“Oynadığımız bu oyunda,
kazanmak söz konusu değil.
Ama bazı yenilgiler
ötekilerden daha iyidir…”[1]
Şenol Güneş’in ifadesiyle, “Eskiden toklar maç seyreder açlar oynardı, şimdi açlar seyrediyor toklar oynuyor”ken; bu tanım, günümüzde futbolunun nasıl bir hâl aldığını anlatır hepimize…
Görülmesi gerek: Günümüz futbolu, bir oyundan çok bir endüstri hâlini aldı…
Gösteri sanatlarını -sıradanlaştırılmış bir fabrikasyon ve bayağı sunum ile- pazarlayarak kapitalist sanayinin kitlesel üretim çemberlerini, toplumsal hayatın bütününe yaygınlaştıran bu sektör; futbol gibi spor[2] dallarını da iş alanları arasına kattı.
Seyirlik gösteri sektörünün, büyük finansal kaynakları cezbedebilen asalak işkollarından biri olduğu açıkken; kapitalist toplumda, futbol bu nedenle artık bir “spor dalı” değil, bir “endüstri” olarak anılır oldu. Futbol, yerkürenin en popüler “show”u, “show-business”ı hâline ge(tiri)ldi.
Evet, “Futbol asla sadece futbol değil”dir; ancak, futbol artık paradan başka hiçbir şey değildir.
İş bu nedenle sokaktan borsaya yönel(til)en futbolun endüstriyel müdahaleden (şirketleşme süreci ve borsadan) etkilenmediğini kimse iddia etmesin sakın!
* * * * *
Futbol, kapitalist popüler kültürünün can alıcı öğeleri arasında yer alır.
Futbol ve çevresinde oluşan kültür, oyunun kendisine özgü tiyatro benzeri ritüellerini taşıyan nitelikleriyle, insani varoluşun evrensel çelişkilerini oynayan ve seyredenlere yaşatan bir dünyayı temsil eder. “Umut ve korku, sevinç ve hayal kırıklığı, haz ve acı, savunma ve saldırı, galibiyet ve yenilgi, fizik güç ve şiddetin denetimi gibi kutupsallıkların dolayımıyla, insani varoluşun evrensel çelişkilerini cisimleştirmekte, ve böylece mimetik ve kathartik bir anlam” kazandırmaktadır.[3] Futbolun bir politik manivela ve toplumdaki sınıf egemenliği biçimini gündelik hayatta yeniden üretip, meşrulaştıran araç olması yanında; mitik, dinsel, simgesel, sınıfsal, ataerkil, milli, vs. anlamlar taşıdığı da bir “sır” değildir.
* * * * *
Pascal Boniface ‘Futbol ve Küreselleşme’sinde, “Herkes, futbolun milliyetçiliğe ne kadar ihtiyacı olduğunu anlatıyor, oysa belki milliyetçiliğin futbola daha fazla ihtiyacı var. Bir ulusu bayrak altında bir araya getirmek için siyaset, ekonomi, kültürel aktiviteler çoğu zaman yetersiz kalırken, bir futbol müsabakası bütün bir milleti aynı doğrultuya çevirebiliyor,”[4] notunu düştüğü toplumsal bir fenomen olarak futbol, bir oyun olmanın ötesinde bir takım iktidar ve güç ilişkilerinin oluşmasına ve aktarılmasına katkıda bulunan bir spor dalıdır.
Bir kolektif kimliğin kurulması ancak diğer kolektif kimliklerin kurulmasıyla yani bir ilişkiler bağlamında gerçekleşeceği için genellikle “diğerleri”nin referans alınmasıyla “diğerleri”ne karşıt olarak üretilir. “Spor, özellikle profesyonel spor ‘yenilecek, alt edilecek’, ‘diğer(ler)i’ni gerektirdiği için, bu tür simge ve inanç kümelerinin üretilmesi yani türdeş olmayan bir ‘biz’in içindeki gerçek farklılıkların silinerek bir ‘kurmaca ulus birliği’nin kurulması için çok elverişli bir ilişkisel mekân sunar.”[5]
Hobsbawm’ın da ifade ettiği gibi, “Milletleri ya da devletlerini temsil eden sporcular hayali toplulukların esas temsilcileridir. Sporu her koşulda erkekler adına, milli duyguları aşılamanın benzersiz ölçüde etkili bir aracı durumuna getiren etken, en az politikleşmiş ya da kamusallaşmış bireylerin bile kendilerini pratikte her insanın olmasını istediği ya da ömrünün bir anında kendisinin olmak istediği kadar mükemmel olan genç insanların sembolize ettiği milletle rahatlıkla özdeşleştirebilmektedir. Milyonların oluşturduğu hayali topluluk on bir isimli bir ekipte daha gerçek görünmektedir. Birey alkışlamakla yetinse bile, kendi milletinin bir sembolü hâline gelmektedir.”[6]
Futbol, milli kimliklerin kuruluşunda etkin, saldırgan, fetheden, güçlü erkeklik mitinin vücut bulmasında önemli bir rol oynarken, sınıfsal, etnik, dinsel, ataerkil kimliklere eklemlenerek “ötekilik” formlarının yeniden üretilmesine de katkıda bulunuyorken; unutulmamalıdır ki milliyetçiliğin ve cinsiyetçiliğin yeniden üretildiği alandır da.
* * * * *
Futbol ve siyaset sarmalında öyle bir yaşanmışlık daha vardı ki; “Yok artık” dedirtecek düzeydeydi!
İki komşu ülke El Salvador ve Honduras arasındaki üçüncü maç sonrası çıkan ve 100 saat süren bir savaş!
Dünya literatürüne ‘Futbol savaşı’ olarak geçen bu olayın bilançosu; 2100 ölü, 12 bin yaralı…
El Salvador ve Honduras arasında göçmenler yüzünden ortaya çıkan gerginlik ile başlamıştı her şey ve bir futbol maçıyla patlamıştı…
27 Haziran 1969’da ise El Salvador, Honduras ile bütün ilişkilerini kesmiş, iki ülke arasındaki sınır kapatılmıştı. Futbol maçıyla birlikte iyice gerilen ortam bir türlü yatışmamış. Ve 14 Temmuz’da El Salvador uçakları Honduras’ı bombalamaya başlamıştı.
Savaş sadece dört gün sürdü ancak iki ülkenin barış anlaşması imzalaması tam on iki sene aldı. Ve her iki ülke ekonomik ve toplumsal olarak büyük yıkıma uğradı.
* * * * *
Kolay mı?
Kıvanç Koçak’ın ifadesiyle, “Futbolu, dünyayı saran, milyarlarca insanı -hem maddi hem manevi anlamda- peşinden sürükleyen bir tür ‘yeni din’ olarak adlandırmak mümkünse milliyetçilik çok uzun zamandır zaten böyleydi, böyle: Kitleleri ajite eden, harekete geçiren, ‘akıl tutulması’na sokan bir zihniyet örgüsü. Bu iki büyüklüğün, futbol ve milliyetçiliğin ilişkileri, bir araya geldiklerindeki yansımaları; futbolun, milliyetçilik açısından bir tür ‘av sahası’ olduğu temel argümanı üzerinden düşünüldüğünde daha da boyutlu ve dikkat çekici bir hâle geliyor”ken;[7] Fransız gazeteci Maurice Barrès’in, “Milliyetçilik, her sorunu Fransa’ya bakarak çözmektir,”[8] formülü de; milliyetçi düşünce yapısının iyi bir özetini sunar aslında: Fransa’nın sorunlarını, Fransa’nın ne olduğunu Fransız olmayan unsurların dışlanmasıyla çözebileceğine inanan bu düşünce yapısını ülke adlarını değiştirerek her yere uygulamak mümkün gözükmektedir. Milli değer ve menfaatler her şeyin üstünde gelir, bunlara aykırılık gösterenlerin söz konusu millet içinde var olmaları yaratılan “ulus-devlet” için zararlı olarak algılanır. Nitekim milliyetçilik konusundaki temel referans çalışmalar da “milliyetçiliği yaratanın millet değil milleti yaratanın milliyetçilik olduğu”nun altını çizmektedir.[9]
Bu noktalar üzerinden bakıldığında milliyetçiliğin insanları galeyana getirmenin, “kitle insanı” hâline sokmanın en kolay biçimlerinden birisi olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır. İşte futbol tam da bu yüzden milliyetçiliğin önde gelen av sahalarından biridir. Çünkü stadyumlar, oradaki atmosfer, tüm genişliğiyle futbol âlemi milliyetçi duyguların kabarmaya en müsait olduğu alanlardır.
“Nasıl” mı?
Bir örnek olay olarak Mart 2007’de Euro 2008 elemeleri için Atina’da karşı karşıya gelen ve Türkiye’nin 4-1 kazandığı maçtan sonraki manşetlere bakmak, derdimizi anlatmakta yeterli olacak: “İşte Mustafa Kemal’in Çocukları” (Fanatik), “Atina Fatihleri” (Hürriyet), “Yunan’ı Topa Tuttuk” (Posta), “Atatürk’ün Aslanları” (Sabah), “Ne Mutlu Türküm Diyene” (Fotomaç), “Denize Döktük” (Takvim), “Fatih Sultan Terim” (Vatan).
Futbolda, tribünde milliyetçiliğinin net şekilde görüldüğü; teorinin pratikle kesiştiği bir başka örnek de Hrant Dink’in katledilmesinin ardından statlarda yaşananlardır. Cinayet ardından, tepki gösteren insanların kullandığı “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz” sloganı hedef alarak yaratılan, “Hepimiz Ogün’üz, Hepimiz Türküz” sloganı birçok statta yankılandı. Özellikle cinayet sonrasında oynanan Elazığspor-Malatyaspor maçında ise “akıl tutulmasının” net örnekleri görüldü: Aralarındaki rekabet husumet boyutunda olan iki takımdan Elazığlı taraftarlar Dink’in Malatyalı olmasına gönderme yaparak “Ermeni Malatya” tezahüratı yaptılar. Açılan “Ne Ermeniyiz Ne Malatyalıyız Biz Elazığlıyız Türkiye Sevdalısıyız” pankartı da milliyetçi hezeyanın doruk noktalarındandı. Malatyalıların bu tezahüratlara ve pankartlara verdikleri tepki ise daha da ironikti belki de: “PKK Dışarı”!
Futbol söylemi militarizm ve ataerkil şiddet kültürüyle beslenirken; örneğin Galatasaray’ın UEFA kupasını aldığı dönemde gazete manşetlerine bakarsanız tarihsel göndermelerle “Fatih Avrupa’yı fethetti” ya da “Fatih’in aslanları” veya “Türkler Viyana kapılarına dayandı” gibi söylemlerle haberleştirilir.
Ayrıca futbol medyasının şiddet ve milliyetçilik içeren söylemleri gazete başlıklarında yansır:
Fotomaç: “Haydi korkma vur yumruğunu. Avrupa bombalanacak” (16 Eylül 1992); “Türksün Bugün Ezer Geçersin” (27 Ekim 1992); “Türküz Güçlüyüz ve Yeneceğiz” (10 Haziran 1996); “Gidin vurun gelin” (16 Eylül 1997); “Korkma Sönmez Bu Şafaklarda Fenerbahçem, Galatasarayım, Beşiktaşım, Trabzonsporum. Göster şu Avrupalıya Türkün kim olduğunu. Haydi korkma vur yumruğunu. Avrupa bombalanacak” (16 Eylül 1992); “Dağıtın şu İngilizi” (20 Ekim 1993); “Türksün bugün ezer geçersin” (27 Ekim 1992); “Yedin mi Türkün lokumunu hırbo İngiliz” (5 Kasım 1993); “Aslanım İngilizleri evinde tokatlayacak” (7 Aralık 1994); “Ya İstiklal ya ölüm maçı” (29 Mart 1995); “Heyt! Var mı Avrupa’da bize yan bakan. Avrupalıyız daa” (25 Haziran 1996); “İnönü’de boğarız” (20 Kasım 1996); “Gösterin şu Almanlara” (21 Ekim 1999)…
Fanatik: “Cimbom saatli bomba” (15 Ekim 1996); “Sınır ötesi harekât” (10 Eylül 1996); “Savulun Türkler geliyor” (11 Haziran 1996)…
* * * * *
Gündelik hayattaki milliyetçiliğin, milli kimliğin, cinsiyetçiliğin hatta faşizmin üretilmesinde bu derece başat bir rol oynayan futbolun Türk milliyetçiliğindeki tarihsel karakteristik “devletin-milletin varlığının iç-dış düşmanlar tarafından sürekli tehdit altında olduğu” fikriyle birleşmesi futbol âlemindeki milliyetçiliğin temelinde de yatmaktadır.
Bu bağlamda futbol atmosferinin, statların milliyetçi sembollerin topluma yayılması için gösterdiği kolaylık “futbola siyaset karışmasın” naifliğinde ele alınabilecek kadar basit olmaktan uzak gözükmektedir. Zira futbola (bir takım tutmaya, bir takım kimliğine ait olmaya) dair duygusal tavırlar, “akıl tutulmasına” yol açabilecek derecede büyük bir “tutkuyu” içinde barındırmaktadır. Bu anlamıyla milliyetçiliğin “reaksiyoner” tavrının futbolda kendini göstermesi sanıldığından daha tehlikeli bir hâle bürünebilir. Gerektiğinde hukukun, insanlığın, sosyal hayatın kısaca her şeyin üstündeki Türk milletinin çıkarlarının savunulmasının bir aracı olarak görülmeye başladığı noktada futbol, milliyetçilikle iç içe geçerek tehlikeli bir silah hâline gelebilir.
Evet futbol, özellikle ulus inşa sürecinde ve milliyetçi söylemde, “biz” ve “onlar” ayrımının yeniden üretildiği alanlardan biri. Türkiye’de futbol kültürü son yıllarda ideolojik söylemlerin yoğunlaştığı bir alan hâline dönüştüğü bir “sır” değil.
* * * * *
Kabul etmek gerek: Toplumsal körlüğümüzün, milliyetçi histeriyle katmerlendiği bir kesitten geçiyoruz.
Ulaşılan nokta José Saramago’nun körlük metaforuyla açıklanabilir; insanı, yaşamı, etik değerleri sorguladığı ‘Körlük’ romanındaki üzeredir…
İnsan(lık)ın yüreğini ezen, kötülük ve şiddetin hâkim olduğu kapitalist dünyada içinde yaşadığımız/ debelendiğimiz toplumsal körlük, bir tokat gibi yüzümüze çarparken; “Inter nos dictum sit/ Laf aramızda kalsın” futbolun da bunlara dahil olduğunu unutmamak gerekiyor.
5 Temmuz 2016 13:16:28, Ankara.
N O T L A R
[*] Beleştepe Futbol Edebiyatı, No:1, Ağustos 2016…
[1] George Orwell.
[2] Spor öncelikle, emeğin ürettiklerini mülk edinen köle sahipliğinin ve erkek-egemenliğinin bir etkinliği idi. İlk çağlarda, kölelerin, esirlerin ve kadınların Olimpiyat oyunlarına seyirci olarak bile alınmadığını biliyoruz. İnsanlık tarihinde devletin ortaya çıkışının spor ile yaşıt olması, her ikisinin köklerinin toplumsal sınıflaşmanın başlangıcında bulunmasıyla ilişkili gözükmektedir. (K. Fişek, Devlet, Boş Zaman, Spor, Bilim Sanat Yay., 1982, s.4-7.)
[3] Necmi Erdoğan, “Popüler Futbol Kültürü ve Milliyetçilik”, Birikim, No:49, 1993, s.26-33.
[4] Pascal Boniface, Futbol ve Küreselleşme, NTV Yay., 2007.
[5] E. Mutlu, “Avrupa’yı Salladık”, Cogito Şiddet Özel Sayısı: 6-7, YKY, 1996, s.374.
[6] Eric Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik, Çev: Osman Akınhay, Ayrıntı Yay., 1995, s.170.
[7] Kıvanç Koçak, “Milliyetçiliğin Bir Av Sahası: Futbol”, Cogito: “Dünya Gözüyle Futbol” Dosyası, No:63, Yaz 2010, YKY.
[8] Aktaran: Stefan Breuer, Milliyetçilikler ve Faşizmler-Fransa, İtalya, Almanya Örnekleri, çev: Çiğdem Canan Dikmen, İletişim Yayınları, 2010, s.18.
[9] Benedict Anderson, Hayali Cemaatler-Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılması, çev: İskender Savaşır, Ayrıntı Yay., 1993; Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, çev: Günay Göksu Özdoğan-Büşra Ersanlı Behar, Hil Yay., 2008; Eric J. Hobsbawm, Milletler Milletler ve Milliyetçilik-Program, Mit, Gerçeklik, çev: Osman Akınhay, Ayrıntı Yay., 1995.