Kürtler ne yapmalı deme yerine, Kürdistanlılar ne yapmalı demeyi daha adil buluyorum. Nedenine gelince, Kürdistan da yaşayan diğer halklarında Türk, Arap, Çerkes, Ermeni, Süryani ve de diğerlerinin hakkını yememiş oluyorum. Çünkü Kürdistan’da sadece Kürtler yaşamıyor, ki iyi bir örnek olarak Güney Kürdistan’da Kürtçe ile birlikte diğer dillere de eşit resmi dil statüsü sağlanması ve bu yukarda saydığım halkların statülerinin Kürtlerle eşit kabul edilmesi verilebilinir argümanımı doğrulamak için.
Konuya dönersem; Arap İslam ordularının yüzlerce seferi ile istilaya uğrayan Kürdistan’ın İslam kardeşliği ile nasıl manipüle edilerek işgale uğradığı, bilerek inkar edenlerin dışında, herkesin bilgisi dahilindedir.
Araplardan boşalan yere İslam kardeşliği tekerlemesi Osmanlılarda da aynı oyunlarla devam etti.
Fars hükümdarları ha keza, “aynı soydan geliyoruz, birbirimize en yakın kardeş iki halkız. Artı birde Müslüman kardeşliği değerlerimiz var (…)” diyerekten Kürdistanlıları asimile ettiler ve de giderek tamamen kendi dışında olma, bir başkası olmayı az ya da çok başardılar. Kürdistanlılara her türden zulmü, eziyeti, işkenceyi ve barbarlığı reva gördüler.
Osmanlı’nın son hükümdarı, diğer ardılları gibi, 2. Abdulhamid Kürtlerin bazı aşiretlerini “İslam kardeşliği” ile kandırarak Hamidiye Alayları kurarak Kürdistanlılara ‘amenna’ dedirtmek istemiştir.
Bu “şeytan sakallılar”ın zulmü yerini “şeytan bıyıklı” Jön-Türklere bırakmış ve kurdukları Teşkilatı Mahsusa (TM) ile birçok cinayetler işletmişlerdir. 1908 darbesiyle, [Bazı diplomalı, resmi görüşlü, cahiller aracılığı ile bu darbeyi ‘Devrim’ diye yutturmaya çalışsalar da], iktidar koltuğuna oturan Terakki Perver Fıkrası TM eli ile başta Ermeniler olmak üzere Kürdistan’da yaşayan kadim halklara aynı ardılları gibi yaparak 1915’te dünyada ilk soykırımı gerçekleştirmişlerdir. İslam kardeşliği ile de işbirlikçi rantçı-kişiliksiz bazı Kürt aşiretleri ile birlikte “gavur mallarını” paylaşmışlardır.
Fıtratında çalışarak kazanma ve emek verme kültürü olmayan Osmanlı ganimette başkalarının her şeyine el koymuştur. Ki devamcıları da aynıdır ve IŞİD’in yaptığının daha fazlasını yapmışlardır.
- Kemal’in Cumhuriyeti ile birlikte Kürtler ve diğer azınlıklar için pek bir şey değişmemiş hep eskilerde olduğu gibi oyalamaca-kandırmaca devam etmiştir. Sivas, Amasya ve Erzurum kongreleri ile yine Kürtler kandırılmış bazı hiçbir meşrutiyeti ve yaptırımı garantilemeyen yalanlı-dolanlı vaatler ile şimdi AKP şürekasının yaptığı gibi “iç sorun halinde kalsın ve de aramızda çözeriz, uluslar arası gözlemcilere gerek yok” dedikleri gibi “aynı tas aynı hamam” yine değişen bir şey yok…
Özcesi, AKP şürekası da tıpkı ardılları gibi Kürdistan sorununu uluslar arası sözleşmeler ile çözmeyip, garantilerden uzak tutmak istiyor. İşleri rayına oturtan M. Kemal ve devlet erki (“Sakalsız ve bıyıksızlar”) tam da TM’nin istediği gibi tek devlet, tek ırk, tek millet; üç T sarmalına savrulmuştur. Üç T ve “Ne mutlu Türküm Diyene”cilikle Kürtler her hak istediklerinde kanlı bir şekilde yalan-dolan, manipüle edilerek “İngiliz işbirlikçiliği” suçlaması haksız yalanları da dahil Türk-İslam şiarı ile halklara her türlü baskı ve zulüm reva görülmüştür ve Kürtlerin başkaldırıları bastırılmıştır.
1980 katiller darbesi ile birlikte Türk-İslam sentezinin yerine İslam-Türk sentezi uygun görülmüş ve T. Çiller vbg. lerle devam etmiş ve de giderek AKP eli ile devam etmektedir.
Tarihsel süreç içerisinde TM, kontrgerilla, Ergenekon, Jitem adı altında faili meçhul aslında belli cinayetler işlendirilmiş… AKP (“traşlı-hafiften bıyıklı”) şürekası eli ile İslam-Türk sentezciliği devam ede dursun çözüm süreci denilen bir muamma ile yine ardılları gibi “Kürt memo nöbete”.
Çok geçmeden dananın kuyruğu kopmuş, AKP şürekasının IŞİD’e destek verdiğini sağır sultanlar bile duymuş ve inanmış. Neticede çözüm süreci denilen takkiyeciliğe Kürtlerin kuşkuyla yaklaşmalarının önü iyice açılmış, Kürtlere sunulan çözüm süreci pastasının içerisine zehirleyici madde katıldığı kuşkusu iyice halk katmanları nezdinde güvensizliğe dönüşüyor. Her ne kadar basın çözüm sürecini medyatikleştirip umut imajı sergilese de… Özetle ben umut göremiyorum Kürtlere önemli hakların verilmesi konusunda ki Şuralarda vbg. yerlerde çıkan kararlar hiç de köklü çözüm üreten kararlar değil… Bence, Kürtler aşağıdaki şu nedenlerden dolayı çözüm süreci şu bu değil Güney Kürdistan’ın geldiği konum, Rojava-Kobane’de ki IŞİD’e karşı başarılar ve de Kürtlere dünyada duyulan sempati ve oluşan kamuoyu neticesi ile Kürdistanlılarda bir kendine güven duygusu ve birlikte davranma isteği oluşumundan dolayı çözüm süreci denilen (“hafiften bıyıklı”) yaklaşımlarına güvenle bakmıyorlar.
Şimdi bu “hafiften bıyıklılar”ın bu konudaki politikalarına bir güvensizlik oluşmuş iken; Kürtler lehine iç ve dış kamuoyu oluşmuş iken; AKP iktidarına bu konuda bir güvensizlik ortamı doğmuş iken; AKP şürekasının gerçek çözümden yana olmadığı eğitim şuralarında konu ile ilgili aldıkları kararlarda Kürtlerle ilgili elle tutulur gözle görülür hiçbir tutarlı ibare orta yerde yok iken; basit bir hak aramada dahi güvenlik güçlerinin saldırılarına maruz kalır iken; örnek verirsek IŞİD vahşetinden Şengal’den (Irak) kaçarak, binlerce Ezidi, Diyarbakır’ın Yenişehir ilçesi belediyesi sosyal tesislerine yerleştirilmişlerdi. 6 Ocak 2015’te bulundukları tesislerde bir yürüyüş düzenleyen halka” PKK bayrağını taşıyamazsınız” denilerek müdahale edilmiş basının yazdığına göre. Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Basit bir hak aramaya dahi tahammül edemeyen bir iktidar erki aklı ile nereye varılabilinir.
Daha yeni çıkardıkları torba yasa incelendiğinde Torba yasada yer alan 9. madde, tamamen hak ve özgürlükleri kısıtlamaya yönelik bir yasa ve muhalefeti susturmaya yönelik bir yasa. Hukuk normlarını yakalayacağı yerde baskıcı bir Türkiye’ye doğru evrilen bir iktidar mantalitesinde Kürtler için ne beklenebilir? Tüm bu saydığım nedenlerden dolayı Kürtlerin tek yapması gereken seçenek kendi ulusal demokratik birlikteliklerini oluşturmak, silahlı güçlerini dağıtmadan şimdinin ve geleceğin Kürdistan halklarını koruma güçleri olarak kalmasını sağlamak…. Kürt sorununda bunlar böyle iken;
Türkiye’de demokratik haklar konusundan tutalım, sağlık, eğitim, laiklik, iş, ekmek, aş, konut, barınma, çocuk hakları, kadın ve insan hakları, emekçilerin haklarında, hukuksal alanlarda, inançsal sorunlarda hiçbir iyileşme orta yerde yok. Uluslar arası ilişkilerde yalnız ve kavgalı bir T.C.
Hal böyle olunca yaklaşan Haziran 2015 seçimlerinde Kürtler, kendi aralarında en azından demokratik nitelikli grup ve partiler ile asgari ve azami programlar etrafında birleşmeliler. Türkiyeli parti, örgüt, grup, çevreler ile seçim işbirliği yapmalılar. HDP ile solun birliği tamamlanmamıştır. HDP’yi de içine alan Kürdistani ve Türkiyeli bütün sol gruplar bir program etrafında bir araya gelmeliler çünkü bir araya gelip tek bir parti ile seçimlere katılmaları olmaz ise olmaz hale gelmiştir diye düşünüyorum.
Türkiye’deki ulusal solun dışındaki, sol, sosyalist, devrimci, anarşist, demokrat, ekolojist, Alevi inancı çevresi, anti kapitalist Müslümanlar vbg çevre ve partiler tabandan kitleleri de içine alan bir halk cephesi şeklinde sadece seçim barajını hesaplamayan, Temsili Demokrasi denilen, [Türkiye’dekine zaten Temsili Demokrasi de denemez ki dense dense Osmanlı şeytanlığı denilir], kitleleri kandırma, oyalama yasallığının sınırlarına hapsolmadan Anarko-komünal-doğrudan demokrasiyi uygulayan bir örgütlenme ile Türkiye’deki İslamo-faşişt iktidar teşkilatına dur demek için bir başlangıç aracı olabilir diye düşünüyorum. Yoksa barajı aşmak, yüzde şu kadar oy almak bir iyilik getirmiyor ki dünyamız örnekler ile doludur % 23, % 19, (…) oy alan sol, sosyalist, komünist vbg. pratikler olmuştur.