KENT(İMİZ) VE ÇEVRE(MİZ): YAŞAM(IMIZ) İLE İNSAN(LIK) KAZANACAK[1]-2
TEMEL DEMİRER
“Dinya dikare pêdivîya her
kesî bi têra xwe bi cih bîne,
lê nikare bi qasî
azwerîya her kesî.”[2]
HES’Lİ, 2B’Lİ, AKKUYU’LU KİRLETİLEN, ISITILAN ÇEVRE
Yerküre gibi Türkiye de ısınıp, sürdürülemez kapitalizmin yıkıcı sonuçlarıyla yüzleşiyor!
Akdeniz Ülkeleri Bilimsel Araştırmalar Komisyonu Canlı Kaynaklar ve Deniz Ekosistemi Başkanı, Mustafa Kemal Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Turan yaptığı açıklamada, küresel iklim değişikliğine bağlı olarak Akdeniz’in yapısında da bir değişimin meydana geldiğini vurguladı.
Küresel iklim değişikliğinin denizler üzerindeki etkisini araştırmak üzere biraraya gelen 15 ülkeden 21 bilim adamı, Akdeniz’in tropikal yapıya dönüştüğünü ve 58 yeni türün tespit edildiğini bildirdi.
Türkiye sularında küresel ısınmanın kanıtlarından biri olarak gösterilen tropik balon balığı (lagocephalus sceleratus) balıkçılarda satılmaya başlandı. Anavatanı Pasifik Okyanusu olan ve Kızıldeniz’den Akdeniz’e göçe başlayan yırtıcı tür, Mersin’de tezgâhlarda ‘kurbağa balığı’ adı altında satılmaya başlandı.
Evet, evet küresel ısınmanın etkileri Türkiye’de daha fazla hissedilmeye başladı. Buna en yakın örnek olarak Elazığ’ın Maden ilçesinde 9 Nisan 2012 gecesi meydana gelen ve 6 işçinin ölümüne neden olan hortum faciası gösterildi. Uzmanlar, son 40-50 yılda, iklim değişiklikleri nedeniyle hortum sayısının 2 kat arttığını ve daha da artacağını belirterek “1 şiddetinde bir olay ABD’de ölüme sebebiyet vermezken Türkiye’de ölüme sebebiyet veriyor” dedi.
İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selahattin İncecik, ‘Civil Weather’ın araştırmasına göre, 40-50 yılda hortum sayısında 2 kat artış yaşandığına dikkat çekti.
Nihayet tarım alanlarının yüzde 59’unda, meraların yüzde 64’ünde, ormanların yüzde 54’ünde erozyon var. Akdeniz havzasında yer alan Türkiye toprakları, topografik özellikleri bakımından kuraklık riski, erozyon, ekstrem iklim olayları, yangınlar ve iklim değişikliği gibi konularda oldukça hassas bir bölgede yer alıyor.
Ya Türkiye’deki hidroelektrik santrallar (HES) mı?
Birincisi: Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 2010 yılı faaliyet raporuna göre özel sektör tarafından gerçekleştirilecek hidroelektrik santral (HES) projelerinin toplam sayısı 1527. Bu sayı Türkiye’de neredeyse “Su Kullanım Hakkı Anlaşması” yapılmayan bir tek akarsu bile kalmayacağını gösteriyor!
İkincisi: Türkiye’de ‘Su Kullanım Hakkı Anlaşması’yla imzalanan 1572 HES projesinden yapımı tamamlanmış ya da hâlen inşaat aşamasında olanların sayısı, 477’yi buluyor. Bu santralların kurulu gücü 23 bin 660 megavat. 1050’sinin inşaatına ise henüz başlanmadı. Kâğıt üzerindeki projelerin toplam kurulu gücü ancak 20 bin megavatı buluyor. HES projelerinin yüzde 71’i, çevre için en önemli unsurlardan biri olan Çevre Etki Değerlendirmesi’nden (ÇED) muaf tutuluyor!
Bunlar madalyonun bir yüzü. Öteki(ler) de şöyle:
- i) “Hükümet HES inşaatlarını özel sektör eliyle artırarak sürdürme kararı alırken Çevre Bakanı Veysel Eroğlu eleştirilere ‘Destan yazıyoruz’ yanıtını verip,” “HES’ler karşı çıkmak cinnettir,” diye çemkiriyor; 2002-2013 arasında 286 HES’in işletmeye alındığını; 179 HES’in ise inşaatının devam ettiğini, bu projeler için özel sektör tarafından 12 milyar dolar civarında para harcandığını bildiriyor. Aynı konuda Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ise, “Evet, küçücük derelere HES’lerle doğayı mahvetmişiz, çare nükleermiş,” notunu düşüyor!
- ii) Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu’nun soru önergesine verdiği yanıtta, “HES projesinden dolayı kuruyan herhangi bir dere bulunmamaktadır,” dedi.
Derelerin Kardeşliği Platformu’ndan (DEKAP) yapılan açıklamada ise, Salarha deresinin HES üretime başladıktan 2 saat sonra kuruduğu anımsatılarak “Eroğlu hangi ülkenin bakanı” diye soruyordu.
İşte çarpıcı örnekler: “Cevizlik HES başta olmak üzere İkizdere Vadisi’ndeki HES projeleri, Güneysu Kale ve Ada HES projeleri, Senoz Vadisi’ndeki HES’ler, Solaklı Vadisi’ndeki HES projeleri bulundukları vadileri katlederek dereleri kurutmadı mı? Bunları da görmedi mi sayın bakan? 2 ay önce Salarha Deresi, HES projesinin üretime başlamasıyla 2 saat içerisinde kurumadı mı? HES projelerinin üretime geçmesiyle İkizdere Deresi kurumadı mı? Güneysu’daki 2 HES projesinin kuruttuğu Gürgen Deresi ile Senoz’daki Çatal Dere’nin kuruması, Rize’nin diğer derelerinde yaşanan balık ölümleri HES’lerin eseri değil mi?”[12]
Rize’de faaliyete geçen 5 hidroelektrik santralının yeteri kadar elektrik üretemediği ortaya çıktı. Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP) yayımladığı açıklamayla, “Bunun için bu vadilerin, yaşam alanlarının ve derelerin katledilmesine değer miydi” diye sordu…[13]
iii) Eleştirileri dikkate almayarak kırda HES projeleri kentlerde de isyan ettiren imar kararlarına imza atan AKP hükümeti, Türkiye’nin çölleşmesine engel olamadı, hatta bu süreci hızlandırmak için elinden geleni ardına koymadı. Su rezervlerini kaybeden, gölleri kurumaya başlayan Türkiye hızla çölleşiyor. 10 yılda 2 milyar lira harcanmasına karşın hâlâ yılda 177 milyon ton toprak erozyon sonucu yok oluyor. Erozyonda İç ve Doğu Anadolu başı çekiyor!
Bir şey daha Hükümet, 2-B olarak bilinen taşınmazların satışından 454 milyon 706 bin lira gelir elde etti etmesine de; çevre satıldı; doğaya 2B darbesi indirildi!
Sonra da sürdürülemez kapitalizm sera gazı salımının yüzde 124 arttığı coğrafyamızı kirletiyor!
Kapitalist yıkım ile Türkiye’de artık “sularımız arsenikli, havamız siyanürlü”dür; kirli enerjide ilk dörde giren coğrafyamız kimyasal çöplüğe dönüştürülmüştür; Yatağan’daki kirli gerçekler; Çorlu’daki zehir deposu; Dilovası’ndaki atıklar ve kanser vd’leri…
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, 33 ilde hava, 23 ilde atık, 22 ilde ise su kirliliği belirlendiğini itiraf ederken; Türkiye’de yapım hâlinde veya proje aşamasında olan 76 yeni kömürlü termik santral yolda. Kömürlü termik santralların artış hızında Çin, Rusya ve Hindistan’ın ardından dünya dördüncüsüyüz…
Bu tabloda ‘Tüketici ve Çevre Eğitim Vakfı’ Yönetim Kurulu Üyesi Nevzat Ceylan, Türkiye’de atık üreten 70 bin şirketten sadece 14 bininin kayıt altına alındığına dikkat çekerek bu rakamın hızla artarak kayıtların tamamlanması gerektiğini söylüyor; Türkiye’de, zehirli kurşun ve fosforla üretilen 40 milyona yakın tüplü televizyon ve monitör bulunmasına karşın, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın elektronik eşya atıklarıyla ilgili yönetmeliği 2 yıldır taslak hâlinde beklerken yaklaşık 40 milyon olduğu tahmin edilen atıklar doğayı ve insan sağlığını tehdit ediyor![14]
Bunların yanında duymamış ya da bilmiyor olamazsınız! Zararları bilimsel deneylerle kanıtlanan GDO’lu ürünler Türkiye’de artık serbest…
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ve 26 Ekim günü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Gıda ve Yem Amaçlı Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ve Ürünlerinin İthalatı, İşlenmesi, İhracatı, Kontrol ve Denetimine Dair Yönetmelik” tepkiyle karşılandı.
GDO’ların Türkiye’ye girişini meşru kılan yönetmeliğin tüketici sağlığını ve çevreyi korumak amacıyla gerekli tedbirleri alma görevini işletmeciye bırakması, endişe verici bulunarak söz konusu organizmaların insan sağlığı üzerindeki etkisinin hâlâ bilinmediğine dikkat çekildi.
Yönetmelikle “GDO’suz ürünlerin etiketinde ürünün GDO’suz olduğuna dair ifadelerin bulunmayacağının” belirtilmesinin taraflı bir tutum olduğu vurgulanarak Amerika’da bir biyoteknoloji şirketinin, ürünlerine “GDO bulunmamaktadır” yazan bir firmayı dava ederek kendi satışlarını düşürmekle suçladığı anımsatıldı.
Profesör Doktor Necmettin Ceylan’ın, GDO’lu yemlerle balıkların, ineklerin ve kanatlıların beslendiğini belirtirken, “2010’da 1.2 milyon ton mısır ithal ettik, çoğu GDO’luydu,” notunu düştüğü tabloda uzmanlar uyarıyor: “Yeni gıda tasarısı halk sağlığını tehdit edecek”!
AKP hükümeti, Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Yasa Tasarısı’yla günde 20 ton süt üreten ya da 8 bin ekmek çıkaran işletmelerde mühendis çalıştırma zorunluluğunu kaldırıyor. Gıda Mühendisleri Odası, düzenlemenin insan sağlığı bakımından kısa vadede “gıda zehirlenmelerini” arttıracağına, uzun vadede ise “toksik ve kanserojen etkileri” olabileceğine dikkat çekiyor.
Nihayet Başbakan Erdoğan’ın, “Bir yıl boyunca 24 saat nükleer santralin kapısında otursanız, bir uçak yolculuğu kadar radyasyon almazsınız. Bu bilimsel bir tespit,” zırvasına sarıldığı Türkiye’deki nükleer santrallar bir faciadan başka bir şey değildir!
Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın, “Nükleer santrallarımızı 2071 yılında, yani Malazgirt zaferinin 1000. yıldönümünde kapatmayı düşünüyoruz,” demogojisiyle sunduğu ve bir Fukuşima olması muhtemel Akkuyu…
Viyana Üniversitesi Mersin Akkuya’ya kurulması planlanan nükleer santralın olası bir kaza durumunda hangi bölgeleri etkileyeceğine dair bir analiz hazırladı. Yüksek performanslı bilgisayarlarda hazırlanan analize göre, riskli bir kaza olması durumunda, kaza anında ilk olarak Mersin ve çevre iller etkilenecek.
Kazadan bir hafta sonra tüm Türkiye, 15 gün sonraysa Türkiye’nin tüm komşuları, Doğu Avrupa, Kafkaslar, hatta Afrika’ya kadar olan geniş bir bölge, radyoaktif maddelerin etkisi altında kalacak. Milyonlarca insan etkilenecektir!
SİT’LERİ GASPEDİLEN BARAJLI YIKIM
Nihayet Munzur’daki gibi barajların yıkımı ile ekolojik dengelerin, politik ve tarihsel kaygılar yanında rant için alt üst edilmesi…
‘Dünya Barajlar Komisyonu’nun 1998 tarihli raporundaki verilere göre, dünyada barajlara 2 trilyon dolar harcandığını, 80 milyon kişinin baraj projeleri yüzünden göç etmek zorunda kaldığını belirtilerek küresel ısınmaya yol açan sera gazlarının yüzde 28’nin baraj göllerinden çıktığı açıklandı.
Türkiye’de 2009 yılına kadar yapılan 298 baraj projesinin sadece 25’inde kültürel ve arkeolojik envanter çıkarıldığına vurgu yapılıp, Ilısu Barajı’nın yapılması hâlinde 16 bin kişinin göç edeceği, yüzey araştırması bile yapılmamış 200 höyüğün sular altında kalacağı açıklanırken; Alevîlerin kutsal mekânlarını su altında bırakacak baraj için “jet kamulaştırma” çıktı. Arazideki “direniş barakası” yıkıldı. Tunceli, Elazığ ve Bingöl’de 12 köyü sular altında bırakacak Pembelik Barajı’na direnen köylüler 1.5 yıldır barajın gövdesi olacak arazide nöbet tutuyorlardı…
Hasankeyf’e, Allianoi’ye idam kararı çıkaran uygulamalar ile SİT alanları da talana açıldı; hem de daha fazlasıyla!
- i) ‘Küme’ diye bilinen antik ‘Kyme’ kenti, liman ve termik santral yapımı için 1. dereceden 2. ve 3. derece site düşürülerek tırpanlandı…[15]
- ii) Bursa’da Myrelia antik kenti için hazırlanan koruma amaçlı imar planında bina katları yükseldi. Myrelia’nın bir kısmı da imara açıldı… Birinci derece sit alanı olan Myrelia antik kenti için hazırlanan 1/1000 ölçekli koruma amaçlı nâzım imar planında sit alanındaki yapılaşma için bina kat yüksekliği ikiden beşe çıkartıldı. Bölgenin eğimiyle kat yüksekliği yediyi bulabilecek. Sit alanının 50 bin metrekaresi de turizm alanı ilan edilerek imara açıldı…[16]
iii) Arkeolojik sit alanında temel kazma çalışmaları sırasında Myrleia antik kenti duvarına rastlandığı için inşaatı durdurulan alışveriş merkezi için Bursa Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu kararını verdi. Kurul, Myrleia kent duvarının cam çerçevede alışveriş merkezi içinde sergilenmesine ve antik kent üzerinde yapılan AVM inşaatının devam etmesine karar verdi…[17]
- iv) Diyarbakır’da 2007’de ortaya çıkarılan ve 1’inci derecede tescilli alan ilan edilen 1600 yıllık kilise kalıntısının üzerine Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından türbe ve mescit yapılıyor…[18]
- v) İzmir Kemalpaşa’da bulunan ve bugüne kadar bilinmeyen bir antik kente ait olabileceği düşünülen mozaikler araziye ‘BİM’in deposu’ yapılacağı için taşınacak. BİM’in İzmir Kemalpaşa’da depo yapmak istediği arsada bulunan ve taşınmasına neden olan tarihi mozaikler Zeugma’dakiler kadar önemli. İzmir Kemalpaşa’da geçen yıllardaki kurtarma kazılarında çok değerli taban mozaikleri, Anadolu parsı ve aslanı gibi nesli tükenen hayvanlara ait panolar ve büyük bir yerleşim kompleksi ortaya çıkmıştı. ‘Batının Zeugması’ olarak nitelendirilen mozaikler, MS IV. yüzyıl ile VII. yüzyıl arasına tarihleniyor…[19]
- vi) Çanakkale’nin Bayramiç ilçesi Kurşunlu Köyü’nde, Killiktepe mevkiinde Zafer Madencilik şirketi tarafından feldspat maden ocağı açıldı. Antik Skepsis kentinin dibinde açılan maden ocağı hem arkeolojik alanı hem de köyü tehdit ediyor. Çanakkale Arkeoloji Müzesi ve mahkemenin tayin ettiği bilirkişi bölgede maden ocağı açılmasının doğru olmadığı görüşünde birleşti. Ancak Çanakkale Koruma Kurulu maden ocağına onay verdi…[20]
vii) Manisa’nın Turgutlu ilçesindeki ormanlarıyla ünlü Çaldağı’nda, birinci sınıf tarım arazilerinin yakınında dağ tıraşlanıp sülfürik asitle madencilik yapılacak…[21]
viii) Bodrum Göltürkbükü’nde yeşil alan olması için belediyeye bırakılan arazi, önce arsa yapıldı, sonra satışa çıkarıldı. “Burası park kalsın” diye dava açan eski arsa sahiplerinin itirazı da reddedildi. Göltürkbükü’nde zeytinlikle kaplı denize sıfır park, turizm alanı kararıyla yapılaşmaya açılacak…[22]
- ix) Gökçeada’da sit alanı içinde eski Rum köyü Bademli’de yapılan Masi Clup Otel’in inşaatı, halkının itirazlarına ve mahkeme kararlarına rağmen “Atı alan Üsküdar’ı geçer” usulüyle bitirildi. Gökçeada’nın en güzel manzaralı bölgesinde inşaat yükselmeye başladığında alınan mahkeme kararları, inşaatı durdurmaya yetmedi…[23]
“KENTSEL DÖNÜŞÜM”ÜN KÖPRÜLÜ TRAFİK AÇMAZI
Baştan açık, açık belirteyim: Kapitalizmin “kentsel dönüşüm” dediği şey, rant için kentin paryaları ilan edilen emekçileri merkezin dışına sürmek ve böylelikle de periferide gecekondu gezegeni yaratmaktır.
Kapitalizmin kentsel yıkım saldırısının neyi hedeflediği, yani “kentsel dönüşüm”ün neyin dönüşümü olduğu sorusuna verilecek yanıt; “sosyal adalet”, “kentli hakları”, “kent imgesi”, “kentsel dönüşümle kentlerin etnikleşen yüzeyleri” ve nihayet “kent katliamı”na kafa yormamızı “olmazsa olmaz” kılar…
Evet “kentsel dönüşüm” denilen müdahâlenin sosyolojik analizi ile ekonomi-politik gerçeğini “es” geçmemeliyiz!
Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın, “Dönüşümü nasıl iyi yaparız diye bakıyoruz, araştırıyoruz. Arkadaşlarımız, Almanya’da kentsel dönüşüm yıkımları yapan makineler fuarını ziyaret etti. Türkiye’de de bu makineleri yapanlar var. Hepsine bakıyoruz. Patlatma modeli de olacak, makinelerle de yıkımlar olacak,” diye ifade ettiği “kentsel dönüşüm”, burjuvazi için rantın genişletilmesidir; neo-liberal sermaye birikimine yeni talan alanları açılmasıdır!
Bu nedenle de “Dönüşüm”le kent(ler)imiz saldırı altındadır! (“Kentsel dönüşüm” mağdurlarıyla hiç konuştunuz mu?)
Galatasaray Üniversitesi Öğrenci Konseyi’nin düzenlediği panelde masaya yatırılan “kentsel dönüşüm”ün esas amacının yoksulun arazilerini alıp üzerlerine lüks konutlar inşa etmek olduğu belirtilirken; [24]Şehir planlama uzmanı Prof. Zekai Görgülü de ekliyor:
“Kentsel dönüşüm planlamanın yerine ikame edilmiştir. İstanbul planında ne üçüncü köprü, ne üçüncü havaalanı var. Çünkü Ankara’dan dayatılıyor. Bu bir TOKİ yasasıdır. Yapılanlar insan haklarına, mülkiyet haklarına, anayasal ilkelere, her şeye aykırı. TOKİ’nin elinde 800 bin konut fazlası var”!
Kim ne derse desin, halkın kendi yaşam alanları üzerinde söz sahibi olamadığı ve dışlandığı; bu nedenle toplumun geleceği açısından çetin sorunlara gebe bir kentsel tasarım sürecidir Türkiye’nin yaşadığı!
Kolay mı? “Bugün ülkemizdeki gelişmeler çoğunlukla plansız, programsız olarak, neo-liberal ekonomi kurallarına uygun şekilde, kent toprağının ranta dönüştürülmesi doğrultusunda sürüp gidiyor. Kent içinde ve çevresinde kalan son yeşil alanlar da yok edilerek yoğun ve yüksek yapılaşmayla en büyük parasal değer elde edilmeye çalışılıyor.”[25]
İşte bu yıkımın verileri:
- i) İstanbul Derbent mahallesinden yoksulların kovulması için Bakanlık mahalleyi “riskli alan” ilan etmişti. Bu kararın gerekçesi ortaya çıktı. 17 Aralık 2014 yolsuzluk operasyonunda gözaltına alınan Yorum İnşaat’ın patronu Osman Ağca, resmi gazeteye yansıyan ifadelerinde “Böylece yıkım garanti altına alındı,” dedi![26]
- ii) İstanbul’un son yeşil alanlarından Polonezköy imara açılıyor. Planın Polonezköy’e villa, otel, AVM yapımının önünü açtığı, kaçak villalara af geleceği belirtiliyor. İstanbul’da 1994’te Tabiat Parkı statüsü verilerek koruma altına alınan 172 yıllık yerleşim yeri Polonezköy imara açılıyor. Hazırlanan 1/1000 ölçekli ‘koruma amaçlı’ uygulama planına göre, Tabiat Parkı sınırları içinde kalan köyde düşük yoğunluklu konut ve turizm alanları yapılabilecek. 5 metre yükseklikte otel, ticari amaçlı binalar, bankalar, finans merkezleri, kamu binaları yapılabilecek. Yollar genişleyecek. Bodrum katlarına spa, yüzme havuzu, restoran ve yüzme havuzu inşa edilebilecek…[27]
iii) Ataköy sahilinde TOKİ’ye ait arazide itirazlara rağmen devam eden yapılaşmada bir skandal daha ortaya çıktı. Tarihi Baruthane binalarının bulunduğu parsel ve komşu parsellerinde inşaat için 1 Nolu Kültür Varlıkları Koruma Kurulu’ndan izin alınmadığı belirlendi. Kurul, “Ne başvuru ne de verilmiş izin var,” diyor…[28]
- iv) Sevda Tepesi’nin ve birçok korunun imara açılma kararına mimarlar ve şehir plancıları tepki gösterdi. Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, Sevda Tepesi’nin Boğaziçi’nin en önemli peyzaj değerlerinden, Boğaz’ın siluetini oluşturan parçalarından biri ve birinci grup doğal sit alanı olduğunu vurgulayarak “Sevda Tepesi’nin hiçbir şekilde yapılaşmaya açılma olanağı bulunmamaktadır,” dedi![29]
- v) Urla’da Başbakan’a ait olduğu ileri sürülen villalarla ilgili kaçak yapılaşma sebebiyle çok sayıda ceza kesildiği ve il encümeni tarafından oybirliğiyle yıkım kararı verildiği ortaya çıktı. Yıkıma itiraz ise mahkemece reddedilmiş. İl Genel Meclisi Başkanı Serdar Değirmenci, “Yıkım kararını hangi babayiğit uygulayacak?” diye sordu.[30]
- vi) İstiklal Caddesi’deki Demirören AVM’nin inşaatı sırasında yanında bulunan ‘korunması gereken kültür varlığı’ olarak tescilli binada da yıkıma neden olunduğu gerekçesiyle yargılanan Demirören ailesi beraat etti![31]
vii) Baruthane binalarının bulunduğu TOKİ’ye ait arazinin ihalesine yolsuzluk soruşturmasında adı geçen Osman Ağca’nın hissedarı olduğu Çelebican A.Ş.’nin tek başına katıldığı ortaya çıktı. Arazi, ‘restorasyon’ diye ihale edilirken, projenin altından 80 metrelik kuleler çıktı.[32]
Ve hakkında 30’a yakın dava süren İstanbul’daki üçüncü köprü konusunda herkesi uyarıyor Haluk Gerçek:
“Yol ve köprü yaparak trafik sorununu çözmeye çalışmak ‘Obez bir insanın kemerini gevşeterek kendini tedavi etmesi gibidir’! Başlangıçta biraz rahatlar fakat şişmanlamaya devam edersiniz. Köprü yapmak sorunu çözmez”!
Ancak AKP buna aldırmaz!
Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, “3. köprü yapımı maksadıyla 381 bin 96 adet ağaç kesilecektir. 3. havaalanı yapımı maksadıyla 2 milyon 330 bin 12 ağaç kesilecektir. Kanal İstanbul projesi için bakanlığımızca verilmiş izin yoktur,” dedi.
Eroğlu, 10 yılda 3 milyon 691 bin hektar alanda ormanların geliştirilmesi ve ağaçlandırma çalışması yapıldığını, toplam 2.8 milyar fidanın toprakla buluşturulduğunu belirterek 2002 yılında 20.8 milyon hektar olan orman büyüklüğünün 2012 yılı sonu itibarıyla 21.7 milyon hektara ulaştığını bildirdi.
Bu kadar da değil! Beykoz’un köylerinden Kuzey Marmara Otoyolu geçecek, evler, araziler, mezarlıklar istimlak edilecek…
Ama aldıran kim?!
Mimar İhsan Bilgin’in çarpıcı değerlendirmeleri var: “İstanbul’un yaşadığı trafik cehennemi, üçüncü bir çevre yoluna ihtiyaç olduğunu değil, tersine olmadığını kanıtlamaktadır…”
Sonra da Türkiye’de 10 yılda meydana gelen yaklaşık 8 milyon kazada, 43 bin kişinin hayatını kaybettiği, 1 milyon 718 bin kişinin de yaralandığı trafik sorunu… Bu mesele de sürdürülemez kapitalizmin otomobil “uygarlığı” tarafından çözülemez!
DOĞAYI VE İNSAN(LIK)I ANCAK İSYAN KURTARIR
Sürdürülemez kapitalist yıkım şahsında yerküre ve coğrafyamızdaki çevre hâli bu ve böyle!
Bu hâle ancak yaşamı yani doğa ile insan(lık)ı militanca savunan isyanlarla “Dur” denilebilir…
Örneğin şehir plancılığının duayenlerinden Prof. Dr. İlhan Tekeli, Gezi eylemlerinin Türkiye’de ilk defa iktidar odaklı bir demokrasi anlayışı yerine insan odaklı bir demokrasi arayışını ortaya çıkardığını vurguladı. Mimar ve edebiyatçı Cengiz Bektaş da Gezi Direnişi’ni doğrudan demokrasiye atılan bir adım olarak niteleyerek “Bu kuşak sonuna kadar direnebilirse hiçbir şey eskisi gibi olmaz,” diye ekledi
Kolay mı? Başbakan Tayyip Erdoğan’ın yayınlanan telefon görüşmelerinde ikinci yolsuzluk dalgasında ismi geçen bir işadamıyla “yüzde 6 pazarlığı” yaptığı yasanın, Gezi Direnişi sayesinde yasalaşmadığı ortaya çıktı.[33]
Sürdürülemez kapitalizmin, çevre ve kent isyanlarını artık daha da fazla devreye sokacağı bir “sır” değildir.
Çünkü Hüsnü Öndül’ün ifadesiyle, “Gezi Parkı sorunu, bir insan hakları ve özgürlükleri sorunudur. Park sorununda çevre hakkına odaklanabiliriz… Sorunu kentli hakları bakış açısıyla temellendirebiliriz. Nitekim, çevre, kentlerin fiziksel görünümü, kentlerde dolaşım, ulaşım, tarihsel ve kültürel değerler konuları bu sorunla birlikte gündeme oturdu.”
‘London School of Economics’in direktörü ABD’li sosyolog Craig Calhoun’un, “Gezi’deki gibi artık protestolar tek bir mesele etrafında buluşmuyor,” notunu düştüğü başkaldırı, aynı zamanda bir özgürlük simgesi, bir politik özgürleşme hareketiydi. Yani kimsenin ön plana çıkmadan sadece dayanışmanın var olduğu insanca davranışlar bütünü, Gezi/ Haziran’ın kahramanları ise, ranta karşı hayatı savunanlardı…
Gezi’de başlayan ve coğrafyamızın bütün kentlerine yayılan direnişi Türkiye sınırlarını aşacak ve tarihe kaydedilecek bir olay olarak görmemiz gerekir.
Talancıların, sömürücülerin yeryüzünü, toprağı, suyu, havayı ve yeraltını “kâr daha çok kâr” hırsıyla cehenneme çevirdiği sürdürülemez kapitalist yıkım sürdükçe, yeni ve daha kapsamlı Haziran’lar boynumuzun borcudur!
O hâlde Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, “kararttılar gecemizi/ ısırdılar karanlıkta/ kanattılar türkümüzü/ kırdılar çiçekli dallarımızı/ tükürdüler içine ekmeğimizin/ ağrıttılar ağrımızı/ ağrıttılar vatan vatan/ ağrıttılar dünya dünya,” diye betimlediği sürdürülemez kapitalizmin koşullarında, Etienne de La Boétie’nin, ‘Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev’indeki uyarıyı[34] “es” geçmeksizin; Nâzım Hikmet’in haykırdığı üzere, “Yaşamak! Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine bu hasret bizim!” diyebilmek için Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Uyan ey köşem bucağım…/ Kırık kolum, eğri boynum,/ Sağır kapım, dilsizim,/ Vaktidir direnmenin;/ Vaktidir şimdi…” dizeleri haykırmalı ve Turgut Uyar’ın, “Ve bizim bir haziranımız/ bir yıl kadar yetecektir dünyaya” uyarısını asla unutulmamalıyız…
27 Şubat 2014, Ankara.
N O T L A R
[1] 2 Mart 2014 tarihinde İstanbul Sarıgazi’de Munzur Kültür Derneği’nin “Gezi’den Munzur’a” başlığıyla örgütlediği VI. geleneksel dayanışma etkinliğinde yapılan konuşma… 21 Mayıs 2014 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Topluluğunun kütüphane önündeki çimlerde gerçekleştirdiği “Anadolu’da Ekolojik Yıkım Madenler, HES’ler, Nükleer” başlıklı etkinlikte yapılan konuşma… 25 Haziran 2014 tarihinde Konur Sokak’taki (Ankara) “9. Sokağa Şarkı Söylüyoruz 2014” başlıklı Kazım Koyuncu’yu Anma etkinliğinde yapılan konuşma…
[2] “Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil.” (Mahathma Gandhi.)
[12] “İki Saat Yetmişti”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2013, s.24.
[13] Ömer Şan, “Buna Değer miydi?”, Cumhuriyet, 20 Mart 2013, s.18.
[14] Mahmut Lıcalı, “Yönetmelik Bekliyor, Atıklar Zehir Saçıyor”, Cumhuriyet, 28 Nisan 2012, s.20.
[15] Ömer Erbil, “… ‘Küme’ Güme Gitti”, Radikal, 24 Eylül 2011, s.4.
[16] İdris Emen, “Antik Kente Yedi Katlı ‘Koruma’…”, Radikal, 4 Aralık 2013, s.6-7.
[17] İdris Emen, “Antik Kentin Üstüne AVM İzni Çıktı!”, Radikal, 6 Mart 2013, s.4-5.
[18] “1600 Yıllık Kilise Kalıntısı Üzerine Mescit”, Radikal, 3 Şubat 2014, s.4-5.
[19] Ömer Erbil, “İşte BİM’in Mozaikleri!”, Radikal, 6 Şubat 2014, s.4-5.
[20] Ömer Erbil, “Valilikten Tuhaf Yanıt: Abartmayın”, Radikal, 3 Aralık 2013, s.4-5.
[21] Rifat Başaran, “Çaldağı SOS Veriyor”, Radikal, 3 Temmuz 2012, s.4.
[22] Ömer Erbil, “Bodrum’da Park Alanı Satışa Çıktı”, Radikal, 11 Mart 2013, s.4.
[23] Ömer Erbil, “Gökçeada’daki Oteli Kimse Durduramadı”, Radikal, 20 Mart 2013, s.4-5.
[24] Oktay Ekinci, “Halka Yalan Söylüyorlar”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2012, s.9.
[25] Doğan Hasol, “Kentler, Planlama ve Siyaset”, Cumhuriyet, 24 Şubat 2013, s.2.
[26] Rıfat Doğan, “Yolsuzluğun İtirafı Resmi Gazetede”, Sol, 18 Ocak 2014, s.3.
[27] Serkan Ocak, “Polonezköy’e ‘Betonkent’ mi Geliyor?”, Radikal, 8 Ocak 2014, s.4-5.
[28] Ömer Erbil, “Ataköy Sahilde Skandal”, Radikal, 23 Ocak 2014, s.6-7.
[29] “Hukuk Dışı ve Skandal”, Cumhuriyet, 25 Haziran 2012, s.6.
[30] Özdemir Özkan -Hasan Çilingir, “O Villalar İçin Yıkım Kararı Aldık, Uygulayacak Babayiğit Arıyoruz”, Zaman, 6 Şubat 2014, s.12.
[31] “Demirören Ailesi ‘AVM’ Davasında Beraat Etti”, Radikal, 6 Şubat 2014.
[32] Olgu Kundakçı, “Restorasyon Dendi, Gökdelen Çıktı”, Birgün, 25 Ocak 2014, s.3.
[33] Mahmut Lıcalı, “Ormanları ‘Gezi’ Kurtardı”, Cumhuriyet, 17 Ocak 2014, s.4.
[34] “Boyunduruk altında doğan insanlar, kulluk kölelik ortamı içinde büyütülüp eğitilirler. Dolayısıyla bu insanlar, siyasal iktidarı tehlikeye sokacak herhangi bir eyleme kalkışmazlar. Böyle bir eylemin getirdiği özgür düşünceden, özgür iradeden yoksundurlar; kurulu düzeni sevip benimserler, sürdürdükleri yaşamın dışında başka yaşam biçimlerinin bulunduğunun ya da bulunabileceğinin farkında bile olamazlar.” (Etienne de La Boétie, Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev, çev: Mehmet Ali Ağaoğulları, İmge Yay., 1995.)