Site icon Rojnameya Newroz

KIZIL BAĞIMSIZLIK / SOSYALİST MEZOPOTAMYA-1

1917’de gerçekleşen dünyanın ilk sosyalist devrimi olan Büyük Ekim Devrimi; ulusal kurtuluş mücadelesinde sınıfsal bir yarılma, doğal bir kamplaşma yaratmıştır. Mücadelenin bütün yükünü çeken işçiler ve köylüler; ulusal hareketin sınıfsal niteliğini sorgulamaya, mücadeleye kendi sınıfsal konumlarından yaklaşmaya ve sınıf çıkarlarını da ulusal mücadelenin zeminine taşımaya başladılar. Girilen emperyalizm döneminde; ezilen ulusların burjuvalarının millilik-demokratiklik özelliklerini yitirmeye başlaması ve bu sürece eşlik eden kesitte dünyanın ilk sosyalist devriminin yaşanmış olması; ulusal kurtuluş hareketlerinin sınıfsal önderliklerini programatik perspektiflerini değişime uğrattı.

Yaşar Kazıcı / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Proletarya, tarihin gerisinden gelen bu uluslar içerisinde toplumsal zayıflığına rağmen kendi sınıfsal örgütlenmelerini ve ulusal mücadeledeki politikasını yaratabilmeyi başardı. Burjuvazi artık isterse ezen isterse ezilen ulustan olsun; tarihsel olarak proletarya karşısında yıkılmaya mahkum gerici bir sınıf olma pozisyonuyla ezilen ulus hareketi içerisinde de aynı niteliğini korudu. Emperyalist sistem tüm dünya burjuvazisini kendi kapital ilişkileri içerisinde tek bir cephede (buna burjuvazinin enternasyonalleşmesi-uluslararasılaşması da denilebilir) toplarken; ulusal hareketler içerisinde bir sınıf savaşının taraflaşması gündeme gelirken; proletarya köylülükle kurduğu ittifak ile ulusal hareketlerin sınıfsal öncülüğünü üstlenme noktasına ulaştı. Burjuvazi ise bu ittifakın karşısında feodal kesimlerle ve emperyalist burjuvaziyle ittifaklar geliştirerek proletarya ve köylülüğün karşısına çıktı.

Bu noktada ulusal kurtuluş mücadelelerinin siyasal öncülük arenasında; sınıfsal farklara göre iki program, iki kurtuluş biçimi oluştu. Birincisi sosyal-sınıfsal kurtuluşu da içeren proleter ulusal kurtuluş mücadeleleri, ikincisi ise ulusal birlik adı altında iki karşıt çıkara dayanan sınıfın ve diğer ezilen sınıfları da içinde toplayan burjuva birlik anlayışı ve bunun sonucunda ezilen ulusun burjuvazisinin iktidarını kurabileceği, emperyalizmle bütünleşebileceği burjuva ulusal kurtuluş çizgisi. Ulusal mücadelelerin sınıfsal önderliklerinin farklılaşması sonucunda; kimi kurtuluş hareketleri proleter bir zeminde, çoğunluğu ise burjuvazi proletarya ve köylülükten daha örgütlü, daha sağlam ittifaklara sahip olduğu için burjuva bir zeminde, ezilen ulusun burjuvazisinin sınıfsal çıkarlarına uyumlu bir sonuca ulaşmıştır.

Özetle; proletarya bağımsız bir sınıf politikasını yaratabildiği, bağımsız sınıf örgütlerini yaratabildiği ölçüde demokratik talepleri ve ulusal sorunun çözümünü kendi iktidar mücadelesi etrafında örgütleyebilir.

Eğer ulusal demokratik talepler proletaryanın iktidarını kurabilmesi doğrultusunda örgütlenemezse, kitleler bu sınıfsal çatışmada proletaryanın bayrağı altında toplanamazsa; kaçınılmaz olarak burjuvazi dünya sermayesi ile bütünleşebilmenin ihtiyaçlarına göre; ulusallığı, bağımsızlığı ve en önemlisi de bu mücadelenin bütün yükünü çeken emekçileri azgın sömürü sistemi olan emperyalist kapitalizmin dünyadaki bir halkası haline getirecektir.

Kürdistan politikasının gözle görünür ana temasını ulusal kurtuluş perspektifi oluşturmak zorundadır. Gözle görünür bir problemi olan, yaşanılan sorunun ağırlığında kıvranan ve buradan politikleşen bir halk gerçekliğimiz var. Sorunun yüzeyde görünen kısmına yaklaşırken sosyalist programdan vazgeçmek gerekmiyor. Aynı şekilde en keskin sosyalist olmak için de ulusal mücadeleyi dışarıda bırakmak gerekmiyor. Bu iki mücadele kanalı birbirini dışlamamaktadır. Aksine örgütlenebildiği ölçüde fırsatlar yaratmaya, Kürdistan’da sosyalist bir devrimin mümkün hale gelmesinin önünü açmaktadır. Ulusal hareketler içerisinde her zaman sınıfsal ayrışmalar bariz olarak görülecek düzeyde olmuştur. Bu bariz durumun ezilen ulusun komünistleri tarafından doğru bir politikayla örgütlenememiş olması bizim savunduğumuz tezin gerçekleşemeyeceği, bizim bu politikayı örgütleyemeyeceğimiz anlamına gelmez.

Burada esas olan; mevcut durumun hangi politikayla ve politikaya uygun örgüt, araç, yöntem ile örgütleneceğidir. En basitinden özyönetim süreçlerinin yoksul proletaryanın yaşadığı Sur’da yaşanması ile aynı hareketin ekseninde olan orta sınıfın toplaştığı Diclekent’te öz yönetimin ilanını geçtik destek dahi verilmemesi sınıfsal farklarla açıklanabilir. Tartıştığımız şey somut bir ülkeyi hangi politika ile örgütleyeceğimizdir. Ulusal mücadeleyi örgütlemek, onun öncüsü haline gelmek bizi asla burjuva milliyetçisi yapmaz.

Kürdistan’da mücadele yürüten Komünist bir parti, açık bir şekilde bağımsızlığı savunmalıdır. Bağımsızlık stratejik hedef olarak belirlenmeli; federasyon, otonomi, özerklik vb. dönemsel statü kazanımları bağımsızlığa giden yolda ara basamaklar olarak formüle edilmeli, somut durumlara göre taktiksel olarak öne çıkarılmalı; stratejik hedefe bağlı bir şekilde savunulmalıdır. Komünist parti ulusal meselede temsil ettiği sınıfın konumuna denk düşen bir programı savunmalıdır. Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanlar; aynı zamanda ulusal meselede sömürgecilik zincirinden başka kaybedecek bir şeyi olmayanlardır. Proletaryanın öncüsü olarak Komünistler; çağımızın devrimci sınıfına yaraşır ulusal devrimciliğin olmazsa olmazı olan bağımsızlığı mutlak suretle merkezine almalıdır. Haliyle bağımsızlığın tutarlı savunucusu ancak proletarya olabilir. Elbette proletarya dışında farklı sınıflar; kendi sınıfsal konumları itibariyle ve kendi sınıfsal dünyasından renklerini katarak bağımsızlığı savunabilir, bunda anlaşılamayacak bir şey yoktur. Burjuva ya da küçük burjuva kesimler, bireyler bağımsızlığı savunamaz gibi bir şey iddia etmiyoruz. Bizim esasen söylediğimiz şey; ulusal mücadelenin ve ulusal sorunun bütün yükünü çeken proletaryanın; ulusal hareket üzerinde sınıfsal egemenliğini kurmasıdır. Bir burjuva ya da küçük burjuva pekala bağımsızlıkçı olabilir burada problem yoktur; ancak bizim öncülüğünü aldırmak istediğimiz sınıfın programına uymak, sınıf intiharını ve ayrıcalıklı konumunu terk etmek koşuluyla proletaryanın açacağı bu saflarda mücadele edebilir.

Kürdistan’ı eğer biz örgütleyeceksek ulusal programı da içine alan, sosyalist devrimin çatısı altında, proletaryanın sınıfsal egemenliğini kurduğu, görüntüde ulusal sorunun programına denk düşen bir renginde katıldığı; ama öz olarak proletaryanın dünya devrimi ekseninden kopmayan bir Kürdistan sosyalist devrimini, proleter iktidarını açık bir şekilde savunmalıyız. Ulusal soruna yüklenmeli, ulusal sorunun çözümünde programımızın gerçekçiliğine halkı ikna edebildiğimiz ölçüde proletaryanın içinde kitleselleşip, güçlenebilir, ona sınıf bilincini taşıyabilir, sosyalist devrimin de öncülüğünü yapma sorumluluğunu yükleyebiliriz.

Kızıl Bağımsızlık

Kızıl Bağımsızlık; komünist yurtseverlerin, ulusal mesele karşısında programatik olarak savunabileceği, ezilen ulusun ulusal kurtuluşu ile sınıfsal kurtuluşunu bir arada gerçekleştirmesini ön gören, işçi ve emekçilerin sınıfsal bağımsızlığıyla birleştirilmiş ulusal bağımsızlıktır. Ezilen ulusun Komünistlerinin ulusal meselede geliştireceği program; o ulusun çoğunluğunu oluşturan proletarya sınıfı için hayati önem taşımaktadır. Üstelik bir ulusal devrime öncü olma, iktidarı alma iddiası taşıyan Komünistlerin devrim yolu ulusal mesele ile kesişiyorsa bu noktada burjuva milliyetçiliğine prim veren kavramlardan uzak durup kendi kavramlarımızın yaratılması, kendi siyasal çizgimize uygun düşen programın savunulması gerekir.

Bağımsızlık kavramına ‘kızıl’ öncülünü getirmemin sebebi; Komünist bir hareket olarak hangi sınıfı temsil ettiğimizin, temsil ettiğimiz sınıfın ulusal mesele de bağımsızlığı hangi renkle savunması gerektiğinin açık bir şekilde anlaşılmasıdır. Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de ulusal mücadele proletarya ve diğer emekçi kesimler tarafından yürütülmektedir. Ancak yine dünyaya baktığımızda ulusal mücadelelerin başarı elde etmesi o ülkenin ulusunu (daha doğrusu çoğunluğunu oluşturan proletarya ve emekçilerini) sınıfsal olarak kurtarmaya yetmemektedir. Daha da kötüsü emperyalist sisteme eklemlenmenin sonucunda ‘bağımsızlık’ ilanında bulunan bütün uluslar birer birer emperyalizmin ekonomik bağımlılığına kendi ulusal burjuvazileri aracılığıyla bağlanmıştır. Ekonomik alt yapının kapitalist bir mantıkla kurgulanması, ulusal devrimin fiziki gücü proletarya iken sınıfsal anlamda öncüsü olamama durumu yüzyıllarca sömürgeciler tarafından ağır baskılara maruz kalmış halkın bin bir emekle büyüttüğü ulusal mücadelenin sonucunda kurulan devletlerin bu sefer de kendi egemenleri tarafından tarumar edilmesi gündeme gelmiştir.

Kızıl Bağımsızlığı savunmalıyız çünkü Ala Rengin altında Kürdistanlı emekçiler; Kürt burjuvalar tarafından emeği sömürülmeden yaşamalıdır. Ulusal marşı okurken karnı açlıktan guruldamamalıdır. Kürt proletaryası kanıyla ödediği ulusal mücadelenin hem sınıfsal hem ulusal iktidarı olmalıdır. Dünyadaki ulusal mücadele tarihi ve Güney’de ki federasyon da göstermektedir ki burjuva, küçük burjuva hareketlerin devrimciliği, tarihte oynadığı ilerici rol sınırlıdır; devrimi sonuna kadar götürebilecek olan tek sınıf proletaryadır. Çünkü proletaryanın toplumsal olarak hiçbir ayrıcalığı yoktur, o emeğini satmadan yaşayamayan sınıftır. Hele ki bu proletarya ezilen ulustan proletarya ise kaybedeceği hiç ama hiçbir şey yoktur.

Tartıştığımız konu partinin doğrudan programı olduğu için pekala partimizin ulusal meselenin kendi öncülüğünde çözülmesinde Kızıl Bağımsızlığı savunmasında yanlış bir şey yoktur. Bu savunumuz; bizim dışımızdaki dinamiklerin ulusal meselenin kısmen çözümünü getirecek somut bir durumda ulusal politika gereği desteklemeyeceğimiz anlamına gelmemektedir. Kürt ulusunun statü kazanmasının önünü açan her aşama Komünistleri yakından ilgilendirir ve desteği hak eder ancak Komünistlerin bu destekle birlikte temsil ettiği çizgiyi koruma sorumluluğu vardır. Partinin ulusal programı ile ulusal meselenin başka dinamiklerle çözülme aşamasında nasıl bir pozisyon izlemesi gerektiği ve ulusal birlik politikası birbirinden farklı tartışmalardır. Bu konuda zihnimiz berrak olmalıdır.

Son Gelişmeler Bağımsızlık Programını Doğrulamaktadır

Ortadoğu coğrafyasında sahada güçlü olan masada istediğini alabilmektedir. Güney Kürdistan’ın elde ettiği kazanımlar ve son dönemde yine Rojava süreci; Irak ve Suriye BAAS’larının demokratik bir muhtevaya sahip olmasından değil aksine Kürtlerin 21.yy’da sahada güçlü olup ve bu gücü emperyalizmle taktiksel ilişkiler geliştirebilme yeteneğinde aranmalıdır. Denklem çok açıktır; sömürgeciler siyasal kriz yaşar, ezilen ulus örgütlenir, boşluğu yakalar, emperyalizmin ajandasını doğru okur ve istediğini alma gücüne ulaşır. 2003’te Saddam devrilirken Güney’de böyle oldu, yine 2011’de Suriye’de yaşanan kaotik ortamdan Rojava çıktı. Geriye kalan iki parçanın Kuzey ve Doğunun da benzer süreçlerden geçerek statü kazanabileceğini tarihin kendisi karşımıza çıkarmaktadır. Diğer yandan Güney’le eşzamanlı olarak Katalonya referanduma gitti. Katalonya referandumu; burjuva demokrasisinin gelişkin olduğu bir yerde bile federasyon vb. statülerin ne kadar güvencesiz olduğunu, emperyalizmin çıkarları ile bir ulusun özgürlüğü çeliştiğinde emperyalizmin UKKTH’yi tanımadığını göstermiştir. Ve tanımaması daha iyidir, emperyalizmin ikiyüzlülüğü tüm dünya emekçilerinin gözleri önüne serilmiştir böylelikle. Burjuva demokratik çözüm içerisinde baksak bile federasyonun nihai bir çözüm olmadığı; Kürdistan’ın Güney parçasının referanduma gitmesiyle ve demokrasinin gelişkin bir ölçekte olduğu Avrupa’da yaşanan Katalonya krizi ezilen ulusların bağımsızlığı stratejik hedef olarak en baştan kabul etmesi gerektiğini açığa çıkarmıştır. Egemen ulusla, sömürgeci güçle sonsuza dek yaşanamaz haliyle federasyon nihai bir hedef olamaz.

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 1 / Mart 2018

 

Exit mobile version