Yaşar Kazıcı / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
21. yüzyıla geçişle birlikte Kürt ulusal meselesi, çözümsüzlüğünü koruyarak 2. yüzyılına girmiş bulunmaktadır. Sorunun tanımı ve çözümüne ilişkin farklı akımlar kendi durdukları noktadan bir dizi girişimde bulunarak hatırı sayılır ilerlemeler kaydettiler fakat bunların yeterli olmadığını, arızalarla dolu olduğunu ve köklü bir çözüm niteliğini taşımadığını görmekteyiz. Köklü çözümleri savunabilmek için ulusal anlamda dahi devrimci olmayı gerektiren bir sorunla karşı karşıyayız.
Kürt ulusal meselesinde devrimcileşmeden, devrimci bir çizgide yürümeden tarihsel arka planı 200 yıla dayanan köklü bir sorunu çözebilmeniz mümkün değildir. Devrimcilikten kastedilen illa ki komünist bir devrimci olunması değildir asgari anlamda dahi ulusallığa yaslanan bir devrimciliktir. Bu tarz devrimcilik elbette sınıf meselesi ile ulusal meseleyi birleştirip sosyalist bir iktidarı hedefleyen biz komünistlerin üzerinde yürüdüğü çizgi değildir. Fakat mevcut ulusal hareketlerin konumuna baktığımızda ve onların kitleleri peşinde sürüklediğini gördüğümüzde önerebileceğimiz en dostane eleştirel yaklaşım bu olabilir. Kuzey’de HDP siyasetiyle tamamen parlamentarizme ve pasifizme batıp 90’lı yıllardaki kitle militanlığını unutmuş, Güney’de bağımsızlık mücadelesini kendi iç hesaplarından dolayı hüsrana uğratmış, Batı’da TR ile Esad arasında sıkışmasına rağmen demokratik bir Suriye önerisini taşıyan hareketler mevcuttur. Doğu Kürdistan için söyleyebileceğimiz çok bir söz yok idam sehpalarına, siyasi hiçbir özgürlük olmamasına rağmen Ortadoğu’nun en kanlı rejimiyle bir yandan silahlı hareketler mücadele ederken diğer yandan yer yer halkın ayaklanmaları görülmektedir. Bu yazıda çubuğu daha çok Kuzey’e bükme niyetindeyim.
Kürdistan siyasetine bir dönem egemen olan, tüm parti programlarında yer alan fakat yakın dönemde unutulan veya unutturulan kavramlarımız var. Örneğin ‘sömürgecilik, işgalcilik, sömürge, anti-sömürgecilik, anti-işgalcilik, bağımsızlık, kendi kaderini tayin etme hakkı vs.’ bunların başında geliyor. Kuzey’e hakim olan siyaset bu kavramları kullanmaktan uzak durduğu gibi kullananları da ‘ilkel milliyetçi’ olarak uzun süredir kodluyor. Halbuki bu kavramlar Kürdistan’da siyaset yapacak herhangi bir hareketin kullanması gereken temel kavramlardır. Bu kavramlar Kürdistan’ın ABC’sidir, bunlar olmadan siyaset yaptığınızda ülke, ulus gerçekliğini yadsımış uzay boşluğunda siyaset yapmış olursunuz. Kimin hangi kavramı kullandığı elbette kendi siyasi hareketini ve seslendiği kitleleri bağlar. Komünistler, herhangi bir kavramı masa başında, düşünce dünyasında değil gerçek dünyadaki ilişkilerin içinden çıkarıp siyaset içerisinde kullanırlar. Kullanmak için kavram kullanılmaz, işe yarar olup olmadığı, gerçek yaşamda karşılığının olup olmadığı sorgulanarak kavramlar kullanılır.
70’li, 80’li yıllara hakim olan ideolojik yaklaşım Marksizm’di ve Marksizm’in ulusal meselede kullandığı en temel kavram ulusların kendi kaderini tayin hakkıydı. Bu kavram hem ezilen uluslara ayrılma hakkını önererek örgütlenip haklarını kendi elleriyle almalarını söylüyor hem de komünist görünümlü sosyal şovenlerle gerçek komünistlerin kimler olduğu arasındaki ayrım çizgisini belirginleştiriyordu.
Günümüzde ise ayrılma hakkını savunan bir ulusal hareket Kuzey’de kalmadığı gibi Türkiye’de ise kendini devrimci olarak tarif eden hareketlerin önemli bir kısmı Kürt ulusal meselesine açık veya örtük olmak üzere sosyal şoven konumda yaklaşmaktadır. Kuzey’de bağımsızlığı savunan bir hareketin olmadığı, Türkiye’de ulusal meseleye Marksist ilkeler ışığında yaklaşan komünistlerin azınlıkta kaldığı koşullarda Kürdistan Komünist hareketinin çift yönlü ve merkezine ‘kendi kaderini tayin hakkı’ siyasetini alan ideolojik-politik mücadele geliştirmesi gerekecektir. Bir yandan ulusal mücadeleye katılan kitleleri düzen içinde tutan siyasete karşı diğer yandan da Kürt ulusunun ulusal haklarını görmezden gelen sosyal şoven harekete karşı sözünü bu temelde sakınmaması gerekir. Mevcut denklem içerisinde Kürt ulusuna kendi kaderini tayin etme hakkının olduğu savunusunu ancak devrimci bir siyaset taşıyabilir. Yukarıda çizdiğimiz tabloya baktığımızda diplomatik-bürokratik ilişkiler sarmalından Kürtlere gelecek kurabileceğini düşünen burjuva milliyetçiler, peşinden sürüklediği kitleyi düzen içine hapseden pasifistler bu öneriyi halka taşıyamazlar. Ancak Kürdistanlı komünistler; Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkı olduğunu, bunun hiçbir kararname, belgeye dayanmaksızın bizzat ulus olmaktan gelen ve örgütlendikçe bu hakkın kullanımının da mümkün olacağını savunan bir hat ile siyaset yapması gerekir.
O halde güncel siyasetten işe başlamak gerekir. Kendi kaderini tayin hakkı siyaseti, kendini esas almaktır, kendi gündemini öne çıkarmak ve kendi gündeminle siyaset yapabilmektir. İki dönemdir devam eden kayyımlar, on binleri bulan zindanda tutulan tutsaklar, düşürülen dokunulmazlıklar, kendi sokağımızda mahallemizde keyfi bir şekilde yasaklanan basın açıklamaları, halkımızın onurunu kırmaya küçük düşürmeye yönelik uygulamalar ve daha birçoğu… Bu sayılanları her biri devasa kitlesel kampanyalar örgütlemeyi gerektiren başlıklardır. Fakat Türkiye’de yapılacak genel ve yerel seçimler daha değerli bulunup bu konularla gerçek anlamda ilgilenilmiyor. Bunlarla mücadele etmenin tek yolu kitleleri örgütlemeyi temel alan, işgalcinin alanını daraltıp işgal edilenin alanını genişleten, durduğu noktadan milim geri adım atmayan kendi kaderini tayin hakkı siyasetidir. Kürtlere sömürgeciler tarafından dayatılan boyunduruğa, Kuzey’deki ulusal hareketin ve Türkiye solunun önemli bir kısmının ‘eşitlik-kardeşlik’ sosuyla sunduğu zoraki birliğe Kürt ulusu mecbur değildir.