Site icon Rojnameya Newroz

KORKU DAĞILDI DAİŞ BİTECEK

Her devrim yıkıcıdır, yeniyi kurmak için eskiyi yakıp yıkar, tahrip eder, tahrip ettiğinin külleri üzerinde yeniden filizlenir. Filizlenen eskisi değildir, umuttur, gelecektir, teminattır. 1640 İngiliz burjuva devrimini bir kenara koyarsak, tarihte gerçekleşen tüm devrimler bu yolu izlemişlerdir, hep yıkıcı olmuşlardır. Bir zamanlar dünyaya hükmeden köleci Roma İmparatorluğu’nun başkenti Roma şehri barbarlar tarafından yakılıp yıkıldı. Güzel şehir cayır cayır yanarken, insanlar şaşkınlık içindeydi; kimisi bunu Tanrı’nın gazabına bağlarken, kimi de insanların eski dinlerini değiştirmelerine bağlıyordu. Hiç kimse insanlık gelişiminin önünü tıkayan sistemin çökeceğine inanmıyordu, inanmak da istemiyordu. Emek düşürülmüş, çalışmak köle işi sanılmıştı, sistemin ve tatlı hayatın ilelebet böyle süreceği düşünülüyordu. Kölelerle ittifak halindeki barbarlar acımasızdı, Roma’yı yakıp yıkmaktan çekinmediler. O güzelim binalar, şatolar, villalar meydanlar yok olmuştu. Yanan Roma’nın küllerinden yepyeni bir hayat filizlenecekti. Roma tükendi ama umut da yeşermek üzereydi.

Toplumsal gelişmenin önünü tıkayan köleci sistem çöktü, üretim güçlerdeki gelişme üretim sistemini de değiştirecekti. İnsanlık gelişmesinin bir üst aşaması olan feodal ekonomik sistem köleci sistemin yerini aldı. Hayvan yerine konulan köleler bundan böyle insan olmanın onurunu yaşayacaklardı, insan oldular ve serfleştiler. Benzer durumlar, 1789 Fransız Burjuva devriminde ve 1917 Rusya Sosyalist devrimlerinde de yaşandı. Üretim durdu, insanlar ekmek dahi bulamaz oldular ama özgürlük umutları her zamankinden daha çok kendini hissettiriyordu. Umut, ekmeğin yerini almıştı.

Bugün DAİŞ’de yakıp yıkmaktadır ama toplumsal devrimlerden farklı olarak, çünkü yerine koyacak bir şeyleri yoktur, ne umut ne de özgürlük vaat edebiliyorlar. Gelişmiş ülkelerin gettoların da yaşayan ve “Yenidünya Düzeni” denilen sistemin bunalttığı, yalnızlaştırdığı insanları geçmişte yaşadıklarına inandıkları hayali cennetlerle kandırarak taraftar topluyorlar. İnsanlığı 1400 yıl öncesine götürmek doğanın da akışına aykırıdır, bu yüzden yenilgi kaçınılmazdır, yenileceklerdir. Bunu çok iyi bilen DAİŞ, korku pompalayarak bir an evvel hedefe ulaşmak istiyor. Korkuyla ayakta duracağını çok iyi biliyor.

Korku sallayarak büyümek, büyüdükçe ilerlemek tarihte Moğollara nasip olmuştur. Moğollar, yaktılar, yıktılar ve öldürdüler. Öldürdükleri insan kalmayınca da ölüleri öldürdüler. Gittikleri yerlere ölüm ve gözyaşı götürdüler. Daha ilerisine ölüm saldılar. Dinleri yoktu, dinsizdiler, merhametleri yoktu acımasızdılar, Allahları yoktu Allahsızdılar. Acımasız bir Tanrı’ya sahip DAİŞ ise din imam Allah için yapmaktadır. Bu yüzden Musul’u tek kurşun atmadan aldılar.

Moğollar yeminliydiler, kitapları yaktılar, kitapsızdılar. Bağdat’a girdiklerinde, taş üstüne taş, omuz üstünde baş bırakmadılar. Güzelim Bağdat Kütüphanesi yanarken, neyi yaktıklarını bilmeden etrafında dans ettiler. Roma’yı yakan Barbarlar neyi yaktıklarının farkındaydılar, sistemi değiştirdiler. Bağdat’ı yakan Moğollar neyi yaktıklarını bilmiyorlardı ve o gün ana rahmine DAİŞ’in tohumunu düşürdüler. İslam devrimi Moğollarla son buldu. O tarihten sonra İslam dünyasında ne bilimsel çalışma yapıldı ne de âlim-filozof yetişti. İslam dünyası dogmatizmin kucağına oturdu, dogmatizm üretildi, üretilen dogmatizme inanıldı. Araştırma, soruşturma ve geliştirme dine aykırı görüldü ve yasaklandı. Kör karanlığa gömülen Ortadoğu, çırpındıkça daha da battı.

DAİŞ, Moğolların eksik bıraktığını tamamlamaya çalışan, Moğol’un rötarlı gelen çocuğudur. Emperyalizm tarafından beslenerek büyütülmüştür. Türkiye Cumhuriyeti tarafından da teknik olanaklar sağlanmış, eğitilmiş, donatılmış ve lojistik destek sağlanarak güçlendirilmiştir. Türkiye neden bunları yapmıştır? Kürtler yaşadıkları ülkelerinde bir statü elde etmesinler diye. Yanlış temeller üzerinde kurulan Cumhuriyet, kuruluşundan itibaren Kürt sendromunu yaşamıştır, yaşamaktadır. Bunun için dış politikasını ipotek altına almaktan çekinmemiş, en gerici yönetimlerle, en vahşi çetelerle işbirliği yapmaktan kaçınmamıştır.

Çözümsüz sorun yoktur. Her kriz çözümünü de üretir. Kobani üretilen çözümdür. DAİŞ Kobani’de çarpıldı, korku dağıldı. Kobani yenilgisi, DAİŞ için sonun başlangıcı oldu. DAİŞ bitecek ama ona umut ve bel bağlayanlarda bitecek. Kürtler Kobani’de din, dil, ırk ve cinsiyet ayırımı yapmaksızın vahşi DAİŞ çetelerine karşı, insanlık için direnerek dünyada hayranlık uyandırırken, DAİŞ’le aynı safta yer alan Türkiye hayal kırıklığını yaşadı, teröre destek veren ülkelerin safına geçti ve itibar kaybetti. Halklara rağmen, Ortadoğu’da hegemonya kurmak isteyenlerin hevesleri böylece kursaklarında kaldı. Bundan böyle Ortadoğu’nun parlayan yeni yıldızı Kürtlerdir. Kürtleri kaale almayan hiçbir güç Ortadoğu’da başarılı da olamaz, kalıcı da.

Kobani yenilginin ve zaferin şehri oldu. Bitti bitecek diyenler kendileri bitecek, Kobani dünyaya bunu kanıtladı. Kürtlerin bu büyük zaferi, Erdoğan’ın ve müttefiklerinin kâbusu olmaktadır. İç güvenlik paketinin çıkarılmasında bu kadar ısrar edilmesinin ve ülkenin hızla bir polisi devletine dönüştürülmesinin sebebi budur. Çünkü altlarındaki zeminin kaydığını, pazarlık gücünün her gün biraz daha zayıfladığının farkındadırlar. İç güvenlik paketini Kürtlere karşı bir güç gösterisi olarak kullanacaklar, bunun mesajını vermektedirler. Deyim yerindeyse devlet uzatmalara oynamaktadır; Türkiye kaybetmiştir.

Her yenilgi acı verir, DAİŞ’de acı çekmektedir. Acı çekerken kendisini bu yolla sürükleyenlerin de acı çekmesini ister, başka bir ifadeyle çektiği acının aynısını onlara da çektirir. Acı çekeceklerin başında Türkiye gelmektedir. Şimdiden uyuyan sayısız hücreden bahsedilir. Anlaşılıyor ki Türkiye Reyhanlı katliamında yeterli dersleri çıkaramamıştır, canavarla aynı yatağı paylaşmıştır, paylaşmaya devam etmektedir. Türkiye’nin bu tutarsız politikası içerde ve dışarıda büyük etkileri olmuştur, Batı dünyası açısından, Türkiye güvenilmez müttefik olurken, AKP’ye oy veren tebaayı sadık Kürtler arasında ise hayal kırıklığı yaratmıştır. Tek başına bu bile Kürtler açısından büyük bir kazanımdır.

Kobani, hiçbir Kürt liderin veya örgütün yapamadığını yaptı ve Kürtleri aynı potada birleştirdi. Tarihte ilk kez, Êzidi, Kızılbaş, Şafi, Sünni, Müslüman, Hıristiyan, köylü, şehirli, zengin, fakir tüm Kürtleri ulusal temelde birleştirdi. Kürtler Kobani’de iki şeyi kanıtladılar. Birincisi DAİŞ’i yenecek kabiliyette olduklarını gösterdiler, ikincisi güç birliği ettiklerinde yenemeyecekleri gücün olmadığını kanıtladılar. Böylece imkânsızın da bir gün imkân olacağını mücadele sonunda anladılar, bunun için vatan uğruna birlikte omuz omuza çarpıştılar ve şehit oldular. Kürtlerin tarihsel hülyası olan “özgürlük ve bağımsızlık,” şimdi çok daha yakın, çok daha gerçek. Kobani, uyanışın, dirilişin ve birlikteliğin sembolü olmuştur. Daha ileri götürmek ise, Kürt ulusal hareketin alacağı tavır ve Kürt birlikteliğinin devamı belirleyecektir. Onun için 7 Haziran Kürtler için iyi bir sınav olmaktadır. Ulusal temelde yapılacak bir güç birliği Kürtlere çok şey kazandıracaktır.

Kobani zaferi, aynı zamanda bir kadın zaferidir. Kürt kadını olanak tanıdıklarında neler yapabileceğini, hayatı nasıl dönüştüreceğini dünyaya gösterdi. Bundan böyle hiçbir güç, Kürt kadınını dar kalıplar içinde mahkûm edemez. İslam’ın kadını düşük gösteren sayısız ayetlerinde ki örneğin Nisan-34 belirttiği; “kadınlarınız, sizin için bir tarladır, o halde tarlanıza dilediğiniz gibi varın” ile feodalizmin, “saçı uzun aklı kısa” gibi gerici söylemler artık itibar bulmaz. Kürt kadınları bunları aştı. Zincirlerini kıran kadınlarımız, tıpkı ataları olan “Amojınlar” (Amazonlar) gibi hayatın her alanında erkeklerle beraber omuz omuza çarpışmaktadır. Eski söylemler tarihin çöp sepetine atıldı, yeni söylem; “mêr mêre, çi jine çi mêre” geçerlidir. Kürt kadını üretim sürecinde laik olduğu yeri alabileceği gibi, evde de söz ve karar sahibi olacaktır. Bundan böyle daha özgür, daha kendine güvenen çocuklar yetiştirecektir. Kürt çocukları babaları, amcaları, dedeleri gibi silik değil, daha özgüvenle hayata başlayacaklardır. Çünkü onları özgür kadınlar yetiştirecektir, onlar özgür kadınların çocuklarıdır. Geleceğin özgür toplumu, özgür kadınların eseri olacaktır.

XXI. yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacaktır. Kadınını toplumsal yaşamın her alanına sokabilen, kendine özgüven duyan eğitimli ve örgütlü bir toplum yaratan Kürtleri kim durdurabilecektir ki. Coğrafi konumu, dinamik nüfusu, sahip olduğu yerüstü ve yeraltı zenginlikleriyle Kürtler geleceğe güvenle ve umutla yürümektedirler. Bir asırdır haksız bir biçimde Kürtleri egemenliklerinde tutan devletler, bundan böyle Kürtleri istedikleri gibi denetimlerinde tutamazlar, Kürdistan da istedikleri gibi at koşturamazlar, o günler artık çok geride kalmıştır. Çünkü Kürtler Kobani’de diriliş destanını yazmışlardır. Bu destan tıpkı Kawa destanı gibi Kürt ulusunun modern destanı olmuştur. Kobani’de yazılan öyle görmemezlikten gelen bir destan değildir. Türkiye Cumhuriyeti Kürt meselesini hallederken bu yeni ve kalıcı durumu düşünmek zorundadır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kürt siyasal ve ulusal hareketi tarihte hiç olmadığından daha güçlü bir konumda bulunmaktadır. Kobani bunu sağladı. Şimdi zaman bu zaferin üzerine politikada yeni zaferler inşa etmekten geçecektir. Kazanımların korunması için 7 Haziranda yapılacak seçimlerde siyasal bir zaferle taçlandırmak gerekmektedir. Siyasal zaferin yolu da güç birliğinden geçmektedir.

Exit mobile version