Site icon Rojnameya Newroz

KONGRELERİMİZ VE YAŞADIĞIMIZ GARABET!

 “Osmanlı da oyun çoktur” derler ya, doğrudur! Dahası, Osmanlı bakiyesi Türkiye bu ‘oyunları’ neredeyse devralmış gibi! Birbiriyle alakasızmış gibi bu ‘oyunlar’ın birbiriyle ilintisini kurmada, bu aynı oyunların değişik versiyonlarını yaratmada da pek de mahirler doğrusu!

Ali GÖKKAYA / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Türkiye’de parti kapatmalar gündeme geldiğinde 12 Eylül faşist askeri cuntasının generali Kenan Evren’in “asmayalım da besleyelim mi?” ‘ünlü çözümü’ hep aklıma gelir. Evren; 3 Ekim 1984’te Muş’ta yapmış olduğu konuşmada cezaevlerindeki devrimci tutsaklardan kurtulmanın  “ünlü çözüm” önerisini sadece o gün için değil, sanki tüm zamanlar için söylemiş gibi bugün de bu anlayış değişik versiyonlara büründürülerek hala sürdürülmekte. “Asmayalım da besleyelim mi”nin değişik versiyonu bugün hasta tutsaklar nezdinde olduğu gibi sürdürülerek hala devrimci tutsakların katledilmesi devam ettirilmektedir.

Hapislik yalnızca özgürlükten mahrum bırakma durumudur. Ancak diğer tüm insani haklardan yararlanmaları/yararlandırılmaları temel bir zorunluluktur ama devrimciler hariç! Çünkü onlar iflah olmaz muhaliflerdir!

İktidara gelişlerinin ilk yıllarında “idamlara hayır” diyerek kaldırılması yönünde evet oyu veren AKP iktidarı, süreç içinde, “asmayalım da besleyelim mi” ye kılıf değiştirerek hasta tutsaklar üzerinden uygulamaya dönüştürmüş durumda. Cezaevlerinde tedavisi mümkün olamayacağına dair doktorların onca raporları iktidara bağlı Adli Tıp Kurumu tarafından “cezaevinde tedavisi mümkün” raporuyla boşa düşürülerek “ünlü çözüm” yolu günümüzde hala sürdürülüyor!

Aynı şekilde oyunun değişik versiyonu bu kez parti kapatma sahnesinde oynanmaya başlandı. AKP’nin ilk iktidar yıllarında karşılaştıkları parti kapatma belası yüzünden hemen partilerin kapatılmalarını zorlaştıran yasaları çıkarmalarına rağmen partileri işlevsiz bırakma politikaları gibi! Bu yeni oyuna hukuk da alet edilerek yıllardan beri HDP üzerinden ‘başarılı’ bir şekilde sürdürülerek AKP’ye muhalefet edeceklere de gözdağı verilmekte. HDP’ye dönük kayyımlar politikası, milletvekili ve yöneticilerin gizli tanık marifetiyle tutuklanma veya mahkûm edilmeleri yoluyla partiyi işlevsiz bırakmaları yıllardır sürdürülmekte.

Oysa hep hukukun üstünlüğünden, hukukun üstünlüğünün tesis edilerek ‘üstünlerin’ hukukunun devre dışı bırakılacağı bahsediliyor öteden beri! Ama yukarıdakilerin tümü hukuk marifetiyle geliştiriliyor, yani hukuk açıkça çiğnenerek yapılıyor.

Örneğin; başbakan olduğu ilk dönemlerde “üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğünü hâkim kılacağız” diyen bugünkü Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan “ben Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımıyorum, saygı da duymuyorum” demesi karşısında, yargı kurumları da dâhil, hiç kimsenin gıkı çıkmadı! Oysa aynı anayasaya göre seçilen ve yemin eden devletin en tepe noktasındaki kişi aynı anda “tanımıyorum ve saygı da duymuyorum” diyorsa bu açıkçası; üstünlüğün; hukuka galip gelmesidir, hukukun; üstünlerce araçsallaştırılmasından başka bir şey olmadığının kendisidir.

Hukukun öncelikle kendisinin güvenilir olması zorunlu. Yönetilenlerin hukuka dair kuşku, güvensizlik duyması kendisini de güvende duymamasına yol açar! Dahası, hukuk güvenilir, saygı duyulur hale getirilmezse başkalarının da gerek ideolojik gerekse keyfi, işine gelir şekilde kararlara uymamasının da yolunu açacağından, bu durum hem yerelde hem de uluslararasında toplumsal güvensizliği büyütür, besler!

Yasa yapıcılar ve yasa uygulayıcıları da yürürlükte olduğu müddetçe kendi koydukları yasalara uymak zorundalar mı? Tereddütsüz evet! Hiç kimsenin ve/veya hiçbir kurumun hukuk karşısında imtiyazlı bir konuma sahip olmaması, hukukun üstüne çıkmaması temel şart mı? Kesinlikle evet!

Peki, yukarıda sıralanan örneklerden doğru hukukun üstünlüğünün korunduğuna, hukuka uygun davranıldığına hala inanmak mümkün mü? Kürdistan Komünist Partisi (KKP) olarak bizzat bizim son günlerde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı (YCB) nezdinde yaşadıklarımızdan hareketle bunun mümkün olmadığına inanıyoruz! Kongrelerimizi yaptırmama marifetiyle partimizi tasfiye etme hedefleniliyor gibi.

Her şey; 21 Aralık 2011 tarihinde Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP) ismiyle İçişleri Bakanlığı’na kuruluş dilekçemizi vermiş ve bakanlıkça “Alındı Belgesi” düzenlenip tarafımıza verildiği andan itibaren, kazanmış olduğumuz tüzel kişiliği, sürdürdüğümüz yedi yıllık siyasi faaliyetimiz sonrasında ÖSP 3. Olağan kongre sonrasında KKP’ye devretmemizle başladı diyebiliriz.

2011’de kurduğumuz Özgürlük ve Sosyalizm Partisi’nin (ÖSP) Program ve Tüzüğünde, Kürt, Kürdistan kavramları, hatta Kürdistan’ın ülke olarak nasıl dörde bölündüğü vb. yer almaktaydı ama 7 yıllık siyasi faaliyetimiz süresi boyunca bize asla resmi olarak herhangi bir uyarı bile gelmedi.

17 Kasım 2018 tarihinde ÖSP’nin seçimli tüzük, program ve isim değişikliğini de içeren gündemle 3. Olağan Genel Kongresi’ni gerçekleştirerek KKP ismini almamızla birlikte YCB de yıldırım hızıyla devreye girdi. Önce 13.12.2018 tarihli “Tüzük ve Program İncelemesi” konulu uyarı yazısını yollamış oldular, ardından da 17.01.2019 tarihli temelli kapatılmamız yönünde hakkımızda dava açılması yönünde Anayasa Mahkemesi (AYM)’ye başvuruldu. Oysa ismi hariç, KKP’nin tüzük ve programının tamamı, 7 yıllık siyasi faaliyetimiz süresi boyunca bize asla resmi olarak herhangi bir uyarının bile gelmediği ÖSP’nin kelimesi kelimesine tüzük ve programının aynısıydı!

YCB özetle; hem “Tüzük ve Program incelemesi” konulu ilk uyarı yazısında hem de AYM’ye sunduğu iddianamede KKP ismini almamızdan dolayı “partinin adında Türkçe olmayan ad kullanıyorsunuz” gerekçesiyle, “Komünist kelimesi ile Türkiye Cumhuriyeti üzerinde bir azınlık oluşmasına ve Kürdistan kelimesi kullanılmasıyla millet bütünlüğünün bozulmasına” neden olmamızla, tüzük ve programımızın “Türkiye cumhuriyeti üzerinde bir azınlık oluşmasına ve millet bütünlüğünün bozulmasına neden olabilecek, sadece belli bir kesime yönelik, bölgecilik ve ırkçılık içeren” bir nitelikte olduğundan bahisle Türkiye Anayasası’nın ve Siyasi Partiler Yasası’na aykırılıklar içerdiğimizi savunmaktaydı.

Başsavcılığın anayasa ve yasa maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle ismimizi değiştirmemizi, program ve tüzüğümüzü düzeltilmesini istediği gerek ilk uyarı yazısına gerekse de AMY verdiğimiz savunmada, Siyasi Partiler Yasası’nın 2820 sayılı maddeleri açısından tüzükteki aykırı kimi maddeler konusunda değişikliğe gideceğimizi belirtmiş ama ne KKP ismini ne de Kürd gerçeğiyle alakalı program ve tüzüğümüzde herhangi bir değişikliğe gitmeyeceğimizi ifade ettik. Hala bu nedenle AYM’deki yargılanmamız devam etmektedir.

Bizim açımızdan mesele açıktı! Yargıtay savcılığının sahip olduğu yasal yetki çerçevesinde, parti adında Kürtçe isim kullandığımız ve programımız ile tüzüğümüzün anayasa ve partiler hukukuna uymaması açısından bizi uyarıyor olması veya temelli kapatılmamız nedeniyle AYM’ye başvurması gayet anlaşılır bir şeydi. Ama aynı yargıtay savcılığının sahip olmadığı, dayanağını anayasadan almadığı bir yetkiyle partimizi siyasi faaliyet yapamaz, faaliyetine devam edemez tutum içinde olacağını asla tasavvur etmedik, beklemiyorduk da! Ama maalesef partimiz KKP şimdi böyle bir durumla karşı karşıya.

Yaklaşan yerel kongreler nedeniyle tüm parti olarak belli bir hazırlık içindeydik. Kuzey Kürdistan’da zor geçen koşulların, ağır yaptırımların yaşandığı siyasi ikliminde gerçekleştireceğimiz kongrelerimizi büyük görevler beklediğini biliyor ve parti olarak bu süreci önemsediğimizden kongre hazırlıklarımıza titizlikle yaklaşıyorduk.  

İlk olarak KKP Diyarbakır Yenişehir ilçe örgütümüz gerekli tüm hazırlıklarını yaparak Diyarbakır Yenişehir İlçe Seçim Müdürlüğü’ne15/11/2019 tarihli başvurusunu zamanında yapmasına rağmen seçim müdürlüğünden “KKP olarak kongre yapamazsınız” yanıtı geldi.

Politik olarak öngörüsüz değildik. Kimi olası engeller beklemiyor değildik. Çünkü süreç içinde yaşadığımız kimi pratik gelişmelerle karşı karşıya kalmıştık. YCB’nin hakkımızda kapatma davası açmasıyla birlikte, emniyet güçleri de “yasaklı olmasanız bile yargılanmaktasınız, bu yüzden izin vermeyiz” denilerek 1 Mayıs, Newroz vb. gibi etkinliklere katılma, eylemlere önlüklerimizle, pankart ve parti bayraklarımızla alanlara çıkmamıza engel olmaya başlamaları işimizin kolay olmadığının ipucunu vermişti. Ama kongrelerimizin yasal olmayan bir şekilde engellenmesi beklenen bir şey değildi.

Kongre amaçlı ilçe seçim müdürlüğüne başvururken ÖSP’ye dair asla herhangi bir cümleye yer vermememize rağmen gelen cevap çok manidardı. Seçim müdürlüğü partimize tebliğ ettiği 28/11/2019 tarihli yazısında “Yargıtay cumhuriyet Başsavcılığının 22/11/2019 tarihli gönderdiği yazısında siyasi parti siciline kayıtlı Özgürlük ve Sosyalizm Partisinin üye listesinin gönderildiği, ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında Kürdistan Komünist Partisinin sicil kaydının bulunmadığı belirtilmiştir” demekte. Ardından da “ “Kürdistan Komünist partisi Yenişehir/Diyarbakır ilçe kongresinin 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunun 10. maddesinin 6. Fıkrasının (b) ve (d) bentleri gereğince kongrenin YAPILAMAYACAĞINA” şeklinde bir karar yazılmaktaydı.

Akabinde ilçenin ret kararının ardından Diyarbakır İl Seçim Müdürlüğüne itiraz ettik ama il seçim müdürlüğü de itirazımıza itiraz ederek ilçe seçim müdürlüğünün kararının arkasında, daha doğrusu; seçim müdürlüğünün Yargıtay’a başvurmaları sonucunda Yargıtay’ın da 22/11/2019 tarihinde kendilerine yolladığı kararın arkasında durmuşlardır.

Genel merkezimizin Yargıtay Başsavcılığına 06.12.2019 tarihinde yazdığı ve Anayasa’nın ve Siyasi Partiler Yasası’nın bize tanıdığı hukuka da yer verdiği bir itiraz dilekçesiyle başsavcılıktan partimizle alakalı gerekli değişikliği yapması ve fiili olarak parti faaliyetinin engellenmesine dönüşen hatanın düzeltilmesi talep edildi. Ama YCB’nin 13.12.2019 tarihli cevabı yazısında partimize daha öncede gönderdiği kimi sözleri tekrar etmenin sonunda ise “Anayasa Mahkemesi karar verinceye kadar bahse konu kanunlara aykırı hükümler içeren tüzük ve program parti siciline işlenmez ve değişiklikten önceki hali geçerliliğini devam ettirir” diyerek ÖSP’yi işaret etmesi tam bir kara mizah örneğiydi! Ve seçim müdürlüklerinin de hangi yönlendirme altında bize ret verdikleri de açığa çıkmış oluyordu. Çünkü kongre başvurusu yapan diğer yerel birimlerimize de yerel seçim müdürlükleri aynı tip itirazlarla kongrelerimiz engellenmekteydi.

Şimdi gelelim işin hukuki boyutuna, bir bütün olarak bir hukuk makamı ve kişiliği olan Yargıtay’da hukukun yerine getirilmemesi faciasına! Her şeyden önce bir partinin aldığı ismin ya da program ve tüzüğünün yargılanma konusu ayrı bir şeydir, söz konusu partinin siyasi faaliyet konusu apayrı şeylerdir.

Ki bu şeylerin kendisi de birebir aynı değil, olamaz da. Çünkü bir partinin siyasi faaliyetten alıkonulmasında karar verecek tek organ Anayasa Mahkemesi’dir, Yargıtay değildir. Ve, Anayasa Mahkemesi’nde hakkımızda kapatma davası devam etmekte ama henüz karar verilmediği gibi “siyasi faaliyet yapamaz” şeklinde verilmiş bir hükümde yok. Ya da Siyasi Partiler Kanunu’nda “yargılanmakta olan partiler geçici olarak siyasi faaliyet yapamazlar” şeklinde maddeye yer verilmiş değil. Aynı şekilde YCB bizi partinin aldığı isim ya da program ve tüzüğü yönünde yasaya dayanarak uyarma hakkına sahip ama “yargılanmakta olduğunuz parti yönünden siyasi faaliyet yapamazsınız” deme hakkına sahip değildir.

2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu, madde 5’in işaret ettiği “Siyasi parti kurma hakkı.” Bu madde “Vatandaşlar siyasi parti kurma hakkına sahiptirler. Siyasi partiler, anayasa ve kanunlar çerçevesinde, önceden izin almaksızın serbestçe kurulurlar” denilerek siyasi parti kurma hakkı düzenlenmiştir. Biz de bu kanuna dayanarak 21 Aralık 2011 tarihinde Özgürlük ve Sosyalizm Partisi’ni kurma kararıyla davranarak İçişleri Bakanlığı’na başvurduk.

2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu, madde 8’şin işaret ettiği “Siyasi partilerin tüzel kişilik kazanma hali” bu madde ise “ Siyasi partiler belgelerini İçişleri Bakanlığına teslim ettiğinde tüzel kişilik kazanır” demekte. Bu demektir ki ÖSP tüzel kişilik kazanmış bir partidir. Bu partinin kuruluş dilekçesini vermesiyle birlikte siyasi partileri Anayasa ve Siyasi partiler Yasası yönünde denetleme hakkına sahip olan Yargıtay Başsavcılığı devreye girer demektir. (2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu Madde 10) Bu madde “Siyasi partilerin tabi olduğu Cumhuriyet Başsavcılığınca her siyasi parti için bir sicil dosyası tutulur” demekte. Yani 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu 10’uncu maddesi hem bizi hem de YCB bağlamakta. Biz bu yasaya göre faaliyet yürütürüz, YCB de bu yasa kapsamında tuttuğu SİCİL DOSYASI nedeniyle bizi denetler. Zaten bu maddeye dayanarak önce bize ihtar da bulundu, ardından da Anayasa Mahkemesi’nde hakkımızda kapatma davası açtı.

2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu madde 14 ise “Siyasi partilerde en yetkili organ Büyük Kongre”dir demekte. Biz de ÖSP’nin İçişleri Bakanlığı’na başvurduğu tarihten itibaren kazanmış olduğu tüzel kişiliği 17.11.2018 tarihli 3. Olağan kongrede 14. Maddeye dayanarak, delegasyonun oylarıyla KKP’ye devretmiş olduk. Ve hiç zaman kaybetmeden, 2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu 10. Maddesinin ilgili fıkrası uyarınca yapmış olduğumuz kongrenin tüm sonuçlarını Yargıtay’a parti resmiyetiyle taşıdık. Bunun anlamı hem kongremizin usulünce yapılıp yapılmadığının Yargıtay’ca kontrol edilip denetlenmesi, hem de kongre kararıyla fiili olarak faaliyetine son verilen ÖSP SİCİL DOSYASI’nın KKP’ye dönüştürülmesi talebidir.

Yerel seçim müdürlükleri, kongre yapma talebiyle başvuru yapan siyasi partilerin sahip oldukları delegeleri doğrulatmak amacıyla ya YCB’ye yazılı başvuru yaparlar ya da günümüz teknolojisinden yararlanarak bilgisayardan YCB’nin sitesine girerler. Oradaki her partiye ait sicil dosyası vasıtasıyla bu doğrulatma gerçekleşir.

Yani yerel seçim müdürlükleri kafalarına, keyfiyetlerine göre “kongre yapabilirsin” ya da “yapamazsın” diyemezler. Bu yüzden; yukarıdaki satırlarda Yargıtay’ın Yenişehir İlçe Seçim Müdürlüğüne göndermiş olduğu yazıya yer verildiği örnekten de anlaşıldığı gibi YCB’nin kendisi hala ÖSP Sicil Dosyasını değiştirmediği, değiştirme yanlısı da olmadığının kanıtıdır. Çünkü tarafımıza gönderdiği resmi yanıtta “davanız hala Anayasa Mahkemesinde sürmekte, dava bitimine kadar KKP adını kullanamazsınız” anlamına gelen cümle kurması fiilen ÖSP Sicil Dosyasını değiştirmediği, değiştirme yanlısı da olmadığına dair bizde kanaat oluşturmaktadır. Peki, buna hakkı var mıdır, bunun hukukta yeri var mıdır? Asla yoktur.

Çünkü Başsavcılık gerek “Tüzük ve Program İncelemesi” konulu ilk uyarı yazısında gerekse de Anayasa Mahkemesi’ne yolladığı iddianamede; partimizin Büyük Kongre kararınca isim, program ve tüzük değişikliğinin anayasa ve yasalara uygunluk içermediği ihtarını özenle seçtiği  “Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’nın 3, 78, 80, 82, 83, Maddelerine, 68/4 fıkrasına, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 10/1 ve 96/3 fıkrasına ile 81/b bendine” dayandırmış. Ama “Anayasa Mahkemesi karar verinceye kadar bahse konu kanunlara aykırı hükümler içeren tüzük ve program parti siciline işlenmez ve değişiklikten önceki hali geçerliliğini devam ettirir” cümlesinin dayanağını ne Anayasa ne de Siyasi Partiler Kanunu yönünden kaynak gösterme gerekliliğini duymamış!  Neden mi? Çünkü dayandıracağı kanun maddesi yokta ondan!

Oysa Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 6. Maddesi’ninEgemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz”ın kendisi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının 11. Maddesi’ninAnayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdırkendisi bir bütün olarak bir hukuk makamı ve kişiliği olan Yargıtay Başsavcılığı’nı da bağlayan hukuksal terimler değil midir?

Doğal olarak bizlerin; yasa yapıcıların kendilerinden ve yasaları uygulayıcıların kendisinden, yurttaşların, kurum ve kuruluşların yasalara uygun hareket edip etmediklerini denetlemekle yükümlü kurum ve kişilerin kendilerini de bağlayan yasa ve kanunlara uygun davranmalarını talep etmemiz kadar daha doğal ne olabilir ki? Bunu görmediğimiz zaman yürürlükteki hukuka, kurumlarına kuşku duymamız da bir o kadar doğaldır!

Bu yüzden hep “et kokarsa tuzlarsın ya tuz kokarsa!” deyimini hatırlamaya devam ediyoruz!

Sosyalist Mezopotamya / Şubat 2020 / Sayı: 7

Tüm sayıların PDF formatları aşağıda

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 1 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 2 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 3 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 4 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 5 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 6 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 7 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

Exit mobile version