Site icon Rojnameya Newroz

KUDÜS AYNASINDA FİLİSTİN MÜCADELESİ

Öncelikle bilinmesi gereken; Kudüs’ün, İsrail’in başkenti olması gerektiğini ilk ifade eden bugünkü ABD Başkanı Trump değildir. Ondan öncede Ronald Reagan, Bush ve Obama da defalarca dile getirdi.

Yaşar Kazıcı / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Yani bugün Filistin davası diye ağzını açan siyasal İslamcı ikiyüzlüler ordusu; ABD’nin her dönem bu konuda tavrını bilmesine rağmen kendi egemenlikleri için ABD ve İsrail’le iş tutmaktan geri durmadılar. İş tutanların başında da TC ve Suudi Arabistan geliyor. Şimdi yaşananlar ise ABD devlet politikasının; Trump tarafından hayata geçirilme sürecidir. Trump hükümetinin bu politikayı hayata geçirerek iç politikada elbette kendince prestij kazanma, üzerine açılan yolsuzluk davalarından sıyrılma vb. hesapları var. Ama meseleyi sadece Trump üzerinden yorumlamak; İsrail’in tarihsel sürecine eşlik eden ABD’nin devlet politikası hakkında hiçbir bilgi sahibi olmamak anlamına gelir.

Kudüs meselesinde gözle görünür iki taraf var. Başkent Kudüs diyen Filistin tarafı anti-semitizmi; başkent Kudüs diyen İsrail tarafı ise Siyonizmi temsil etmektedir. Kudüs tarihsel olarak yaşadığı süreçlerle ve bugünkü mevcut sosyal, dinsel, kültürel ve demografik haliyle Hristiyan, Müslüman ve Musevi halklar için kutsalların kesiştiği bir şehirdir. Her inançlı için kendi inancı kutsaldır. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Peki bu toprak üzerinde dünyanın üç büyük inancı kesişiyorsa; Komünistler, içinde yaşadıkları toplumların inanç eğilimine göre kutsallıktan kutsallık mı beğenecek yoksa inançların egemenler arasında siyasal malzeme haline getirilmesine ve siyasal çözümün nerede aranması gerektiğine mi odaklanacak?  Diğer yanıyla tartışmanın dinsellikten arındırılması ve siyasal alana taşınması elzemdir. Dinselliğin cenderesine sıkışmış Filistin Mücadelesi bu haliyle; özünde ulusal bir özgürlük mücadelesi iken Ortadoğu diktatörlüklerinin çürümüşlüğünü örten, yoksul Müslüman coğrafyaların uyutulmasında bir araca dönüşüyor.

Yahudi toplumu; yaşadığı sürgünlerle, katliamlarla (Pogromlar, Nazi kampları bunların bilineni) mevcut diasporada yaşayan nüfusuyla beraber dört bin yıllık toplumsal realitedir. Kudüs’teki Ağlama Duvarı olarak bilinen esasen bir tapınaktan arta kalan duvarları dahi inceleyen biri Yahudi toplumunun Kudüs’teki realitesiyle karşılaşmakta zorlanmaz. İsrail devletinin uygulamalarına, Filistin nüfusunu eritme politikasına, Mescid-i Aksa üzerindeki keyfiyetine karşı çıkmakla; Yahudi halkının varlığına karşı dinsel argümanlarla saldırmak aynı şey değildir. Ortadoğu’daki bütün egemenler Yahudi halkını adeta şeytanlaştırarak kendi egemenliklerinin, kirlenmiş yüzlerinin üzerini örtmektedir. Diğer yandan İsrail’de Siyonizme destek olan halk kesimleri olduğu gibi İsrail devletinin uygulamalarına karşı çıkan önemli bir halk muhalefeti de var bunu da unutmamak gerekiyor. Siyonist rejime karşı mutlaka Komünist hareketler bir tavır almalıdır. Ancak Filistin halkının özgürleşmesi savunulurken; Yahudi halkının bütün siyasi organizasyonlarının ortadan kaldırılması gerektiğine varan (tam da siyasal İslamcıların talebi – İsrail yıkılsın türevi talepler) anlayışlarla da hesaplaşılmalıdır. İsrail’deki Siyonist rejimden bahsederken; Gazze’yi elinde tutan açıkça şeriatçı olduğunu, İsrail’in topraklarının da Filistin’in olduğunu savunan Yahudi düşmanı Hamas’tan da bahsedebilmek gerekir.

Komünist hareketin kuracağı dil, belirleyeceği politika; siyasal İslamcılarla asla kesişmemeli, onların tezlerini olumlamaya varacak taleplerden uzak durulmalıdır. Siyasal İslamcılar her fırsatta; kendi sahtekarlıklarını Filistin Mücadelesi üzerinden görünmez kılmanın yollarını aramaktadır. Kuzey Kürdistan’ı elinde tutan TC; bunun en tipik örneklerindedir. Erdoğan Birinci One Minute’tan sonra şimdi de ikinci One Minute’unu çekti. İsrail’e işgalci diyen Erdoğan’ın temsil ettiği devletin; yüz yıla yakın bir süredir Kuzey Kürdistan’da işgalci olduğunu Netanyahu bile söyleme gereği duydu. Haliyle Kuzey’li Komünistler; büyük çoğunluğu Müslüman olan Kürt halkına kendi işgalcisiyle hesaplaşması gerektiğini, TC’nin Filistin Mücadelesine dair tek kelam bile etme hakkı olmadığını buradan başlayarak söylemeli. Yetmedi mi? AKP iktidarı boyunca İsrail’le geliştirilen ekonomik anlaşmalar, Mavi Marmara’da bana mı sordunuz diyen riyakarlık ve yine Mavi Marmara olayında ortaya çıkan belgelerde Kudüs’ün AKP tarafından İsrail’in başkenti olarak zaten tanınmış olması hatırlatılmalıdır.

Filistin Siyasi Hareketlerinin Kürdistan Meselesi Karşısındaki Pozisyonu

Irak BAAS’ının yükselişte olduğu dönemden bu yana Filistin’deki siyasi hareketler; Kürt ulusal mücadelesiyle her zaman arasına mesafe koymuş ve Arafat örneğinde olduğu gibi Halepçe katliamında Saddam’a destek veren bir konumda olmuştur. Yine geçtiğimiz aylarda Filistin hükümetinin başkanı Mahmud Abbas, Güney Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu için “Ortadoğu’ya saplanan hançer olacaktır” şeklinde bir açıklamayla Kürdistan’ın kurulmasına karşı çıkmıştır. Tüm bunların hepsi Filistin siyasi hareketlerinin; ilkesiz, omurgasız bir vücuda sahip olduklarını gösterir. Düşünün ki bir ulusal mücadelenin örgütleyici gücüsünüz ve hemen yanı başınızda bir başka ulusal mücadeleyle dayanışma geliştirmek varken onun ezilmesini ve ezenleri var gücünüzle destekliyorsunuz. Burada, Filistin halkıyla dayanışmasını Filistin topraklarında kanını dökerek yerine getiren Kürt halkından söz ediyoruz. Ezilen bir ulus iken başka bir ulusun ezilmesini istemek, başka ezilenlerin siyasal taleplerine nefret kusmak paradoks bir durumdur. Ancak bunun reel politikte yeri vardır. Kürdistan üzerinde egemenlik iddia eden dört devletin dördü de Filistin Mücadelesine her açıdan destek sunmaktadır. Bununla birlikte bu dört devlet Kürdistan ile sömürge-sömürgeci ilişkilere sahiptir (Rojava ve Güney’in özgürleşme adımları kenara konulursa). Filistin siyasi hareketleri haklılığı değil reel politiği öne çıkararak Kürdistan’la dayanışma kurmak yerine yüzünü Kürdistan’ı ezenlerden yana taraf olmaya çevirmiştir. Yeri gelmişken değinmekte yarar var; İsrail’in Kürdistan’a verdiği desteğin Kürtlerin ulusal özgürlüğü ile ilgisi yoktur. Arap devletleri arasında sıkışmış olan İsrail; iki tane Arap, bir tane Türk, bir tane de Fars devletiyle boğuşan Kürtlerin siyasal çelişkileri üzerinden kendine destek aramaktadır. Meselenin tas tamam açık konuluşu bu şekildedir.

Her şeye rağmen Kürt tarafı ilkelerinden, ulusal mücadelelerin meşruiyetinden hareketle duruşundan taviz vermemeli, Filistin siyasi hareketlerine enternasyonalizm dersi vermeyi sürdürmelidir. Filistin siyasi hareketleri bu tavırları ile kendi sefilliğini, ilkesizliğini gün yüzünü çıkarırken; Kürt ulusal hareketleri Rojava ve Güney’de olduğu gibi halklar bahçesini temsil etme gerçekliğini korumalıdır.

Türkiye Sol Hareketleri İçerisindeki Sosyal Şovenlerin Filistin savunuculuğu

Filistin meselesinden ekmek yiyenler arasında başta siyasal İslamcılar geliyorsa, ikinci olarak da Türkiye solu içine kümelenmiş Kemalist-Sosyal Şoven kesimi eklemek gerekir. Daha geçtiğimiz aylarda fiili olarak bir halkın Bağımsız Kürdistan talebini işgalle bastırmaya çalışanlara ses çıkarmayan, üstelik ‘Bağımsız Kürdistan’ için anti-emperyalist olma koşulu arayanlar bugün ise Filistin siyasi hareketlerinin Ortadoğu’daki gericilikle iş tutmasını görmezden gelerek ellerinde Filistin bayrağıyla alanlara koşmaktadır. Neymiş işgalcilikmiş? Güney Kürdistan’da, İran, Haşdi Şabi ve Irak eliyle yaşanan neydi? Kendi devletinizin yüzyıldır Kürdistan’ın Kuzey’ini elinde tutması nedir? Bugüne kadar Kürdistan’da yaşanan işgalciliğe karşı kaçınız elinizde Kürdistan bayrağını alabildiniz? Kendi işgalci devletinizle mücadeleniz nedir ki İsrail’in işgalci olmasından bahsedebiliyorsunuz?

Filistin’in bağımsızlığını savunmak veya İsrail işgaline karşı çıkmak için Filistin’deki siyasi hareketlerin anti-emperyalist olması şartını aramayanlar; Kürdistan’ın bağımsızlık referandumu gündeminde üç aydır, Lenin’i dahi suçlarına ortak ettiler. Türkiye sol hareketinin ana kütlesinin Filistin meselesindeki duyarlılığının zerresini Kürdistan’a göstermemesi, Filistin meselesinde Anti-Siyonist kesilirken Kürdistan meselesinde anti-sömürgeci çizgide olmaması; Kemalizm duruşunun çelişkisidir.

HDP’nin Filistin Meselesindeki Çelişkili Tavırları

Kürdistan meselesinde Türkiyelileşmeyi savunan HDP Filistin sorununun çözümüne yer verdiği Programında: “Partimiz Filistin halkının bağımsız devlet kurma hakkını savunur ve işgal altındaki topraklarını kurtarma mücadelesinin yanında yer alır.” Maddesi bulunmaktadır. E hani ulus devlet aşılmıştı, Orta Doğu’nun sorunu hani ulus-devletti? Filistinlilere niye Demokratik İsraili ve İsraillileşmeyi önermiyorsunuz?

İkinci bir çelişki de; Trump’ın İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ü tanıyacağını ilan ettiği günün ertesinde sömürgeci parlamentonun partileriyle birlikte HDP karara tepki olarak ortak metine imza attı.

HDP sözcüsü Ayhan Bilgen bir gazeteye verdiği röportajda ‘’Elbette İsrail’in Filistinlilere reva gördüğü muamele, kabul edilemez bir muamele. Fakat Türkiye’de daha ağırını yaşadığımızı, net bir şekilde biliyoruz’’ diyor ancak partisi; bu uygulamaları Kürt halkına reva gören zihniyetteki partilerle ortak deklarasyona imza atıyor. Bu imzayla Filistin meselesini savunma hakkı olmayan sömürgeci düzenin partilerine kendi eliyle meşruluk kazandırmış oluyor.

Basit bir denklem kuralım;  İsrail’in Filistinlilere reva gördüğü muamele, TC’nin Kürtlere karşı uyguladığı muamele ile aynıysa; HDP program olarak Filistin için Bağımsız devlet kurma hakkı olduğunu savunuyorsa; öyleyse Kürtler için de devlet kurma hakkını savunması gerekir. Kürtler dışında herkesin devlet kurma hakkı var, ulus-devlet bir tek Kürtler için aşılmış anlaşılan.

Kudüs İsrail’in Başkenti olabilir mi?

Mevcut siyasal tabloya bakarsak Kudüs kararı basite alınır bir karar değil ve Ortadoğu’da herkesin zayıf olduğu veya iç meselelerle uğraştığı bir dönemde gündeme geliyor. Sonuçları ve niyetlerimizi bir kenara koyarsa gerçeklik açısından; hayata geçme şansı var.

Türkiye’nin ciddiye alınır bir yanı yok. Türkiye üzerine değerlendirme yapmaya gerek bile yok bu konuda. Tıpkı Körfez gericiliği ABD ve İsrail’le iş tutmasına rağmen Filistin meselesini kırmızı çizgiymiş gibi öne çıkarması kadar içi boş, gaz almaya yönelik çıkışlardan öteye gidemez.

Katar krizi, Ortadoğu egemenleri arasında bir kamplaşma yarattı; Suriye, Irak iç savaşın getirdiği sorunlarla boğuşuyor; Yemen’de Husiler geçtiğimiz günlerde eski devlet başkanı Ali Abdullah Salih’i öldürdü; Mısır’da darbe ile iktidara gelen Sisi kliğiyle, Müslüman kardeşler arasında mücadele sürüyor; Lübnan; İran ile Suudi Arabistan arasındaki mücadelede yıpranmışlığını sürdürüyor, geçtiğimiz günlerde devlet başkanı Hariri’nin istifası daha sonra istifasını geri çekmesi; Filistin mücadelesinde Hamas ve El Fetih arasında Gazze ve Batı Şeria olarak bölünmüşlük; Uluslararası arenada Filistin’in tanınan bir sınırı ve askeri gücü yok…

Özetle Ortadoğu’daki egemenlerin hem iç kapışmaları, hem Arap Baharı süreciyle ortaya çıkan mevcut tablo; ABD başkanlarının on yıllardır dile getirdikleri “Kudüs İsrail’in başkentidir” politikasının hayata geçirilebilme ihtimalini güçlendiren etmenler.

Son olarak; Kuzey Kürdistan’da kendi işgalcisiyle iş tutan, Filistin için Müslümanlık hassasiyeti gösterip Cizre, Sur için tek bir protesto bile yapmayan Türk-İslam menşeli gruplar halkımızın zihniyle alay ediyor. Herkes bilmelidir ki; Orta Doğu’da Filistin’in baş edeceği İsrail bir tane, Kürtlerin ise dört tane. 11.12.2017

 

Exit mobile version