Site icon Rojnameya Newroz

Kürdistan Meselesinin Çözümü; Özerklik, Federasyon, Bağımsızlık!

Güney Kürdistan’da, bağımsızlığı tartışmanın ötesinde pratik adımlarının atıldığı, Batı Kürdistan’da mevcut Kanton yönetimini aşan federasyon arayışlarının sürdüğü sürçte Kuzey parçasında da, Kürt meselesinin çözümü etrafında tartışmanın ötesinde yoğun görüşmelerin, planların geliştirildiği biliniyor! Kürt halkı kendi kaderini tayin hakkını federasyon veya bağımsızlık yönünde mi kullanır? Karar kendisinindir! Bu yazıda kendi kaderini tayin hakkının bir biçimi olarak federasyon üzerinde duracağız. Zira biz komünistler, sosyalist federasyonu; geçmiş yüz yılların eşitsizliklerini giderebilmede soyut matematiğin diliyle değil fiili eşitliği sağlamada önemli bir adım olarak görmekteyiz.

Sorunun üzerinde derinlikli tartışıp sonuçlara varabilmek için öncelikle federasyonun tanımı,  kabilelerin, halkların ve ulusların sosyal, toplumsal ve siyasal (devlet) yaşamlarındaki yeri; tarih içerisindeki farklı federasyon türleri; özel olarak da yakın tarihimizdeki sosyalist federasyonların halkların yaşamlarındaki yeri ve nihayet komünistlerin çok uluslu devletlerde federasyona bakışlarının ne olması gerektiğini irdeleyeceğiz.

Özelde de tarihsel bir trend olarak derinleşen küreselleşme ve küreselleşmenin iki kutbu olarak merkezileşme ile yerelleşmenin, beraberinde federasyon/konfederasyon eğilimini nasıl güçlendirdiğinin üzerinde kısaca duracağız.

Federasyonun tanımı; federasyon ile konfederasyon özünde aynı anlamı içerirler: birlik, ittifak, ortaklık. Meydan Larousse Ansiklopedisi’nde şunlar yazılı:

Federasyon: “Birçok ayrı devletin kolektif bir devlet halinde birleşmesi”;Federal: “Bir devletler federasyonuna ait olan, bu federasyon ile bağlantılı olan, federal birlikler. Federal Devlet: “İç hâkimiyet alanında yetkilerini federal devlete bırakan bir devletler topluluğunun meydana getirdiği belirli bir milletler arası birlik”; Federalizm: “Birçok bağımsız devletin üstün bir otorite yararına egemenliklerinden bir kısmını terk ettikleri siyasal sistem…

Çağdaş federalistler için yeni bir hümanizma niteliği taşıyan federalizm, insan topluluklarının bir iç teşkilatlanma ilkesi (yerinden yönetim) ve ilişkilerinin dış teşkilatlanması konusunda girişilmiş bir denemedir (her toplumun hâkimiyetinden bir kısmını ortak bir iktidar yararına terk etmesi). Birbirinden çoğunlukla farklı olan bu iki anlam, kimi zaman birbirine karışır.” Burada birbirinden farklı olanla kastedilen, merkezileşme ve karşıt kutup yerelleşme trendidir.

Konfederasyon: “Birlik, ortaklık; Latin halkı Latin şehirlerinin bir konfederasyonudur. Kendi hükümetlerini muhafaza kaydıyla genel bir iktidarın yönetimini kabul eden devletlerin kurduğu birlik (merkezi hükümet esas olarak, hemen hemen bütün kararları üye devletlerin oy birliğiyle aldığı bir koordinasyon teşkilatından meydana gelir). Konfedere: “Ortak düşmana karşı birleşmiş halklar, devletler, topluluklar. Konfedere Ordu; ABD’de bağımsızlık savaşları sırasında (Kuzeyli) federal hükümete karşı ittifak yapan (Güney) eyaletler.”

Tarihte Federasyon/Konfederasyonlar

Federasyon, konfederasyona oranla daha merkezi yapıyı temsil eder. Fakat taşıdıkları isim ve biçime karşılık, daha gevşek, daha âdemi-merkeziyetçi federasyonlar olduğu gibi tersinden federasyona oranla daha merkezi konfederasyonlar da bulunur. Örneğin; 23 kantonun oluşturduğu İsviçre, konfederasyondan çok federasyonu temsil eder. Federasyondan konfederasyona evirilme (SSCB’den BDT’ye) olduğu gibi, tersinden konfederasyondan federasyona doğru gelişmeler de olabilir.

Federasyonun, konfederasyonun kökleri, tarihte çok eskilere dayanır, hatta öyle ki insanlığın uygarlaşmaya adım atmasıyla yaşıttır. İlkel komünal toplumlarda kabilelerin/aşiretlerin oluşturduğu devletsiz federasyonlar, konfederasyonlar vardı. Uygarlığın ilk beşiği olan Mezopotamya, Mısır ve Hindistan’da ve Amerika’da Maya, Aztek uygarlıklarında kabile, aşiret federasyonlarının ilk biçimlerine rastlanır.

Tarihte devletsiz topluluklarda olduğu gibi devletli toplumlarda da farklı federasyonlar, konfederasyonlar yaşanmıştır. Uluslaşma öncesi genel de tüm devletler ve Almanya örneğinde ki gibi kimi ulus devletler de şu veya bu düzeyde federasyon, konfederasyonu oluşturuyorlardı. Dolaysıyla belli başlı toplum biçimleri olan ilkel komünal, köleci, feodal, kapitalist, sosyalist toplum ve devletlerde farklı federasyon türleri yaşandı, yaşanıyor.

Tarih, halkların federe (birleşik) yapılar halinde yaşadıklarının tanığıdır. Afrika, Asya, Amerika, Avrupa kıtalarında geçmişte belli bir yerellikle sınırlı olsa da halkların; “halklar topluluğu”, “konfedere kümeler”, “aşiret konfederasyonları”, “devletler federasyonu” vb. kültürel, siyasal birlikler altında yaşadıkları görülür ki söz konusu birlikler, aynı zamanda farklı ulusların doğuşlarının mayasıdır. Çünkü hiçbir ulus (hatta hiçbir halk) saf bir etnik grubun, kabilenin, kavimin, klanın, aşiretin ürünü olarak oluşmadı. Her halk ve ulus, onlarca kavim, klan, kabile ve etnik grubun oldukça uzun bir tarihi süreç içerisinde belli topraklar üzerinde zorla asimilasyon ya da gönüllü kaynaşmaları sonucunda oluştular. Başka bir ifadeyle; “nüfus olarak sayıları genellikle birkaç bin ya da birkaç yüz bini geçmeyen; yerel, bölgesel özellikler taşıyan ve dağınık halde yaşayan, dolayısıyla toplumsal birlik yönünde gevşek bağları bulunan; merkezileşmeden yoksun; yalnızca sınırlı bir dil, toprak, soy birlikteliği, ortak kültür duygusu, yaşam tarzı, gelenekleri gibi özelliklere sahip insan toplulukları olarak etnik gruplar, kavimler, klanlar, kabileler ve aşiretlerden birkaçı veya onlarcası modern ulusların önkoşullarıdır.” (S. Çiftyürek, Ulusal Soruna Somut ve Tarihsel Yaklaşım, Sy.59, Gün Yayıncılık, 2. Baskı) Modern uluslaşmanın bir yanıyla tek tipleştirme olarak halklara giydirilmiş deli gömlek işlevini de üstlendiği gerçeği de var bu ayrı konu!

 

Belli başlı federasyon türleri

Birinci tür federasyonlar: Devletlerin federe yapısının belirlenmesinde siyasi, (etnik, kültürel) ve ekonomik,  coğrafik veriler rol oynamıştır. Farklı siyasi (etnik, kültürel) değerlerle coğrafik özelliklerin örtüştüğü yanı hem etnik hem coğrafik farklılıkları içeren federe devletlerin, özerk devlet veya bölgelerin birleştikleri federal devlet türleri. Örneğin; Güney Kürdistan’da ki Kürt Federe Devleti sadece coğrafik ya da etnik değil, ikisinin de örtüşmesini esas alır. Arapların talep ettiği gibi salt coğrafik olsaydı o zaman Kürdistanı’nın Kerkük, Süleymaniye, Erbil … kentleri şimdiki gibi Federe Kürt Devleti bünyesinde tek bir parlamento tarafından yönetilmek yerine ayrı ayrı birer idari yönetim olacaklardı.

Hâlihazırda dünyada 10’u aşkın bu tür federasyonlar mevcut. Bunlardan bazıları:

* Rusya Federasyonu; onlarca özerk bölge ve cumhuriyeti içeriyor.

* Yugoslavya Federasyonu; bugün Sırbistan ve Karadağ cumhuriyetlerinden oluşuyor.

* Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Birleşik Krallığı; İngiltere, Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda’dan oluşuyor.

* İsviçre Konfederasyonu; her biri kendi anayasası olan 23 kantondan oluşuyor. Biri milli meclis, diğeri eyaletler (kantonlar) meclisi ve bu ikisinden oluşan federal meclis var. Dört ayrı resmi dil konuşuluyor.

* İspanya Krallığı; 19 ayrı özerk bölgeden oluşuyor. Hem etnik hem coğrafik özelliklerin örtüştüğü Katalan, Bask vb. bölgeler olduğu gibi farklı özerk (salt coğrafik) bölgeler de var.

* Belçika Krallığı; coğrafik ve kültürel (etnik) üç bölgeden oluşuyor. İki resmi dile sahip.

* Güney Afrika Cumhuriyeti; 4 eyalet, 4 bağımsız bontustan ve henüz bağımsız olmayan 6 bontustan var. İki resmi dil kullanılıyor.

* Hindistan Cumhuriyeti; federal cumhuriyet 25 eyalet ve 7 federal bölgeden oluşuyor. İngilizce ve Hintçe olmak üzere iki resmi dil kullanılıyor.

* Çin Halk Cumhuriyeti; 22 eyalet, 5 özerk bölge ve 3 belediyeden oluşuyor.

* Kanada; federal devlet, her biri parlamento ve hükümeti bulunan 10 eyalet ve iki bağlı topraktan oluşuyor. Fransızca, İngilizce resmi dilleridir.

 

İkinci tür federasyonlar: Federalizm evresinde Batı’da şekillenen güçlü derebeyliklerin, dük ya da grandüklerin, Asya ve özel olarak da Ortadoğu’da güçlü aile veya aşiretlere dayalı emirliklerin, şeyhliklerin oluşturduğu federal devletler. Bunların bir kısmı kapitalist toplum evresinde de varlıklarını sürdürüyorlar. Bu tür federasyonlarda farklı etnik (ulusal) yapılar rol oynamıyor. Örneğin Almanya geçmişte ve bugün bu tip federasyonların tipik örneğidir.

* Almanya Konfederasyonu; geçmişte farklı Alman devlet ve prensliklerini içeriyordu. 1817-1839 yılları arasında geçerli olan “Federal anlaşma 38 hükümran devleti kabul ediyordu. Bu devletlerarasında; 1 İmparatorluk (Avusturya), 5 krallık, 10 düklük, 4 özgür kent vardı. Bugün ki Almanya Federal Cumhuriyeti ise; her biri yerel parlamentosu bulunan 25 eyaleti içeriyor.

* Avusturya Cumhuriyeti; salt Alman ulusunu içermesine karşın yine Almanya gibi tarihten gelen ve kökeni derebeyliklere dayanan ekonomik yapılanmalar gereği 9 eyaletten oluşuyor.

* Birleşik Arap Emirlikleri; aynı Arap ulusundan 7 emirlikten oluşan emirlikler federasyonu.

 

Üçüncü tür federal devletler: Coğrafik ve ekonomik verilerin örtüştüğü ABD, Meksika, Brezilya, Arjantin vb. belirtilebilir. Doğrudan etnik (ulusal) şekillenmeler olmasa da bu tür federasyonların, federe (alt idari) birimlerin oluşumunda ekonomik, coğrafik veriler kadar olmasa da, etnik, kültürel farklılıkların da payı vardır.

* Brezilya Federatif Cumhuriyeti; her biri parlamento ve hükümeti olan 23 eyalet, 3 bağlı toprak ve federal başkenti içeriyor.

* Arjantin Cumhuriyeti; her biri ayrı vali ve anayasası olan 22 eyalet, 1 federal başkent ve Ateş ülkesine bağlı bölgesinden oluşan (ABD benzeri) federal bir cumhuriyettir.

 

Dördüncü tür federasyonlar: Avrupa Birliği (AB), bu türün en iyi örneğini oluşturuyor. Bu tür federal/konfederal yapılanmaya yol açan, açacak olan küreselleşme sürecinin kendisidir. Son yıllarda bu sorun üzerinde çok duruldu, burada sadece birkaç cümleyle değineceğim.

*AB süreci başlangıçta ekonomik işbirliği ve entegrasyon ile başladı, siyasi ve kültürel merkezileşme birkaç adım geriden izledi, halen de öyle. Kısacası, ekonomik birliği siyasi birlik izliyor.

*AB benzeri birliklerin ayır edici bir özelliği; ulus, ulusal devlet yapılanmalarının süreçte aşılmaları hedefi üzerinde şekilleniyor olmalarıdır. Gelişme trendi, dünya çapında her açıdan ulus üstü merkezileşme yolunda ilerliyor.

*Küreselleşme trendinin iki kutbu olarak merkezileşme ve yerelleşme karşılıklı birbirini besleyerek gelişiyorlar. Ulus, ulusal devlet hem merkezileşme hem de yerelleşme lehine adım adım güç ve yetki kaybına uğratılıyor. Dün Avrupa’da merkezileşmenin odağı olan ulus ve ulusal devletin uluslar üstü merkezileşme odağı lehine aşılması hedefleniyor. Kim hedefliyor? Sınırları aşmak emeğin, sosyalist hareketin hedefiyken bugün Avrupa’da sermaye hedefliyor.

*AB’de uluslar üstü merkezileşmenin siyasal hedefinde Avrupa Birleşik Devletleri’ne dönüşmek bulunuyor. Başarır-başarmaz ayrı tartışma konusu. Şimdi hazırlanan Avrupa Anayasası bu yönde ciddi bir adım. Merkezileşme güçlendikçe, Almanya, Fransa, İspanya, Hollanda, Polonya vb. mevcut devletler (ülkeler) adım adım yeni bir yerelleşmenin odağı haline gelecekler. Bu yerelleşmenin şekillenmesinde coğrafik, ekonomik ve önemlisi etnik (kültürel) öğeler örtüşük olarak rol oynayacaklardır.

 

Sosyalist federasyon ve ulusal sorunun çözümü

Ulusal sorunun federal sosyalist devlette çözümüne ilişkin yakın tarihimizde yaşanmış belli başlı üç örnek bulunuyor: SSCB, Çekoslovakya ve Yugoslavya. Bu üç federal devlet de yıkıldı ama ulusal sorunun çok uluslu devlette çözümü konusunda önemli deneyleri içeriyor.  Ayrıca her üç federal devletin dağılmasında ulusal sorun ya da çözümlenmemiş ulusal sorunlar belirleyici değildi. Bunun nedenleri üzerinde daha önce epeyce durduk.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) geniş anlamda bir devlet, bir ülkeydi. Daha doğrusu SSCB, devletlerin devleti, ülkelerin ülkesiydi. 15 federal sosyalist cumhuriyeti, 100 civarında özerk bölgeyi, 180 civarında farklı ulus, ulusal azınlık ve daha uluslaşmamış toplulukları içeriyordu. Bu zengin ulusal mozaiği ancak sosyalizmin kardeşçe ve eşitçe bir arada yaşatabileceği bugün daha net görülüyor. SSCB ve diğer federasyonların ulusal siyasette eleştirilecek yönleri vardı ama bunlar sosyalist federasyonların gereksizliğinin (yanlışlığının) kanıtları olamazlar.

Çek, Slovak federe cumhuriyetlerinin oluşturduğu ve iki resmi dil kullanılan Çekoslovakya ile 6 federe cumhuriyet, 2 özerk eyaletin birleştirildiği ve 3 resmi dile sahip Yugoslavya Federal Sosyalist Cumhuriyetleri de gelecekte bize ışık tutacak deneylerle yüklüdürler. Sosyalist federasyonların ulusal siyasetine ilişkin sadece birkaç noktayı vurgulamakla yetineceğiz.

1- Adı geçen sosyalist federasyonlar; bünyelerindeki zengin ulusal, kültürel farklılıkları ortadan kaldırmak yerine yaşatmayı yani farklılıkların korunmasını esas aldılar, uyguladılar. Özellikle geçmişte ezilen ulus konumunda olan halkların kültürel gelişmesine önem verildi. SSCB ve Yugoslavya’da ilk evre ulusların/halkların erimesi değil, sosyalist uluslar/halklar olarak gelişip güçlenmeleri idi. Zordan arınmış ve karşılıklı gönüllü asimilasyon, sosyalist federasyonun ilkesiydi. Ancak uluslar sosyalizm öncesinde bugünkü Batı Avrupa misali ulusal evreyi yeterince yaşamış olsalardı, sosyalist federasyonun ilk evresinde de ulusal farklılıkların karşılıklı olarak aşılması hedeflenebilirdi. Oysa sosyalizm öncesinde Rusya’da birçok halk daha uluslaşmamıştı. Dolayısıyla sosyalist federasyonda ulusal farklılıkların eritilmesi ilk evrede gündeme getirilemezdi. Yer yer farklı eğilimler oluşsa da, hatta kimi adımlar atılsa da, hakim olan ve uygulanan; ulusal kültürel farklılıkların sosyalizm altında korunup geliştirilmesiydi. Şu tespit doğrudur ve çok öğreticidir: 

“Gerçekte Sovyetler Birliği de, Yugoslavya da tam tersi nedenlerle eleştirilmiştir; dillerinin yazı sahibi olması isteğini göstermeyen küçük kabilelerin yazıya kavuşması için aşırı gayret göstermek, ayrı varlıklarını sona erdirmek üzere olan küçük etnik grupların varlığını sürdürmesi için çalışmak gibi.” (H. B. Davis, Sosyalizm ve Ulusallık, Sy.197, Belge Yayın.)

Türkiye’de bugün Kürt sorununa şovence bakan kimi sol, devrimci, hatta komünist parti yöneticileri de, SSCB’nin ve Lenin’in uluslar siyasetini, “ulus olmayan halkları, toplulukları bile sosyalizm altında ulus haline getirdiler” diye eleştiriyorlar. Bu açıdan SSCB ve Lenin’in ulusal siyasetini eleştirenleri özellikle “ulus, ulusal diller, kültürler fazla önemsendi” yönündeki eleştirileri hiç mi hiç doğru bulmuyoruz.

2- Komünistler, sosyalizm altında, ulusların eşitliğini her alanda hedeflediler ve geçmiş rejimlerden devralınan köklü eşitsizliklerin hızla aşılmasını önlerine koydular. Çarlık Rusya’sında kökleri yüz yıllara dayanan ayrımları kısa sürede ortadan kaldırmak kolay değildi ve komünist iktidarlar bu zorlu görevin başarılmasında olumlu bir sınav verdiler. Bu başarıyı düşmanları da kabul etmek zorunda kaldı. Komünistler, sosyalist federasyonlarda; geçmişin eşitsizliklerini giderebilmede soyut matematiğin diliyle değil, fiili eşitlik sağlayabilmek için olağanüstü bir çaba sergilediler, epey de yol aldılar.

SSCB bünyesinde farklı uluslar ve ülkeler arasındaki eğitim-öğrenim alanındaki eşitsizliklerin aşılmasında şu veriler önemli:1939’dan 1970’e, yani 30 yıllık sürede yüzde olarak en yüksek artış, sosyalizm öncesinde en geri olan coğrafyalarda gerçekleştirilmiş. SSCB ortalaması %447 iken; Özbekistan %826, Kırgızistan %983, Tacikistan %1050, Türkmenistan %731.

Yine Sosyalist iktidar altında hem sağlık alanındaki hızlı gelişmeyi hem de geçmişte sömürge olan Orta Asya ile Sovyetler Birliği’nin ortalamasının nasıl eşitlendiğine bakalım.  Örneğin geçmişte en geri ülkeler olan Orta Asya’da sosyalizmin inşa sürecinde 1961’de 1000 kişiye düşen doktor sayısı 1.39’a ulaşmışken, bu rakam en gelişmiş emperyalist kapitalist ülke olan ABD’de 1.28’de kalıyor. Türkiye, İran gibi orta düzeyde gelişmiş kapitalist ülkelerle ise kıyaslanamayacak düzeyde sosyalist Orta Asya lehine fark var.

Daha devrimin ilk yıllarında, SSCB’deki ulus, ulusal azınlık ve uluslaşmamış toplulukların dil, kültür alanında gelişmeleri için izlenen politikalar kısa sürede ürün verir. Sovyet yazarlarının 5. Kongresinde; “Çarlık Rusya’sı döneminde edebiyat 13 ayrı dilde yazılırken Sovyetler Birliği’nde edebiyatın 75 ayrı dilde yazıldığı gerçeği” saptanır. Bu gerçeklik genel olarak Sovyet Kürtleri, özel olarak da Ermenistan Kürtleri için de geçerlidir. Genel olarak Sovyet Kürtlerinin, Kürt dili, müziği, tarihi, edebiyatı alanında yarattığı değerlerle Kürt ulusal kültürüne katkılarını ilgili herkes kabul eder.

Sosyalist federasyon altında halkların/ulusların genel olarak aydınlanma, özel olarak da ekonomik, sosyal ve kültürel alanda kat ettikleri büyük gelişmeyi, Türkiye’deki liberal yazar ve aydınlar da kabul ederler. Şöyle ki;

SSCB dağıldıktan sonraki süreçte, İlhan Selçuk 5 Ekim 1991 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde “Asya’da aydınlanma” başlıklı yazısında şunları yazar:

“Kazakistan 1917 öncesi Çarlık sömürgesiydi. 1920’lerde okuma-yazma oranı %2,5… yaşama biçimi göçebelik. Ya bugün? Sovyetler Birliği dağıldı; ancak Asya toplumları 1920’de yaşamıyorlar; durumları, sorunları, okuma-yazma oranları, bilgi birikimleri, yetişmiş kadroları, endüstri kurumları, bilim akademileri, kentleri ve özlemleriyle bir başka kapının eşiğindeler. Çarlık Rusya’sının sömürgesi olarak Kazakistan, Sovyetler Birliği’nin 15 Cumhuriyetinden biri olarak yaşadı; bugün kuzey komşumuzda kurulan gönüllü birliğin (BDT) 11 üyesinden biridir.”

Benzer bir değerlendirmeyi M. Ali Birand, 10. 5. 1992 tarihli Sabah Gazetesi’ndeki yazısında şöyle yapar:

“Demirel’in son Orta Asya seferinde en çok kullandığı yaklaşım, ‘biz sizin ayaklarınızın üstüne dikilmenize yardımcı olacağız’ idi. Başka bir deyişle, ‘merak etmeyin, sizi kurtaracağız’ deniliyordu. Kazakistan’da bizim heyetin bu yaklaşımına lider Nazarbayev’in yanıtı çok ilginçti… Başbakan Demirel’in kolundan tuttuğu gibi, Amerika’dan sonra en gelişmiş uzay istasyonu olan Baykanur’a götürdü… Gezi sonrasında bizim heyetin suratındaki ifadeler çok değişti.”

Birand, daha çarpıcı olarak şunları belirtir:

“Türki Cumhuriyetlerin güçlü oldukları yönleri görmemezlikten gelmeyelim… Ankara Ulus Meydanı’nda birkaç kişiyi alın, aynı şekilde bu cumhuriyetlerin aynı tip meydanlarından insanları toplayın ve karşılaştırın…. Kimin daha fazla bilgili, daha ‘fazla muhtaç’ olduğunu hemen bulursunuz.”

3- Çok uluslu devlette, ulusal sorunun çözümü illaki federasyon biçiminde olur diye bir genel kural yoktur. Özgün koşullar, ezen ve ezilen ulus devrimci hareketinin durumu ve yönelişleri sorunun çözümünü belirler. Ayrıca federasyondan federasyona da fark vardır. Yine özgün koşullar bu farklılığa içerik kazandırır.

Çarlık Rusya’sı, bugün AB ile kıyaslandığında her açıdan farklı ve geridir. Uluslar, kendi ulusallıklarını yaşamadıkları gibi, daha uluslaşmamış halkların da olduğunu belirtmiştik. Buna rağmen Lenin, halkların/ulusların devrim sonrasında gönüllü birliğini savunur. Devrim arifesinde, Polonya, Finlandiya ve Baltık ülkeleri ayrılma yönünde karar aldıklarında, Lenin liderliğindeki Bolşevik iktidar, ayrılma kararlarını saygıyla karşılar ve tanır.

Birlik iktidarı başlangıçta, Rusya Sovyet Sosyalist Federatif Cumhuriyeti (RSSFC) adı ve biçimi altında yürür. Stalin’in 1920’de Sovyetlerde daha sıkı merkezileşme hedefiyle geliştirdiği “özerkleştirme” planına bu kez Lenin kesin bir tutumla karşı çıkar. Diğer Sovyet cumhuriyetlerinin RSSFC bünyesinde birleşmeleri önerisine karşın, SSCB önerisini savunur. Ve 30 Aralık 1922’de toplanan I. Sovyetler Kongresi’nde SSCB’nin oluşturulması kararlaştırılır.

Stalin’in savunduğu “özerkleşme” (otonomizasyon) önerisi, bütün Sovyet cumhuriyetlerinin özerklik ilkesi temelinde Rus Federatif Sovyet Devletleri Cumhuriyeti’ne katılmalarını içerirken; Lenin bütün Sovyet cumhuriyetlerini yeni bir federal devlet çatısı altında tam eşitlik ilkesiyle birleştirecek olan SSCB’yi savunur ve önerisi kabul edilir.

Lenin SSCB’yi savunur ve kongre önerisini kabul eder, ama Lenin 31 Aralık 1922’de yani aynı tarihte şunları söyleyecekti:

“Bu çalışmaların sonucunda, gelecek Sovyetler Kongresi’nde bir adım geri atmak zorunda kalıp kalmayacağımızı, yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ni sadece askeri ve diplomatik alanlarda sürdürüp, bütün öteki konularda Halk Komiserlikleri ’ne tam bağımsızlık vermemiz gerekip gerekmeyeceğini şimdiden kestirmek olanaksızdır.” (Son Mektuplar, Son Yazılar, Sy:30)

4- SSCB 15 federe Sovyet Sosyalist cumhuriyetin birliğinden oluşmasına karşın, oldukça merkezileşmiş bir devlet örgütüne sahipti. Yukarıda değindiğimiz gibi Lenin daha ilk yıllarda bu merkezileşmiş yapının sorgulanmasından yanaydı. Fakat iç ve özellikle dış emperyalist kuşatmadan hareketle, merkezileşmiş SSCB yapısı yıkılıncaya kadar korundu. Merkezi yapının korunması doğru muydu, yanlış mıydı, bu ayrıca irdelenebilir. SSCB Anayasası’nda uluslararası ilişkiler, savaş ve barış, SSCB içinde yeni cumhuriyetlerin kabulü, dış ticaret, para ve kredi sistemi gibi alanlar SSCB’nin yetkisindeydi.

Aynı anayasada; “Madde 16- Her federe cumhuriyetin, cumhuriyetin özelliklerini göz önünde tutan ve SSCB Anayasası ile tam bir uygunluk için yapılmış kendi anayasası vardır. Madde 17- Her cumhuriyet, SSCB’den özgürce çıkma hakkına sahiptir” diyor.

Okuyucuya tabloyu tam anlamak için SSCB Anayasası’na bakabilir.

 

Özgülümüzde federasyona bakış

1- Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde federasyon mu, bağımsızlık mı tartışmasını sürdürürken; çokça tartışılan ve tartıştığım bir sorun vardı: “Kürdistan sömürge mi, ilhak mı?” Burada yeri gelmişken şunları belirtmek istiyorum: Sömürge mi, ilhak mı tartışması artık akademik niteliğe bürünmüş olup geride kalmıştır. ÖSP bağlayıcı belgelerinde ve propaganda dilinde hangisi kullanılır fark etmiyor, önemli olan savunulan içerik ve hedeftir.

2- Ulusal sorunun çözüm yolu olarak federasyonu mu, bağımsızlığı mı hedeflemeliyiz? Bu sorunu da geçmişte oldukça fazla tartıştık. Kendi adıma bu konuda kitap dahil epeyce yazdım. Gerekirse yine tartışabiliriz ama zamanın kendisi sorunu olgunlaştırdı. Elbette “zaman gerçekleri bulur” türünden beylik sözlere gerek yok, fakat şunu belirtebiliriz: Arkalanmış zaman ve yaşanmış pratik; tartışılan sorun üzerindeki birçok örtüyü kaldırdı ve kendi çözümünü öne çıkardı diyebiliriz. Kürt halkının Güney üzerinden bağımsız devlet kurmasını öne çıkarırken, Kuzey özelinde bugün Kürt ulusal sorununun çözüm yolunun federasyon olduğunu öne çıkarttığı inancındayım.

3- 1980 öncesinde, Kuzey’de federasyon savunusunun yanı sıra “bağımsız” hatta “bağımsız birleşik Kürdistan” tezi de savunuluyordu. Buna karşılık Güney ve Doğu Kürdistan’da “özerklik” savunulurken, Batı Kürtleri kendilerini daha çok “kültürel haklar ”la sınırlandırmışlardı. Bugün tablo tersine döndü. Güney Kürdistan, fiilen federasyonun da ötesine geçerek bağımsızlık hedefinde ciddi adımlar attı, atıyor. Güneyliler, “Federasyondan geri bir çözüm kabul edilemez” deyip bağımsızlığı hedef belirlediler. Güney Kürdistanı’ndaki fiili durum ve bilinçli, amaçlı savunu, Doğu ve hatta Batı Kürtlerini bile bugün federasyon savunusunda cesaretlendiriyor. Mehabat, Hewlêr, Amed ve Qamişlo hattında hem federasyon tezi artan bir yoğunlukla siyasi dayanak buluyor, hem de parçalar arası ortak ulusal, kültürel, siyasi aidiyet ve davranış eğilimi güçleniyor özellikle Güney ile Batı parçasının birleşmesinin kimi projeksiyonları tartışılıyor ve pratik sahada kimi denemeleri yapılıyor. Fakat en büyük ve gelişkin parça olan Kuzey’de siyasal dinamikler içerisinde halen en etkin olanı hem bu aidiyetin dışında duruyor, hem de ulusal sorunu “kültürel” veya “yurttaşlık haklarına” indirgemek gibi bir geriliği taşıyor.

4- Federasyon Kuzey’de ulusal sorunun çözüm yollarından biridir ve “bütün öteki koşullar eşit olmak kaydıyla birleşik devleti” savunmak bugün doğrudur. Bugün Kürt ve Türk halkı ile azınlık halklar arasında eşit koşullu federasyonu gerekli veya zorunlu kılan belli başlı faktörler var. Türkiye burjuvazisinin belirleyiciliğinde Kürt burjuvazisinin Türk burjuvazisi ile geliştirdiği işbirliği ve farklı uluslardan sermayenin entegrasyonu; şoven rejimin bilinçli geliştirdiği ekonomik entegrasyon ve asimilasyonun yarattığı sonuçlar; bu sonuçlardan biri olarak oluşan, dahası amaçlı oluşturulan demografik yapı.

Demografik yapı deyip geçemeyiz. Bugün Kuzey Kürdistan’ın toplam nüfusu 14 milyona yakın ve bunun 3-4 milyonunu Türk, Arap, Ermenilerin oluşturduğu dikkate alınırsa, geriye Kuzey’de 8-9 milyon civarında yaşayan Kürt nüfusa karşılık; Çukurova, İstanbul, İzmir, Antalya, İzmit başta olmak üzere Türkiye metropol ile kentlerinde de yine 8-9 milyon civarında Kürt nüfusunun bulunduğu görüşündeyim. Konya, Kırşehir, Ankara üçgeninde yıllar önce yerleştirilmiş Kürt nüfus ile Mersin başta olmak üzere Çukurova’da son yıllardaki zoraki kitlesel göç sonucunda, geçmişteki Arap-Türk-Kürt nüfus dengesinin Kürtlerden yana çoğunluğa dönüştüğü gerçeği de dikkate alınırsa, Türkiye metropollerindeki Kürt nüfusu, tahmin edilenin çok ötesine varır. Dahası, Bodrum gibi sahil ilçelerde ve hatta artık Trakya’da bile ciddi bir Kürt azınlığı oluşmuşsa; bu tablo federasyon tezini güçlendiriyor. Ama bunun da ötesinde, bizleri ulusal sorunun çözümünde daha karmaşık sorunlarla da yüz yüze getiriyor. Kuzey’de coğrafik ve etnik verilerin örtüştüğü federasyon temelinde ulusal soruna çözüm getirilebilinir. Konya-Kırşehir-Ankara üçgenindeki yerleşik Kürtlerin meselesi otonomi ile çözümlenebilir. Peki, Türkiye metropollerinde milyonları bulan ve özellikle Çukurova, İstanbul gibi kentlerin barındırdığı ciddi Kürt kitlesinin ulusal talepleri nasıl, hangi biçim altında çözümlenecek? Üzerinde ciddi çözüm projeleri geliştirmemiz gereken sorunlardan biridir. 28- 02- 2015

canbegyekbun@hotmail.com

 

Exit mobile version