Eyüp Yalur / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Modern devlet anlayışı XV. ve XVI. yüzyıllarda ortaya çıkmış, modern devletin ikinci evresi olarak kabul edilen 1789 yılında gerçekleşen Fransız İhtilali ile azınlıkların imparatorluklara karşı özgürlüklerini, bağımsızlıklarını, kültürel, siyasal, ekonomik hak taleplerini savunmaları ve toplumsal gelişmeler sonucunda bugünlere gelinmiştir.
Niccolo Machiavelli, Jean Bodin, Thomas Hobbes modern devlet teorisinin kurucuları olarak kabul edilmektedirler.
Bu çağın düşünürleri temel hak ve özgürlükleri, kuvvetler ayrılığını, parlamenter demokrasiyi, devletin sınırlandırılmasını, serbest piyasa ekonomisini, egemenliğin kaynağının halk olduğunu savunarak yeni bir siyaset kuramı oluşturdular.
John Locke, doğal haklar teorisini, serbest piyasa ekonomisini, kuvvetler ayrılığını, devletin sınırlandırılmasını, toplum sözleşmesini, direnme hakkını savunarak mutlakiyetçi düşünceyi yıkmıştır.
Ülkemizde doğal haklar inkâr edilmekte, serbest piyasa, ekonomi “NAS”a bağlanmakta, kuvvetler ayrılığı tek bir kişide toplanmış, devletin sınırlandırılması söz konusu bile olamaz “Söz konusu vatansa gerisi teferruat”tır, toplum sözleşmesi rafa kaldırılmış, direnme hakkı suçtur. Dilini, kültürünü savunamazsın, çevreni, doğanı koruyamazsın, sendika seçme hakkını kullanamazsın… bunlar suç teşkil eder.
Rousseau, sosyal sözleşme kuramında, egemenliğin kaynağını halka dayandırarak, devletin meşruiyetini demokratik temeller üzerine oturtmuştur.
Ülkemizde egemenlik kayıtsız şartsız devletindir. Belediyelere (Diyarbakır, Mardin, Van, Kars… vd), sivil toplum örgütlerine, Türk Tabipler Birliği gibi istediği zaman kayyum atayabilir.
Halkın iradesiyle seçilen milletvekilleri, tavuk hırsızları gibi enselerinden tutularak zindanlara atılabiliyor.
Sieyes’in modern devlet anlayışı açısından en önemli katkısı millet kavramı ve temsil hakkı anlayışıdır.
Ülkemizde herkes millet olarak Türktür. Mağdurların, ötekilerin, azınlıkların, dini inançların, dezavantajlı grupların ve diğer ötekileştirilenlerin temsiliyet hakları ya hiç yoktur ya da sınırlıdır.
Avrupa’da, 1789 Fransız Devrimi ile krala ait egemenlik, kraldan alınarak halka verilmiştir. Böylece Avrupa’da egemenliğin demokratik niteliği ortaya çıkmıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde “Padişah”ta olan egemenlik, cumhuriyet döneminde halka değil devlete tanınmıştır, kutsal olan birey, vatandaş değil devlettir.
Oysaki devletin modernliği devletin bireyle ve toplumla kurduğu demokratik ve insani ilişkide saklıdır.
Hayat pahalılığı, barınma sorunu, iş bulamama korkusu vb sebeplerle iki yıl içerisinde üniversiteden ilişiğini koparan öğrenci sayısı 728 bin.
Bir Alman üniversitesinin 179 ülkedeki üniversitelerde yapmış olduğu dünya akademik özgürlük endeksi araştırmasında Türkiye 165. sırada yer alıyor.
Böyle bir ülke modern ülkeler liginde yer alabilir mi?
Modern devletlerde çağdaş ulaşım araçları vardır. Atı alan Üsküdar’ı geçemez!
Tebaa ve ümmet anlayışı ile demokratik bir ilişki gelişemez.
Ne bu cumhuriyet modern, demokratik bir cumhuriyet olabildi ne de tebaa ve ümmetten kurtularak özgür bir birey ve vatandaş oluna bilindi.
Bir ülkede siyasi partilerin olması, siyasi iktidarın olması, kurumların, sivil toplum örgütlerinin olması o ülkenin modern devlet olduğunu göstermez. Aklın ve bilimin dinin esaretinden kurtarılması, hukuk ve demokrasinin topluma hakim olması gerekir.