin açıldı. Okul müdürü “Kız öğrenciler alışveriş yaparken rahatsız olmasın diye” dedi.

Yine 2017 yılında, karma öğrenci yurtlarının mevcut hâliyle faaliyetlerine devam edemeyeceklerinin belirtildiği yeni bir yönetmelikle kız ve erkek öğrenciler için ayrı ayrı hizmet kararı verildi. Binalarını buna uygun hâle getirmeyen özel öğrenci yurtlarının da kurum açma izni ile işyeri açma ve çalışma ruhsatlarının iptal edileceği açıklandı.

Iğdır Üniversitesi’nde kız öğrencilerin sınıfların cinsiyete göre ayrılmasından duydukları memnuniyeti dayandırdıkları nokta epey sıkıntılı. Şöyle diyor kız öğrenciler: “Erkeklerle aynı ortamda kendimizi yeterince ifade edemiyorduk, çekiniyor, konuşmamayı tercih ediyorduk.”[75]

II.1) TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM

Ensar Vakfı 38. Genel Kurulu’nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “14 yıldır kesintisiz siyasi iktidarız, ama sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılarımız var” vurgusuyla, “Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hâlâ en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. (…) Elimizde böyle bir imkân varken hâlâ pek çok yeri boş bırakıyor olmamız, aklın ve vicdanın kabul edebileceği bir durum değildir. Tek eksiğimiz bunları hizmete dönüştürecek adanmış kadrolardır,”[83] derken bir toplumsal dönüşümün kültürel çerçevesini de çiziyordu.

AKP’nin kültürel egemenliğini kurma çabaları üzerinde düşünürken, Nazi-faşist rejimlerin pratiklerini anımsamak yardımcı olabilir.

Benjamin Martin’in vurguladığı gibi Nazi-faşist rejimler, aydınlanma, akılcılık, eşitlik, özgürlük kavramları üzerinde yükselmiş bir kültüre düşmandılar. Nazi-faşist iddialara göre, eskiden ahenkli, herkesin yerini bildiği bir toplum vardı. Aydınlanma, modernite, sekülarizm bu ahengi bozdu, o toplumu yıktı. Bu süreçte en büyük günah da aydınlanma geleneğini seküler-kozmopolit (Yahudi, enternasyonalist, komünist kavramlarını aynı anda kapsar) kültürü yayan “belirli bir zümreye” (modernist entelektüellere, sanatçılara) aittir.

Şimdi, herkesin kendi yerini bildiği ahenkli toplumu yeniden inşa etmek gerekir. Bu inşa sürecinin en önemli aracı da, ahengi bozan yabancı unsurları hedef alan fiziki ve kültürel bir temizliktir. Böylece ahenkli bir toplum, lideri-partiyi toplumu bütünleştiren bir organik devlet kurulabilir.

Hitler ve Mussolini, açık fiziki şiddetin, imha politikalarının yanı sıra, dönemin kültür endüstrisini, ülkelerinde ve Avrupa çapında ele geçirerek, kimi sanatçıları, entelektüelleri satın alarak, kültürü bir silaha çevirmeyi amaçladılar. Böylece, yabancı unsurlardan arınmış, geçmişin ahenkli kültürünü canlandırmaya olanak sağlayacak yeni bir kültür endüstrisi, bu kültürün üzerinde yeni bir imparatorluk yaratılacaktı. Kavramların da içi boşaltılacak, örneğin, faşist partiler başlangıçta kendilerini antikapitalist olarak sunacak, ancak devraldıkları devleti ele geçirmeye başladıkça bu iddia yok olacak, hâlâ savunmaya devam edenler yok edilecekti. Bunlarla, Türkiye’de 15 yılda yaşananlarla, gündeme gelen kültürel egemenlik tartışması arasında güçlü paralellikler kurulabilir;[84] örneklerdeki üzere…

 

“SINIRSIZ MUHAFAZAKÂRLIK”[85]
Kırmızı sokaklar İçkili yer bölgelerinin tespit edilmesine ilişkin ilk talimat, İçişleri Bakanlığı’nın Ekim 2005 genelgesine yansıdı. Genelge, içkili yerlerin belli bir bölgede toplanması ve sürekli kontrol altında bulundurulmasına ilişkin esaslar içerdi. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün ikinci genelgesi ise 14 Ekim 2005’te hazırlandı. Belediyelerin içkili yer bölgesi tespit edebilmesinin önü açıldı. İlk uygulama Bursa Orhangazi Belediyesi’nden geldi. Ardından Ankara Büyükşehir Belediyesi, kendisine bağlı parklarda içki yasağı uygulamasını başlattı. Denizli Belediye Meclisi, içkili yerleri şehir dışına çıkarma kararı aldı.
Alkol yasağına yasa gücü Alkol yasaklarının kanun gücüyle korunması 9 Eylül 2013’te başladı. Market, büfe, bakkal ve bayilerin gece saat 22.00 ile sabah 06.00 saatleri arasında alkollü içki satması yasaklandı. Alkollü içkilerin reklam ve tanıtımı yasaklandı.
Ekranda alkol yok Yasa ile televizyonlarda yayımlanan dizi, film ve kliplerde alkollü içkileri özendirici görüntüler yasaklandı. Her türlü şiddetin en gerçekçi hâli ile verildiği ekranlarda tütün ve alkol ürünleri “buzlandı.”
Her evde yasak RTÜK’ün, sosyal hayatın ayrılmaz parçası olan televizyon üzerindeki sıkı denetimi, hiç gevşemedi. RTÜK, televizyonlara 2002’de 2 bin 921 yayın durdurma cezası verdi. 2003-2005 yıllarında 29 radyo ve televizyon toplam 870 gün “karartıldı.” RTÜK, 2002’den 2008’e kadar toplam 2 bin 22 uyarı, 262 program durdurma, 1 yayın lisans iptal cezası verdi.
Harem-selamlık   yurt Yurt-Kur, Ağustos 2013’te kız ve erkek öğrenci yurtlarını birbirinden ayırmaya başladı. 16 bin kız öğrenci, erkek öğrencilerle aynı ortamda kalmamaları için yeni binalara “göç ettirildi.” Erkek öğrencilerin ise eski yurtlarında kalması sağlandı. Devlet yurtlarını “kız” ve “erkek” olarak zaten ayıran Milli Eğitim Bakanlığı karma özel öğrenci yurtlarını da kapattı.
“Kız-erkek aynı evde ters” Kasım 2013’te başbakanlığı döneminde Erdoğan, toplumsal harem-selamlık uygulamalarını temel politika hâline getirecek açıklamayı yaptı. Erdoğan, “Üniversite öğrencisi genç kız, erkek öğrenci ile aynı evde kalıyor. Bunun denetimi yok. Muhafazakâr demokrat yapımıza bu ters” dedi.
Arap saati inadı Enerji Bakanlığı 2009’da, Türkiye’nin saatini ayarladığı GMT+2 olarak tanımlanan 30. boylamdaki referans meridyeninin, GMT+3 olarak tanımlanan 45. boylama alınmasına ve yaz saati uygulamasının tamamen kaldırılmasına ilişkin yasa tasarı taslağı hazırlıklarına başladı. O dönem muhalefet, “Asıl amaç, Suudi Arabistan saat dilimini kullanarak, namaz saatlerini Mekke ve Medine’ye göre ayarlamak. Bundan sonraki adım da, resmi tatil gününün cumaya alınması olabilir” itirazını seslendirdi. Eylül 2016’da yürürlüğe giren Bakanlar Kurulu kararı ile kış saati uygulaması kaldırıldı. Yeni hesapla, Iğdır’dan geçen boylamın esas alınacağı ve Türkiye ile Suudi Arabistan arasında saat farkı kalmayacağı değerlendirmeleri yapıldı. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun iptal kararına karşın muhafakâr demokrat AKP, uygulamayı önce OHAL gücüyle çıkarılan KHK’lere koymayı düşünse de, bir yasa taslağı ile geri getirmeyi planladı.
Kamuya cuma izni Saatlerde olduğu gibi resmi tatil günlerinin ve mesai saatlerinin dini referanslara uygun olarak belirlenmesi kuşkusu hiç dinmedi. Ancak 2016’da “gerçek oldu.” Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı döneminde, Ocak 2016’da kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan memurlara cuma namazı vakitlerinde izin verilmesinin önü açıldı. Genelgede “Cuma namazı saatinin mesai saatine denk gelmesi hâlinde, kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanlardan isteyenlere mesai kaybına neden olmaksızın izin verilir” ifadeleri kullanıldı.
Medya, yeni yasak alanı İnternet yasakları kapsamında 2007’de 43, 2008’de 1046, 2009’da 6 bin 131, 2010’da 7 bin 762, 2011’de 14 bin 737, 2012’de ise 19 bin 507 internet sitesi engellendi.
Twitter’a yasak Erdoğan, başbakanlığı döneminde, Gezi Parkı eylemleri sürerken “Twitter’ın kökünü kazıyacağız” dedi. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonlarını eleştirirken,   “Twitter, miviter falan hepsinin kökünü kazıyacağız. Efendim işte uluslararası camia şöyle der, böyle der. Hiç beni ilgilendirmiyor” ifadelerini kullandı. Erdoğan’ın talimatı verdiği gün, Twitter’a erişim engeli kararı alındı. Yasak, “ahlâki ve sosyal konularla sınırlı muhafazakârlığın” bir örneği olarak “kişilik haklarının ve özel hayatın gizliliğini ihlâl” gerekçesine dayandırıldı.
Kadına boşanma hakkından boşanmada arabulucuğa Kadına seçme ve seçilme hakkını Fransa, İtalya ve İsviçre’den çok önce yasal güvenceye alan Cumhuriyet, 1926 Türk Medeni Kanunu ile, “erkeğin çokeşliliği” ve “tek taraflı boşanmasına” ilişkin düzenlemeleri kaldırdı. 2017’de ise AKP, önce müftülere nikâh kıyma yetkisi verdi, ardından boşanmalar için “Aile arabuluculuğu” sistemini getirmeye hazırlandığını açıkladı. 2009’da Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun kendisinden iş isteyen kadınlara, “Evdeki işler yetmiyor mu” diye sorması, 2009’da Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in “Kadınlar iş aradığı için işsizlik artıyor” demesi, 2009’da Başbakan Erdoğan’ın Münevver Karabulut cinayeti için “Yalnız bırakılan ya davulcuya ya   zurnacıya” ifadelerini kullanması, 2010’da yine Erdoğan’ın “Kadın erkek eşitliğine inanmıyorum. Kadından anneliği çıkarırsanız geriye kutsal bir şey kalmaz” açıklaması, 2011’de kadına şiddetin abartıldığını dile getirmesi, 2012’de Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın “Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar” yorumunda bulunması, 2014’te Erdoğan’ın “Kadın-erkek eşitliği fıtrata ters” demesi; “ahlâki ve sosyal konularla sınırlı muhafazakârlığın” kadına bakışının sadece birkaç örneği… Bu söylemin sonuçları ise şöyle:

-Dünya Ekonomik Forumu’nun 2015 Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’nda 145 ülke arasında 130. sırada yer aldı.

-AKP döneminde kadına yönelik şiddet yüzde 1400 arttı.

-2002-2017 yılları arasında 14 binden fazla kadın cinayete kurban gitti.

-Mahkemelerde, erkeğe tahrik indirimi, hukuksal bir norm hâline geldi.

-Yapılan araştırmalar, her 10 evlenmiş kadından neredeyse 4’ünün eşi veya birlikte olduğu erkeklerin fiziksel şiddetine maruz kaldığını gösterdi.

-Türkiye genelinde kadınların yüzde 36’sının fiziksel şiddete, yüzde 12’sinin ise cinsel şiddete maruz kaldığı belirlendi.

-10 yılda 482 bin 908 kız çocuğu zorla evlendirildi.

-10 yılda çocuk cinsel istismar davaları yüzde 700 arttı.

-15 yılda çocukların cinsel istismarı yüzde 434, cinsel taciz yüzde 449 arttı.

 

II.2) HUKUK(SUZLUK), BASKI, DENETİM

Coğrafyamızın yaşa(tıl)dığı yapısal bir değişimle eş zamanlı toplumsal dönüşümün sonuçları ilk elden hukuk(suzluk), baskı, denetim alanlarında somutlaşırken; bunun da sermaye birikim rejiminin biçimlendirilmesine denk düştüğü “es” geçilmemelidir.

Hukuk(suzluk)tan başlayalım…

 

TÜRKİYE’NİN İMZA ATMADIĞI BAŞKA ULUSLARARASI ANLAŞMALAR[94]
Türkiye, uluslararası hukuka aykırı silah ticaretini engellemeye yönelik Silah Ticareti Anlaşması’nda da çekimser bir konumda. Çin, Rusya, Hindistan ve Pakistan gibi büyük silah ihracatçılarının imzalamadığı bu anlaşmayı Türkiye imzaladı ama onaylamadı. Nizami silah satışının denetlenmesinin yanı sıra insan hakları kurallarını da içeren bu anlaşmayı imzalayıp da onaylamayan diğer ülke ise İsrail.
Çok ölümlü maden kazalarının yaşandığı bir ülke olmasına rağmen, akıl almaz bir tutumla, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 1995 tarihli 176 numaralı ‘Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi’ni de imzalamayan Türkiye, “Çevresel Konularda Bilgiye Erişim, Çevresel Karar Verme Sürecine Halkın Katılımı” ve “Yargıya Başvuru Sözleşmesi’ni de imzalamadı. İkinci sözleşmede yer alan “karar verme sürecine halkın katılımı” ya da “yargıya başvuru” gibi ifadelerden Türkiye’nin haz etmediği açık.
Türkiye ESPOO Sözleşmesi’ni de Helsinki Sözleşmesi’ni de imzalamadı. İlki “sınır aşan boyutta çevre kirliliğine yol açan faaliyetlerin proje aşamasında taraf ülkelerin ve kamunun katılımı ile değerlendirilmesini” amaçlıyor, ikincisi ise “Sınır Aşan Suların ve Uluslararası Göllerin Kullanımını” düzenliyor. Tüm bu sözleşmelerde HES, termik ya da nükleer santral yapımında halkın onayı ya da katılımı esas alınıyor. AKP iktidarının halkı önemsemediğini bu sözleşmelere imza vermemesiyle de anlamak mümkün.
Türkiye, başta “Soykırım”, “İnsanlığa karşı suçlar”, “savaş suçları”, “saldırı” gibi büyük suçlarla mücadele etmek amacıyla 17 Temmuz 1998 tarihinde kurulan 122 üyeli Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) kuruluş belgesi sayılan Roma Sözleşmesi’ne de imza atmış değil. Avrupa Konseyi’ne üye 46 ülke arasında bu sözleşmeyi imzalamayan tek ülke Türkiye.
Türkiye yüzden fazla ülkenin imzaladığı, 1 Ağustos 2010’da yürürlüğe giren Misket Bombaları Sözleşmesi’nde de yok. 2008’de Wellington Konferansı’nda eğitim ya da araştırma amacıyla misket bombasına sahip olunması gerektiğini dile getirmişti zaten.
Türkiye 1951 Mülteci Sözleşmesi ile 1967 ek Protokolü’nü onayladı. Ama Avrupa ülkelerinden olmayan kişileri iltica sisteminden muaf tutan coğrafi sınırlamayı kaldırmadı. Yani Türkiye, “bütün dünyada Mülteci Sözleşmesi’ne coğrafi kısıtlama uygulayan tek ülkedir.”

 

Siz bakmayın “hukukun üstünlüğü” yalanına sarılanlara!

Suç icat etme kapasitesinin artık neredeyse sınırsız olduğu Yeni Türkiye yargısında, özel yetkilendirilmiş başsavcılık ve ağır ceza mahkemesi, yukarıdan verilecek emri “tak-şak” anlayışıyla hemen yürürlüğe koyuyor. HSK bunu sağlamak için yeniden yapılandırıldı. Dolayısıyla, KHK yürürlüğe girdiğinden beri artık sadece muhalefet değil, iktidar ve müttefikleri de tek adam ve teşkilâtının tehdidi altındadır. Bu tehdit, gelecek seçimde aday gösterilmemek geleneksel tehdidini kat be kat aşıp, milletvekili iken kendini mahkeme önünde ve belki cezaevinde bulma tehdidine dönüşmüş durumda.

2014 Cumhurbaşkanlığı seçiminden beri, bir parti devleti kurulması projesi giderek hızlanarak hayata geçiriliyor. Yalnız bu gelişmede dikkat edilmesi gereken bir yan var. Söz konusu olan, aslında parti devleti kurulması da değildir. Parti, devlet ve hükümet başkanlığını şahsında birleştiren kişinin devletinin kurulmasıdır. İstihbarat örgütünün ve giderek diğer bütün asli devlet kurumlarının yönetim ve denetiminin bir kişinin elinde toplanması bunun açık ifadeleridir. Otokrasi denilen siyasal yönetim biçimidir bu.[95]

Bu otokratik hukuk(suzluk)ta AYM’nin anayasaya açıkça aykırı olan KHK’leri iptal yetkisini kullanmayıp hükümete sınırsız alan sağlayan tutumu, Türkiye’nin artık bir hukuk devleti olmadığının resmi ilanıyken;[96] O Anayasa Mahkemesi ki, 1990’lı yıllarda, OHAL bağlamında çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin, KHK’lerin, OHAL bağlamında olup olmadığını ve Anayasa’ya uygunluğunu incelemek konusunda bağlayıcı bir “içtihat kararı” almıştı… O Anayasa Mahkemesi ki, AKP/ Erdoğan iktidarı yargıya siyaseten el koyduktan sonra, bu içtihat kararını değiştirmiş ve OHAL ilanı kapsamında olup olmadığına ve Anayasa’ya uyup uymadığına bakılmaksızın bütün OHAL KHK’lerini denetim dışında bırakmıştı![97]

Yani AKP iktidarında “hukukun üstünlüğü”(?) ilkesi ortadan kalkmamış, aksine, iktidar bloğunun güncel ihtiyaçlarına göre yeniden formatlanmıştı.[98]

İşte birkaç örnek…

Burjuva hukuk(suzluk)un olduğu her yerde kapitalist baskı ve denetim de kaçınılmazdır.

Yeri geldi hatırlatalım: İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW), Ağustos 2017’de Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e gönderdiği mektupta Mart 2017’de Ankara’da aynı yöntemlerle kaçırılan beş kişinin durumu soruldu. Hepsi KHK ile işten atılan memur ve öğretmen olan bu kişilerden biri, kaçırıldıktan 42 gün sonra poliste gözaltında çıkmıştı.

HRW Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Türkiye’nin zorla kaybedilmeler konusundaki karanlık geçmişi göz önünde bulundurulduğunda, yetkililerin Ankara’da meydana gelen ve endişe verici boyuta ulaşan çok sayıdaki kaçırılma vakasını soruşturması çok daha önem kazanmaktadır” dedi.

Uluslararası Af Örgütü, Şubat 2017’de yayımladığı 2016 raporunda Türkiye’deki hak ihlâlleri ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, işkence ve diğer kötü muameleler, aşırı güç kullanımı, cezasızlık, silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilen ihlâller, mülteciler ve sığınmacılar ile ülke içinde yerinden edilen kişiler başlıkları altında ele alınıyor. Türkiye’de işkence ve kötü muamelenin 15 Temmuz sonrası hızla yaygınlaştığı, polis gözetimindeki birçok kişinin, ciddi derecede dayak, cinsel saldırı, tecavüz tehdidi ve tecavüze maruz kaldıklarının rapor edildiği belirtiliyordu.[107]

Konuya ilişkin birkaç örneği aktarmak gerekirse…

II.3) IRKÇILIK VE KÜRTLER

Çok önceleri HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, “Kürtler ile Türkler arasında yükselen gerilimin etnik bir savaşa dönüşebileceği,”[120] uyarısını dillendirdiği koşullarda Ali Sirmen aktarıyor:

“Çocuğu panzer eziyor, ‘terörist öldürdü’ diyorlar… Taş atan çocuklara 12 yıl veriyorlar, oysa batıda, adam öldürenler 3-4 yılda çıkıyor… Devlet Kürtlere samimi davransın, artık Kürt Türk ayrımı yapmasın!.. Artık Bodrum’da bile güvende değiliz… Güneydoğu’nun bir kentinde öğretmen olan, yazları Bodrum’da garsonluk yapan bir Kürt genci anlatıyor bunları…”[121]

Devamla İHD Diyarbakır Şubesi, TİHV Diyarbakır Temsilciliği, Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Tabip Odası ve Diyarbakır Hak İnisiyatifi yaptıkları ortak basın açıklamasında “OHAL muhalif kesimlere karşı otoriter bir baskı aracına dönüştü” vurgusuyla, 1 yıllık hak ihlâlleri verilerini şöyle sıralıyorlar:

KHK’lerle 100 binin üzerinde kamu personeli ve akademisyen ihraç edildi…

160 basın-yayın kuruluşu süresiz olarak kapatıldı…

166 gazeteci hâlen cezaevlerinde tutuklu. Onlarcası hakkında soruşturma ve davalar açıldı, hapis cezalarına çarptırıldı…

101 belediyeye kayyım atandı…

110 DBP’li belediye eşbaşkanı kayyım sonrası tutuklanırken, 68’i hâlâ tutuklu…

5 HDP’linin vekilliği düşürülürken, kimisine hapis cezaları verildi…

9’u HDP’li ve 1’i CHP’li olmak üzere 10 milletvekili hâlâ tutuklu…[122]

Devletin, Kürt soruna ilişkin zihniyeti her zaman olduğu gibi hâlâ TOMA’lı “çözüm(süzlük)”ken;[123] somut örnekleri aktararak ilerleyelim:

Maç boyu sürekli hakarete uğrayan Güneydoğu ekibinin yöneticileri, karşılaşma bitiminde protokol tribününe giren 50 kadar A.Gücü forma ve atkılı grubun ortasında kaldı. Aralarında personel ve A.Gücü yöneticilerinin de bulunduğu ileri sürülen saldırganlar, biri kadın 5 yöneticiyi dakikalarca tahta ve demir çubuklarla dövdü. Amedsporlu bir yönetici, kargaşada 2.5 metreden alt kata düştü.

Olayı durdurmak isteyen bazı Ankaragücü’lülere de hakaret edildi. Polis 10 dakika sonra olaya müdahale etti, linç girişimi sonrası 3 yöneticinin burnunun kırıldığı, 1 yöneticinin ise beyin sarsıntısı geçirdiği öğrenildi. Amedspor Başkanı Ali Karakaş, “Gittiğimiz her yerde saldırıya uğruyoruz. TFF önlem almıyor, bu siyasi linçtir” dedi.[132]

Kürt düşmanlığına bir de Suriyeli karşıtlığı da eklenmeli…

Tüm bu ırkçı düşmanlıklara Hayrettin Karaman’ın, “Gâvurdan dost domuzdan post olmuyor”[135] ifadesindeki zihniyet yol açmaktadır.

III. AYRIM: “İNSAN HAK(SIZLIK)LARI”NIN OHAL’İ…

Türkiye’de insan hak(sızlık)ları -“Modus cogitandi/ Düşünce tarzı”ndan, “Modus dicendi/ İfade tarzı”na- ülke tarihi boyunca yüz kızartıcıdır ve OHAL’le de zirve yapmıştır.

“Nasıl” mı?

15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsü yaşandı ve KHK rejimi altında ihlâller yoğunlaştı ve çeşitlendi. ‘OHAL Uygulamaları ve KHK’ların Yol Açtığı İhlâller’ başlığı altındaki OHAL bilançosuna göre, çıkarılan 28 KHK’den yalnızca 5’i hakkında TBMM’ye sunularak onay alınmış, 23 KHK ise süresi içinde TBMM’ye sunulmayarak Anayasa’nın 121. maddesi ihlâl edilmiştir.

İHD ve TİHV’in derlediği OHAL bilançosunda, HDP eş başkanlarının ve 11 milletvekilinin tutuklanması, 94 belediyeye el konması, DBP’li 74 belediye başkanının tutuklu bulunması, 28 HDP il başkanı ve 89 ilçe eş başkanının tutuklanması ve 780 HDP il ve ilçe başkanının tutuklanması bilgisine yer verilmiş.

Bilançoda, KHK’lerle 113 440 kamu görevlisinin kamu görevinden çıkarılmasına ve bunlardan ancak 1852’sinin göreve iade edildiği bilgisine yer verilmekte.

OHAL sürecinde 4240 hâkim ve savcı kamu görevinden çıkarılmış, 166’sı görevlerine iade edilmiş. 2325 eğitim-öğretim kurumu ve yurt, okul, pansiyon kapatılmıştır. 15 özel üniversite kapatılmış, 19 sendikanın faaliyetlerine son verilmiştir. 969 şirkete kayyum atanmıştır.185 basın yayın kuruluşu kapatılmıştır. Bunlardan 23’ünün yeniden açılmasına izin verilmiştir. 9 Aralık 2017’de 174 gazeteci tutukludur. OHAL süresince 1412 dernek ve 139 vakıf kapatılmıştır.[136]

Ayrıca OHAL’de kolluk güçlerinin yargısız infazı sonucu 36 kişi yaşamını yitirdi, 12 kişi de yaralandı.

Silahlı çatışmalar nedeniyle 183’i asker, polis, korucu, 460’ı militan, 52’si sivil olmak üzere toplam 695 kişi yaşamını yitirdi.

Güvenlik güçlerine ait zırhlı araçların çarpması sonucu 6’sı çocuk olmak üzere toplam 23 kişi yaşamını yitirdi.

Mayın ve sahipsiz bomba vb. patlaması sonucu 5’i çocuk olmak üzere toplam 6 kişi hayatını kaybetti.

Cezaevlerinde 3’ü çocuk olmak üzere en az 10 kişi çeşitli nedenlerle öldü.

Bu dönem içerisinde 322 kadın öldürüldü, bin 851 işçi hayatını kaybetti.

İHD’nin verilerine göre, 2 bin 278 kişi işkence ve kaba muamele ile karşılaştı.[137]

Ayrıca İHD ve TİHV tarafından yapılan açıklamada OHAL sürecinde gözaltı süresinin uzatıldığı, avukatlarla görüş yasağı getirildiği ve Adalet Bakanlığı verilerine göre, Temmuz 2017 itibariyle 169 013 kişi hakkında işlem yapıldığı bildiriliyor. Yalnızca Cumhurbaşkanına hakaret suçu ile 4187 kişiye dava açıldı.

2016 yılında sarı basın kartı iptal edilen gazeteci sayısının 889 oldu.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisinin (İSİG) verilerine göre ise 2017’nin ilk 11 ayında iş cinayetlerinde 1851 işçinin yaşamını yitirdi.

Yani insan haklarını[138] yerle yeksan eden OHAL’li güzergâhta ‘Human Rights Watch (HRW) 2017 Dünya Raporu’ Türkiye’deki ihlâllere geniş yer verip, darbe girişimi sonrası artan işkence ve kötü muamele iddialarına değinildi. HRW Avrupa ve Asya Direktörü Hugh Williamson, “Yüz binlerce insanın görevden atılması, tutuklanması, medyanın susturulması ve Kürt milletvekillerinin hapse atılmasıyla birlikte, Türkiye ağır krize girdi” ifadelerini kullandı.[139]

2016 yılında yaşanan insan hakları ihlâlleri raporunu yayımlayan Af Örgütü de, 2016’nın sefalet ve korku yılı olduğu açıkladı.[140]

‘Freedom House’un ‘İnternette Özgürlük: 2017’ raporunda Türkiye’nin, özgürlüklerin en çok kısıtlandığı ülkeler arasında yer aldığı açıklandı.[141]

‘İnsan Hakları İzleme Örgütü /Human Rights Watch’nün ‘Cizre Raporu’nda da en az 66 sivil ağır silahlar ve havan topu atışlarıyla, 130 kişinin ise bodrumlarda öldürüldüğü belirtilirken;[142] İHD ve TİHV verilerine göre, 2016 yılında 451 kişi, polis ve asker kurşunuyla öldürüldü.[143]

Bu tabloda ‘BM İnsan Hakları Konseyi’, Türkiye’den kayıplar konusunda “kapsamlı bir politika belirlemesini” ve “Kayıplar için mahkeme dışı bir mekanizma kurmasını” istedi. ‘Zorla veya Gönülsüz Kayıplar Çalışma Grubu’ raporuna göre Türkiye’de henüz kapanmamış kayıp vakası 94. BM verilerine göre Türkiye ile ilgili toplam kayıp sayısı 222…[144]

‘İnsan Hakları İzleme Örgütü/ Human Rights Watch’ Türkiye’de terörizm ve darbe girişimiyle bağlantılı olmakla suçlanan kişilere polis gözetimi altında işkence yapıldığına dair bir rapor yayımladı. “Gözaltında: Türkiye’de Polis İşkencesi ve İnsan Kaçırma” başlıklı 43 sayfalık raporda, şahısların ağır şekilde darp ve tehdit edildiğine, çırılçıplak soyulduğuna ve bazı vakalarda cinsel tacizle tehdit edildiğine veya cinsel tacize uğradığına ilişkin iddialar yer alıyor. Raporda 11 farklı gözaltı vakasında ağır insan hakları ihlâlleri olduğuna dair deliller sunuluyor.[145]

Bunların yanında milletvekili Zeynep Altıok, “14 yıllık AKP iktidarının zaten insan hakları karnesi olumsuzluklarla dolu bir şekilde kabarık. Zaten, her hak ve özgürlüğün her geçen gün artan bir baskıyla karşı karşıya olduğu Türkiye’de, OHAL ilanıyla birlikte sorgusuz, sualsiz tamamen ihbar mekanizmasına, dedikoduya, duyuma, ihtimale dayalı bir süreç yönetilmeye başlandı… Düşünce ve ifade özgürlüğünün zaten olmadığı bir ülkeyiz, tutuklu gazeteciler ve AİHM başvuruları konusundaki karne ortada. Dünya’daki çeşitli örgütler OHAL sonrası işkence iddialarına yönelik vahim açıklamalarda bulunuyorlar. Yeterince adil bir süreç işletilmeksizin insanların tutuklandığı bir dönemde işkence iddialarının olması Türkiye için kötü. Sanat alanındaki yasakları kabul edemeyiz. Sanata, sanatçıya, gazetecilere ve bilim insanlarına sahip çıkmaya devam edeceğiz,”[146] derken; Avrupa Konseyi İşkencenin ve İnsanlıkdışı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) çalışmaları kapsamında cezaevi çalışanlarına, “insan haklarına saygı ve işkencenin önlenmesi” seminerleri veren cezaevi doktoru Alp Çetiner’in gözaltında işkenceye maruz kaldığı ortaya çıktı.[147]

Geçerken hatırlatalım: Aralık 2016’da Birleşmiş Milletler’in, işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleler konusunda özel raportörü Nils Melzer de Türkiye’ye geldi. Yaptığı incelemelerden sonra, Türkiye yönetiminin işkence ile mücadele ve önlenmesi konusunda taahhütlerini memnuniyetle karşıladıklarını belirtip arkasından “ama yönetimin uyguladığı politikalarla cezasızlığa yardım eden gerçekler arasında bir kopukluk” olduğunu belirtti. İşkence ve kötü muamelenin, darbe girişimi sonrası, polis ve jandarma nezarethanelerinde, resmi gözaltı alanlarında yaygın olabileceğine işaret etti. Melzer, temkinli ifadeler kullanmıştı.

Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) ise art arda yayımladıkları raporlarda, son derece vahim işkence vakalarının varlığına işaret ettiler. Bunlar avukatların, birçok baro yönetiminin, doktorların, işkence görmüş kişilerin veya yakınlarının tanıklıklarına dayanıyor. HRW, 12 Ekim 2017’de yayımladığı 43 sayfalık, ‘Polis Gözetiminde İşkence ve İnsan Kaçırma’ başlıklı raporunda,[148] “Türkiye’de terörizm veya 2016 askeri darbe girişimi ile bağlantılı olmakla suçlanan insanlara polis gözetimi altında işkence yapıldığını, bir yandan gözaltına alınan şahıslara yönelik hak ihlâlleri yapıldığına yönelik deliller artarken diğer yandan başka insanların da kaçırıldığını” somut örneklere dayanarak sergiliyor.[149]

 

2017’DE ALEVÎLERİN YAŞADIĞI HAK İHLÂLLERİ[150]
Zorunlu din dersi dayatması Zorunlu din dersi dayatması sürerken din dersinde Alevîlik müfredattan tamamen kaldırıldı ve cihat kavramı okutulmaya başlandı. Ders kitaplarında, Alevîlikte cem yürütülürken gerçekleşen ibadetin en önemli aşamalarından biri olan semah ise halk oyunu olarak gösterildi. Alevîler bunu asimilasyonun en önemli bir parçası olarak gördüklerini söyleyerek müfredattaki bu değişiklikleri yaptıkları açıklamalar ve mitinglerle kınadılar.
Artarak süren tehditler -Malatya’nın Yeşilyurt ilçesinde Cemal Gürsel Mahallesi’nde Alevîlere ait 13 ev kırmızı boya ile işaretlendi.

-Adana’da Arap Alevîlerin yaşadığı Alihocalı köyündeki mezarlar tahrip edildi.

İstanbul Bahçelievler’de bir yıl önce kimliklerinden İslâm ibaresini sildiren bir ailenin kapısına X işareti konuldu. Kapının yanına da “defol dinsiz” yazılarak üç hilal ve çarpı işareti konuldu.

-Malatya ve İstanbul’un ardından Alevîlerin çoğunlukta yaşadığı Manisa’nın Hafsa Sultan Mahallesi’ndeki bir evin duvarına çarpı işareti konuldu.

-İstanbul Sultangazi’deki Habipler Cemevi’ne ibadet sırasında saldırı düzenlendi. Cemevinin camı taşla kırılarak, cemevine içinde ateş bulunan kova atıldı. Cemevinde hasar oluştu.

-İstanbul’da yapımı devam eden Armutlu Cemevi’ne sabah saatlerinde polis hiçbir gerekçe göstermeden kapısını kırarak arama yaptı.

-Dersim Dernekler Federasyonu (DEDEF) Yönetim Kurulu Üyesi 7 kişi, Bursa Dersimliler Derneği Başkanı Hediye Zengin, Demokratik Alevî Derneği Ankara Mamak Şube Başkanı Hasan Altun sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek gözaltına alındı.

-Mersin’de gözaltına alınan Pir Sultan Abdal Kültür Derneği İl yöneticisi Hasret Vurucu ve Gençlik Komisyonu üyesi Duygu Canıtez örgüt üyesi olduğu gerekçesiyle tutuklandı.

Alevîleri de vuran OHAL Alevîlerin yaşadıkları ilçe, köyler ve yaylaları özel güvenlik bölgeleri veya yasaklı bölge ilan edildi. Yazın yaylalarına gidemeyen köylüler, güvenlik bölgelerinde olduğu gerekçesiyle inanç merkezlerinde de ibadet edemediler. OHAL nedeniyle her yıl geleneksel olarak Alevî bölgelerinde düzenlenen Dersim’de Munzur Kültür Festivali ile Adıyaman’da Höbek Baba ile Aziz Dede anma etkinlikleri, Koçgiri’de Cogi Baba Festivali, Erzincan’da Zerban İnanç ve Külltür Festivali yasaklandı.

Ormanlarımız yakıldı

Dersim özelinde ise oluşturulan özel güvenlik bölgelerindeki askeri operasyonlar sonucu binlerce hektarlık alanlar küle döndü. Haftalarca güvenlik gerekçe gösterilerek halkın da müdahalesine izin verilmedi. Yüzlerce hayvan telef olurken, bölgede kimi yaşayanlar ise göç etmek zorunda kaldı. Türkiye ve Avrupa’da orman yangınlarına ilişkin Alevî kurumları, siyasi partiler, çevre örgütleri eylemler düzenledi.

Dersim’de ayrıca Nazimiye’ye bağlı Uzun Tarla (Han) köyünün bombalanması sonucu yaşamını yitiren bir yurttaşın daha naaşı Tunceli Cemevi tarafından kabul edilmedi. Köyde yaşayan Ercan Güneş ile birlikte OHAL boyunca Dersim’deki askeri operasyon ve bombardımanlarda 5 kişi yaşamını yitirdi.

TV10’un mal varlıkları satıldı OHAL’in ardından çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler ile kapatılan medya kuruluşları arasında bulunan Alevîlerin Sesi TV10’un mal varlıkları ise TMSF tarafından ihale yoluyla satıldı. Mal varlıkları ihale yoluyla satışa çıkarılmasının ardından TV10 Yönetimi’nin OHAL Komisyonu’na başvurusu ise “KHK listesinde adı yok” denilerek reddedildi.
Gözaltı, tutuklama, ihraç Sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek gözaltı, tutuklama, ihraç ve işten atmalar ise Alevîler üzerinde de devam etti. 686 sayılı KHK ile işten atılan akademisyen ve Eğitim-Sen’li öğretmenlerin çoğunluğu Alevîydi. Eğitimciler Şıh Çoban Ocağı Piri Zeynel Kete, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Merkezi Yürütme Kurulu üyesi Songül Tunçdemir onlardan biriydi.

İzmir Aliağa Cemevi Dedesi Baba Mansur Ocağından Pir Gökmen Savak ise çalıştığı İzmir Aliağa Belediyesi’nden sosyal medya üzerinden MHP Lideri Devlet Bahçeli’yi eleştirdiği için keyfi olarak işten çıkarıldı. İşinden ihraç edildikten sonra açlık grevine başlayan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek veren Pir Sultan Abdal Kültür Derneği yöneticileri ve üyeleri hakkında dava açıldı. Ankara Tuzluçayır’da bulunan Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği ve Cemevi’nin ‘Nuriye ve Semih için Mamak Dayanışması’ eylemine ise polis saldırdı.

Uğur Kurt’u katledene para cezası İstanbul Okmeydanı’nda cemevi bahçesinde beklerken polis kurşunuyla hayatını kaybeden Uğur Kurt’un ölümüyle ilgili İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davada sanık polis Sezgin Korkmaz’a ‘taksiren ölüme sebebiyet vermek’ suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası verildi. Daha sonra hapis cezası, 12 bin 10 TL adli para cezasına çevrildi.
Berkin’in katili tutuksuz yargılanıyor Gezi Direnişi sırasında 15 yaşındaki Berkin Elvan’ın katledilmesine ilişkin açılan davada mahkeme, “kaçma şüphesinin bulunmaması” nedeniyle sanık polisin tutuksuz yargılanma hâlinin devam etmesine ve tanıkların dinlenmesine karar verdi.
Firari sanıklar bulunmadı 2 Temmuz 1993’te 35 kişinin yakılarak öldürüldüğü Madımak Katliamı Davası’nda bir ilerleme kaydedilemedi. Haklarında yokluğunda tutuklama kararı bulunan sanıkların yakalanması için emniyet ve diğer kurumlara yazılan müzekkerelere cevap verildi, sanıkların yakalanamadığı bildirildi. Davada zaman aşımı söz konusu olurken, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan Kadir Topbaş’ın istifası sonrası boşalan koltuğa Sivas davası sanık avukatlarından Mevlüt Uysal   getirildi. Alevîler, Uysal’ın ödüllendirildiğini belirterek tepki gösterdi.
Anmalara ceza Dersim Katliamı’nda idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşları ölümlerinin 80. yılında da anıldılar. Anmalarda yıllardan beri yineledikleri talepler hâlâ bir karşılık bulmuş değil. Bunun yanı sıra Dersim Katliamı’nda yaşamını yitirenlerin anmasına katılanlara ceza kesildi. Dersim Katliamı’nın 80. yılında Seyit Rıza Meydanı’nda bir araya gelen Dersimlilere OHAL yasalarına uymadıkları ve bu nedenle kabahat işledikleri gerekçesiyle 227 lira para cezası verildi. Ceza alanlar arasında Dersim Araştırmaları Merkezi yöneticilerinden sanatçı Ferhat Tunç da bulunuyor.
Turgut Öker’e hapis cezası Maraş Katliamı’nı protesto sırasında yaptığı konuşmada Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla Avrupa Alevî Birlikleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turgut Öker’e de hapis cezası verildi.
Cenazeye ırkçı saldırı Kocaeli’de Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine ırkçı saldırı düzenlendi. Saldırının ardından cenaze mezardan alınarak memleketi Dersim’de toprağa verildi. Ankara’da yaşamını yitiren ve HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine yapılan saldırıyla ilgili açılan davada, tutuklu 3 saldırgan tahliye edildi. Dava duruşmasında olay günü orada bulunan 12 polisten kimi olayı hatırlamadıklarını iddia ederken, tamamına yakını ‘biz olayı görmedik’ yönünde ifade verdiler.
Cemevlerinin kapılarına karakol Ankara Valiliği, IŞİD’in Dikmen’de sivil toplum kuruluşlarını hedef alan saldırı hazırlığında olduğunun tespit edilmesinin ardından Alevî kurum başkanlarını valiliğe çağırdı. IŞİD’in hedefinde olduğu iddia edilen cemevleri için güvenliğin artırılması kararı alındı. Saldırı ihtimali gerekçe gösterilerek Adana, Mersin, Ankara ve İstanbul başta olmak üzere birçok cemevinin girişine polis noktası (karakol) kuruldu.
Tüm şube başkanları ifadeye çağrıldı PSAKD’nin Ankara’da bulunan tüm şube başkanları, Maraş Terolar’da yapılan AFAD kampına ilişkin yayınladıkları bildiri nedeniyle Tuzluçayır Polis Karakolu’nda ifade verdiler.
Cemevine de kayyum Bayraklı Belediyesi, İzmir Alevî Kültür Derneği Yamanlar Cemevi’ne ait düğün salonuna müdahale ederek yıktı. Öte yandan İzmir Alevî Kültür Derneği Yamanlar Cemevi’ne İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından bu defa kayyım atandı, dernek üyeleri tarafından kabul edilmeyince geri çekildi. Bundan bir süre sonra da İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Aziz Kocaoğlu cemevine el koyup kayyım atayacağı tehdidinde bulundu.
Cemevleri ibadethane olarak görülmüyor İstanbul’da bulunan Erenler Eğitim ve Kültür Vakfı “Alevîliğin ibadethane yeri olan cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi ve giderlerinin Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesinden karşılanması” için açtığı davayı kazanmıştı. Mahkemenin “Dava sonuçlanıncaya kadar BEDAŞ hiç bir işlem yapamaz” tedbir kararına rağmen BEDAŞ, İstanbul Esenyurt’ta bulunan Erenler Cemevi’nin elektriklerini kesme girişimini sürdürüyor. BEDAŞ, cemevine ihtarname gönderdi.
Elektrik verilmiyor İstanbul Sütlüce’de AKP İl binası ve Hilton Otel arasına sıkıştırılmış 600 yıllık Karaağaç Dergahına 15 yıldır elektrik verilmiyor. Dergaha gelenler gazlı lüks lambası ve yakılan mumlar eşliğinde cem olup semah dönüyorlar.
Hak ihlâllerinden bazıları – Mersin’de Madımak Şehitleri anıtındaki isim plaketleri söküldü.

-Amasya Merzifon’a bağlı Oymaağaç Köyü’nde cami-cemevi Alevî kurumlarının tepkisine rağmen açıldı.

-Isparta’nın Senirkent ilçesine bağlı Uluğbey köyünde Alevî inanç merkezine mermer ocağı ruhsatı verildi.

-Diyarbakır’daki Alevîlere cemevi tahsis eden dönemin belediye başkanı Osman Baydemir’e bu nedenle ‘6 aydan 2 yıla kadar hapisle yargılanması’ için fezleke düzenlendi.

-Hacı Bektaş Veli Dergahı’na yapılacak abdesthane projesi iptal edildi, ödenek geri çekildi.

-İstanbul’da Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV) Sancaktepe Şubesi etkinliklerini ve ibadetlerini 4 yıldır bir dükkânın deposunda yapıyorlar.

-Almanya’nın Mannheim kentinde bulunan Helena Lange Meslek Okulu’nun tuvaletinin kapılarına Alevîlere yönelik nefret yazıları yazıldı.

-Tokat’a bağlı 400 Alevî köyünden biri olan Hubyar Köyü’nde bulunan Hubyar Sultan Tekkesi’ne Tokat Vakıflar Müdürlüğü tarafından el konuldu

-HES’ler Tokat’taki Yeşilırmak boylarındaki Alevîlerin doğasını ve ibadet yerlerini yok ediyor.

 

Öte yandan, gözaltında kötü muamele ve işkence haberleri de yoğunlaşıyor. İşte birkaç örnek…

Sadece işkence mi? Hayır, daha da fazlası…

 

IV. AYRIM: EKONOMİK YIKIM

Prof. Dr. Daron Acemoğlu’nun, “Türkiye’de 2018 ve 2019’da kriz riski var”[193] notunu düştüğü coğrafyamızda artık kronik hâle gelmiş yüksek enflasyon ve yüksek işsizlik, kırılganlığı artıran yüksek açık gibi sorunlar bir yana, bir yılı aşkın bir süredir devam eden OHAL uygulamaları da ekonomide ciddi bir sıkıntı yaratıyor.

Bulara dikkat çeken Prof. Dr. Korkut Boratav, yabancı sermaye girişlerinin OHAL dönemini içeren 12 aylık dökümüne de bakıldığında kalıcı özellik taşıyan doğrudan yabancı yatırımlarının toplam sermaye girişine oranının yüzde 26 olduğunu, bunun OHAL öncesini temsil eden 2015’te yüzde 48 olduğu bilgisini veriyor.[194]

 

TÜRKİYE’YE EN ÇOK YATIRIM YAPAN 20 ÜLKE[195]
SIRA ÜLKE YATIRIM HACMİ TOPLAM YATIRIM İÇERİSİNDEKİ PAY
1 Hollanda Hollanda’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 22 milyar 15 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 89 milyon dolar. yüzde 15.8
2 ABD ABD’den Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 11 milyar 198 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 16 milyon dolar. yüzde 8.0
3 Avusturya Avusturya’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 9 milyar 759 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 55 milyon dolar. yüzde 7.0
4 İngiltere İngiltere’den Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 9 milyar 538 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 10 milyon dolar. yüzde 6.8
5 Lüksemburg Lüksemburg’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 8 milyar 985 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 20 milyon dolar. yüzde 6.4
6 Almanya Almanya’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 8 milyar 851 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 51 milyon dolar. yüzde 6.4
7 Belçika Belçika’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 8 milyar 209 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 3 milyon dolar. yüzde 5.9
8 İspanya İspanya’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 7 milyar 636 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 19 milyon dolar. yüzde 5.5
9 Yunanistan Yunanistan’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 6 milyar 867 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 6 milyon dolar. yüzde 4.9
10 Fransa Fransa’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 6 milyar 850 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 6 milyon dolar. yüzde 4.9
11 Rusya Rusya’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 5 milyar 182 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise sıfır. yüzde 3.7
12 Azerbaycan Azerbaycan’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 4 milyar 899 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 129 milyon dolar. yüzde 3.6
13 Birleşik Arap Emirlikleri BAE’den Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 4 milyar 165 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 4 milyon dolar. yüzde 3.0
14 İtalya İtalya’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 2 milyar 959 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 8 milyon dolar. yüzde 2.1
15 İsviçre İsviçre’den Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 2 milyar 448 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 28 milyon dolar. yüzde 1.8
16 Japonya Japonya’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 2 milyar 199 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 18 milyon dolar. yüzde 1.6
17 Suudi Arabistan Suudi Arabistan’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 1 milyar 949 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise sıfır. yüzde 1.4
18 Kuveyt Kuveyt’tan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 1 milyar 579 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 2 milyon dolar. yüzde 1.1
19 Katar Katar’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 1 milyar 476 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 10 milyon dolar. yüzde 1.1
20 Lübnan Lübnan’dan Türkiye’ye 2010-2016 yılları arasında 1 milyar 285 milyon dolarlık yatırım geldi. 2017 Ocak-Şubat doğrudan yatırım tutarı ise 1 milyon dolar. yüzde 0.9.

 

Aynı konuda -dünyadaki en büyük 4 denetim firmasından biri olarak görülen- KMPG’nin Türkiye ofisinin üç ayda bir yayımladığı ‘Bakış’ta “Risk unsurlarının da etkisiyle büyüme, enflasyon, cari açık, işsizlikle ilgili sinyaller kritik” denilirken[196] ve Prof. Seyfettin Gürsel de, milli gelirdeki artışa karşın, ücretlilerin gelirinde kayda değer bir iyileşme olmadığını dile getiriyor.[197] ‘J. P. Morgan’ın 2018 küresel tahmininde, Türkiye’nin 2017 yılında GSYİH’ın yüzde -1.9’u olarak gerçekleşen mali dengesinin, 2018’de yüzde -2.1 ve 2019’da yüzde -3.2 olması bekleniyor.

Dış borçların GSYİH’ye oranının da 2018’de yüzde 50’yi aşması bekleniyor. IMF’e borcu kalmayan ülkemiz aynı anda dış borç rekoru da kırmayı ihmal etmiyor![198]

Bu tabloda denilebilir ki vatandaşları borçlandırarak yaratılan tüketim ekonomisi zenginlerin servetini daha da büyüttü. Milyonerin bankadaki parası yüzde 3.059 arttı.

Herkes farkında Türkiye’de gelir ve servet dağılımı hızla bozuluyor. TÜİK verilerine göre, 2014’te en zengin yüzde 5’lik kesimin geliri en yoksul yüzde 5’lik kesimin gelirinin 20 katıyken, 2016’da 23 katına kadar çıktı. 14 yılda vatandaşı hızla bankalara borçlandırarak oluşan tüketim ekonomisi zenginleri daha da zenginleştirdi. Milyonerlerin bankalardaki parası 14 yılda tam yüzde 3.059 oranında arttı. Ağustos 2017’de hesabında 1 milyon lira ya da üzerinde parası bulunan yurtiçi mudi sayısı 125 bin 381’e çıktı. Yılbaşında bu sayı 110 bin 892 kişiydi.

Türkiye Bankalar Birliği (TBB) verilerine göre ağustos itibarıyla bireysel kredi veya kredi kartı borcunu ödememiş ve borcu hâlen devam eden kişi sayısı ise 3 milyon 102 bin 106’yı buluyor. Vatandaşın hâli böyleyken milyoner sayısının istikrarlı bir şekilde artması ekonominin tek kazananının zenginler olduğunu gösteriyor.

2003 yılından bu yana bankalara borçlanarak ev, taşıt ve farklı tüketim harcamaları için bankalara borçlanan vatandaşın ise bankalara olan borcu katlanarak arttı. BDDK verilerine göre, 2003 Ocak ayında 6.8 milyar lira olan konut, taşıt, ihtiyaç kredileri ve kredi kartı borcu 2017 Ağustos ayına gelindiğinde 476.7 milyar liraya çıkmış durumda. Sadece kredi kartı borcu 4.4 milyar lira iken 14 yılda yüzde 1920 oranında artarak 88.9 milyar liraya ulaştı.

Aynı dönemde takibe düşen bireysel kredi ve kredi kartları 306 milyon liradan 18.4 milyar liraya çıktı. Tüm bunların sonucunda, kredi kartı borcunu ödeyemeyenlerin sayısı 69 katına çıkarak 2 milyon 269 bin 415’e çıkarken, tüketici kredisi borcunu ödeyemeyenlerin sayısı ise 531 kat artarak 2 milyon 989 bin 674’e kadar yükseldi. Bireysel kredi veya kredi kartı borcunu ödememiş ve borcu hâlen devam eden kişi sayısı 3 milyon 102 bin 106’yı buluyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerine göre 14 yılda vatandaşın mevduatı yüzde 885 oranında artarak 150 milyar liradan 1 trilyon 479 milyon 336 bin liraya ulaştı. Bankalarda 1 milyon lira ve üzerinde mevduatı olanların serveti 24.2 milyar liradan 767.7 milyar liraya çıktı. Buna karşın, bankalardaki mevduatı 10 bin TL’ye kadar olanların toplam birikimi 14 yılda ancak 44.3 milyar liradan 56.2 milyar liraya çıktı.

2003 başında 10 bin TL’ye kadar mevduatı olanların toplam mevduattan aldıkları pay yüzde 30 olurken, 2017 Ağustos ayında yüzde 3.8’e kadar düştü. Bankalarda 1 milyar lira ve üzerinde parası olanların toplam mevduattan aldıkları pay ise yüzde 16’dan yüzde 52’ye kadar çıktı. CHP Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, TÜİK rakamlarına göre bu bozulmanın özellikle üç yılda ciddi şekilde arttığını ve zenginin gelirinin yoksuldan çok daha hızlı arttığını söyledi. Yurtiçi yerleşiklerin bankalardaki 1 milyon TL ve üzeri mevduatlarının toplam mevduat içindeki payının 2002 yılında yüzde 24 oranında olduğunu belirten Öztrak, bu oranın 2007 yılında yüzde 40’a, 2011 yılında yüzde 47’ye ve 2017 Ağustos ayı itibarıyla yüzde 52’ye kadar çıktığına dikkat çekti. “Tüm bu veriler bize gelir dağılımının bozulduğunu, servetin giderek tepede toplandığını gösteriyor” diye konuşan Öztrak, vatandaşın güçlükle geçindiğini ve para biriktiremediğini ifade etti.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre kazandığı parayla ucu ucuna yaşayan, beklenmedik bir harcama çıktığında karşılayamayan vatandaşların oranının yüzde 34 olduğuna işaret eden Tekirdağ Milletvekili Faik Öztrak, “Vatandaşlarımızın yüzde 62’si borçlarından şikâyetçi. İki günde bir masasına bir tabak et yemeği koyamayan vatandaşların oranı yüzde 38. Bu tablo Türkiye’de büyümenin sürdürülebilirliğini sorgulatıyor, sosyal huzurun devamı konusunda kaygıları artırıyor” diye konuştu.[199]

2 milyon kişinin borçla ev alıp;[200] İstanbul’daki markalı konut projelerinin 2016’da yüzde 14 artarak; toplam konut stokun yüzde 11’e dayandığı[201] ve de 12 yılda 100 TL’nin 35 liraya düştüğü[202] coğrafyamızın somut verilerini hızla sıralarsak:

Bu tabloda Başbakan Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, “Asgari ücretle çalışan bir kişi 42 maaşıyla sıfır bir araç alabiliyor”;[224] veya TBMM Plan Bütçe Komisyonu’nda konuşan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba, “Pirzolayı zengin yiyecek,”[225] diyerek insanlarla dalga geçerken; devasa kamu şirketlerini OHAL rejimi marifetiyle devralan Türkiye Varlık Fonu’nun (TVF), geliri gideri, nereye ne harcadığı, kimden ne aldığı ve nasıl denetlendiğine dair sorular yanıtsız bırakılıyor.[226]

Aslında yanıtsız bırakılan sadece bu değil!

Mesela… Hesapları denetlenemeyen Türkiye Diyanet Vakfı’nın bütçesi 2015’e göre yüzde 90 artışla 800 milyon liraya yaklaştı. 670 milyonunu “bağış ve yardımlar” oluşturuyor.[227]

Mesela… Bütçesinden “sehven” buharlaşan milyonlarca liralık ödenek, kızına şehvet duyan baba fetvaları, kaplumbağaya türban takılan yayınlarıyla sürekli tartışılan Diyanet İşleri Başkanlığı, harcamalarıyla da dikkati çekiyor. Başkanlık bir ayda aralarında Başbakanlık ve 11 bakanlığın da bulunduğu 33 kamu kurumundan daha fazla harcama yaptı. Maliye Bakanlığı kamu kurumlarının 2016 yılının ilk ayındaki harcama rakamlarını açıkladı. Diyanet İşleri Başkanlığı, 687 milyon 894 bin liralık harcaması ile aralarında Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı’nın da bulunduğu birçok kurumu geride bıraktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu’nun “hesabı sorulamayan” 103 milyonluk örtülü ödenek harcamasını da altıya katladı.[228]

Evet, bütçeden aldığı pay ile birçok bakanlığı geride bırakan Diyanet’e para yetişmiyor. 29 milyon lira ödenek alan kuruluşun dernek ve vakıflara aktardığı para 71 milyonu aştı. TBMM’ye sunulan Diyanet İşleri Başkanlığı 2018 yılı bütçe tasarısına göre, başkanlık 2017 yılında ülke bütçesinden aldığı 6 milyar 482 milyon liralık ödeneğe sığmadı, ilave ödenek alarak 2017 yılı 6 milyar 517 milyon lirada kapattı. Diyanet 2017 yılın da toplam 6 milyar 867 milyon liralık ödeneğin 4 milyar 939 milyon lirasını 8 ay içerisinde harcayıp bitirdi.[229]

Mesela… 2017’nin altı aylık bütçe “açığı”, 25.2 milyar TL’yken;[230] 2017’nin ilk beş ayda 16.8 milyar dolarlık açık verilirken kaynağı belirsiz 4.6 milyar dolarlık da para çıkışı oldu…[231]

Mesela… Haziran 2017 tarihinde bütçe açığı 13.7 milyar TL’yi buldu. Örtülü ödenekten altı ayda 1.1 milyar TL harcandı…[232]

Mesela… Bütçe sonuçlarına göre savunma ve güvenlik harcamalarına 2017’nin ekim ayında 456.8 milyon lira harcandı. 2016 yılının aynı ayındaki harcama 477 milyon liraydı…[233]

Mesela… 10 yıldır devlette tasarruf tedbirleri uygulayan hükümetin telefon faturası 2012’den 2017’ye 80 milyon liraya dayandı…[234]

Mesela… TÜİK 2016 büyüme rakamlarına göre, “Devletin tüketim harcamaları yüzde 7.3 arttı”…[235]

Mesela… 2017 devlet bütçesi ekim ayında 3.3 milyar lira, ocak-ekim döneminde ise 34.9 milyar lira açık verdi. Nereye harcandığı gizli tutulan “örtülü ödenek” harcamasında da 2017 yılının rekoru kırıldı. Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlığın kullanımında bulunan “örtülü ödenekten” ekim ayında 297.2 milyon lira harcama yapıldı. 2017 yılında yapılan harcama toplamı ise 1.7 milyar liraya çıktı.[236]

Tam da bu kesitte Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, özellikle hukukun iyi işlediği ülkelerde iş yapmanın daha kolay olduğunu, ancak bu ülkelerde de kâr marjlarının diğer ülkeler kadar yüksek olmadığını söylemesi de,[237] yanıtsızlıklara bir yanıt oluyor…

IV.1) ZENGİNLİK, YOKSULLUK, EŞİTSİZLİK

Öncelikle coğrafyamız, zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun derinleştiği bir eşitsizlikler deryasıdır.

“Nasıl” mı?

TÜİK tarafından 18 Eylül 2017’de açıklanan ‘2016 yılı Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’na göre, AKP döneminde Türkiye’nin gelir adaletsizliğinde dünyada şampiyonluğa oynuyor.[238]

‘The Spectator Index’e göre, gelir adaletsizliğinde 2012 ve 2017 kesitinde Türkiye, yüzde 32 ile Çin ve Hindistan’ın ardından üçüncü sırada yer aldı. Zengin ile yoksul arasındaki makasın giderek açıldığı Türkiye’de, toplumun en üstünde yer alan yüzde 20’lik grubun gayrisafi milli hasıladan aldığı pay yüzde 50’leri buldu.[239]

Türkiye’de en zengin yüzde 1 ile en yoksul yüzde 50 arasındaki gelir payı makası özellikle 2007 yılından sonra git gide açılıyor. 3 yılda en zengin yüzde 1 çok zenginleşirken alttaki yüzde 50’nin durumunda gerileme görülüyor. Verilere göre 2007’de en zengin yüzde 1’in milli gelirden aldığı pay yüzde 17.4 iken, en alttaki yüzde 50’nin payı yüzde 16.3 civarındaydı. Bu dağılım hemen hemen 2013 yılına kadar yatay seyretti. Fakat sonrasında iki grup arasındaki makas açılmaya başladı. Verilere göre 2016 yılına gelindiğinde Türkiye’de en zengin yüzde 1’in payı yüzde 23.4 olurken, en yoksul yüzde 50’nin payı yüzde 14.6 oldu.[240]

‘Credit Suisse’in ‘Küresel Servet Raporu’nun verilerine göre, Türkiye’de 1 yılda toplam hanehalkı varlığı 68 milyar dolar azalarak 1 trilyon 68 milyar dolara inerken, dolar milyonerlerinin sayısı arttı. 2017 raporu, Türkiye’de 5 milyon dolar ve üzerinde varlığı olanlara 1 yılda 642 kişi eklendiğini ortaya koydu. Bu gruptakilerin toplam sayısı 12 bin 916 oldu. 1 milyon dolar ve üzerinde varlığı bulunanların sayısı da 323 kişi artarak 77 bin 602’ye çıktı. Öte yandan, 80 milyon içinde yalnızca 1 milyon kişinin 100 bin dolar ve üzerinde varlığa sahip olduğu kaydedildi. Varlıklarının toplamı 10 bin doların altında kalanların oranı ise yüzde 72.6’dan yüzde 75.6’ya yükseldi. Yüzde 22.5’lik kesimin 10-100 bin dolar varlığa sahip olduğu belirtilirken, 100 bin-1 milyon dolar arasında varlığı bulunanların oranı yüzde 1.7’de kaldı.[241]

Türkiye, en zengin ile en yoksul arasındaki 7.7 katlık fark ile OECD ülkeleri arasında da en adaletsiz 4’üncü ülke oldu. TÜİK hesabına göre yıllık 7 116 lira geliri olmayanlar yoksulluk sınırı altında kalıyor. Bunun nüfusa oranı yüzde 14.3 ve tam 11 milyon 26 bin kişi bu durumda yaşıyor. Bu 11 milyon 26 bin kişinin günlük 19.5 liranın altında bir gelirle yaşamlarını sürdürmeye çalıştıklarını ortaya koyuyor.[242]

TÜSİAD ile TÜRKONFED’in ‘Bölgelerarası Ortak Girişim Projesi’ verilerine göre, bölgelerarası gelir dağılımında “Doğu” ile “Batı” arasındaki adaletsizlik dört katına çıktı. Avrupa’da ise en zengin bölge ile en fakir bölge arasındaki fark 1.8 kat.[243]

Coğrafyamızdaki, eşitsizliklerin sorumlusu yoksullaştırıcı kapitalist zenginliktir.

‘The Fortune 500 Global’ listesinde Türkiye’den Koç Grubu yer aldı. Koç grubu 23 milyar 456 milyon dolarlık satış geliriyle 463’üncü sıraya yerleşti[244] ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yılda 50 bin Avro’luk maaş alırken, çocuklarının parada yüzdüğü[245] bir mekândır coğrafyamız…

AKP döneminde kârlarını katlayan, rantlarına rant katan Türkiye’nin ilk 500 şirketinin toplam net kârları yüzde 48.5 artarken; listenin başında Koç Grubu’na ait TÜPRAŞ yer aldı. TÜPRAŞ, Türkiye’nin en büyük 500 şirketinin belirlendiği Fortune 500’de 34,8 milyar liralık net satış geliriyle birinci oldu.

Dev tekeller ve büyük patronlar AKP iktidarında kârlarını katlamayı sürdürüyorlar. Türkiye’nin en büyük 500 şirketini belirlendiği ‘The Fortune 500 Türkiye’ araştırmasının sonuçlarına göre, Koç Grubu’na ait Türkiye Petrol Rafinerileri AŞ (TÜPRAŞ), 34.8 milyar liralık net satış geliriyle birinci oldu.

‘The Fortune 500 Türkiye’ şirketlerinin net kârı yüzde 48.5 artarak 42 milyar 548 milyon liraya yükseldi. Şirketlerin esas faaliyet kârı yüzde 30.24’lük artışla 71 milyar 240 milyon liraya çıkarken, finansal giderleri yüzde 10.43’lük artışla 50 milyar 317 milyon lira oldu.

Listedeki 500 şirketin aktifleri yüzde 25.4’lük artışla 1.049 milyar liraya, öz kaynakları ise yüzde 19.2’lik yükselişle 405.1 milyar liraya çıktı.[246]

TUİK’in verilerine göre, 2015 yılı itibariyle Türkiye’de en zengin yüzde 20’nin geliri, en düşük gelirli yüzde 20’nin gelirinin 7.6 katıyken; 2000 yılından bu yana serveti 1 milyar doları aşıp ‘The Forbes’un listesine giren Türkiyeli zengin sayısı 4’ten 29’a çıktı. Bu listede olanların toplam serveti 2000 yılında 21 milyar dolar iken 2017’de 48.5 milyar dolara ulaştı.

2017 ‘The Forbes Listesi’ne Türkiye’den giren en zengin kişi Yıldız Holding Yönetim Kurulu başkanı Murat Ülker. Ülker’in serveti 3.7 milyar doları buluyor. Kurumsal açıdan ise Koç ailesinin kişisel servetleri toplamda 6.5 milyar doları aşıyor. Doğuş Holding’in sahibi Şahenk ailesinin de varlıkları toplamda 5.1 milyar dolar.[247]

 

TÜRKİYE’NİN EN ZENGİN 100 KİŞİ VE AİLESİ[248]
8 MİLYAR DOLAR ÜSTÜ
1 Koç Ailesi Koç Holding
7 – 8 MİLYAR DOLAR
2 Şahenk Ailesi Doğuş Holding
3 Şevket Sabancı ve Ailesi Esas Holding
6 – 7 MİLYAR DOLAR
4 Erol Sabancı ve Ailesi Sabancı Holding
5 Türkan Sabancı ve Ailesi S. Sabancı Holding
5 – 6 MİLYAR DOLAR
6 Murat Ülker Kökler Holding
7 Özokur Ailesi Üs Holding
8 Tara Ailesi Enka Holding
9 Eczacıbaşı Ailesi Eczacıbaşı Holding
4 – 5 MİLYAR DOLAR
10 Yazıcı Ailesi Anadolu Grubu
11 Hüsnü Özyeğin Fiba Holding
12 Özilhan Ailesi Anadolu Grubu
13 Zorlu Ailesi Zorlu Holding
14 Doğan Ailesi Doğan Holding
3 – 4 MİLYAR DOLAR
15 Konukoğlu Ailesi Sanko Holding
16 Mehmet Başaran Habaş Grubu
17 Çolakoğlu Ailesi Çolakoğlu Grubu
2 – 3 MİLYAR DOLAR
18 Kocabıyık Ailesi Borusan Holding
19 Kibar Ailesi Kibar Holding
20 Ömer Sabancı Densa Denizcilik
21 Sevda-Serra Sabancı Sabancı Holding
22 Demir Sabancı Sedes Grubu
23 Demet Sabancı Çetindoğan Demsa Group
24 Gülçelik Ailesi Enka Holding
1.5 – 2 MİLYAR DOLAR
25 Turgay Ciner Ciner Grubu
26 Eren Ailesi Eren Grubu
27 Topbaş Ailesi BİM
28 Torun Ailesi Torunlar Grubu
29 Ömer Dinçkök Atlantik Holding
30 Ali Raif Dinçkök ARD Holding
1 – 1.5 MİLYAR DOLAR
31 Lucien Arkas Arkas Holding
32 Çarmıklı Ailesi Nurol Holding
33 Yıldırım Ailesi Yıldırım Holding
34 İdris Yamantürk Güriş Holding
35 Hamdi Akın Akfen Grubu
36 Mehmet Ali Aydınlar Acıbadem Grubu
37 Erdemoğlu Ailesi Erdemoğlu Holding
38 Mehmet Emin Karamehmet Çukurova Holding
39 Erman Ilıcak Rönesans Grubu
40 Zafer Yıldırım Orjin Grubu
41 Zafer Kurşun Orjin Grubu
42 Erdoğan Demirören Demirören Holding
43 Altınbaş Ailesi Altınbaş Holding
44 Alaton Ailesi Alarko Holding
45 Garih Ailesi Alarko Holding
46 Nezih Barut Abdi İbrahim İlaç
47 Esirtgen Ailesi Abdi İbrahim İlaç
48 Berker Ailesi Tekfen Holding
49 Nihat Gökyiğit Tekfen Holding
50 Akçağlılar Ailesi Tekfen Holding
51 Mehmet Cengiz Cengiz İnşaat
52 Kazancı Ailesi Aksa Enerji
53 İnan Kıraç Kıraça Holding
54 Lodrik Ailesi Enboy Tekstil
55 Nihat Özdemir Limak İnşaat
56 Sezai Bacaksız Limak İnşaat
57 Ali Ağaoğlu Ağaoğlu Grubu
58 Ahmet Çalık Çalık Grubu
59 Hüseyin Özdilek Özdilek Grubu
60 Küçük Ailesi LC Waikiki Grubu
750 MİLYON – 1 MİLYAR DOLAR
61 Bodur Ailesi Kale Grubu
62 Yalçın Sabancı Yasa Holding
63 Kurdoğlu Ailesi Ata Holding
64 Tosyalı Ailesi Tosyalı Holding
65 Gürsel Ailesi Kiska Holding
66 Orhan Ailesi Orhan Holding
67 Bayram Aslan İçdaş
68 Kanatlı Ailesi Eti Grubu
69 Özaltın Ailesi Özaltın Grubu
70 Umur Üstünberk Üstünberk Holding
71 İsfendiyar Zülfikari Zülfikarlar Grubu
72 İbrahim Çeçen IC Holding
73 Boyner Ailesi Boyner Holding
74 Pak Ailesi Pakmaya
75 Yaşar Ailesi Yaşar Holding
76 Hüseyin Aslan YDA Grubu
77 Avni Çelik Sinpaş Holding
500 – 750 MİLYON DOLAR
78 Karamancı Ailesi Orta Anadolu Teks.
79 Çiftçi Ailesi Çiftçiler Holding
80 Erdal Aksoy Turcas Grubu
81 Öztürk Ailesi Opet
82 Yahya Kiğılı Hayat Holding
83 M. Nazif Günal MNG Holding
84 Kazım Türker Türkerler Holding
85 Tahincioğlu Ailesi Tahincioğlu
86 Doğramacı Ailesi Bilkent Holding
87 Yazıcı Ailesi Diler Grubu
88 Erikoğlu Ailesi Erbakır
89 Abalıoğlu Ailesi Abalıoğlu
90 Bayraktar Ailesi Bayraktar Group
91 Ethem Sancak Hedef Grubu
92 Yolbulan Ailesi Kroman Çelik
93 Fettah Tamince Rixos
300 – 500 MİLYON DOLAR
94 Necati Kurmel Saray Halı
95 Koloğlu Ailesi Kolin İnşaat
96 Gülay Ailesi Gülaylar Grubu
97 Cemal Armağan Özgörkey Özgörkey Holding
99 Altınkılıç Ailesi Altınmarka grubu
100 Yılmaz Ailesi Sütaş

 

Bu kadar da değil!

AKP iktidarında kârlarını artıran büyük tekeller arasında bankacılık sektörü de yer alıyor. Banka patronlarının net kârı 2017 Mayıs sonunda 2016 yılının aynı döneme göre yüzde 50.3 artışla 21.17 milyar lira oldu.[249]

2017 yılının ilk iki ayında bankaların kârı yüzde 86 arttı. Sadece Şubat’taki artış ise yüzde 127 oldu.[250]

2017’nin Haziran döneminde bankacılık sektörünün dönem net kârı 25 milyar 355 milyon TL olarak gerçekleşti. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verilerinde bankacılık sektörünün net kârı, 2017 yılının ilk yarısında 2016’nın aynı dönemine göre, yüzde 33.2 artışla 25 milyar 355 milyon lira net kâra yükseldi.[251]

Bankacılık sektöründe Eylül 2017 itibariyle 12 aylık kâr hacmi yüzde 26 artışla 46 milyar TL seviyesine ulaştı.[252]

Bankacılık sektöründe net kâr 2017 yılın ilk 10 ayında 2016’nın aynı dönemine göre yüzde 28.3 artarken, istihdam bir yılda yüzde 1.3 azaldı.[253]

2017 yılı ilk yarısında borsada işlem gören 9 bankanın kârı 117 milyar TL ile yüzde 33 arttı.[254]

Bu arada Koç Holding’in 2017’nin üçüncü çeyrekte net kârı 2016 yılının aynı dönemine göre yüzde 31.5 artışla 1.3 milyar TL oldu.Toplam hasılat ise aynı dönemde yüzde 39 artarak 25.9 milyar liraya yükseldi.[255]

Sabancı Holding, 2017’nin üçüncü çeyreğinde kârını, 2016’nın aynı dönemine göre yüzde 50 artırarak, 2 milyar 354 milyon TL’ye ulaştı.[256]

Ziraat Bankası 2017’nin ikinci çeyreğinde 2.2 milyar TL net kâr etti.[257]

İş Bankası 2017’nin ilk 3 ayında 1.6 milyar TL kâra geçti.[258]

QNB Finans Bank, 2017’nin ilk çeyreğinde 422 milyon TL net kâr etti.[259]

Akbank 2017’in ilk dokuz ayında 517 milyar TL konsolide net kâr elde etti.[260]

Yapı Kredi 2017 yılının ilk 9 ayında net kârını, 2016’nın yılının aynı dönemine göre yüzde 27 artışla 2 milyar 735 milyon TL’ye yükseltti.[261]

Garanti’nin 2017’nin ilk dokuz aylık dönemindeki net kârı, 4 milyar 685 milyon 989 bin TL oldu.[262]

Türkiye Sigorta Birliği’nin rakamlarına göre 2017 yılının ilk yarısında hayat dışındaki teknik kâr 1.2 milyar TL oldu.[263]

2017’nin ikinci çeyreğinde Alianz’ın net kârı yüzde 83.4 artışla 2 milyar Avro’ya çıkardı.[264]

Mapfre Sigorta’nın 2017’nin ikinci yarısında 2016’nın aynı dönemine göre kârı yüzde 37 artışla 93.4 milyon TL’ye çıktı.[265]

Türkiye’de 16 milyon kişi açlık, 48 milyon kişi de yoksulluk sınırı altında yaşıyor.

Tüketici Hakları Derneği’nin Türk-İş’e ait açlık ve yoksulluk rakamları ile TÜİK’in hane halkı kullanılabilir gelir rakamlarını karşılaştırarak yaptığı hesaba göre ise, 2017 ağustos ayı itibarıyla nüfusun yüzde 20’den fazlası yani 16 milyondan fazla kişi açlık sınırının altında yaşıyor. Aynı hesapla nüfusun yüzde 60’tan fazlası, yani 48 milyondan fazla kişi de yoksulluk sınırının altında yaşıyor.[266]

Tam da bu tabloda Çalışma Bakanı Jülide Sarıeroğlu’nun açıkladığı 1603 TL asgari ücretin yine açlık sınırının altında kaldığı;[267] nüfusun yüzde 10’unun devletin doğrudan desteğine muhtaç ve her 8 kişiden biri devlet yardımı aldığı[268] bir coğrafyadır Türkiye![269]

Evet devletten sosyal yardım alan hane sayısının, 2 yılda 150 bin arttı! 2014’te 3 milyon 5 bin 898 haneye bedava kömür ve gıda yardımı yapılırken, 2016’da yardım yapılan hane sayısı 3 milyon 154 bin 69’a çıktı.[270]

Ayrıca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’ın, Genel Sağlık Sigortası (GSS) devlet tarafından ödenen kişi sayısının 8 milyon 983 bin 853 olduğunu açıkladı; coğrafyamızda geliri 592 liranın altında olan 9 milyon insan var.[271]

‘Gıda Sürdürülebilirlik Endeksi’nin 2017 yılı verilerine göre Türkiye 34 ülke arasında 15. sıradayken;[272] Türkiye’de çocukların üçte biri şiddetli maddi yoksunluk içinde. Yoksulluğun şiddeti doğuya gidildikçe artıyor. Türkiye’de 7 milyon 210 bin çocuk maddi yoksunluk çeken hanelerde yaşıyor.

Türkiye çocuk yoksulluğunda yüzde 36.4 ile Bulgaristan’dan sonra ikinci. Çocukların yüzde 75.8’i bir haftalık tatil masrafını karşılayamayan hanelerde yaşıyor. Yüzde 40’ı iki günde bir et, tavuk, balık gibi protein içeren gıdalarla beslenemiyor. Yüzde 47.5’i 12 ay içinde ev kirasını, faturalarını ödeyemeyen hanelerde yaşıyor.[273]

Halkın yüzde 42’si konutunda ısınamıyor, yüzde 38’inin çatısı su sızdırıyorken; her 5 kişiden biri yoksul.[274]

TÜİK verileri yaşlı nüfusta yoksulluk oranının yüzde 18.3’e çıktığını gösterdi. Verilere göre yaşlı kadınlar daha yoksul. Çalışan yaşlıların yüzde 73’ü ise tarımda yer alıyor. Türkiye’de 10 yaşlıdan neredeyse ikisi yoksul.[275]

65 yaşın üzerinde 835 bin kişi geçinmek için çalıştığı coğrafyamızda, üstelik çalışanların 420 bini emeklilerden oluşuyorken; 18 bin emekli iş arıyor.[276]

15 yılda bireysel borçlar 67 kat arttı.[277]

Türkiye Bankalar Birliği’nin verilerine göre, 2017’nin ilk 4 ayında kredi kartı borcunu ödemeye çalışanlar bireysel kredilere koştu. TBF Başkanı Tüketici Birliği Federasyonu Genel Başkanı Mehmet Bülent Deniz, borçla kapatılan borcun da ödenemediğini söyledi.[278]

Varlık Yönetim Şirketleri Derneği Başkanı Selçuk Tuncalı’ya göre, üç milyonu aşkın kişi borcunu ödemediği için bankaların yasal takibinde. Varlık yönetim şirketlerinin tahsilat yapamadığı borçlu sayısı ise 1.5 milyon. Özetle 4.5 milyon kişi batık.[279]

2017 yılı Eylül ayı itibariyle, takip hesaplarına intikal etmiş kredi tutarının 23.3 milyar TL olduğunu açıklayan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, 30.9 milyon yurttaşın bankalara borçlu olduğunu açıkladı.[280]

Tüm bunların yol açtığı artan psikolojik rahatsızlıklar, buna bağlı ilaç kullanımı, madde bağımlılığı ve intihar vakaları hakkında hazırlanan rapor, toplumsal sağlık ve psikolojinin geldiği tehlikeli noktayı gözler önüne seriyor.

5 yılda 60 bin 850 kişi intihar girişiminde bulundu, bu intiharların 16 bin 28’i ölümle sonuçlandı.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvuranların sayısının 2012 yılında 9 milyon 504 bin 820 oldu. Sadece 2016 yılında psikolojik rahatsızlıklar nedeni ile sağlık kuruluşlarına 12 milyon 141 bin 255 başvurdu.

4.5 yılda 224 milyon 764 bin 22 kutu antidepresan ve benzeri ilaç tüketildi.

5 yılda ise sağlık kuruluşlarına psikolojik rahatsızlıklar nedeni ile başvuru sayısının yüzde 27.73 arttı, toplamda 53 milyon 694 bin 90’ı buldu.[281]

IV.2) KLİYENTALİZM, YOLSUZLUK, TALAN, İSRAF

Egemenler için bir kliyentalizm (kayırmacılık) ve yolsuzluk cennetine dönüş(türül)en, “Magnum latrocinium/ Büyük soygunculuk” elindeki coğrafyamızı en iyi Şair Eşref’in, “Bir soğan soyuluyor yaşarıyor gözler./ Bir devlet soyuluyor aldırmıyor yüzsüzler,” dizeleri betimlerken; “Fraus meretur fraudem/ Sahtekârlık sahtekârlığı doğurur” gerçeğiyle yüz yüzeyiz.

“Nasıl” mı? Şöyle!

* Maltepe Dragos’taki “kentsel dönüşüm” imar planından, 17 Aralık soruşturmasıyla birlikte kamuoyunun gündeminden düşmeyen İşadamı Mehmet Cengiz’e kıyak çıktı. İmar planından, İşadamı Cengiz’in arsasının önüne gelen “dini tesis alanı” son anda çıkarıldı. İBB askıya çıkan imar planı incelendiğinde “dini tesis alanı düzenlemesiyle” ilgili 6. maddenin üzerinin çizilmiş olduğu görülüyor.[289]

 

AKP’Lİ BELEDİYELERİN RESMİ BELGELER IŞIĞINDA İHALE İLİŞKİSİ
Özel Form Fizik Tedavi, Rehabilitasyon, Sağlık, Özel Eğitim Tarım Gıda İnşaat ve Turizm Hizmetleri Samsun Büyükşehir Belediyesi 2010-2015 yılları arasında toplam 8 ihalede yaklaşık 20 milyon TL’lik sözleşme imzaladı. 15 Temmuz’un ardından şirketin aldığı ihaleler iptal edilirken Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı geçmiş ihalelerin de inceleneceğini açıkladı. Şirket Kastamonu Belediyesi’nden de 2015’te 90 bin TL’lik ihale aldı.
Kat-Kar Mühendislik Şirket Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nden 2013 yılında 768 bin TL’lik, Afyonkarahisar Belediyesi’nden 2014 yılında 1 milyon 100 bin TL’lik ihale aldı.
Öz Çelikkaya İnşaat Nakliyat Sanayi 2014 yılında Gümüşhane Belediyesi’nden 151 bin TL, ilçe belediyesi Kozcağız’dan 2013-2015 yıllarında 3 ihalede toplam 3 milyon 150 bin TL, Yortan Belediyesi’nden 2014 yılında iki ihalede 102 bin TL kazandı.
Fevzioğlu Petrol Un Gıda Nakliyat Ticaret ve Sanayii Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin şirketi BESAŞ (Bursa Ekmek ve Besin Sanayi ve Ticaret A.Ş.) 2012- 2016 yılları arasında şirkete toplam 11 ihalede 17.5 milyon TL aktardı.
Aynes Gıda Sanayi ve Ticaret 2014’te Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’yla tek ihalede 42 milyon 438 bin 886 TL’lik sözleşme yaptı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) şirketi Beltur’dan 2015’te 226 bin 820 TL’lik ihale kazandı.
Garnet Tıbbi ve Teknolojik Sistemler İBB Sağlık ve Hıfzıssıhha Müdürlüğü’nün 2015’teki ihalesini 490 bin TL ile kazandı.
Pado Dondurma Unlu Mamülleri Yemek Üretimi 2014’te İBB 750 bin TL’lik alım yaptı.
Sürat Bilişim Teknolojileri 2013’te İGDAŞ ve Belbim’den yaklaşık 150 bin TL’lik 3 ihale aldı.
Sürat Kargo İEET’den yine 2013 yılında 200 bin TL’lik iş aldı.
Vera Sağlık Karadeniz Ereğli Belediyesi’yle 2014-2016 yılları arasında 7 ihalede toplam 200 bin TL’lik sözleşme imzaladı.
ANSA Otomasyon G. Antep’teki Şahinbey Belediyesi’yle 2013-2016 yılları arasında 7 ihalede yaklaşık 1 milyon liralık sözleşme imzaladı. Aynı kentin Şehitkâmil Belediyesi’nden de 2013 yılında 92 bin liralık ihale aldı.
Çavdır Mobilya 2015’te Seydikemer Belediyesi’nden 1 milyon 600 bin TL’lik ihale aldı.
Sarılar İnşaat Antalya Büyükşehir Belediyesi’nden 2014 yılında 175 bin TL’lik iş aldı. Meram Belediyesi 2015’te 2 milyonluk ihaleyi verdi. Keçiborlu Belediyesi’nden 1 milyon 340 bin TL’lik ihaleyi yine 2015’te aldı. Göynük Belediyesi de 2014’te 2 milyon 590 bin TL’lik sözleşme imzaladı.
Gü-pa İnşaat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın memleketi Rize’nin ilçe belediyeleri Pazar, Hemşin, Fındıklı, Çamlıhemşin’den 2010- 2015 yılları arasında 18 ihalede yaklaşık 3.5 milyon TL’lik iş aldı.

 

 

“YA YILDIRIM AİLESİNİN ÜYELERİ YA DA AKP’YLE BAĞLANTISI OLAN İSİMLER”[301]
İlhami Yıldırım (Yönetim Kurulu Başkanı) Başbakan Binali Yıldırım’ın kardeşi. Çekmeköy’de üç ortaklı bir gayrimenkul danışmanlık şirketinin büyük ortağı. Ayrıca Türk Kızılayı Genel Merkez Denetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini de yürütüyor.
Ali Kurumahmut (Başkanvekili) Erdoğan Bayraktar’ın TOKİ Genel Müdürlüğü döneminde odacısı olan hemşehrisi ilkokul mezunu Ali Kurumahmut, önce KİPTAŞ’ta Tapu Şefi, oradan TOKİ’ye bağlı Emlak Yönetim A.Ş.’de Genel Müdür Yardımcılığı ve daha sonra da Genel Müdürlük koltuğuna oturdu. Mart 2016’da Emlak Yönetim AŞ. genel müdürlüğü görevinden alındı. Görevden alınmasında bir projede konut sahipleriyle mahkemelik olması ve ihaleleri İstanbul ile Samsun’daki yakını olduğu firmalara vermesinin rol oynadığı iddia edilmişti.
Büşra Bahar Köylübay (Başkanvekili) Başbakan Binali Yıldırım’ın kızı
Vahdet Erdoğan (Başkanvekili) Başbakan Yıldırım’ın kardeşi İlhami Yıldırım’ın ortaokul yıllarından bu yana yakın arkadaşı, AKP Çekmeköy İlçe Başkanlığı’nda çeşitli görevlerde bulundu. 2014 yılında bir dönem ilçe başkanlığına vekâlet etti. Sahip olduğu şirketler, Çekmeköy Belediyesi’nden ve birçok AKP’li belediyeden milyonlarca liralık ihaleler aldı.
Mehmet Uğurelli (Yönetim Kurulu Üyesi) Çekmeköy Güç Kardeşler Anadolu Lisesi kurucu müdürü olarak görev yapan Mehmet Uğurelli, daha sonra yeni açılan Özden Cengiz Anadolu Lisesi’ne kurucu müdür olarak atandı. 2012 yılı Öğretmenler Günü’nde Binali Yıldırım, ailenin bağışçı olarak yaptırdığı arsada Çekmeköy Belediyesi tarafından tahsis edilen okulun açılışını yaptı. İlhami Yıldırım ile birçok ortak etkinliğe katılan Mehmet Uğurelli, 2016 yılı Aralık ayında Milli Eğitim Bakanlığı Bakanlık Müşavirliği’ne getirildi.
Bekir Kaplan (Yönetim Kurulu Üyesi) 2003 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk milletvekili seçildiği Siirt seçimlerinde basın danışmanlığını yaptı. Eski İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun Basın Danışmanlığı görevini dört buçuk yıl yürüttü. 2005-2009 yılları arasında Deniz Feneri Derneği Medya İlişkileri Sorumlusu, 2014-2016 yılları arasında da İstanbul Büyükşehir Belediyesi- Medya AŞ. Genel Müdürü olarak görev yaptı.
Ali Ertuğrul Yıldırım (Yedek Yönetim Kurulu Üyesi) Başbakan Binali Yıldırım’ın kardeşi olan Çekmeköy Belediye Başkan Yardımcısı Eyüp Yıldırım’ın oğlu.
Mehmet Ali Ergin (Yönetim Kurulu Üyesi) Binali Yıldırım’ın AKP’den İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı sırasında “Hayat İzmir” projesini hazırlayanlardan biri olan Mehmet Ali Ergin’in şehir planlaması ve mimarlık üzerine bir şirketi bulunuyor.
Nazif Barış Çiftçioğlu (Yönetim Kurulu Üyesi) AKP Güngören İlçe Yönetim Kurulu Üyesi, Binali Yıldırım’ın hemşehrisi.
Abdülvahit Şimşek (Yönetim Kurulu Üyesi) Q Shipping BV şirketinin sahibi. Başbakan Binali Yıldırım’ın oğulları Erkan ve Bülent Yıldırım’ın şirketleri ile iş ilişkisi bulunuyor. AVS Küresel Gemi Tedariği ve Yönetimi AŞ’de iki yönetim kurulu üyesinden biri Abdülvahit Şimşek iken diğeri de Başbakan Binali Yıldırım’ın dayısının torunu Rıfat Emrah Erence.
Yılmaz Sezgin (Yönetim Kurulu Üyesi) AKP’den Çekmeköy Belediye Meclis Üyesi olan Yılmaz Sezgin ayrıca Çekmeköy Sanayici ve İşadamları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi. Sezgin’in kendisine ait bir aile şirketi de var. Bu şirket 2012 yılında Çekmeköy Belediyesi’nden park ve yeşil alanların aydınlatılması ihalesini aldı.
Seda Yıldırım (Yedek Yönetim Kurulu Üyesi) Başbakan Binali Yıldırım’ın gelini, oğlu Bülent Yıldırım’ın eşi.

 

IV.2.1) “YİYİN EFENDİLER YİYİN”

“İtibardan tasarruf olmaz” deyişine ilişkin ilk anımsanması gereken “Fraus est celare fraudem/ Sahtekârlığı gizleyen de sahtekârdır,” saptaması olmalı ve coğrafyamızın israf/ talan gerçeği şahında asla unutulmamalıdır.

Şöyle ki…

Gelelim Kaç-Ak saray ve Cumhurbaşkanlığı faslına…

Türkiye’de arttırılan vergiler, dış ticaret açığı gibi ekonomik konularda tartışmalar sürerken, Sayıştay’ın Cumhurbaşkanlığı’na ilişkin raporuna göre, Saray’ın masrafları dudak uçuklatacak türden. Rapora göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın maaşı 2016 yılında 43 bin 750 TL’den, 49 bin 250 TL’ye çıktı. Erdoğan, 2017 bütçesine göre ise 53 bin 300 TL aylık alıyor. Saray’ın “örtülü ödeneği” olarak bilinen ve 2015 yılında 150 milyon TL olan “Gizli Hizmet Gideri” kalemi 2016 raporunda gizlendi. İki seçimin yapıldığı 2015 yılında Cumhurbaşkanlığı personelinin yurtiçi ve yurtdışı seyahatler yolluk gideri için harcanan 9 milyon 995 bin 495 TL, sandık kurulmayan 2016 yılı için 10 milyon 231 bin 758 TL’ye çıktı.

Sayıştay’ın 2015 yılı için Cumhurbaşkanlığı raporunda “Saray’ın örtülü ödeneği” olarak bilinen “Gizli Hizmet Giderleri” kaleminin, 2016 yılı raporunda yer almaması dikkat çekti. Cumhurbaşkanlığı örtülü ödeneği, 7 Mart 2015’te yapılan yasal düzenleme ile gizlenmişti. Düzenleme ile Cumhurbaşkanlığı bütçesindeki ödeneklerin Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile belirlenmesi ve uygulanmasının önü açılmıştı. Bu da Cumhurbaşkanlığı örtülü ödeneğinin gizli kalması olarak yorumlanmıştı. Ancak yine de söz konusu kalem 2015 yılında 150 milyon TL’lik harcama ile Sayıştay raporuna yansımıştı.

2015 Sayıştay raporunda yer alan tablolardaki birçok kalem, 2016 yılı raporuna yansıtılmadı. Su tüketimi aboneliği, ısıtma gideri, elektrik gideri, internet harcaması aboneliği gibi kalemler gizlendi. Bunun yerine 2016 yılı için “tüketime yönelik mal ve malzeme alımları” kalemi belirlendi ve bu kaleme 26 milyon 489 bin 93 TL harcandığı belirtildi. Rapora göre, Saray’ın hizmet alımları kaleminde 63 milyon 822 bin 525 TL harcandı. Cumhurbaşkanlığı personelinin tedavi ve cenaze giderleri için ise 253 bin 986 TL harcandı.

2016 yılı içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’a aylık 49 bin 250 TL maaş ödendi. Cumhurbaşkanı ödeneği kaleminde 2015 yılında toplam 525 bin TL harcanmıştı. Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan maaşını bir yılda 43 bin 750 TL’den 49 bin 250 TL’ye çıkarmış oldu. Erdoğan’ın 2017 maaşı ise yıllık toplam 639 bin 600 TL olarak bütçeye yansıtıldı. Yani Erdoğan 3 yılda maaşını yaklaşık 10 bin TL arttırdı.

Saray “tıbbi ve laboratuvar sarf malzemelerine” 2016’da toplam 2 milyon 160 bin 927 TL harcadı. Saray’ın “temizlik giderleri” ise 2 milyon 48 bin 921 TL tuttu. Cumhurbaşkanlığı’nın kullandığı nakil vasıtaları lastikleri için 728 bin 935 TL harcandı. 2015’te Cumhurbaşkanlığı’nın “yakıtlar, yakıt katkıları ve katkı yağlar” kalemi için harcanan 267 bin 565 TL, 2016 yılı tablolarına, 327 bin 488 TL olarak yansıdı.

Saray’ın kırtasiye masrafları 2016 yılında 1 milyon 540 bin 858 TL oldu. Saray’ın “beslenme, gıda amaçlı ve mutfakta kullanılan tüketim malzemeleri” kaleminde ise yıl boyunca 1 milyon 216 bin 63 TL harcandı.

Milli İstihbarat Teşkilâtı istihbarat personeline 768 milyon 877 bin 111 TL harcandı. Bu rakam 2015 yılında 634 milyon 474 bin 623 TL olarak tablolara yansımıştı. Böylece 2015’ten 2016’ya MİT’çiler için harcanan para 134 milyon 402 bin 488 TL arttı.

2015 yılında iki genel seçim için sahalara inen Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı personelinin yurtiçi ve yurtdışı yolluk giderleri 9 milyon 995 bin 495 TL olarak Sayıştay raporuna yansımıştı. 2016 Sayıştay raporunda, “yolluklar” kalemi yurtiçi ve yurtdışı olarak ayrı ayrı gösterilmedi. 2016 yılında bir seçim çalışması olmamasına karşın Cumhurbaşkanlığı personelinin toplam yolluk gideri, 10 milyon 231 bin 758 TL oldu.

2016 yılı içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın takdiri ile temsil ve ağırlamanın gerektirdiği her türlü tören, fuar ve organizasyon giderleri için 31 milyon 72 bin 667 TL harcadı. Bu rakam 2015 yılında Sayıştay raporuna 30 milyon 648 bin 492 lira olarak yansımıştı. 2015 yılında dernek, birlik, kurum, kuruluş, sandık gibi kaâr amacı gütmeyen kuruluşlara yapılan 4 milyon 150 bin TL tranfer, 2016 yılında 7 milyon 146 bin 230 TL’ye çıktı. 2015 yılında “Saray yardımı” olarak çok eleştirilen, “hane halkına yapılan transferler” kalemi için harcanan 3.5 milyon TL ise 2016 yılında, 4 milyon 226 bin TL oldu. Cumhurbaşkanlığı daha önce bu yardımın “sınırlı sayıda ihtiyaç sahibine valiliklerden gelen bilgiler doğrultusunda” yapıldığını ve bunun örtülü ödenek ile ilgisinin olmadığını açıklamıştı.

Başbakanlık 2015 yılı Sayıştay denetim raporuna göre ise; Başbakanlık personelinin yurtiçi ve yurtdışı seyahat yollukları için 11 milyon 205 bin 964 TL harcandı. Başbakanlık, 2 milyon 201 bin 561 TL değerinde kırtasiye malzemesi aldı. Başbakanlığın “mutfak masrafları” ise 2 milyon 241 bin 510 TL oldu. Temizlik için Başbakanlık’ta, 62 bin 211 TL harcandı.[315]

“Bütçe ödeneklerinin harcanmasında, tasarruf ilkelerine de gereken titizlik gösterilmiştir” ifadelerinin kullanıldığı Kesin Hesap Cetveli’ne göre, 2016’da Saray’ın Sayıştay raporlarında “toplam” olarak kaydedilen harcamalarındaki bazı kalemler şöyle

 

2016’DA SARAY (SAYIŞTAY RAPORLARINDAN)[316]
Yazı araçları, yazım, çizim ve ölçüm araç ve malzemeleri, kâğıt ürünler, yazıcı, fotokopi ve baskı makinesi malzemeleri, küçük kırtasiye gerek ve malzemeleri gibi genel “kırtasiye malzemeleri” kalemi için 1 milyon 540 bin 858 TL.
Tek kullanımlık mutfak eşyaları için 405 bin 986 TL. Servis ve saklama kapları için 118 bin 595 TL. Sofra ve çatal-bıçak takımları için 158 bin 831 TL.
Beslenme/gıda ve mutfak cihaz ve aletleri için 3 bin 655 TL.
Temizlik malzemeleri için 689 bin 766 TL, temizlik araç ve gereçleri için 485 bin 211 TL, temizleme ve dezenfeksiyon solüsyonları için 873 bin 941 TL olmak üzere “temizleme ekipmanları” için toplamda 2 milyon 48 bin 920 TL. Yıkama, temizleme ve ütüleme cihaz ve araçları için 3 milyon 553 bin 92 TL. Böylece temizlik için toplam 5.5 milyon TL.
Giyecekler için 3 milyon 85 bin 394 TL, mefruşat ürünleri için 2 milyon 20 bin 139 TL.
İçecek grubunda, sadece alkolsüz içecek alımı yapıldı: 610 bin 653 TL.
Baharat ve çeşniler ile çikolata ve tatlandırıcılar için 104 bin 625 TL.
Kuş ve kümes hayvanları, balık, köpek ve kedi ve diğer hayvanlar olmak üzere “yem grubu” kalemi için toplam 44 bin 160 TL.
Otomobil lastikleri için 699 bin 543 TL, minibüs ve kamyonet lastikleri için 11 bin 799 TL, kamyon ve otobüs lastikleri için 13 bin 752 TL, traktör ve iş makinesi lastikleri için 3 bin 841 TL olmak üzere “nakil vasıtaları lastikleri” toplamda 728 bin 936 TL. Taşıtların yedek parçaları için 244 bin 813 TL. Taşıtlar için toplamda 973 bin 749 TL.
Hediye amaçlı taşınır malzemeler için 1 milyon 396 bin 947 TL. Güvenlik, korunma ve gösteri amaçlı tüketim malzemeleri için 424 bin 488 TL.

 

38 yeni araçla birlikte Cumhurbaşkanlığı’nın araç filosundaki taşıt sayısı 268’den 306’ya çıkacak. Sarayın mevcut araç filosunda 2 limuzin, 14 zırhlı araç, 28 adet 4×4 cip, 6 ambulans, 2 itfaiye, 83 Volkswagen, 33 Mercedes, 10 Audi marka araçlar da bulunuyor.[317]

V. AYRIM: TOTALİTARİZM VE PARAMİLİTER TEHDİT

Buraya dek aktarmaya çalıştığım OHAL’(lerin)in ekonomi-politik dökümü, Max Weber’in, “Demokraside, halk güvendiği bir önder seçer. Seçilen önder, ‘Şimdi sesinizi kesin ve bana itaat edin’ der. Artık halk ve parti O’nun işine karışamazlar,” diye tariflediği çaplı bir totalitarizm yanında paramiliter tehditte somutlanırken; dikta zorbalığını devreye sokuyor.

MEB Şura Salonu’nda düzenlenen Genel Güvenlik ve Uyuşturucu ile Mücadele Toplantısı’nın açılış konuşmasında, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “Beni ne kadar kınarlarsa kınasınlar, ne kadar eleştirirlerse eleştirsinler o uyuşturucu satıcısının ayağını kırmaya polis görevlidir,”[318] diye haykırırken; Murat Sevinç çok önceleri uyarmıştı:

“Yasama organından kaçırılan KHK’ler, TBMM’den saklanan Sayıştay raporları, odaların bakanlıklara bağlanmaya başlanması vs. hukuk devleti ve demokratik devlet ilkelerinin askıya alındığının açık kanıtları.”[319]

Gerçekten de İzmir Milletvekili Zeynep Altıok, “Tek tip elbise tüm ülkeye giydirilecek”[320] derken; HDP G. Antep Milletvekili Mahmut Toğrul’a göreyse, “Türkiye’de ifade özgürlüğü otoriter yönetimin yargı baskısı altındadır. Dolayısıyla Türkiye’de asgari standartlarda dahi demokrasiden söz edilemez.”[321]

Nasıl nitelerseniz niteleyin; (popülizm olarak sunulsa da![322]) diktatörlüktür bu ve de diktatörler kendilerine diktatör denilmesine genellikle çok kızar.

Kolay mı? Diktatör, bir ülkede siyasal iktidarı fiilen veya yasal olarak tek başına elinde tutan kişiye denir. Güçler ayrılığının olmadığı veya işlemez hâle geldiği rejimin adı, diktatörlüktür. Seçimle iktidara gelmek, iktidarın diktatörlük olmadığına yeterli işaret değildir. Seçimlerin gerçekten çoğulcu, eşit, adil ve şeffaf olmadığı seçilmiş diktatörlerle doludur yakın dönem dünya siyasal tarihi. Diktatörlük bir kişinin elinde bütün güçleri fiilen veya yürürlükteki yasalara uygun biçimde toplamasının yanında, bu yetkilerin bir partiye veya bir heyete ya da kuruma verilmesiyle de oluşabilir. Tek parti diktatörlüğü bunun en bilinen örneğidir.

Eğer bir ülkede devlet başkanı, milyonlarca aileyi ilgilendiren bir kararı, örneğin liselere kayıt yönteminin değişmesini bir konferansta veya seyahatte emrediyor ve bir hafta içinde yürürlükteki sistem, yerine ne konacağı daha belli olmadan, paldır küldür kaldırılıyorsa, o ülkede diktatörlük var demektir. Velev ki kötü çalışan bir sistemi düzeltmek için yapılmış olsun, yöntemin diktatörlük olduğu gerçeği değişmez.

Diktatörlük bir yönetim tarzıdır. İleri derecede narsist kişilik yapılarında tezahür eder. Kişi tapınmasını beraberinde getirir. Ulu önder, şef, reis gibi sıfatların kullanılmaya başlanması, ‘Şef’e karşı çıkanların, kararlarına itiraz edenlerin düşman, hain, satılmış olarak damgalanmaları birbirlerini tamamlar. Sadece siyasal alanda değil, iş dünyasında, özel yaşamda da diktatör davranışı vardır. Özellikle otoriteye baş eğmeyi içselleştirmiş toplumlarda, biat kültürünün egemen olduğu kültür dünyalarında diktatörler şirketlere, derneklere, partilere, aile içi yaşama hükmederler.

Diktatör her yerde ve her konuda kendisinin birinci sırada yer almasını ister ve bu olmayınca öfkesini dizginleyemez. Diktatör karakteri saldırgandır, istediğini elde edemedikçe saldırganlık dozu sürekli artar. Siyasal alanda diktatörlüğün en önemli göstergelerinden biri, başta ifade, basın, toplantı ve gösteri özgürlükleri olmak üzere, temel hak ve hürriyetlerin sistemli ve ağır biçimde iktidar güçleri tarafından ihlâl edilmesidir. Ve bu giderek dozu artan bir eğilim izler.

Diktatörlük rejimi, genellikle polis devletine tekabül eder, çünkü diktatörün toplumu büyük gözaltında tutmasının birincil yöntemi polis ve istihbarat ağının yargıya fiilen ikame olmasını gerektirir. Yargının diktatörün emrinde ve polis ve istihbarat ağının uzantısında yer alması demektir bu. Diktatör, yargı daha karar vermeden, yargı yerine zanlıyı mahkûm etme yetkisini kendinde gören ve bu işlediği suça karşı herhangi bir yaptırım yapılamayan kişidir.

Diktatör mutlak güce sahip olan ve bunu hiçbir denetime tabi olmadan, keyfi biçimde uygulayan yöneticiye verilen sıfattır. Bu kişinin halk tarafından seçiliyor olması, yönetim tarzının diktatörlük olduğu gerçeğini değiştirmez.[323]

Ayrıca zorbalık yanında diktatörlükleri en önemli kaldıraçları (aşağıdaki örneklerde olduğu gibi!) yalan ile manipülasyondur…

Dolmabahçe camiinde bira içildiğini söyledi. Yalandı.

Kabataş’ta belediye başkanının gelini tacize uğradı dedi. Yalandı.

Amerika’yı Müslümanların keşfettiğini ve Küba’ya cami yaptıklarını ileri sürdü. Doğru değildi.[325]

Koray Düzgören’in, “Türkiye tam anlamıyla bir polis devleti hâline gelmiş durumda” dediği hâlde küçük bir araştırma bile diktatörlüğe gerçeği ortaya çıkartmaya yetiyor.

2005’de İçişleri Bakanlığı’nın bütçesi 918 milyon TL. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 4.8 milyar TL, Jandarma Genel Komutanlığı’nınki ise 2.5 milyar TL. MİT’in resmi bütçesi 352 milyon TL. Ayrıca MİT’in gizli operasyonları için örtülü ödenekten başbakanın talimatıyla her zaman aktarma yapılabiliyor.

Bu tarihte polis sayısı 200 bin, jandarma sayısı ise 150 bin kadar.

2014’de İçişleri Bakanlığı’nın bütçesi 3.5 milyar TL. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 17.6 milyar, Jandarma Genel Komutanlığı’nın ise 6.5 milyar TL.

MİT’in 1 milyar 58 milyon TL. Özelikle terörle mücadele ve PKK ile savaş konularında koordinasyonu sağlayan Kamu Düzeni ve Güvenlik Müsteşarlığı’nın ise 20 milyon TL.

Polis sayısı 270 bine yükselmiş, jandarma sayısı ise 195 bin olmuş.

2017’ye gelince durum şöyle: İçişleri Bakanlığı’na, ayrılan para 5.8 milyar TL, Emniyet Genel Müdürlüğü’ne 23.5 milyar TL Jandarma Genel Komutanlığı’na 9.3 milyar TL. MİT’e ayrılan 1.9 milyar TL. Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı’na ise 17.5 milyar TL.

Kamu Düzeni Müsteşarlığı’nın bütçesinin bu kadar artması Kürt şehir ve kasabalarına yönelik şiddet operasyonları ile yakından ilgili. Artışlar çok dikkat çekici.

Ayrıca bu yıllar arasında polis ve jandarma çok sayıda çeşitli tip ve kapasitede zırhlı araç ve TOMA araçları ile güçlendirildi. Ağır silahlarla donatıldı.

Bunlara ilaveten Polis Özel Harekât (PÖH) ve Jandarma Özel Harekât (JÖH) gibi özel eğitilmiş, seçme birlikler de giderek güçlendiriliyor. Sayıları her biri için 10 binden 20 bine çıkartılıyor.

Bu birlikleri Kürt şehir ve kasabalarında giriştikleri vahşet uygulamalarından, işledikleri insanlık suçlarından ve yaktıkları, yıktıkları, soydukları Kürt konutlarının duvarlarına yazdıkları ırkçı, faşist sloganlardan biliyoruz.

Böylece özellikle 15 yıl içinde ciddi bir polis ve jandarma gücüyle, neredeyse silahlı kuvvetlere alternatif olacak bir paralel ordu oluşturulduğunu görüyoruz.[326]

Diktatörlüklerde polis ve yardımcı kolluk güçlerinin, ülke nüfusuna oranının hızla artması, o ülkede yönetimin otoriterleşmesinin, güvenlik devleti görünümü altında polis devletinin kurulmasının şaşmaz göstergelerinden biridir. Bunun bir ileri aşaması, doğrudan siyasal amaçlı kolluk kuvveti kurmak ve geliştirmektir. Genellikle gizli servis kılıfı altında yürütülen siyasal polisin yaygınlaşması, mahkemelerde istihbarat örgütünün fezlekelerinin tartışılmaz delil olarak kullanılması, o ülkenin totalitarizm sularında yüzmeye başladığını gösterir. Artık zihniyet polisi, ahlâk polisi, siyasal denetim polisi, hayatın çeşitli alanlarında gözetim, denetleme ve “önleyici müdahale” yetkilerini kullanıyordur.

Bütün otoriter rejimler, bir noktadan sonra polis devleti olmaya, istihbarat örgütünün Önder’in/Şef’in/Reis’in şahsi örgütüne dönüşmesine açıktırlar. Hatta mahkûmdurlar. Bu tür siyasal polis uygulamalarının son derece karanlık tarihi örnekleri arasında, Mussolini faşizminde OVRA, Nazi Almanya’sında GESTAPO, Şili’de Pinochet diktatörlüğünde DINA vb. sayılabilir.

Türkiye’de de rejim totaliter eğilimlerini giderek daha fazla gösteriyor. Bir yanda, eğitim ve kültür alanında İslâmcı-milliyetçi bir tek tipleşmeyi artan bir yoğunluk ve yaygınlıkta dayatıyor. Diğer yanda, devletin içinde, doğrudan Reis’e bağlı bir istihbarat teşkilâtını giderek daha fazla siyasal polise dönüştürüyor. Bunun yanında, kamu kuruluşları içinde kadro artışı en yüksek kurumun Emniyet teşkilâtı olması, kamu yatırımları içinde cezaevi inşaatının ön sıralarda gelmesi, gidişatın yönünü daha açık biçimde gösteriyor.

İktidar aldığı KHK yetkisini, aylardır darbe girişimiyle ilgili olmayan konularda yoğun biçimde kullanıyor. Anayasayı açıkça çiğneyerek, yeni bir devlet teşkilâtlanması örgütlüyor ve bunu yaparken, KHK’lere hukuki kılıf sağlayan olağanüstü hâlin, geçici değil, gerçek kalıcı anayasal düzen olduğunu ilan etmiş oluyor. OHAL ismen bir gün yürürlükten kalksa da bu rejim ayakta kaldıkça, ruhen olağanüstü hâl varlığını sürdürmeye devam edecek.

Bunun işareti, KHK ile MİT yasasına getirilen değişiklikler. MİT’in cumhurbaşkanına bağlanması, Reis’in 2019’daki değişimi beklemeden, bütünüyle kendi denetiminde bir siyasal polis oluşturma telaşını ele veriyor. Bundan böyle, MİT personelinin atama, derece yükselmesi, kademe ilerlemesi ve disiplin hükümlerini düzenleme yetkisi, yurtdışı görevlendirme talimatları, alacakları özel hizmet zammının miktarı, bu teşkilâta sözleşmeli personel alımı ve ödenecek ücretler, Reis tarafından belirlenecek. MİT, Milli Savunma Bakanlığı ve TSK içinde de istihbarat faaliyeti yürütme yetkisine sahip olacak.

MİT’in 2019’u beklemeden, aynı zamanda parti genel başkanı olan ama cumhurbaşkanı olarak yaptığı işler konusunda sorumsuz olan bir Reis’e bütünüyle bağlanması, iktidarın tek elde toplanmasının yanında, aşırı şahsileştiğini gösteriyor.[327]

Bunlara ek olarak: Türkiye toplumunda dört dörtlük faşizm odakları, nüveleri olduğu apaçık bir olgu. Bu yeni değil. Irkçı, aşırı milliyetçi, saldırgan, yağmacı, bağnaz tezahürleri, bu ülkede 1915’ten bugüne birçok defa kendini gösterdi. Şimdi bir yandan milliyetçiliğin, diğer yandan mutaassıplığın körüklendiği bir ortamda giderek kabarıyor bu faşist damar. Şortlu kadından Kürt kimlikli gence yabani duygularını kusuyorlar. Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesine yapılanlar, bu yerli faşizmin bütün yönleriyle kendini gösterdiği örnek vakadır. “Buraya terörist cenazesi gömdürmeyiz. Buraya Ermeni, Kürt, Alevî gömdürmeyiz. Ermeni döllerini istemiyoruz!” diye haykıranlar, bizim yaşadığımız topraklarda Ermeni, Kürt, Alevî yaşatmayız diyorlar. İşte bu yerli ve milli kindarlığın, faşizmin sesi ve eyleme geçmiş hâlidir.[328]

V.1) PARAMİLİTER TEHLİKENİN BOYUTLARI

OHAL’in verdiği yetkilerle keyfilikte sınır tanımayan Başakşehir’e bağlı Güvercintepe Mahallesi Ahmet Yesevi Caddesi’ndeki Yasin Kıraathanesi’ni güpegündüz hücre eviymiş gibi basan özel harekât polislerinin, kıraathanenin sahibi Yasin Ubin’i darp ederek, müşterileri kafasına silah dayayıp ölümle tehdit ettikleri[329] günlerde; HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan, Türkiye merkezli bir yapının yurt dışında bulunan ve “Vatan haini” olarak damgalanan kişilere yönelik suikast girişiminde bulunacağına ilişkin teyitli istihbarat aldığını açıkladı.[330]

Aynı günlerde İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, “Tokat ve Konya’da silahlı eğitim kampları olduğunu duyuyoruz, bu iddialar söyleniyor,”[331] derken, İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özdağ da ekliyordu: “Bir silahlanma süreci yaşanıyor. 23 ay içerisinde 2 milyon 300 bin yivsiz tüfek ve tabanca için ruhsat verildi. Bakanlığın rakamı, çılgın bir silahlanma. Bir de ruhsatsız ve uzun namlulu ağır saldırı silahlı şeklindeki silahlanmadan bahsediliyor. Diğer yandan sadece Konya ve Tokat’ta değil, ülkenin belirli yerlerinde geçici nitelikli kamplar kuruluyor. Kuruluyor kaldırılıyor… Nokta da verebiliriz. Hatta Jandarmaya yapılan suç duyuruları da var. Jandarmanın gidip keşif yaptığı yerler de var. İhbardan sonra tutanak tutuluyor, ‘Siyasi konjonktür fazlasını yapmaya müsait değil’ diyor. Tam cümle bu…”[332]

Sonra… 15 Temmuz darbe girişiminin ardından bireysel silahlanmaya gittikleri, AKP’nin talimatıyla hareket ettikleri iddiası Meclis’e taşınan Halk Özel Harekât’ın (HÖH) genel başkanı Fatih Kaya, bir yılda 22 ilde 7 bin üyeye ulaşan örgütlenmeyi anlatarak, “Devletimiz, askerimiz, polisimiz her şeye hâkim. Zamanı geldiğinde, 80 milyonluk millet olarak bize ihtiyaç duyulduğunda her zaman hazırız,”[333] dedi.

Ayrıca HÖH genel başkanı Fatih Kaya kamu görevlisi çıktı; “Kamu görevlisiyim izin alıp Suriye’ye gittim”[334] diye ekledi.

HÖH genel başkanı Fatih Kaya, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ertesi günü ilk çadırını Trabzon’da kurmuş. Suriye’ye geçip orada Türkmenlere silah elde yardım ettiğini söyleyen Fatih Kaya, HÖH’ün amacının kendilerine her ihtiyaç duyulduğunda, darbeye karşı millete yardım etmeye hazır olmak olduğunu vurgusuyla ekliyor: “- 15 Temmuz gibi, devletin EMİRİ MÜMİNİ talimat vermediği sürece sokağa çıkmayız.”

Fatih Kaya’nın HÖH’ün amaçlarını açıklamasıyla 696 sayılı KHK’deki ifadeler ne kadar örtüşüyor değil mi?[335]

Evet, aslında her şey Fikret Başkaya’nın belirttiği gibi: “AKP seçimle iktidara geldi ama artık seçimle iktidardan gitmek istemiyor. Zira onlar için iktidarı bırakmanın maliyeti çok büyük… Sömürünün, yağma ve talanın tadına öylesine vardılar ki, o olanaklardan mahrum olmak istemiyorlar… Kendi varlıklarını ülkenin varlığı ve geleceğiyle özdeş saymalarının nedeni bu… İşte ‘Biz yoksak, Türkiye yok!’ safsatası… Ve ikincisi, suça, yolsuzluğa, hukuksuzluğa o kadar bulaştılar ki, iktidardan düştüklerinde mutlaka yargılanacaklarını, hesap vereceklerini biliyorlar. Dayatmak istedikleri zorlamaların asıl nedeni bu. Kaldı ki, ‘asıl iktidar da görünen iktidar değil’. Politikalar önce tarikatlar, cemaatler katında dinci güç odakları tarafında kotarılıyor, cüppeliler, takkeliler karar veriyor, kravatlılar uyguluyor… Aralarında tuhaf bir ‘işbölümü’ oluşmuş durumda… Rejimi hızla bir İslâm cumhuriyetine dönüştürmek istiyorlar… …AKP’nin şu andaki sloganı ‘Ya iktidar, ya hiç’ şeklinde özetlenebilir. O yolda göze alamayacakları hiçbir melanet yoktur… 696 nolu KHK, niyetlerini açık ediyor…”[336]

Kimsenin inkâr edemeyeceği üzere, “Parlamentarizm yerine paramilitarizm”in[337] ikame edildiği bir iç savaş güzergâhındayız.

Kolay mı?

2000’li yılların başına dayanan Selefî yapılanmaları tüm Türkiye’de kolaylıkla örgütlendi; Suriye İç Savaşı boyunca örgütlenmeye, sınır geçişlerine ve lojistik faaliyetlere AKP seyirci kalırken cezasızlığıysa esas aldı…[338]

Türkiye, Orta Asyalı cihatçılara önce kucak açtı…[339]

Devlet ile yurttaşlar arasındaki sorun, bugün “toplumsallaştı”. Artık, gönüllü işkenceci, katil, infazcı, saldırgan olacak kitleler var…[340]

“Kanlı kule, İhanete bedel, özel harekât29, namlunun adaleti, koordine tepesi” gibi “anlamlı” adlar taşıyan internet sitelerinde bir tur atın… Bunlar PÖH (Polis Özel Harekât) ya da JÖH (Jandarma Özel Harekât) adlı, resmen var olup olmadıklarını bilmediğim birimlerde resmi görevlilerin özellikle “ölü ele geçirilen”lerin fotoğraflarını sıkça paylaştıkları siteler. Koparılmış kafalar, deşilmiş, bağırsakları dışarı çıkarılmış bedenler, gömülmeleri başına nöbetçi dikerek engellenmiş ve kurtlara kuşlara yem olarak açık alana terk edilmiş, çürümüş, kokmuş cesetler…

Ve bu marifetleriyle övünenler. Buram buram ırkçılık ve insanlık suçu belgeleri…

Bizim mesleğin berbat yanlarından biridir. Görmezlikten gelemezsiniz; zorlansanız da bakmak, “Nerede, kim yapmış, devletin ilgili kurum ve kuruluşlarının bunlardan haberi var mı, varsa herhangi bir girişimde bulunmuşlar mı, bulunuyorlar mı, bulunacaklar mı” gibi sorulara cevap aramak zorundasınızdır.

Çoğu zaman da aşılmaz bir suskunluk duvarına toslarsınız…

Anayasasında bir hukuk devleti olduğu yazan bir devletin görevinin suç işleyenleri, mesela şiddeti siyasal mücadele yöntemi olarak seçmişleri yakalamak ve yasalarda öngörüldüğü gibi yargılayıp cezalandırmak olduğunu hatırlatmak istersiniz; yakalanmaktansa çatışmayı yeğleyip öldürülenlerin de artık cezalandırılmaları mümkün olmadığından cesetlerinin -varsa- ailelerine teslim edilmeleri ve geleneklere ve inançlara uygun olarak gömülmeleri gerektiğini savunmak istersiniz.

O aşılmaz suskunluk duvarı yine karşınızdadır.

Bir zamanlar varlığı asla kabul edilmeyen ama var olduğunu kendi yaşam deneylerinizle kesin olarak bildiğiniz JİTEM vardı. Şimdilerde de PÖH ve JÖH…

Şimdi buna bir de HÖH eklendi. HÖH, Halk Özel Harekâtı’nın kısaltması.

Siyasal literatürde buna paramiliter örgütlenme denir. Devletin ordu ve polis gibi yasal siyasal güçlerinin dışında bir örgütlenmedir. Sözlük anlamı da bunu açıklar. Para “uzak, dışında” anlamı veren bir ön ektir. Militer ise malum askeri güç, ordu demek. Yani paramiliter ordu dışı silahlı güçtür.[341]

 

“KONTRGERİLLA YETİŞTİRME MERKEZİ”[342]
14 Haziran 2016’da başlayan operasyonların 16. günüydü. Askerler 3 köylünün yaralandığı, 1 köylünün öldürüldüğü Lice’deki Mehle mezrasına girdiler. 33 köylüyü yerde yüzükoyun yatırdılar. Yaklaşık 4 saat boyunca işkence yaptılar. Fakat yaşananlar bununla bitmedi. Bölgeye zırhlı araçlar intikal etti. İçlerinden, üzerlerinde ne polis ne de asker üniforması olan kişiler indi.

İşkence onların eliyle ağırlaşarak devam etti. Türkçeleri iyi değildi. Daha çok Arapçayı çağrıştırıyordu. Yaşları 35-40 arasındaydı. Ne asker ne polis… Daha çok IŞİD’ci gibiydiler. Başlarındaki biri, benzin istedi. “Bunları yakalım bir daha Kürtçe konuşmasınlar” dedi. Ne var ki askerler buna karşı çıktı. Başlarındaki komutan, 33 kişinin merkeze bildirildiğini söyledi. Asker ve   ‘tanımlanamayan kişiler’ arasında böylece tartışma çıktı. Hatta silahlar çekildi. Köylüler yakılmaktan kurtuldu.

Bölge şehirleri yerle bir edildikten sonra, duvarların üzerine “Türk’ün gücünü göreceksiniz”, “Türk’ün dişine kan değdi” gibi korkunç yazılar yazıldı. Bunların yanı sıra tuhaf imzalar da görülüyordu. “Esudullah” ve “Cundullah TİM” yazıları dikkat çekiyordu. Jandarma Özel Harekât (JÖH), Polis Özel Harekât (PÖH) gibi birimlerin nasıl olup da bir anda ortaya çıktığı sorusu genellikle ‘yıkıntıların’ içinde kayboldu. Esudullah ve Cundullah timleri sıkça gündeme geldi. Ne var ki bölgede savaş sürerken ortaya çıkan bu yapılar tam olarak çözülemedi. Ayrıca bölge halkının, HDP vekillerinin sıkça dile getirdiği; Arapça konuşan, sakalları uzun, sağ elinin işaret parmağını yukarı kaldırıp tekbir getiren IŞİD’cilere benzer kişilerin kimler olduğu, nereye bağlı oldukları sorusu da cevaplanamadı.

Bu manzaralar büyük bir şaibe yaratıyordu. Devlet cevaplamıyordu… Anlaşılan devlete, asker ve polis yetmiyordu! ‘Yıkım’ ve ‘ölüm’ için yeni birimler gerekiyordu. Bunlara dünyanın her yerinde ‘paramiliter çeteler’ denir. ‘Bu yetmeme’ sorusunun üzerine, tuhaf açıklamalar bindi, binmeye devam ediyor. ‘Askerliğini bile yapmamış bir mahya tetikçisinin’ dönemsel sözleri önemlidir: “…Kanlarını içeceğiz… Askerimizin ve polisimizin yetemediği yerde…”

Osmanlı Ocakları gibi, ‘ucuz muammalar’, her fırsatta silah gösteren AKP iktidarından nemalanan ya da direk parti teşkilâtlarına yapılar can sıkıcıdır.

Ancak daha tehlikelisi ‘paramilitarizmin’, kurumsallaştırılmasıdır.

Yine bu, ‘yetememe sorunun’ tam ortasında karşımıza SADAT çıkar. 28 Şubat sürecinde ordudan atılan ve bugün Cumhurbaşkanı’na danışmanlık yapan Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi’nin şirketi, kimliğini kurumsal olarak; ‘dışarıda TSK, içeride ‘güvenlik birimlerinin yetemediği noktalarda” sözleriyle özetler.

Güvenlik şirketi SADAT’ın; kimliği ile ilgili muammalara verdiği cevap ve açıklamalar bile düşündürücüdür:

“Aklıselim sahibi herkes asıl hedefin Türkiye Cumhuriyeti olduğunun farkında… Türkiye’nin tekrar eski Türkiye’ye dönüşmesi amacıyla; demokrasiden uzaklaştığı diktatörlüğe kaydığı, terörü desteklediği vb. yalanlarla… Çakalın, özgürlüğü aslan ayağa kalkana kadardır…”

Kimsiniz siz?

Aslında soru çok basittir: “Siz kimsiniz?”

Manidar sorunun yarattığı boşluğu ve noktaları doldurmak da zor değildir! Bu cüretin ortasında, devletten alınan yetki bulunur.

AKP iktidarının, taşerona verdiği yetki!

İktidara artık ülkeyi yönetmek için OHAL ve KHK’ların da yetmediği açık.

Yeni planlar hayata geçiriliyor. AKP’nin varlığını, savaş üzerinden sürdürmeye dahası gerekirse bir iç çatışma ortamı hazırlamaya yönelik adımlarını hızlandırdığı görülüyor. TSK bünyesinde kurulması kararlaştırılan Meskûn Mahal Muharebe Okulu’nun anlamı da budur.

Kararın, ‘halkın geliştirdiği şehir direnişleri karşısında zorlanan ordunun sorunlarını çözmek’ üzere aldığı belirtiliyor. Cumhuriyet’ten Sertaç Eş’in haberine göre okulun önce Isparta’da Dağ Komando Merkezi bünyesinde kurulması planlanıyor. Ancak buranın şartlarının uygun olmadığı gerekçesiyle yapının, İstanbul Tuzla’daki Piyade Okulu bünyesinde teşkilâtlandırılması uygun görülüyor. Birimin daha sonra bağımsız olarak teşkilâtlandırılacağı belirtiliyor.

Bağımsız olarak teşkilâtlandırılacak bir harp okulu!

Yetki kime verildiyse programı o yürütecek: AKP’nin paramliterleri, savaş taşeronları

Okulun referans aldığı nokta ise çok daha önemli! Bölge’de geçen yıl yürütülen operasyonlar Meskûn Mahal Muharebe Okulu’nun kurulması yönündeki adım. Peki; okuldaki dersler ve eğitim nasıl olacak? Bu programı kim üstelenecek? Bu da; endişeleri ve şaibelerin odak noktalarından biri! Okulda özellikle Diyarbakır, Sur, Şırnak, merkez, Cizre, Silopi, Hakkâri, Yüksekova ve Mardin Nusaybin’de yaşanan çatışmalardan çıkarılan dersler çerçevesinde program yürütülecek.

O programı kimin yürüteceği ise açık. Bölgeyi yakan yıkan, bununla yetinmeyen, evlere girip, duvarlara ırkçı, mezhepçi, etnik ve cinsel ayrımcılığa dayanan yazılamalar yapan JÖH, PÖH gibi yapılar… Onların ‘yan sanayileri olan’ Esudullah ile Cundullah timleri… Sağ elinin işaret parmağı havada tekbir getiren ve insan yakmaya çalışan IŞİD’vari çete mensupları… Her fırsatta dikkat çektiğimiz; kurumsallaşmış taşeronlar ve ona bağlı yapılar!

İç savaş hazırlığı mı? Amaç açıktır. Meskûn Mahal Muharebe Okulu’nun faaliyet özeti bile yeterlidir: “Toplumsal olaylara karşı mücadele… Bir kontrgerilla merkezidir.”

 

Ve nihayet siyasal İslâmın, toplumu ve devleti yavaş yavaş dönüştürme süreci, 15 yıldır, AKP liderliğinde Gezi isyanı, Haziran seçimleri, referandum sonuçları gibi engelleri de, şiddet uygulayarak ya da olağanüstü yöntemlerle aşarak ilerliyor. Siyasal İslâm, toplumun çoğunluğunun rızasını alamayacağını, laik, cumhuriyetçi direnci söndüremeyeceğini kavradığından bu yana artık, OHAL ile, Meclis’i işlevsizleştiren KHK’lerle yönetmeye çalışıyor. Siyasal İslâm, 696 sayılı KHK ile taraftarlarına, şiddet uygulama ayrıcalığı vererek, Almanya’da NAZİ milislerini andıran grupları da iktidarının araçları arasına alıyor.[343]

VI. AYRIM: HÂL VE GİDİŞ

Sedat Ergin’in dahi, “Olağanüstü hâlin olağanlaşması”ndan[344] söz ettiği ufukta durum/ şartlar, birden zuhur eden bir “akıl tutulmasının” ürünü veya bir anda geçilen eşiğin sonrası değil. Ulaşılan koordinat bir birikimdir ve sonuçları da sanıldığı kadar uzak değil; hatta yaşatılan ve yaşanacak olandır.

İşaret ettiğim güzergâhta çıkarılan 696 sayılı KHK ile totalitarizmin kurumsallaşması yolunda büyük bir iç savaş adımı atıldı.

Coğrafyamızda artık “tek adam dikta tehlikesiydi, totalitarizmin kurumsallaşma tehlikesiydi” diye formüle edilebilecek bir durum yok. Tehlike gerçekleşti. Bundan ötesi tehlike değil, rejimin “icraatıdır”…

Bugün artık “hukuk devletini ortadan kaldıracak olan tehlikelerden” söz etmek saçmadır. Şimdi söz edilmesi gereken totalitarizmin yarattığı büyük ve dehşetli iç savaş tehlikesidir.

İç savaş bir tür “devletsizlik” hâli olarak görülebileceği gibi, belli bir toprak parçası üzerinde birden fazla otoritenin, ikili, üçlü iktidarın şekillenmesi, “şiddet kullanma tekeli”nin ortadan kalkması ve şiddetin herkes tarafından bir diğerine karşı kullanılabilmesi, “herkesin herkese karşı savaşı” demektir. Paramiliter güçlerin ortaya çıkışı ise iç savaşların alâmet-i farikası olarak görülebilir. İç savaşlarda devlet aygıtının çöküşüyle birlikte güç ve şiddete başvurma tekelinin yerini birden fazla güç alır, siviller silahlanmaya ve “iç düşman” olarak gördükleri sınıfsal, etnik ya da mezhepsel başka gruplara karşı, çoğu zaman dağılmış devlet aygıtının bir kanadına yaslanarak savaşmaya başlarlar.

Burjuva parlamenter sistemin üçayağından birini oluşturan yasamaya rahmet okunalı çok olmasına rağmen, 24 Aralık KHK’sı, Türkiye’deki biçimsel demokrasinin tasfiyesine tüy dikmiştir. Çünkü 24 Aralık KHK’sında yasamanın alanına giren maddelerden hiçbiri, OHAL koşullarıyla ilgili değildir ve meclis by-pas edilerek çıkarılmıştır.[345]

24 Aralık KHK’sındaki 15 Temmuz ve devamı niteliğindeki hadiselere müdahale eden sivillerin herhangi bir suç işlemiş sayılmayacakları yönündeki düzenleme, açıkça bir iç savaş düzenlemesi, iç savaş hazırlığıdır. Süreklileşmiş olağanüstü hâl, süreklileşmiş dost-düşman siyasetiyle el ele gitmekte, toplum siyasal iktidar eliyle ikiye ayrılmakta ve “iç düşman” olarak addedilenlerin öldürülmesinin bunu gerektiren durumlarda suç sayılmayacağı hukuki güvence altına alınmaktadır. Böylelikle potansiyel olarak toplumun en az yarısı, “cinayet işlemeksizin öldürülebilenler” kategorisine dâhil edilecek, öldürülmeleri suç sayılmayacaktır.[346]

Böylelikle OHAL’le facto kurulan, referandumla de jure durumuna geçen bir “siyaset rejimini”, toplumun, siyasal İslâmın iradesini kabul etmeyen kesimini, siyasi alanın dışına iterek daraltmayı; önde gelen bireylerini, temsilcilerini adeta “homo sacer”,[347] siyasi partiler, sendikalar gibi kurumlarının etkinliklerini gayri meşru ilan etmeyi amaçlıyor. Durum gerçekten çok vahim ve zaman hızla tükeniyor.[348]

Siyasal İslâmın yazarları “kıyamet savaşlarından” söz ederken; Emniyet’te “devlet büyüklerine hakaret, Türk halkına ve dini değerlere hakaret suçlarını izlemek üzere yeni bir birimin açılması; AKP’de temsil edilen siyasal İslâmın gitmek istediği yönü gösteriyor. Türkiye’de ilk kez bir müftünün Cumhurbaşkanı’nın ve Meclis başkanının şahitliğinde resmi nikâh kıyması da…

Bunlar, AKP’nin ekonomik siyasi istikrarsızlıklar daha derinleşmeden, bir erken seçime, OHAL, YSK, Emniyet’teki yeni izleme birimleri, hızlanan dinci düzenlemeler ortamında, gitmek isteyebileceğini düşündürüyor.[349]

Yani AKP’de temsil edilen siyasal İslâmın devlet, toplum yönetme anlayışı ile kapitalist ekonominin uzun dönemli gereksinimleri ve kapitalist devletin parlamenter biçiminin özellikleri arasındaki uçurum gittikçe derinleşiyor. Seçimleri ilahi irade ile karıştırıyorlar: Kazanan her şeyi yapar anlayışıyla seçim kazanmak için, en temel seçim kurallarını yok sayıyorlar. Hükümeti eleştiren, hele düşürmek isteyen, akçeli işlere karışan yöneticileri ifşa eden herkesi, darbeci, terörist, ya da ajan/hain ilan ediyorlar. İktidarda kalmak için her türlü şiddete başvurmaya kararlı bir anlayış bu![350]

‘The Washington Post’da yayımlanan yazısında -‘Bipartisan Policy Center’de Türkiye uzmanı- Nicholas Danforth, “Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan her zamankinden güçlü görünse de Türkiye’nin şiddet ve kaos sarmalına girebileceğine” dikkat çekerek ekledi:[351]

“Türkiye’de demokrasi öldü ve Tayyip Erdoğan her zamankinden daha çok kontrole sahip. Türkiye’nin kaderinin sivil otoriterlik sayesinde boğucu ama istikrarlı bir seyir izleyeceğini varsaymak hata olacaktır. Askeriye gibi kurumlardaki bölünme, Erdoğan’ın demokratik mirası aşındırması ve parlamenter demokrasiye yönelik devam eden saldırılarıyla birleşince, Türkiye 2018 yılında karşılaşması muhtemel şoklara hazırlıksız yakalanacaktır. Eğer ülkedeki durum kontrolden çıkarsa sonuç; demokrasinin geri dönmesi değil, şiddet ve kaos sarmalı olabilir.”

Ayrıca darbe girişimi sonrası ordunun giderek daha güvensiz ve paranoid olduğunu iddia eden Danfhort, Erdoğan’ın sivil çatışma ihtimaline karşı iyi silahlandırılmış ve kendisine çok sadık yeni başka örgütlenmeler üzerinde çalıştığını öne sürdü. Hükümetin polis özel kuvvetlerini ve istihbarat servisini orduyla bir çatışma ihtimaline karşı daha fazla silahlandırdığı vurgulanırken, “Erdoğan, aynı zamanda sivil yurttaşları silahlandırıp örgütleyerek 2013’teki gibi yaygın protesto ihtimaline karşı bunları kullanmaya hazırlanıyor” ifadesine yer verildi ve söz konusu yapılara örnek olarak ‘Osmanlı Ocakları’ zikredildi.

“Türkiye’nin kurumlarının çöktüğünü” vurgulayan yazar, yazısını “En kötü senaryo, Erdoğan’ın ülkeyi artık istikrarı sağlamanın mümkün olmadığı noktaya kadar sürüklemesidir” ifadesiyle noktalandı.[352]

Özetlersek: KHK aslında yıllar öncesinden beri fiilen yürürlükteydi. Şimdi ona OHAL kılıfı giydirildi. Hizbulkontra örgütü milisleri fiilen affedilmişlerdi, şimdi resmen affedildiler ve gelecekte yapacakları katliamlardan dolayı da hiçbir şekilde sorumlu olmayacakları karar altına alındı. Bu kararname hem Kürdistan’da ve hem de Türkiye’nin batısında “iç savaş” habercisidir.[353]

VI.1) MÜCADELE (VE CEPHE)

24 Aralık KHK’sı ile yeni ve çok tehlikeli bir eşiğin aşılmış olduğu malum. Totalitarizmin, asgari kurulumunu tamamladı. Yeter şart değilse de, gerek şart oluştu. Totalitarizmin önlenmesi değil, yıkılması mücadelesiyle yüz yüzeyiz…

Evet totalitarizm gerçeğiyle karşı karşıyayız… Totalitarizmi yıkma mücadelesi her zaman çıplak bir zorbalık aygıtına karşı mücadeledir. Bu mücadelenin dünya ve ülkemiz siyasi tarihindeki temel araç ve biçimleri bellidir…

Ama… Muhalefet, bu eşikte neler yapabileceğini tartışırken, parlamenter muhalefet olanaklarını yok eden KHK’ler birbirini izledi. Muhalefet ise, gelinen noktada, kendi değerlerini unutmaya başlamış, çoktan siyasal İslâmın din kültürüyle çizilen meşruiyet sınırlarını kabullenmiş (içki içildi hezeyanları, örneğin) görünüyor. Saray 694 sayılı KHK’yi çıkarırken, o adeta her şey normalmiş gibi, Nur risalelerinin de okunabildiği bir “Adalet Kurultayında”, İslâmcılarla flört etmeye çalışıyor, adalet istiyor. (Kimden?) CHP liderliği, İslâmcılardan demokrasi çıkabilirmiş, Çiğdem Toker’in “2019 seçimlerinin adil ve eşit yapılacağına inanıyor musunuz?” sorusuna olumlu bir cevap verilebilirmiş gibi 2019’a kadarki yol haritasından söz ediyor. Muhalefetin, ana muhalefet partisinin politikalarının arkasındaki stratejiyi anlamak gittikçe zorlaşıyor.[354]

Kötümser olmak için daha fazla “gerekçe”ye ihtiyaç yokken; solun önüne acil siyasi görev olarak iç savaşın önlenmesini koymak, her şeyin baş aşağı duruşu gibidir. Bu saptama aynı zamanda AKP/Saray rejimi karşısında sürekli geri adım atan “aman dikkat” diyen bir çizgiyi beslemeye açıktır. Bugün halk muhalefetinin önündeki görev totalitarizme karşı mücadeledir, iç savaşı önleme mücadelesi değildir…

Totalitarizm, işçi sınıfına/halka karşı açılmış bir iç savaştır. Bugün muhalefetin önündeki görev diktatörlüğe karşı mücadeledir, iç savaşı önleme mücadelesi değildir.

Oğuzhan Müftüoğlu’nun da işaret ettiği üzere, “Bugünkü mevcut sisteme ve AKP tarafından yürütülen politikalara karşı radikal muhalefet yürütmeyen bir hareket başarılı olamaz.”[355]

Tam da bunun için kardeş kavgasına karşı sınıf mücadelesini yükseltmek gerekiyor.

Evet, elbette kardeş kavgasını engellemek gerekir. Bunun için daha büyük ve kapsayıcı bir mücadelede birleşmek şarttır. Bu mücadele sınıf mücadelesidir. Türkiye halkını birleştirecek şemsiye emektir. AKP grevleri yasaklarken pek memnun olan patronlar kulübünün OHAL kalksın demesinin kıymeti harbiyesi yoktur. ABD’nin, Avrupa’nın[356] demokrasi ve insan hakları söylemleri ikiyüzlüdür. Bel bağlanmamalıdır.

Her fikirden, inançtan, memleketten insanı bir araya getiren, birleştiren sınıf mücadelesidir.

Sınıf kavgası büyür ve ülkenin kaderinde belirleyici olursa kardeş kavgası ancak bu şekilde önlenir. Paramiliter çetelerin de, bunları kendine bahane edip yeni girişimler peşinde olanların planları da ancak bu şekilde kursaklarında bırakılır. Amerikancı askeri darbeye de, ülkeyi iç savaşa sürükleyecek paramiliter çetelere karşı da bizi yasa maddeleri değil, işçi sınıfının birliği koruyacaktır.[357]

Ve unutulmamalıdır ki sırf “demokrasi mücadelemizde” burjuvaziyi kaybetmemek adına sınıf mücadelesinin gereklerinden vazgeçmek ise pek akıl kârı olmayacaktır. Sonuçta adı geçen paramiliterler burjuvazinin değil, emekçilerin düşmanıdır ve bu düzenin değişmesinden sadece emekçilerin çıkarı vardır.[358]

O hâlde bir totalitarizme karşı bir cepheyi örerken unutmayalım: Bir zamanlar, “yetmez ama evet” ile darbeye karşı “demokrasi cephesi” kuran tipler, tam da Gül’ün adının tedavüle girdiği şu günlerde, “en geniş demokrasi cephesi” çağrısı yapıyorlar. Dün, ılımlı İslâm üzerinden demokratikleşme fantezisi gerçekleştiğinde, ortaya nasıl bir “canavar” çıktığını henüz unutmadık.[359]

Gerçeğe dönersek, tarih, başarılı “cephelerin”, belli sınıflar arasında bir pratikte, eylemlerde ortaya çıkmaya başlayan bir yakınlaşmanın, bu sınıfların temsilcisi partilerin siyasi etkinliklerini bu yakınlaşma üzerinden koordine etmeye başlamasıyla gerçekleşebildiğini gösteriyor.

Bugün Türkiye’de, muhalefet kanadında, sınıfsal bağlamda tanımlanabilir bir temsil ilişkisine sahip partiler, gruplar yok. Bu koşulda kimi “ünlü” bireylerin (hele siyasi pratikleri çoktan iflas etmişse) yaptıkları cephe çağrıları muhalefeti güçlendirecek sonuçlar üretemez, üretememiştir de… Ancak, dinci-totaliter bir rejimin inşasının tamamlanmasına seyirci kalmak da bir seçenek değildir. [360]

“İyi de ne olacak” mı?

Yargısı teslim alınmış, Meclis’i işlevsizleştirilmiş bu ülkede artık halkın kendi iradesine, kendi araç ve yöntemlerine ihtiyaç vardır

Saray rejimi bağlamında, AKP’nin geleceği ve 2019 hesapları için çok şey söylenebilir; zemin kaygan, arayışlar çok yönlü ama artık her koşulda hesaba katılması, akıldan çıkarılmaması gereken bir gerçeklik var. 2019’u ve hatta uyum yasalarını beklemeden OHAL koşullarında KHK marifetiyle başkanlığı hayata geçirme, yasal/kurumsal gereklerini tesis etme hâlindeki irade, aynı zamanda bir iç savaş olasılığını göze almış ve buna göre techizatlanmış durumda.

Bu koşullarda, olup biteni genelde dünyada özelde Ortadoğu’da yaşananlarla ilişkilendirmeden ele almak, eksik/yanlış görme olasılığını artırıyor. Irak ve Suriye’deki tablo, eğer lokal ve geçici bir savaşmış gibi değerlendirilmezse, Türkiye’nin neden oranın dışında değil içinde olduğu ve oradaki iklimden etkilenmeme olasılığının olmadığı, hatta giderek benzer süreçler yaşayabileceği görülür.

Bu genel tablonun içerisinde pek çok sorunla aynı anda muhatap edilen kitleler, öfkeli ama umutsuz; ezilenler üzerindeki basınç ve kuşatma, çözümün bir diğerinin sorununa yönelmekten, ortaklaşmaktan geçtiğini görebilmeyi dahi güçleştiriyor. Her kesim kendi sorunlarına boğulmuş, dolayısıyla da en dar sınırlarına hapsolmuş durumda. Bu nedenle somut, uygulanabilir, gerçekçi talepler/programlar üzerinden bağların kurulduğu bir çabaya hiç olmadığı denli ihtiyaç vardır.[361]

Bu doğrultuda bizi, gerçeklerin güçlendireceğini unutmadan “abartı”dan uzak duracağız!

Mesela “Anayasal değişikliğinin onaylandığı, gösteri ve yürüyüşlerin yasaklı olduğu, OHAL koşulları ve KHK ile geçen 2017’yi değerlendiren HDK Eş Sözcüsü Hamzaoğlu, her şeye rağmen ‘esasında tadını çıkaramadığımız bir zafer yılı’ diye özetledi ve 2018 mesajı ise; ‘Barış olmadan hiçbir şey olmaz’dı”[362] örneğindeki gibi…

Galiba en iyisi Nâzım Hikmet’in, “Yürümek;/ yürümeyenleri/ arkanda boş sokaklar gibi bırakarak,/ havaları boydan boya yarıp ikiye/ bir mavzer gözü gibi karanlığın gözüne/ bakarak yürümek!” dizelerindeki militan pratik…

Hayır, bu yolda sakın ola “Bizim insanımız başkaldırmaz” demeyin.

Sabrın da sınırı vardır. Dünya tarihini okuyun.

Daha da güçlüleri, zalimleri vardı. Ama kaybettiler. Hep kaybettiler.

Onlar da kaybedecekler; göreceksiniz.

Düşman hukuku uygulasalar da böyle olacak bu.

Tarihte yeterince örnek var. Hitler Almanyası’nda, Mussolini İtalyası’nda, Franko İspanyası’nda, dikta Arjantin’inde; bizde de 12 Mart’larda, 12 Eylül’lerde.

Bunlar da tarihte yaşandı; sonrası malum.

Evet, onlar da yollar yapmıştı, otoyollar yapmıştı; yüksek binalar ve saraylar yapmıştı. Ama bugün yalnız zulümleriyle anılıyor. Tarihin dersidir bu.

Derinlerden gelen uğultuyu duyuyor musunuz?

 

11 Ocak 2018 14:30:05, İstanbul.

 

N O T L A R

[1] 13 Ocak 2018 tarihinde Denizli’de Dev-Lis’in düzenlediği etkinlikte yapılan konuşma.

[2] “Doğru ile yalan bir arada bulunmaz.”

[3] Mehmet Y. Yılmaz, “Cumhurbaşkanı Haklı ‘Parlamenter Demokrasi Bitti’…”, Hürriyet, 16 Ağustos 2017, s.17.

[4] Emre Kongar, “… ‘Parlamenter’ Değil, ‘Paramiliter’ Demokrasi!”, Cumhuriyet, 26 Aralık 2017, s.2.

[5] Ece Zereycan, “Cumhuriyetin Sonunu Getirecek Ciddi Sorunlarla Karşı Karşıyayız”, Birgün, 13 Haziran 2017, s.19.

[6] Oğuzhan Kayserilioğlu, “Çıkmaz Sokakta Çırpınma”, 2 Ocak 2018… http://sendika62.org/2018/01/cikmaz-sokakta-cirpinma-oguzhan-kayserilioglu-465515/

[7] Yaman Törüner, “Kutuplaşmanın Boyutları”, Milliyet, 9 Şubat 2016, s.9.

[8] Nuray Mert, “Cumhuriyet Davası- Kültür Savaşları”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2017, s.9.

[9] Ergin Yıldızoğlu, “İki Türkiye Var”, Cumhuriyet, 24 Temmuz 2017, s.9.

[10] “15 Temmuz Anmaları Dünya Basınında: Bölünme Derinleşti”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2017, s.4.

[11] Bilgi Üniversitesi’nin araştırmasına göre, gençlerin kendi toplumsal gruplarının üstünlüğüne duydukları inanç arttıkça, diğer gruplara karşı ötekileştirme algıları yükseliyor. Gençlerin yüzde 90’ı kızlarının başka gruptan biriyle evlenmesini kabul etmeyeceğini söylüyor, yüzde 84’ü ise çocuklarının başka grupların çocuklarıyla arkadaşlığına bile karşı. (“Kamplaşma Tırmanıyor”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2017, s.6.)

[12] ‘The Times’, ‘Kaygılı Türkler Yunanistan’da Yeni Bir Yaşam Arıyor’ başlıklı haberinde, çok sayıda vatandaş ile işadamının Yunanistan’a yerleşebilmek için nabız yokladıklarını belirtiyor. (“The Times Duyurdu: ‘Kaygılı Türkler’ Buraya Yerleşmeye Hazırlanıyor”, Cumhuriyet, 3 Mayıs 2017, s.9.)

[13] Sebahat Karakoyun, “AKP’nin Seçmeni Bile Kutuplaşmadan Yakındı”, Birgün, 8 Temmuz 2017, s.9.

[14] “Doç. Dr. Selin Sayek Böke: OHAL Kadını Vuruyor”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2017, s.9.

[15] Ergin Yıldızoğlu, “Dikkat! Çok Önemli Bir Sorun!”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2017, s.9.

[16] Şaban İba, “OHAL’siz, KHK’sız, AKP’siz Türkiye”, Özgürlükçü Demokrasi, 26 Aralık 2017, s.6.

[17] Güray Öz, “Geriye Ne Kalır?”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2017, s.7.

[18] “1 Yıllık OHAL 12 Eylül’ü Geçti”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2017, s.6.

[19] “CHP’den 1. Yılında OHAL Raporu: 50 Bin Tutuklu, 111 Bin İhraç”, Cumhuriyet, 21 Temmuz 2017, s.5.

[20] Burcu Karakaş, “Rapor: OHAL Tutuklularının Yüzde 16’sı İntiharı Düşündü”… http://www.dw.com/tr/rapor-ohal-tutuklularının-yüzde-16sı-intiharı-düşündü/a-41945448

[21] Ayşe Yıldırım, “OHAL Rahatça Öldürür!”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2017, s.13.

[22] Hasret Gültekin Kozan, “Gözaltına Alınan Posco İşçileri ve Sendikacılar Serbest”, Evrensel, 27 Aralık 2017, s.6.

[23] Zehra Özdilek, “OHAL İstismarı”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2017, s.12.

[24] İhsan Çaralan, “OHAL’e Karşı Mücadelede Yeni Adımlar İhtiyacı”, Evrensel, 27 Aralık 2017, s.3.

[25] https://www.org.tr/aralikinsan- haklari-gunu-ihd-tihv-ortakaciklamasi/

[26] Ahmet İnsel, “İstibdat Rejimi Manzarası”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2017, s.11.

[27] Fundanur Öztürk, “İnteraktif: 15 Temmuz Darbe Girişimi Sonrası İlan Edilen OHAL Üniversiteleri Nasıl Etkiledi?”, BBC Türkçe… http://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-40567898

[28] Sinan Tartanoğlu, “OHAL’de Demokrasi Tablosu: 17 Ayda 30 KHK”, Cumhuriyet, 26 Aralık 2017, s.6.

[29] 696 sayılı KHK ile ek yapılan 8 Kasım 2106 tarihli KHK (Kanun Hükmünde Kararname)nin 37. Maddesi; “15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hâl süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.”

Özellikle 1930 Haziran ve sonrasında yaşanan bu katliamlar nedeniyle yayımlanan KHK ile katliamlara karışmış resmi ve sivil bütün güçler yargılamadan muaf tutulurlar, yaptıkları suç sayılmaz!

“Kanun No: 1850

Kabul Tarihi: 20/7/1931

Madde 1- Erciş, Zilan, Ağrıdağı havalisinde vuku bulan isyanla, bunu müteakip birinci umumî müfettişlik mıntıkası ve Erzincan’ın Plümür kazası dahilinde yapılan takip ve tedip hareketleri münasebetlerile 20 Haziran 1930 dan 1 kânunuevvel (Aralık) 1930 tarihine kadar askerî kuvvetler ve Devlet memurları ve bunlarla birlikte hareket eden bekçi, korucu, milis ve ahali tarafından isyanın ve bu isyanla âlakadar vak’aların tenkili (herkese örnek olacak ceza) emrinde gerek müstakillen ve gerek müştereken işlenmiş ef’al (iş, eylem) ve harekât suç sayılmaz.” (Nami Temeltaş, “Son KHK (696/121) ve Ağrı Dağı”, 31 Aralık 2017… http://noktahaberyorum.com/son-khk-696-121-ve-agri-dagi-nami-temeltas.html)

[30] “Hitler, AKP’nin 696 sayılı ‘İç Savaş KHK’si’ni 1934’te İmzalamış”, 25 Aralık 2017… http://sendika62.org/2017/12/hitler-akpnin-696-sayili-ic-savas-khksini-1934de-imzalamis-463883/

[31] Alp Altınörs, “İç Savaş KHK’ları”, Özgürlükçü Demokrasi, 28 Aralık 2017, s.10.

[32] Hukukçular, kanun hükmünde kararname ile 15 Temmuz ve devamı niteliğindeki olaylara müdahale eden sivillere dokunulmazlık getirilmesi, tutuklu ve hükümlülere tek tip kıyafet giydirilmesi, yüksek yargıdaki üye sayısının artırılması ve savunma hakkının kısıtlanmasını “hukuk devletinin sonu” olarak değerlendirdi. Düzenlemenin ucunun açık olduğunu, gelecekte yaşanacak eylemleri de kapsayacağını vurgulayan hukukçular, bu durumda Gezi tarzı eylemlerde halkın karşı karşıya getirileceğini kaydetti. Paramiliter güçlerin de bu düzenlemeyle birlikte ortaya çıkacağını ve saldırı için hazır bekleyeceğini kaydeden hukukçular, KHK ile yaratılan hukuk dışı düzenin sorumlusunun KHK’leri denetlemeyen Anayasa Mahkemesi olduğunu kaydetti. Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran, KHK ile 15 Temmuz’a müdahale eden sivillere cezasızlık maddesinin ucu açık bırakıldığını belirterek, hukuk devletinde böyle bir düzenleme olmayacağını kaydetti. (Alican Uludağ, “Hukuk Devletinin Sonu”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2017, s.6.)

[33] Alican Uludağ, “Hukuk Rafa Kalktı”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2017, s.4.

[34] Emine Kaplan-Sinan Tartanoğlu, “Saray Savunma Sanayi”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2017, s.5.

[35] Şehriban Kıraç, “Devlet 92 Bin Kişiyi Kapıya Koydu”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2017, s.9.

[36] “DİSK Genel Başkanı Kani Beko: KHK ile Yol Kapandı”, Cumhuriyet, 26 Aralık 2017, s.8.

[37] Mustafa Çakır, “Sendikaların Eli Kolu Bağlanıyor”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2017, s.9.

[38] Ergin Yıldızoğlu, “Son KHK Neyin Semptomudur?”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2017, s.9.

[39] Geçerken aktaralım: Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanvekili Ali Koç, Washington’da “Kur’an Sanatı” sergisinin açılışında konuşuyor: “İslâm hoşgörü dinidir. İnsani değerleri, sevgiyi, birliği yüceltir. Ancak maalesef bugün Müslümanlığın Batı’da algılanışı, bu hümanizm ve hoşgörü anlayışından çok uzak. İslâm dininin ve 1.7 milyar Müslümanın terörle ve şiddetle bağdaştırılmaya çalışılması elbette bizleri hem üzüyor hem de kaygılandırıyor” (Cumhuriyet, 21 Ekim 2015).

Doğan Holding Yönetim Kurulu Üyesi, Hürriyet Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı konuşuyor: “İslâmofobi zehirdir ve yenmek gerekir. DAEŞ ve El Kaide gibi örgütler İslâm’ı ve Müslümanlığı temsil etmez. İslâmofobi endişesi esasen Batı karşıtlığını da körüklüyor. Bu kavramın kullanılmasıyla nefret söylemi de yaygınlaşıyor, o yüzden bu kavramın ve yarattığı endişenin mutlaka ortadan kaldırılması lâzım” (akt. Fikret Bila, “İslâmofobinin Politik Sorumluluğu”, Hürriyet, 22 Ekim 2016). Sabancı ailesinin 3’üncü kuşak temsilcilerinden DEMSA Holding kurucusu Demet Sabancı, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye’ye yönelik yurtdışı algısını değiştirme ihtiyacına binaen konuşuyor:

“Ne yapılsa az gelir. İçine itildiğimiz durumu herkes kendi alanında dünyaya anlatmalı. Ben şahsen bu süreçte maksimum gayret göstermeye çalışıyorum. Sanırım küresel bir güç mücadelesi yaşanıyor ve Suriye bunun için sadece bir gerekçe. Türkiye’nin güçlü durması lazım. Bana göre dışarıda yapılacak her türlü çalışma önemli ama asıl çabayı vatandaşlarımızın birlik ve beraberliği için göstermeliyiz” (aktaran: Elif Ergu, “Cumartesi Sohbetleri”, Hürriyet, 22 Ekim 2016).

Doğuşunu, serpilmesini ve kökleşmesini Kemalist Cumhuriyet’e borçlu laik burjuvazi post-Kemalist ve neo-Osmanlıcı “Yeni Türkiye”ye intikalinin tiradı olarak kayıt düşülebilecek sözler bunlar. (Tayfun Atay, “Laik Burjuvazimizin Kabuk Değişimi”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2016, s.15.)

[40] Selda Güneysu, “… ‘Yıkımı’ İtiraf Etti”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2017, s.4.

[41] Melih Altınok, “Yeni Bir Dünya Kuruluyor Biz de Orada Yerimizi Alıyoruz”, Sabah, 26 Nisan 2017, s.6.

[42] İklim Öngel, “IŞİD Nietzsche’nin Askerleri”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2015, s.15.

[43] “Bakanlar Kurulu’ndan ‘Hikmetyar’ Kararı”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2017, s.4.

[44] Emine Kaplan, “YSK’ye 2019 Kılıfı”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2017, s.4.

[45] Emine Kaplan, “Gerekçe İçtüzük… Erdoğan Sorusu Soramazsınız!”, Cumhuriyet, 1 Ocak 2018, s.4.

[46] Sinan Tartanoğlu, “İspiyonculuk Kurumsallaşıyor”, Cumhuriyet, 4 Mart 2016, s.6.

[47] Fevzi Kızılkoyun, “Gözaltına Alacak Silah Kullanacak”, Hürriyet, 16 Ağustos 2017, s.6.

[48] “Koza İpek’in Malikanesinin Duvarı Mehter Marşı Eşliğinde Yıkıldı”, Birgün, 8 Eylül 2016, s.7.

[49] Sinan Tartanoğlu, “MİT SARAY’a Bağlandı”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2017, s.4.

[50] Sinan Tartanoğlu, “KHK Devleti”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2017, s.4.

[51] Din her zaman bir egemenlik aracı olmuştur. Sömürüyü, yağma ve talanı, baskıyı ve zulmü meşrulaştırmanın etkin bir aracı olmuştur. Bir de tabii dinin bireyi ve bireyin özel yaşamını angaje eden yanı var… Son tahlilde din bir ideolojidir ve yoruma tabidir. O işi de burnundan kıl aldırmayan din âlimleri, ulema yapıyor. Dolayısıyla, yazılı, başı-sonu belli uyulması gereken evrensel değerlere ve kurallara orada yer yoktur. Yorum daima iktidardakilerin, güç ve iktidar sahiplerinin çıkarını gözetecek şekilde yapılır… Ulema tayfasının el üstünde tutulmasının nedeni budur… Yoksullardan/ezilenlerden yana tavır koyana asla yaşama şansı tanınmaz… Mesela Serez Çarşısında asılır… (Fikret Başkaya, “Neden Hilafeti İhya Etmek İstiyorlar?”, 28 Aralık 2017… http://www.soldefter.com/2017/12/28/neden-hilafeti-ihya-etmek-istiyorlar-fikret-baskaya/)

[52] Ergin Yıldızoğlu, “Yoğun Gündem, El Yakan Sorular”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2017, s.9.

[53] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Oyunun Sonu’ ve Godot’ya Dair…”, Cumhuriyet, 21 Eylül 2017, s.9.

[54] Mehmet Tezkan, “Menzilciler Dünün Fethullahçıları!”, Milliyet, 4 Kasım 2016, s.5.

[55] Hazal Ocak, “FETÖ’den Alıp Ensar’a Verdiler”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2017, s.4.

[56] Hazal Ocak, “Spor Alanı Cemaate Feda”, Cumhuriyet, 20 Mayıs 2017, s.5.

[57] Mustafa Mert Bildircin, “FETÖ’den Boşalan Yerler Yeni Tarikatlarla Dolduruldu”, Birgün, 11 Ağustos 2017, s.13.

[58] Ozan Çepni, “Diyanet Faaliyet Alanı Genişledi: Evde, Fabrikada, Belediyede, Poliste Din Eğitimi”, 11 Ocak 2018… http://siyasihaber3.org/diyanet-faaliyet-alani-genisledi-evde-fabrikada-belediyede-poliste-din-egitimi

[59] Sinan Tartanoğlu, “Müftülük Nikâhına 21.5 Milyon Lira”, Cumhuriyet, 2 Kasım 2017, s.4.

[60] Yakup Kepenek, “Devlet Yönetimi Biçimleniyor!”, Cumhuriyet, 4 Aralık 2017, s.13.

[61] Funda Öztürk, “Diyanet’in Son 10 Yılda Tartışma Yaratan Fetva ve Açıklamaları!”… http://www.halkinbirligi1.net/kadin-ve-cocuk-dusmani-diyanet-kapatilmalidiyanetin-son-10-yilda-tartisma-yaratan-fetva-ve-aciklamalari/

[62] “Hükümet, Laik Hukuk Devletini Unuttu Diyanet Fetvasını Savundu”, Cumhuriyet, 5 Ocak 2018, s.14.

[63] Sinan Tartanoğlu, “RTÜK’te Skandal Tartışma: Şortlu Çocuk Tahrik Edermiş!”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2017, s.13.

[64] Sinan Tartanoğlu, “Şorta Cezayı Bakanlık İstemiş”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2018, s.11.

[65] “Arabulucular da İmam!”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2017, s.6.

[66] “Ve Böyle Buyurdu Müftü!”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2018, s.10.

[67] Mustafa Mert Bildircin, “7 Yaşındaki Çocuklara Kâbe’yi Tavaf Ettirdiler”, Birgün, 23 Mayıs 2017, s.3.

[68] Gülseven Özkan, “… ‘Kapanma Partisi’ne Garip Savunma: Öğrenciler İstemiş”, 30 Aralık 2017… http://www.hurriyet.com.tr/kapanma-partisine-garip-savunma-ogrenciler-istemis-40695395

[69] “Okullara ‘Mevlid-i Nebi’ye Katılım Emri Gönderildi mi?”, Evrensel, 30 Kasım 2017, s.2.

[70] Selda Güneysu, “Turizm Liselerinde ‘Bar’ Neden Kalktı”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2017, s.6.

[71] “Okullara ‘Yılbaşını Kutlamayın’ Yazısı!”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2017, s.6.

[72] “Liseli Çocuklara ‘Cennete Otostop’: Huzur Cihatçı Taliban’daymış”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2017, s.6.

[73] Hazal Ocak, “Zeytinburnu Belediyesi ‘Yaşam Tarzı’ Dayatıyor: Havuz Yasak Mescit Şart”, Cumhuriyet, 7 Aralık 2017, s.3.

[74] Ahmet Hakan, “İşleri Güçleri Kızlar ve Kızların Giydiği Pantolonlar”, Hürriyet, 25 Eylül 2017, s.4.

[75] Melis Alphan, “Bir Gün Bu Ülkede Kadınların da Sözü Dinlenecek”, Hürriyet, 16 Eylül 2017, s.8.

[76] Fırat Kozok, “RTÜK’ten ‘Şehvetli Okşama’ Cezası”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2015, s.6.

[77] Abidin Yağmur, “Yeni Subay Kriterleri: Kur’an Bilgisi ve Gezi”, Cumhuriyet, 12 Kasım 2017, s.6.

[78] Mustafa Çakır, “Milyonlarca Aday KPSS ile İşe Girmeye Çalışırken, Mülakatla Vaiz Alınacak”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2017, s.2.

[79] Mustafa Çakır, “Ucube Mülakat”, Mustafa Çakır, “Mülakata Protesto”, Cumhuriyet, 8 Ağustos 2017, s.10.

[80] “Kütüphanelerden 139 Bin 141 Adet Kitap Toplatıldı”, Birgün, 13 Ekim 2017, s.2.

[81] “… ‘İK’da Astroloji’ Tezi Sosyal Medyada Tepki Çekti”, Hürriyet, 9 Ocak 2018… http://www.hurriyet.com.tr/ikda-astroloji-tezi-sosyal-medyada-tepki-cekti-

[82] “… ‘TÜBİTAK Projesi’ Denilerek Bu Soruları Sormuşlar!”, 9 Ocak 2018… http://www.hurriyet.com.tr/tubitak-projesi-denilerek-bu-sorulari-sormuslar-40704904

[83] Tayfun Atay, “Kültürel İktidar(sızlık) Meselesi”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2017, s.6.

[84] Ergin Yıldızoğlu, “İktidar ve Kültür”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2017, s.9.

[85] Sinan Tartanoğlu, “Sınırsız Muhafazakârlık”, Cumhuriyet, 29 Ekim 2017, s.17.

[86] “Şortlu Kadın Terzi’ye Otobüste Tekme Davası 8 Mart’a Ertelendi”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2017, s.3.

[87] “Kocaeli: Otobüste Öğrencilere Saldırı”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2017, s.3

[88] “Metro Turizm Otobüsünde Rezalet: Muavin, Hamile Kadına Saldırdı”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2017, s.3.

[89] “Hastalıklı Dayanışma!”, Cumhuriyet, 31 Aralık 2017, s.6.

[90] Mustafa Mert Bildirici, “Kadın Düşmanlığı Yetmedi Torpile ‘Caiz’ Fetvası Verdi”, Birgün, 25 Kasım 2017, s.7.

[91] “Taciz Etti, Şeriat Mahkemesi İstedi”, Cumhuriyet, 7 Ocak 2018, s.3.

[92] Nermin Pınar Erdoğan, “Cinsel Kimliğime Mobbing”, 31 Aralık 2017… http://www.hurriyet.com.tr/cinsel-kimligime-mobbing-40695440

[93] “Nuh Tufanı Hakkında En Tuhaf İddia… TRT’de Yayınlandı”, Hürriyet, 5 Ocak 2018… http://www.hurriyet.com.tr/nuh-tufani-hakkinda-en-tuhaf-iddia-trtde-yayinlandi-40701090

[94] Mustafa K. Erdemol, “Türkiye ‘İnsanlığın Lüzumu Yok’ Dedi”, Birgün, 27 Mayıs 2016, s.5.

[95] Ahmet İnsel, “Otokrasi: Seçimli mi Seçimsiz mi?”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2017, s.11.

[96] Sezgin Tanrıkulu, “KHK ile Devletin Tasfiyesi”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2017, s.13.

[97] Emre Kongar, “Anayasa Mahkemesi ve Linç KHK’si”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2017, s.2.

[98] Kansu Yıldırım, “Liberal Otoriteryan Legalizme Karşı ‘Hukukun Üstünlüğü’ mü?”, Birgün Pazar, Yıl:14, No:561, 10 Aralık 2017, s.2.

[99] “CHP’li Vekilden Çarpıcı İddia: AKP’li 800 Avukat Hâkim Yapıldı”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2017, s.4.

[100] “Yüksek Yargıya ‘İlahiyat’ Çalımı”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2018, s.10.

[101] Selahattin Demirtaş’ın, milletvekili olmasına rağmen ve milletvekili görevini yerine getirirken yaptığı konuşmalar nedeniyle tutuklu yargılanmanıza yapılan itirazı Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu reddetti. Bu kararın benzer durumdaki diğer milletvekilleriyle ilgili pilot karar oluşturduğu belirtildi. Bu AYM kararı, bu konuda daha önce aynı mahkemenin verdiği aksi yöndeki kararla da karşılaştırıldığında, Türkiye’de hâlen düşman ceza hukuku ilkelerinin vatandaş ceza hukuku ile yan yana uygulandığını gösteriyor. Alınan karar, yürürlükteki olağanüstü hâl anayasa yargısı tarafından bunun yeniden tescil ve ilan edilmesi anlamına geliyor. Düşman ceza hukukunun temel özelliği, fiil veya kusur merkezli ceza hukuku yerine, fail merkezli ceza hukukunun yürürlükte olmasıdır. Bugün bir yanda vatandaşlara tanınan temel hak ve özgürlüklerin korunmasına dayanan bir ceza hukuku kısmi de olsa yürürlükte. Diğer yanda, tam anlamıyla yurttaş olarak kabul edilmeyen ama bundan tamamen dışlanmayan kişilere karşı uygulanan düşman ceza hukuku giderek genişleyen bir çevreye uygulanıyor. (Ahmet İnsel, “Demirtaş Kararı ve Düşman Ceza Hukuk”, Cumhuriyet, 23 Aralık 2017, s.11.)

[102] “Hatay TEM’den Yargısız İnfaz: Polis Demirtaş’ı Terörist İlan Etti”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2017, s.4.

[103] “Gazi Mahallesi’nde 2 Genci Öldüren Polislere OHAL Kalkanı”, Cumhuriyet, 5 Ocak 2018, s.11.

[104] Cihangir, 31 Ocak’ta başlayan, peş peşe üç kez yaşanan ve asker uğurlaması denilerek geçiştirilen gövde gösterisiyle gündeme gelmişti. Tophane’den geldiği söylenen gruplar, kafelerde oturanlara küfürler ediyor, sağa sola ateş açıyordu. Roma Park’ın merdivenlerinde içki içenlere yönelik de saldırı olmuştu. Polisler bir süre Firuzağa Camisi önünde nöbet tutmuştu. (Hilal Köse, “Cihangir’de Silahlı Taciz Timi İşbaşında”, Cumhuriyet, 10 Haziran 2016, s.3.)

[105] Hüseyin Şimşek, “Yöneticileri IŞİD’den Tutuklu Ama Dernek Açık”, Birgün, 25 Kasım 2017, s.7.

[106] Canan Coşkun, “Yargının Büyük Çelişkisi”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2017, s.10.

[107] Ahmet İnsel, “Devlet Terörü”, Cumhuriyet, 9 Eylül 2017, s.12.

[108] Seyhan Avşar, “Duyumla Attık”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2017, s.10.

[109] Maile Ariç, İzmir Bayraklı Sosyal Güvenli Kurumu’nda 23 yıllık memur, Mustafa Benli ise Mardin Vergi Dairesi’nde 14 yıllık memurken KHK ile ihraç edildiler. Ariç ihraç edildikten sonra semt pazarında gözleme yapıp satmaya başladı. Benli ise zeytinyağı satarak geçimini sağlıyor. Ariç, “İhraç edildiğimde AKP’li biri ‘Oh ne iyi yaptık. Bunlara çobanlıkta yaptırmazlar’ dedi. Sadece sosyal dışlanmışlığın değil bizi açlıkla terbiye etmek istediklerinin kanıtıydı. O insanların ağzından çıkan söz ile ihraç edildik” dedi. (“Bizi Açlıkla Terbiye Etmeye Çalışıyorlar”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2018, s.6.)

[110] Alican Uludağ, “KHK’liye Rahat Yok…”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2018, s.6.

[111] “Ankara Valiliği’nden LGBTİ’ye Süresiz Yasak”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2017, s.3.

[112] “Latuff’a Engelleme Talebi”, Cumhuriyet, 19 Aralık 2017, s.11.

[113] “Çankırı’da Polislerden Gençlere ‘Uzun Saç’ Dayağı…”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2018, s.11.

[114] “Her Ölüme Tören mi Yapacağız”, Radikal, 24 Mayıs 2014, s.12-13.

[115] “Polisten Çiftçiye Yumruk: Haram Zıkkım Olsun AKP’ye Verdiğim Oy…”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2016, s.3.

[116] “Polis Karakola Sığınan Kadına Tecavüz Etti İddiası”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2016, s.3.

[117] Elif Ekin Saltık, “AVM’de Çocuğa Çıplak Arama Skandalı”, Evrensel, 7 Aralık 2016, s.2.

[118] Sedat Kurt, “Polis Tatili Kâbusa Çevirdi”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2013, s.12.

[119] Fevzi Kızılkoyun, “GAMER’in Gözü Üzerimizde”, Hürriyet, 17 Aralık 2017… http://www.hurriyet.com.tr/gamerin-gozu-uzerimizde-40680708

[120] “Demirtaş: Yükselen Gerilim Etnik Savaşa Dönüşebilir”, Birgün, 14 Haziran 2017, s.11.

[121] Ali Sirmen, “Kürtler Giremez!”, Cumhuriyet, 17 Eylül 2016, s.4.

[122] “OHAL Karanlığı”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2017, s.7.

[123] Habere göre Bitlis’te Kutlu Doğum Haftası kutlamaları sırasında panzer olarak bilinen bir TOMA’dan (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) halkın üzerine gülsuyu sıkılmıştı. Polisin tazyikli su sıktığını sanan Bitlisliler panik yaşayarak kaçmaya başlamış ama ellerindeki gülleri vatandaşlara dağıtan emniyet görevlilerini fark edince işin aslını anlamışlardı.

İlk bakışta mizah sitesi “zaytung”a ait gibi görünen bu fotoğraf ve haber hayli kuşku uyandırıcıydı. Lakin panzerin önünde, ellerinde bir demet gül olduğu hâlde yürüyen ve halkı selamlayan devlet erkânı, manzaranın absürtlüğüne karşı bizi ciddiyete davet ediyordu.

Toplumsal barışı ve kardeşliği kutlarken bir yandan gül dağıtılıyor, gülden mahrum kalanlar panzerden sıkılan gülsuyu marifetiyle kutlanıyordu. Ortaya çıkan manzara, “iyi ki paskalya değil, ya vatandaşa yumurta atsaydılar” diye düşündürse de mantığın bir anlık çöküşü bu fotoğrafı gerçek kılıyordu.

Barışa katkısını TOMA’lardan gülsuyu sıkarak ortaya koyan bürokrasinin düşünce sistematiğini anlamak mümkün değil. Ama geçmişte hayli travmatik anılar yaratan araçların “barış ve kutlama” adına kullanılırken bölge insanı için “buradayız” mesajı olarak algılanacağı da aşikâr. (Gökçe Aytulu, “Gül Sıktım Yollarına”, Radikal, 21 Nisan 2013, s.21.)

[124] “Hastaya Irkçı Saldırı”, Gündem, 25 Mart 2016, s.3.

[125] Meclis’te bütçe görüşmeleri sırasında HDP milletvekili ve sözcüsü Osman Baydemir konuşmasında “Ben Kürt halkının bir evladı olarak, Kürdistan’dan gelen bir temsilci olarak…” diye başlayan bir cümle kurdu.

Meclis’in o günkü oturumunu dostları ile, çevresi ile, sofrası ile, giyimiyle, kuşamıyla, yaşam tarzıyla beyaz Türklerin içinden çıkıp, AKP saflarına katılıp Meclis Başkanvekilliği gibi etkisiz ama fiyakalı bir görevle ödüllendirilen bir kadın siyasetçi yönetiyordu.

Baydemir’in içinde Kürdistan terimi geçen cümlesinin üstüne atladı ve güya sordu: -Türkiye’de Kürdistan diye coğrafi ve siyasi bir tanımlama yoktur. Siz nereyi kastettiniz?

Meclis Başkanvekilesi herhâlde partisinin Reis’ini mutlu etti ama aynı zamanda istemeden verdiği pasla Baydemir’in golü atmasına da engel olamadı. Baydemir elini kalbinin üstüne koydu ve “Kürdistan neresidir” sorusunu yanıtladı: -İşte Kürdistan burası…

Sonrasını biliyorsunuz. AKP ve koltuk değneği MHP milletvekillerinin oylarıyla Baydemir iki oturum uzaklaştırma cezası aldı. Cezanın gerekçesi pek kısa: Kürdistan sözcüğünü kullanmak… (Aydın Engin, “Kürsistan, Lazistan, Dersim…”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2017, s.16.)

[126] Mahmut Lıcalı-Selda Güneysu, “… ‘Kürdistan’ Cezası”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2017, s.5.

[127] “Kayyım Çalışıyor… İsimlerine Bile Tahammül Yok”, Cumhuriyet, 2 Ekim 2017, s.10.

[128] “Valilik’ten Skandal ‘Dilşa Ak’ Savunması”, Cumhuriyet, 22 Şubat 2016, s.5.

[129] “Tehlikeli Gerginlik… İlçe Sabaha Kadar Uyumadı”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2017, s.11.

[130] “Yalova’da Irkçı Saldırı… Dehşetin Tanığı Anlatıyor”, Cumhuriyet, 23 Haziran 2015, s.3.

[131] Arif Kızılyalın, “Celal Doğan: ‘Fenerbahçeliyim ve Yurtseverim’…”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2016, s.17.

[132] “Protokolde Linç Girişimi: Amedsporlu 5 Yönetici Hastaneye Kaldırıldı”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2016, s.3.

[133] “Tek ‘Suçu’ Mendil Satmak…”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2017, s.3.

[134] “İzmir’de Göçmenlere Linç: Suriyelilerin Çadırlarına Sopalarla Baskın”, Cumhuriyet, 9 Nisan 2017, s.6.

[135] Hayrettin Karaman, “Gâvurdan Dost Domuzdan Post Olmuyor”, Yeni Şafak, 18 Ağustos 2017, s.2.

[136] Hüsnü Öndül, “Evrensel Bildiri’nin 69. Yılında Durum”, Evrensel, 14 Aralık 2017, s.2.

[137] “İHD ve TİHV: En Ağır İhlâl Tablosuyla Karşı Karşıyayız”, Birgün, 10 Aralık 2017, s.5.

[138] Ayn Rand, “Bireysel haklar halk oylamasına tabi değildir; çoğunluk, bir azınlığın haklarını oylarıyla yok edemez. Hakların politik fonksiyonu azınlığı çoğunluğun baskısından korumaktır. Ve unutmayalım ki en küçük azınlık bireyin ta kendisidir,” derken; Thomas Paine’in ‘İnsan Hakları’ başlıklı yapıtında özgür bir ülkenin, kişiler tarafından değil, doğal hakları garanti altına alan, bu anlamda adil olan yasalar tarafından yönetilmesi gerektiğini belirterek ekler: “Seçimle işbaşına gelme sistemi de, eğer sonunda iş başına gelen sınırsız yetki kullanacaksa, doğal hakları ihlâl edecekse, fiiliyatta monarşidir, mutlakıyettir. Seçimle işbaşına gelen sınırsız egemenlik kullanacaksa aynı anlamda ve aynı derecede despotik bir yönetim kuruyor demektir.” (Thomas Paine, İnsan Hakları, Çev: Mehmet Osman Dostel, İletişim Yay., 2017.)

[139] Kayhan Ayhan, “İnsan Hakları İzleme Örgütü: Türkiye En Ağır Krizine Girdi”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2017, s.13.

[140] “Uluslararası Af Örgütü: 2016 Yılı Sefalet ve Korku Yılı Oldu”, Evrensel, 23 Şubat 2017, s.3.

[141] “Freedom House Raporu: 6 Bin ‘AK Troll’ Sosyal Medyayı Manipüle Etti”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2017, s.10.

[142] Kemal Göktaş, “Cizre’ye İnfaz Raporu: 66 Sivil Öldürüldü”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2016, s.6.

[143] Nuri Akman, “Bir Yılda 451 Yargısız İnfaz”, Özgürlükçü Demokrasi, 13 Aralık 2016, s.10.

[144] Duygu Güvenç, “BM’den Türkiye’ye: Kayıplar İçin Mekanizma Kur”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2017, s.5.

[145] “İşkenceye Dair İddialar Aciliyetle Soruşturulsun”, Birgün, 13 Ekim 2017, s.13.

[146] Meriç Tafolar, “İddia Boyutunda Kalsa Bile İşkence Soruşturulmalı”, Milliyet, 19 Eylül 2016, s.15.

[147] Seyhan Avşar, “Nezarethanede ‘Pet Şişe’ Rövanşı”, Cumhuriyet, 8 Eylül 2016, s.5.

[148] bkz. www.hrw.org/ tr/report/2017/10/12/310066

[149] Ahmet İnsel, “İşkenceye Geniş Tolerans Zamanı”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2017, s.11.

[150] “Alevîlere Yönelik Baskıların 1 Yıllık Bilançosu Ağır…”, 11 Aralık 2017… http://demokrasi44.com/2017/12/11/Alevîlere-yonelik-baskilarin-1-yillik-bilancosu-agir/

[151] Seyhan Avşar, “Kelepçe İşkencesi”, Cumhuriyet, 11 Ağustos 2017, s.10.

[152] Alican Uludağ, “Urfa TEM’de İşkence İddiası: Elektrik Verip Dövdüler”, Cumhuriyet, 4 Aralık 2017, s.5.

[153] “İstanbul’da Polis İşkencesi İddiası”, Evrensel, 15 Temmuz 2016, s.4.

[154] “Karakolda Şişeli İşkence İddiası”, Cumhuriyet, 13 Kasım 2014, s.15.

[155] Hilal Köse, “OHAL Zırhıyla Üç Gün İşkence”, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2016, s.4.

[156] Afganistanlı sığınmacı Lütfullah Tacik adlı çocuğun, Van Emniyet Müdürlüğü Yabancılar Şubesi’nde dövülerek öldürülmesine ilişkin soruşturmada bir dizi hak ihlâli saptandı. Avukat Mahmut Kaçan’ın 19 Haziran 2014’de Van Başsavcılığı’na sunduğu dilekçeye göre, Tacik’in öldürülmesinde baş şüpheli olan S.O. adlı polisin hâlen ifadesi alınmadı. Olayın görgü tanığı olan Tacik’in 6 arkadaşının ifadeleri, şüpheli polis ve arkadaşlarının çalıştığı Yabancılar Şubesi’nde, bu şubenin görevlilerince alındı. Tacik’in dövüldüğü gün Yabancılar Şubesi’nde tutulan sığınmacıların tümü bırakıldı. Delillere müdahale edildi. (İsmail Saymaz, “Afgan Çocukların İfadesini O Şube Aldı”, Radikal, 20 Haziran 2014, s.9.)

[157] “Yabancılar Şubesi’nde Dövülen Çocuk Öldü”, Cumhuriyet, 19 Haziran 2014, s.8.

[158] Hilal Köse, “Gözaltında Ağır İşkencenin Kan Donduran Raporu: Savcılık Soruşturma Başlattı”, Cumhuriyet, 5 Haziran 2016, s.3.

[159] “Diyarbakır’da Emniyette Levyeli İşkence”, Evrensel, 1 Ağustos 2015, s.7.

[160] Ahmet Şefik-Sibel Bahçetepe, “Öğrencilere 12 Eylül İşkencesi: Ölürüm Türkiye”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2015, s.4.

[161] Hilal Köse, “… ‘Faili Meçhul’ İşkence”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2017, s.11.

[162] İşkence suçundan 178 ülkede ‘kırmızı bülten’le aranan polisin İngiltere’de kurduğu yeni hayatı Dışişleri’nin bildiği ortaya çıktı. Gözaltında öldürülen sendikacı Süleyman Yeter’in bir numaralı faili olduğu savıyla 13 yıldır kırmızı bültenle 178 ülkede aranan Komiser Yardımcısı Ahmet Okuducu’nun izi İngiltere’de çıktı. Okuducu’nun, dört bir yanda ‘arandığı’ dönemde yurtdışına çıkıp nüfus kaydı yaptırdığı ve İngiltere’de olduğunun Dışişleri Bakanlığı’nca bilindiği anlaşıldı. Aynı tarihlerde Okuducu’un evlendiği, üç çocuk sahibi olduğu, ikisinin İstanbul, birinin Adana’da nüfusa kaydolduğu da anlaşıldı. Avukat İbrahim Ergün, sanık Okuducu’nun İngiltere’deki Türk Konsolosluğu’na giderek işlem yaptırdığını söyledi. (İsmail Saymaz, “İşkenceciye ‘Kırmızı’ Zırh!”, Radikal, 14 Şubat 2012, s.10-11.)

[163] Hilal Köse, “İşkenceciye Sahte Kimlik Emniyet’ten”, Cumhuriyet, 9 Haziran 2017, s.11.

[164] Hilal Köse, “Roza’sıyla Oynayamıyor”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2016, s.4.

[165] “Polis: Kafana Sıkarım”, Cumhuriyet, 25 Ekim 2014, s.3.

[166] İzmir’de, polisin açtığı ateş sonucunda ölen oğlu Baran Tursun adına kurduğu vakfın internet sitesinde, 2007 yılından bu yana polis şiddeti sonucunda ölenlerin isimlerini içeren liste, Emniyet Genel Müdürlüğü’nü (EGM) rahatsız etti. EGM, hakkında hiçbir resmi yalanlama olmamış haberlerden yola çıkılarak hazırlanan listenin kaldırılıp kendi tekzibinin yayınlanmasını istedi. Oğlunun ölümünden sonra hem kendisi hem de ailesi polislerle mahkemelik olan Tursun, listeyi kaldırmaya reddetti. Tursun, “Korkutulmak ve sindirilmek istendiğini” söylüyor. (İsmail Saymaz, “Emniyet: O Listeyi Kaldırın Mehmet Tursun: Kaldırmam”, Radikal, 4 Mart 2013, s.11.)

[167] İsmail Saymaz, “Türkiye O Kurşunu AİHM’de Böyle Savundu: Polis ‘Dur’ İhtarına Uymayanı Vurur”, Radikal, 29 Aralık 2013, s.4.

[168] “Polisten Alkol Dayağı”, Evrensel, 3 Mart 2015, s.4.

[169] Seçkin Sağlam, “Üniversite Öğrencilerine İşkence ve Ölüm Tehdidi İddiası!”, Evrensel, 6 Kasım 2016, s.5.

[170] Erk Acarer, “Makul Şüphe Dayağı”, Cumhuriyet, 13 Aralık 2014, s.6.

[171] Zeynep Kuray, “Şikâyetçi Olarak Gittiği Karakolda Saldırıya Uğradı”, Birgün, 27 Ekim 2014, s.6.

[172] Sedat Selim Ay’ın İstanbul Terörle Mücadele sorumluluğuna atanması, 90’larda TİM 3’le anılan birçok işkence vakasını hatırlattı! Atılım gazetesi yazarı İbrahim Çiçek ve arkadaşlarına işkence edilmesi nedeniyle cezaya çarptırılıp Asiye Güzel Zeybek’e de tecavüz edilmesi iddiasına adı karışan komiser Sedat Selim Ay’ın Terörle Mücadele Şubesi’nden sorumlu İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olarak tayin edilmesi, 90’ların TİM 3 masasını akla getirdi. Komiser Ay’ın da görevli olduğu, yasadışı MLKP ve TKİP davalarını takip eden TİM 3, 1995-1999 yılları arasında Hasan Ocak ve Süleyman Yeter’in işkencede öldürülmeleri, Asiye Güzel Zeybek’e tecavüzün yanı sıra çok sayıda işkence vakasıyla anıldı. (İsmail Saymaz, “TİM 3: İşkencesi Ünlü Masa”, Radikal, 27 Temmuz 2012, s.14-15.)

[173] İsmail Saymaz, “TİM 3 İçin Bir Tecavüz İddiası Daha”, Radikal, 29 Temmuz 2012, s.6.

[174] Abidin Yağmur, “Polis, Çocuğu Hastanelik Etti”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2013, s.6.

[175] Hilal Köse, “Önce Dayak Sonra 3 Kurşun”, Cumhuriyet, 21 Ağustos 2015, s.14.

[176] “Polisten Feci Dayak”, Milliyet, 11 Ekim 2012, s.24.

[177] “Polisin Ayak İzi Alnında”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2013, s.3.

[178] Alican Uludağ, “Polis Silahla Göz Çıkarıp Ayak Kırdı”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2015, s.7.

[179] “… ‘Makul Şüphe’ Kameramanı Öldürdü”, Cumhuriyet, 12 Şubat 2015, s.8.

[180] Bekir Şahin, “Polis Şiddeti Yaşlı Adamı Sakat Bıraktı”, Cumhuriyet, 8 Aralık 2012, s.7.

[181] İsmail Saymaz, “Bir Ankara Polisiyesi: Sopalı Sahte Polislere Şefkat”, Radikal, 27 Ocak 2014, s.6-7.

[182] Meltem Özgenç, “2 Transtan 1’i Polis Mağduru”, Hürriyet, 6 Aralık 2014, s.3.

[183] Erdoğan Erişen, “Allah Allah, Polis Vurdu mu Gerçekten?”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2013, s.9.

[184] “Yüksekova Davası: 4 Kişi Öldükten Sonra Polis Çevreye Ateş Açıp Gaz Sıkmış”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2017, s.10.

[185] Zehra Özdilek, “Kerem’in Annesinin Büyük Acısı: Eşyalarına Dokundurtmadım”, Cumhuriyet, 26 Nisan 2017, s.7.

[186] Zehra Özdilek, “İHD: Yargısız İnfaz!”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2017, s.5.

[187] “Sahaya Atladı, Çöpte Cesedi Bulundu”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2014, s.3.

[188] “Osman Bunu Nasıl Yaptı?”, Radikal, 16 Ekim 2012, s.9.

[189] “HDP, Şemdinli’deki İşkenceye İlişkin Rapor Hazırladı: Cop, Dipçik, Hortum, Demir Çubuk”, Cumhuriyet, 12 Ağustos 2017, s.10.

[190] “Teröristsiniz Deyip İşkence Ettiler”, Evrensel, 26 Şubat 2017, s.6.

[191] “Kışlada Şiddet: Dayaktan Dili Tutuldu”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2017, s.10.

[192] Mahmut Oral, “MEB-Polis El Ele Öğrenciyi Fişledi”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2014, s.15.

[193] “Prof. Dr. Daron Acemoğlu: Bir-İki Yılda Kriz Çıkacak”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2017, s.8.

[194] Olcay Büyüktaş, “Korkut Boratav: Emekçi Lehine Bir Durum Yok”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2017, s.13.

[195] “Türkiye’ye En Çok Yatırım Yapan Ülkeler”, Hürriyet, 10 Kasım 2017… http://www.hurriyet.com.tr/galeri-turkiyeye-en-cok-yatirim-yapan-ulke-belli-oldu-40466662

[196] “Borç Limiti Doldu, 2018 Alarm Veriyor”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2017, s.9.

[197] Olcay Büyüktaş, “Prof. Dr. Seyfettin Gürsel: Risklerin Gölgesinde Ekonomi”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2017, s.6.

[198] Sinan Alçın, “Rekorlu Ekonomi”, Evrensel, 14 Aralık 2017, s.5

[199] Mehtap Ö. Ertürk, “Yoksulun Borcu Zenginin Serveti Arttı”, Sözcü, 23 Ekim 2017, s.7.

[200] Şehriban Kıraç, “2 Milyon Kişi Borçla Ev Aldı”, Cumhuriyet, 17 Mart 2017, s.9.

[201] Şehriban Kıraç, “Markalı Stok Şişiyor”, Cumhuriyet, 10 Mart 2017, s.9.

[202] “2017 Enflasyon Oranı Belli Oldu! İşte Memur Ve Emekliler İçin Yeni Maaş Zam Oranları”, 3 Ocak 2018… https://www.cnnturk.com/ekonomi/milyonlarca-memur-ve-emeklinin-gozu-kulagi-enflasyon-verisinde

[203] Sayime Başçı, “Vatandaş Konut ve Gıdaya Çalıştı”, Sözcü, 2 Kasım 2017, s.8.

[204] “Gıda ve Kira Maaşları Bitiriyor”, Birgün, 12 Temmuz 2017, s.11.

[205] Şehriban Kıraç, “Kaşıkla Verilen Kepçeyle Alınıyor”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 2017, s.9.

[206] TTB Şehir Hastaneleri İzleme Kurulu Üyesi Dr. Güray Kılıç, şehir hastaneleri sisteminin kamuya faturasının ağır olacağını söyledi. 18 hastanenin toplam yatırım maliyetinin 10.5 milyar dolar olduğunu, ödenecek kira miktarının ise 30.2 milyar dolar olacağını belirterek, bu farkın yurttaşa yansıtılacağını belirtti. (Olcay Büyüktaş, “Bu Kira Sağlığı Bozar”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2017, s.10.)

[207] “Sağlık Harcamaları Yine Halkın Cebinden Çıkıyor”, Birgün, 17 Kasım 2017, s.3.

[208] “Bütçe Delik, Denge Bozuk, Gençler İşsiz”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2017, s.9.

[209] Olcay Büyüktaş, “Prof. Dr. Hayri Kozanoğlu: Krizin Faturası Çalışana Kesilecek”, Cumhuriyet, 27 Aralık 2017, s.9.

[210] Erinç Yeldan, “Spekülatif – Yönlü Büyüme, Yeniden”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 2017, s.9.

[211] Olcay Büyüktaş, “Ne Esnaf Kaldı Ne Çiftçi”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2017, s.9.

[212] Erdoğan Süzer, “735 Bin Esnaf, 164 Bin Patron İşini Kaybetti”, Sözcü, 7 Kasım 2017, s.6.

[213] Şehriban Kıraç, “51 Bin 775 Esnaf İflas Bayrağını Çekti”, Cumhuriyet, 8 Temmuz 2017, s.9.

[214] Pelin Ünker, “315 Bin Kobi İcralık”, Cumhuriyet, 23 Mart 2017, s.9.

[215] “OHAL İkliminde Emek Sömürüsüyle Büyüme”, Evrensel, 22 Aralık 2017, s.5.

[216] Emre Deveci, “265 Günün 215’i Vergiye”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2017, s.8.

[217] Mustafa Çakır, “Varlık Fonu Yöneticisine Paha Biçemediler”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2017, s.8.

[218] Şehriban Kıraç, “Orta Sınıf Yok Oluyor”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2017, s.9.

[219] 2016 yılında ifşa olan Panama Belgeleri’nden sonra şimdi de Paradise Belgeleri açıklanıyor. Az buz değil 91 medya kuruluşundan 382 gazeteci 13.4 milyon belge ile bir yıldır uğraşıyor. Belgeler, gizlilik politikası uygulayan 19 farklı vergi cennetinin kayıtlarını içeriyor. Vergi cennetleri ne? Kaçırılan vergilerin biriktiği yerler olarak tanımlanıyor. Kim bilir kimler çıkacak? Çıkanlardan biri belli, Başbakan Binali! Binali Yıldırım’ın oğullarının 5, dayısının 2, yeğeninin yöneticisi olduğu 4 şirket bulunuyor. (Murat Muratoğlu, “Vergi Cennetinin Çocukları”, Sözcü, 7 Kasım 2017, s.7.)

[220] Pelin Ünker, “Çarpıcı Türkiye Raporu: Aklanan Parayı Açıkladılar”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 2017, s.9.

[221] “Kılıçdaroğlu: Ne Cumhuriyet’i ne de Sözcü’yü Susturabilirsiniz”, Cumhuriyet, 24 Mayıs 2017, s.5.

[222] Başbakan Binali Yıldırım’ın çocukları ve akrabalarıyla ilgili Paradise Papers’ta yer alan konularla ilgili soruşturma açılmasını istemesi üzerine, HDP’nin verdiği önerge TBMM Genel Kurulu’nda AKP’li milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. (“Paradise Belgeleri’nin Araştırılması Önerisi AKP Oylarıyla Meclis’te Reddedildi”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2017, s.5.)

[223] “Yıldırımlar’ın Gizli Filosu Ortaya Çıktı”, Cumhuriyet, 27 Mayıs 2017, s.9.

[224] “Bakan Çavuşoğlu: 42 Asgari Ücretle Sıfır Otomobil Almak Mümkün”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2018, s.9.

[225] Ozan Çepni, “Bakan Fakıbaba: Pirzolayı Zengin Yiyecek”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2017, s.5.

[226] Çiğdem Toker, “TVF Nereye Ne Harcadı Sahi?”, Cumhuriyet, 8 Eylül 2017, s.8.

[227] Nurcan Gökdemir,”Kara Kutu’nun Bütçesi İki Kat Arttı”, Birgün, 22 Eylül 2017, s.9.

[228] Nurcan Gökdemir, “Diyanet, Bakanlıklardan Çok Harcıyor”, Birgün, 17 Şubat 2016, s.3.

[229] Erdoğan Süzer, “Diyanet Bütçeyi Alt Üst Ediyor”, Sözcü, 26 Ekim 2017, s.7.

[230] Çiğdem Toker, “Ahbap İhaleleri Bütçeyi Çatlatıyor”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2017, s.8.

[231] “Cari Açık Yüzde 68 Arttı”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 2017, s.9.

[232] “Bütçede Rekor Açık”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2017, s.9.

[233] Neşe Karanfil, “Savunma Harcamaları Ekimde Geçen Yılı Geçti”, Hürriyet, 16 Kasım 2017, s.13.

[234] Sinan Tartanoğlu, “Alo’nun Maliyeti 5 Yılda 80 Milyon TL”, Cumhuriyet, 19 Aralık 2017, s.5.

[235] “Büyüme 2.9… İthalat Arttı, İhracat Düştü”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2017, s.9.

[236] Mustafa Çakır, “Örtülü Ödenekte Yılın Rekoru Kırıldı”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2017, s.8.

[237] “Mehmet Şimşek: Hukukun İyi İşlediği Ülkelerde Kâr Marjı Düşük”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2017… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ekonomi/729348/Mehmet_Simsek__Hukukun_iyi_isledigi_ulkelerde_kar_marji_dusuk.html

[238] “TÜİK, Gelir Adaletsizliğini Gizleyemedi: Mızrak Çuvala Sığmıyor”, Birgün, 20 Eylül 2017, s.11.

[239] “Türkiye Gelir Adaletsizliğinde Hindistan’a Yaklaşıyor”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2018, s.9.

[240] “Thomas Piketty Gelir Makası Üç Yılda Sert Açıldı”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2017, s.9.

[241] Engin Esen, “Vatandaş Fakirleşti Milyonerler Çoğaldı”, Sözcü, 25 Kasım 2017, s.7.

[242] Şebnem Turhan, “Zengine Faiz Fakire Yevmiye Uçurum 7.7 Kata Çıktı”, Hürriyet, 19 Eylül 2017, s.8.

[243] Şehriban Kıraç, “Doğu ile Batı Arasındaki Dört Kat Farkı Demokrasi Bitirir”, Cumhuriyet, 1 Kasım 2017, s.9.

[244] “Koç, Fortune Global 500 Listesinde”, Cumhuriyet, 22 Temmuz 2017, s.9.

[245] “Erdoğan Ailesinin Serveti Dünya Basınında”… https://resistancehonorable.blogspot.com.tr/2017/05/erdogan-ailesinin-serveti-dunya.html

[246] “AKP’ye Çok Şey Borçlular: Ülkenin En Büyük 500 Şirketinin Kârları Yüzde 48.5 Arttı!”, 3 Temmuz 2017… http://haber.sol.org.tr/emek-sermaye/akpye-cok-sey-borclular-ulkenin-en-buyuk-500-sirketinin-karlari-yuzde-485-artti-201761

[247] “Yoksul Daha da Yoksul: Türkiye’de Serveti 1 Milyar Doları Aşan Zengin Sayısı 4’ten 29’a Çıktı!”, 14 Haziran 2017… http://gazetehayir.com/yoksul-daha-da-yoksul-turkiyede-serveti-1-milyar-dolari-asan-zengin-sayisi-4ten-29a-cikti/

[248] “Türkiye’nin En Zengin Kişi ve Kurumları Açıklandı”, 13 Kasım 2017… https://www.cnnturk.com/ekonomi/turkiyenin-en-zengin-kisi-ve-kurumlari-aciklandi?utm_source=insider&

[249] “Banka Patronlarının Net Kârı Geçen Yıla Göre Yüzde 50.3 Arttı!”, 3 Temmuz 2017… http://haber.sol.org.tr/emek-sermaye/banka-patronlarinin-net-kari-gecen-yila-gore-yuzde-503-artti-201785

[250] “Bankalarda Kâr Patlaması”, Reuters, 29 Mart 2017… http://www.businessht.com.tr/piyasalar/haber/1443372-bankalarda-kr-patlamasi

[251] “Bankaların Net Kârı Yüzde 33’e Yükseldi”, Cumhuriyet, 1 Ağustos 2017, s.8.

[252] “Bankacılıkta Kâr Hacmi Arttı”, Cumhuriyet, 11 Kasım 2017, s.8.

[253] Emre Deveci, “Kâr Arttı, İstihdam Azaldı”, Cumhuriyet, 3 Aralık 2017, s.9.

[254] “Bankaların 2017 Yılı İlk Yarı Kârı Yüzde 33 Arttı”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2017, s.8.

[255] “Koç Holding Yılın Üçüncü Çeyreğinde de Kârlarını Katladı: Yüzde 31.5 Artış!”… http://haber.sol.org.tr/toplum/koc-holding-yilin-ucuncu-ceyreginde-de-karlarini-katladi-yuzde-315-artis-216526

[256] “Sabancı’dan 2.3 Milyar TL Kâr”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2017, s.9.

[257] “Ziraat Bankası’ndan 2017’nin İkinci Çeyreğinde 2.2 Milyar TL Net Kâr”, Cumhuriyet, 17 Ağustos 2017, s.8.

[258] “İş Bankası’ndan 2017’nin İlk Çeyreğinde 1.6 Milyar TL Kâr”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2017, s.8

[259] “QNB Finans Bank’tan 2017’nin İlk Üç Ayında 422 Milyon TL Net Kâr”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2017, s.8.

[260] “Akbank’tan Ekonomiye 245 Milyar TL Destek”, Cumhuriyet, 27 Ekim 2017, s.9.

[261] “Yapı Kredi’den 267 Milyar TL Kaynak”, Cumhuriyet, 29 Ekim 2017, s.11.

[262] “Garanti’den 4 Milyar TL Net Kâr”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2017, s.8.

[263] “Hayat Dışında Kâr Trafikte Sürpriz Var”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 2017, s.16.

[264] “Alianz’ın Net Kârı Yüzde 83.4 Arttı”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 2017, s.16.

[265] “Mapfre Sigorta’dan 105 Milyon TL’lik Prim”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 2017, s.16.

[266] Erdoğan Süzer, “Dışarıya 8.5 Milyar Yardım Saçtık”, Sözcü, 30 Ekim 2017, s.7; Erinç Yeldan, “Milli Gelir Hesapları”, Cumhuriyet, 13 Eylül 2017, s.9.

[267] “Asgari Ücret 1603 TL ile Yine Açlık Sınırının Altında Kaldı”, Cumhuriyet, 30 Aralık 2017, s.9.

[268] “Yokluk ve Yoksulluk Artıyor: 9 Milyon Kişi Açlık Sınırında”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2017, s.9.

[269] TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, memleketin can yakıcı sorunlarından birine parmak bastı; milletvekili maaşlarının yetersizliğini gündeme taşıdı. Ayağa kalkarak alkışlamak yeterli olmayacağı için amuda kalkarak alkışlamayı deneyeceğim; zor olacak elbette ama deneyeceğim bunu!

Sayın Hisarcıklıoğlu (vali ve oda başkanlarının da aynı zorluklarla mücadele ettiklerini ekleyerek) şöyle demiş: “Millet (maaşlarını) çok zanneder ama gelip bir de Ankara’da onların yaşantılarını görün…”

Aah, ah! Aylık 17 bin 500 TL maaş alıyor vekillerimiz. Emeklilik maaşı da 8 bin 500 TL.

İki yıl görevden sonra emekli olmaya hakları var. Çifte emeklilik hakkı? Niye olmasın? O da var tabii. (Kanat Atkaya, “Aaah! Bilinmez Vekilimin Çektiği Dertler”, Hürriyet, 13 Ağustos 2017, s.7.)

[270] Ali Ekber Ertürk, “Fakir Hane Sayısı Yılda 150 Bin Arttı”, Sözcü, 2 Kasım 2017, s.8.

[271] Kerim Elibol, “9 Milyon Kişi Muhtaç Hâlde”, Sözcü, 15 Ekim 2017, s.6.

[272] “Türkiye’ye Beslenmede Kötü Not”, Cumhuriyet, 19 Aralık 2017, s.8.

[273] “3 Çocuktan 1’i Maddi Yoksunluk İçinde”, Cumhuriyet, 23 Nisan 2017, s.9.

[274] “Zengin-Yoksul Uçurumu Büyüyor”, Birgün, 19 Eylül 2017, s.11.

[275] “Yaşlılar Yoksullaştı”, Cumhuriyet, 17 Mart 2017, s.8.

[276] Başak Kaya, “Geçinemeyen 420 Bin Emekli Çalışıyor”, Sözcü, 25 Kasım 2017, s.10.

[277] Hayri Kozanoğlu, “Borçluyum Borçlusun Borçluyuz”, Birgün, 7 Mart 2017, s.11.

[278] “Borçla Kapatılan Borç Ödenemiyor”, Birgün, 10 Haziran 2017, s.13.

[279] Pelin Ünker, “4.5 Milyon Kişi Borca Battı”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2017, s.8.

[280] “31 Milyon Kişi Bankalara Borçlu”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2017, s.9.

[281] “AKP’nin Eseri: Son 5 Yılda 60 Bin İntihar Girişimi, 53 Milyon Psikolojik Rahatsızlık Başvurusu!”… http://www.halkinbirligi1.net/akpnin-eseri-son-5-yilda-60-bin-intihar-girisimi-53-milyon-psikolojik-rahatsizlik-basvurusu/

[282] Fırat Kozok, “Kamudan Havuza Para Akıyor”, Cumhuriyet, 7 Ocak 2016, s.5.

[283] Ozan Çepni, “AKP’li Başkanlar Enkaz Bırakıyor”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2017, s.4.

[284] “AKP’li Damada İhale Yağdı”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2018, s.4.

[285] Aykut Küçükkaya, “İETT Hızlı Gitmiş”, Cumhuriyet, 12 Nisan 2017, s.3.

[286] Aykut Küçükkaya, “İhale Partisi… Toplam Kazanç 145 Milyon TL”, Cumhuriyet, 10 Nisan 2017, s.3.

[287] Aykut Küçükkaya, “İBB’nin Damadı”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2017, s.3.

[288] Aykut Küçükkaya, “İBB’den Adrese Teslim Milyarlar”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2017, s.7.

[289] Aykut Küçükkaya, “Cengiz İçin Camiyi Çizdiler”, Cumhuriyet, 21 Nisan 2017, s.7.

[290] Aykut Küçükkaya, “3 Milyonluk İftarlığın Yarısını Kim Yedi?”, Cumhuriyet, 14 Nisan 2017, s.3.

[291] Hazal Ocak, “Fatih’te Kâr Oyunları”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2017, s.3.

[292] “Araziler ve Öğrenci Yurtları Türgev’e Veriliyor”, Cumhuriyet, 29 Şubat 2016, s.5.

[293] Aykut Küçükkaya, “Arkadaş Olmak Var”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2017, s.6.

[294] Hazal Ocak, “TÜRGEV’in Ruhsatı ‘Özel Hayat’ Sırrı Oldu”, Cumhuriyet, 22 Şubat 2016, s.5.

[295] Sinan Tartanoğlu, “Sarraf’a KHK Zırhı… Zamanlama Manidar”, Cumhuriyet, 10 Aralık 2017, s.5.

[296] Nurcan Gökdemir, “Yandaş Eliyle ‘Temizlik’…”, Birgün, 19 Ocak 2017, s.3.

[297] Ethem Sancak, Akşam, 360, Star ve Kanal 24’ün de bulunduğu medya grubunu Erdoğan cezaevindeyken fedailiğini yapan suç makinesi Hasan Yeşildağ’a devretti… Hasan Yeşildağ 1998 yılında Tayyip Erdoğan Pınarhisar cezaevine girdiğinde sahte çek suçundan içeri girerek 4 ay boyunca korumalığını yaptı. Kendisi iş hayatı ve yaşantısının miladını Erdoğan için cezaevine girdiği günden itibaren yani başladığını açıklıyor. Ancak Yeşildağ’ın bu tarihten önce de önemli bir suç arşivi var… Öte yandan eski ülkücü Hasan Yeşildağ 12 Eylül öncesi Ümraniye Bombacısı olarak biliniyordu. (“Havuz Medyasının Yeni Sahibi: Erdoğan’ın Fedaisi, Suç Makinesi”, 17 Ağustos 2017… http://haber.sol.org.tr/toplum/havuz-medyasinin-yeni-sahibi-erdoganin-fedaisi-suc-makinesi-206563)

[298] Erdoğan Süzer, “Acele Kamulaştırma ile Yandaşa Otomotiv Arsası”, Sözcü, 20 Şubat 2016, s.6.

[299] Aykut Küçükkaya, “CHP’den FETÖ Raporu: AKP’li Belediyeler İhale Yağdırmış”, Cumhuriyet, 6 Ocak 2018, s.3.

[300] Neşe Karanfil, “Yetenekli Osman Çelik”, 22 Aralık 2017… http://www.hurriyet.com.tr/yetenekli-osman-celik-40687211

[301] Aykut Küçükkaya, “Kızılay Değil, Aile Şirketi”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2017, s.4.

[302] Gamze Kolcu, “Validen Eşine ‘Ahenkli’ Atama”, 10 Ocak 2018… http://www.hurriyet.com.tr/validen-esine-ahenkli-atama-40706203

[303] Mustafa Çakır, “Ülkenin Kara Delikleri”, Cumhuriyet, 17 Aralık 2017, s.4.

[304] İklim Öngel, “Gösterişe Tasarruf Yok”, Cumhuriyet, 1 Ocak 2018, s.4.

[305] Erdoğan Süzer, “Geçilmeyen Köprüye, Gidilmeyen Hastaneye 6.2 Milyar TL’lik Fatura”, Sözcü, 17 Ekim 2017, s.8.

[306] Nurcan Gökdemir, “Diyanet Hedef Büyüttü: Rekor Düzeyde Bütçe!”, Birgün, 27 Ocak 2017, s.6.

[307] 2016 yılında hayata geçirilen cep telefonlarından alınan bandrol ücreti, TRT’yi ihya etti. 2015 yılında sadece ithal edilen cep telefonlarındaki yüzde 6’lık bandrol kesintisinden TRT’nin kasasına 557 milyon TL girdi. 2016’da ithal edilen bilgisayarlardan da 84 milyon TL’lik bandrol kesintisi yapıldı. Böylece telefon ve bilgisayarlardan alınmaya başlanan bandrol ücretiyle TRT için halktan toplam 641 milyon TL toplandı. 2015 yılı resmi verilerine göre toplam gelirlerinin yüzde 50’sini elektrik faturalarından yüzde 40’ını ise televizyon başta olmak üzere daha önceki bandrol gelirlerinden elde eden TRT’nin, cep telefonu ve bilgisayarların da dahil edilmesiyle en büyük geliri artık bandrol olmuş oldu. (Necdet Çalışkan, “TRT ‘Cep’imizden 557 Milyon TL Aldı”, Cumhuriyet, 19 Nisan 2017, s.8.)

[308] Fırat Kozok, “TRT’den 11 Ayda 89 Milyon Zarar”, Cumhuriyet, 4 Mart 2016, s.5.

[309] Erdoğan Süzer, “Erdoğan’ın Maaşına 3 Bin 776 TL Zam”, Sözcü, 25 Ekim 2017, s.7.

[310] Erdoğan Süzer, “Bir Yıllık Bütçe 8 Ayda Tükendi”, Sözcü, 16 Eylül 2017, s.6.

[311] Nurcan Gökdemir, “… ‘Gizli Hizmet Giderleri’nde Alışılmadık Harcamalar”, Birgün, 16 Aralık 2017, s.6.

[312] Nurcan Gökdemir, “2018’de Gizli Harcamaya 3.7 Milyar TL Ayrıldı”, Birgün, 17 Kasım 2017, s.11.

[313] Çiğdem Toker, “Saray Bahçesinde Bir Konsept Çiftlik Projesi”, Cumhuriyet, 8 Ekim 2017, s.8.

[314] Erdoğan Süzer, “Sarayın Maliyeti 3 Milyara Çıkacak”, Sözcü, 2 Kasım 2017, s.8.

[315] Sinan Tartanoğlu, “Saray Para Yutuyor…”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2017, s.5.

[316] Sinan Tartanoğlu, “Saray Kendini Aştı… 1 Yılda 1 Milyar 292 Milyon TL”, Cumhuriyet, 6 Kasım 2017, s.4.

[317] Erdoğan Süzer, “Filoya 38 Araç Daha Katıyor”, Sözcü, 19 Ekim 2017, s.6.

[318] “CHP’den Süleyman Soylu Hakkında Suç Duyurusu”, Cumhuriyet, 5 Ocak 2018, s.5.

[319] Murat Sevinç, “Vahamet”, Radikal İki, 1 Aralık 2013, s.7.

[320] Kemal Göktaş, “CHP’li Zeynep Altıok: İktidarın Dili Kadına Yönelik Şiddeti Teşvik Ediyor”, Cumhuriyet, 7 Ağustos 2017, s.11.

[321] Mahmut Toğrul, “OHAL’den Günümüze Hak İhlâlleri”, Evrensel, 14 Aralık 2017, s.8.

[322] Jean-Werner Müler, ‘Popülizm Nedir’ başlıklı yaptında; popülizmin her devirde görüldüğünü ama zamanımızdaki popülizmin özelliğinin artık demokrasinin “temsil” ilkesini benimsediğini, fakat halkın tek temsilcisinin kendileri olduğunu iddia ettiklerini belirterek, böyle bir siyasetin özelliklerini şöyle belirtir: “Popülizm, kendi dışındaki görüşleri meşru görmez. Popülizmin anti-elitist olması aslında anti-çoğulcu olmasındandır. Demokrasinin çoğulculuk prensibini benimsemezler. Toplumun iyiliğini sadece kendilerinin istediğini söylerler. ‘Halk iradesi’nin serbest tartışmalarla oluşmasını benimsemezler, ‘gerçek halk’ kendileridir! Popülistler referandumu, halkın karar vermesini çok savunurlar fakat halk iradesinin serbest ve açık tartışmalarla oluşmasını benimsemezler, halk iradesi dedikleri kendilerinin iradesidir.

Devleti yönetmezler, işgal ederler. Çünkü kendileri halkın yegâne temsilcileridir. Bu gerekçeyle sivil topluma baskı yaparlar. Siyaset anlayışları dışlayıcıdır. Popülizm bu özellikleriyle demokrasiye karşı bir tehlikedir. Bu özellikleri onları anayasal kurumlarla şöyle veya böyle çatışmaya götürür. Popülizm demokraside düzeltmeler yapan, devleti ve siyaseti halka daha yakın hâle getiren bir akım değildir. Demokrasiyi savunanlar popülizmin destek bulma sebepleri üzerinde kafa yormalı, özellikle çoğulculuğun neden gerekli olduğunu iyi anlatmalıdırlar.” (Jean-Werner Müler, Popülizm Nedir?, Çev: Onur Yıldız, İletişim Yay., 2017.)

[323] Ahmet İnsel, “Diktatör Kime Denir?”, Cumhuriyet, 7 Kasım 2017, s.11.

[324] Ali Açar-Ali Çelikkan, “Diploması Tartışılırken Doktora da Şaibeli… 300 Bin Dolar”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2016, s.12.

[325] Özgür Mumcu, “Erdoğan’ı Yedirtmeyiz”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2016, s.2.

[326] Bekir Avcı, “İç Savaş Tehlikesi Var Ama İktidar Üç Nedenle Bunu Göze Alamıyor”, 14 Temmuz 2017… http://gazetekarinca.com/2017/07/ic-savas-tehlikesi-var-ama-iktidar-uc-nedenle-bunu-goze-alamiyor/

[327] Ahmet İnsel, “Türkiye Cumhurreisliği Polis Devleti”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2017, s.11.

[328] Ahmet İnsel, “Yerli ve Milli Kindarlık, Faşizm”, Cumhuriyet, 16 Eylül 2017, s.11.

[329] Zeynep Kuray, “Güvercintepe’de Özel Harekât Vahşeti”, Birgün, 10 Aralık 2017, s.5.

[330] “Samast Gibi Üç Suikastçı Devrede”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2017, s.10.

[331] “Meral Akşener’in O İddialarına Mahir Ünal Yanıt Verdi”, Hürriyet, 2 Ocak 2018… http://www.hurriyet.com.tr/meral-aksenerin-o-iddialarina-mahir-unal-yanit-verdi-40697717

[332] “Özdağ’dan Silahlı Eğitim Açıklaması: Jandarmanın Keşif Yaptığı Tutanaklar Var”, Cumhuriyet, 7 Ocak 2018, s.8.

[333] Fevzi Kızılkoyun, “İşte Tartışılan Halk Özel Harekât”, Hürriyet, 29 Aralık 2017, s.21.

[334] “HÖH’ün ‘Kamu Görevlisi’ Başkanı: Göreve Hazırız”, 29 Aralık 2017… http://www.soldefter.com/2017/12/29/hohun-kamu-gorevlisi-baskani-goreve-haziriz/

[335] Ali Sirmen, “Cüppeli Kontrgerilla”, Cumhuriyet, 31 Aralık 2017, s.4.

[336] Fikret Başkaya, “Neden Hilafeti İhya Etmek İstiyorlar?”, 28 Aralık 2017… http://www.soldefter.com/2017/12/28/neden-hilafeti-ihya-etmek-istiyorlar-fikret-baskaya/

[337] “Kardeş Kavgası İsteyenlere Sınıf Kavgasında Birleşerek Cevap Verelim”, 28 Aralık 2017… http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/kardes-kavgasi-isteyenlere-sinif-kavgasinda-birleserek-cevap-verelim

[338] Doğu Eroğlu, “Türkiye Kendi IŞİD’ini Nasıl Yarattı: Kent Kent IŞİD Hücreleri”, Birgün, 23 Ağustos 2016, s.7.

[339] Miyase İlknur, “Önce Mücahit Dediler Şimdi Terörist”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2017, s.12.

[340] Sezin Öney, “Son Faili Meçhul: İnsan Hakları”, Taraf, 15 Ocak 2015, s.3.

[341] Aydın Engin, “PÖH, JÖH ve Şimdi de HÖH”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2017, s.10.

[342] Erk Acarer, “Kontrgerilla Yetiştirme Merkezi: ‘Sonuçları Vahim Olacak Vazgeçin”, Birgün, 11 Eylül 2017, s.2.

[343] Ergin Yıldızoğlu, “1938-2018”, Cumhuriyet, 1 Ocak 2018, s.9.

[344] Sedat Ergin, “Olağanüstü Hâl’in Olağanlaşması”, Hürriyet, 29 Aralık 2017, s.18.

[345] Cihan Çetin, “Son KHK ve ‘Sol’un Üç Kör Noktası”… http://alinteri.org/son-khk-ve-sol-un-uc-kor-noktasi.html

[346] Fatih Yaşlı, “İç Savaş KHK’sı”, Ocak 2018… http://www.enyeniortam.com/fatih11.html

[347] Roma’da: hakları elinden alınmış, dışlanmış, “öldürülebilen” ama değersiz olduğu için kurban edilemeyen kişi.

[348] Ergin Yıldızoğlu, “Zaman Muhalefetten Yana İşlemiyor”, Cumhuriyet, 17 Temmuz 2017, s.9.

[349] Ergin Yıldızoğlu, “Peki Şimdi Ne Olacak?”, Cumhuriyet, 7 Aralık 2017, s.9.

[350] Ergin Yıldızoğlu, “Bu Panik Korkutucu”, Cumhuriyet, 4 Aralık 2017, s.9.

[351] Cumhurbaşkanı Erdoğan için “tehlikeli şahıs” ifadesini kullanan ABD’nin eski başkan yardımcısı Dick Cheney’nin ulusal güvenlik danışmanı John Hannah, Türkiye’de darbe riskinin olduğunu, ABD yargısının alacağı Sarraf kararının ise bomba etkisi yaratabileceğini söylerken; (“Türkiye’de Hâlâ Darbe Riski Var”, Cumhuriyet, 18 Haziran 2016, s.4.) ABD’li Ortadoğu uzmanı Michael Rubin de, Türkiye’de askeri darbe olasılığının yüksek olduğu uyarısında bulundu. (“Türkiye’de Darbe Olasılığı Yüksek”, Cumhuriyet, 27 Mart 2016, s.12.)

[352] “Washington Post’un Analizi: Türkiye Kaosa Girebilir”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2017… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/805825/Washington_Post_un_analizi__Turkiye_kaosa_girebilir.html

[353] Veysi Sarısözen, “Gecikmek İntihar Demektir Demokrasi Cephesi ve Eylem”, Özgürlükçü Demokrasi, 29 Aralık 2017, s.10.

[354] Ergin Yıldızoğlu, “Anlamak Gittikçe Zorlaşıyormuş”, Cumhuriyet, 31 Ağustos 2017, s.9.

[355] Ece Zereycan, “Oğuzhan Müftüoğlu: Toplumda Sanıldığından Daha Büyük Bir Tepki Var”, Birgün, 12 Aralık 2016, s.13.

[356] “AB daha uzun bir süre bu “tek adam” rejimlerine göz yummaya devam edecek gibi görünüyor.” (Yücel Özdemir, “AB ‘Tek Adam’ Rejimlerini Hizaya Getirebilecek mi?”, Evrensel, 22 Aralık 2017, s.11.)

[357] “Kardeş Kavgası İsteyenlere Sınıf Kavgasında Birleşerek Cevap Verelim”, 28 Aralık 2017… http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/kardes-kavgasi-isteyenlere-sinif-kavgasinda-birleserek-cevap-verelim

[358] Hakkı Yükselen, “Paramiliterler, Burjuvazi ve Diğerleri”, 28 Aralık 2017… http://iscicephesi.net/2017/12/paramiliterler-burjuvazi-digerleri/

[359] Değişim süreci ilerliyor ama, “Dindar, kindar nesiller yetiştirme”, “kültürel egemenliği” kurma projesi arzulanan ivmeyi kazanamıyor. Diğer bir deyişle siyasal İslâmın egemen sınıfının, kendisinin yeniden üretimini garantileyecek yapılanmaları istikrar kazanamıyor.

Her ne kadar, eğitim vakıflarla el ele özelleştirilirken yaratılan alanda yetişecek olanlar varsa da bunlar piramidin yalnızca en tepesini yeniden üretebilir. Esas önemli olan imam hatipler gereken işlevi üstlenemiyor. Öğrencilerinin sayısı 10 yılda 7 kat artarak 650 bini geçmiş olsa bile, mezunlarının üniversiteye giriş oranları yerlerde sürünüyor. “Okumuşları sevmeyen bir yönetim için neden sorun olsun ki?” Ancak devlet bürokrasisinden şiddet organlarına, parti, vakıf, eğitim kadrolarına, mikro iktidar noktalarına kadar birilerinin eski rejimden boşalan yerleri doldurması, en azından verilecek talimatları anlayacak, “gücü” uygulayacak düzeyde programlanması gerekiyor.

İşte bu nedenle, AKP liderliğindeki siyasal İslâm, TEOG’u kaldırarak ÖSYS’yi kaldırmaktan söz ederek, yeni müfredatı dayatarak “değişimi” toplum üzerinde, kültürel olarak “bütünsel” (totaliter) kontrol noktasına doğru hızlandırmaya çalışıyor. Toplumun, “değişimi” kabullenemeyen, direnmeye çalışan yüzde 50’si için çok sancılı bir süreç bu. (Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Oyunun Sonu’ ve Godot’ya Dair…”, Cumhuriyet, 21 Eylül 2017, s.9.)

[360] Ergin Yıldızoğlu, “Türkiye’de Siyaset”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2018, s.9.

[361] Mehmet Yeşiltepe, “2019’a Odaklanma Tuzağı”, Birgün Pazar, Yıl:14, No:551, 1 Ekim 2017, s.6-7.

[362] Sedat Yılmaz-Lezgin Akdeniz, “HDK Eş Sözcüsü: 2018 Mesajım Tabii ki Barıştır; Barış Olmadan Hiçbir Adım Atılamaz”, Özgürlükçü Demokrasi, 25 Aralık 2017, s.3.

 

Exit mobile version