Site icon Rojnameya Newroz

Kaza değil, cinayet!

Kapitalizmin vahşetine dair yazılmadık şey, söylenmedik laf kalmadı. Hala yazılmaya ve söylenmeye devam ediliyor. Çünkü 21. yüzyılda yaşananlar 18. yüzyılda kapitalizmin ortaya çıktığı zamandan çok daha ağır koşullarda devam ediyor.

Kapitalizmin ilk ortaya çıktığı koşullarda işçiler 16-18 saat çalışma koşullarına maruzken, 21. yüzyılda bu konuda değişen hiçbir şey yok. Hala işçiler 12-14-16 saat çalışmak zorunda kalıyorlar hem de hiçbir iş güvenceleri olmadan.

Sermayenin kar hırsı her şeyin üstünde geliyor. Öyle ki sermaye en ağır çalışma koşullarında tıpkı 18. ve 19. yüzyıldaki gibi kadın ve çocuk işçileri çalıştırmaya devam ediyor. Mevcut iktidarlar ise bütün bunları görmezden duymazdan geliyorlar. Sözde “İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası” var. Ama bu yasa daha çok işverenlerin karlarını arttırmak için uygulanıyor. Mevcut yasaya yani 2012’de, tabii gene bir torba yasadan çıkan 6331 sayılı İş Güvenliği Kanunu’na göre Madeni denetleyen iş güvenliği uzmanları, maaşlarını bizzat denetledikleri şirketlerden alıyor. Bu düzeni de bizzat devlet kuruyor. Burada uzun uzun yasayı anlatmayacağım, dileyen okuyucular mevcut yasayı inceleyebilir. Hal böyle olunca da madeni denetleyen iş güvenliği uzmanları doğal olarak maaşını aldıkları işverenin istediklerini rapora yazmak zorunda. Ya yaptığı işi bırakacak ya işverenin istediği raporları tutmak zorunda kalacak.

Başka nedenlerinde devreye girmesiyle her yıl iş cinayetlerinin sayısı azalmıyor artıyor. Aslında birer katil olan ve gözünü kar hırsı bürümüş işverenler korunmaya devam ediyor. Öyle bir coğrafya da yaşıyoruz ki cinayet herkes için olağanlaşmış durumda. Artık toplum olarak hep birlikte katillerle yaşamaya alışmış durumdayız. Her cinayeti küçük ve sessiz sarsıntılarla geçirip yolumuza devam ediyoruz. Oysa her cinayet sonrası insanlığımız biraz daha eksiliyor. Böylece hepimiz işlenen cinayetleri sıradanlaştıran suç ortaklarına dönüyoruz.

Evet, Soma’da maden ocağında hayatını kaybedenlerin sayısı bu makaleyi kaleme aldığımız dakikalarda resmi açıklamalara göre 282 kişi olarak belirtildi. Görünen o ki bu sayı giderek artmaya devam edecek. Dünyanın başka bir yerinde olsa her halde en başta hükümetin başı başbakan olmak üzere, ilgili bakan ve tüm sorumlular şimdiye kadar çoktan istifa etmiş olurlardı. Ama bu coğrafya da durum hiç de böyle değil. Tam tersine herkes kendini haklı çıkarmaya çalışıyor. Öyle ki başbakan Erdoğan El Cezire muhabirinin, Bu kadar tehlikeli iş yapıp da böyle bir kazaya hazırlıklı olmayan bir işletme nasıl olup da faaliyetlerine devam edebildi? Sorumluluk kime ait?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Bir gazeteci olarak zannediyorum dünyada kömür madenlerinin nasıl çalıştığını yakından takip etmiyorsunuz. Bu şundan kaynaklanıyor olabilir, Katar’da pek kömür madeni yok, doğalgaz yok. Ben size birkaç rakam vereceğim, neyin ne olduğunu görmeniz bakımından önemli.”diyor ve devam ediyor. Türkiye’de 1942-2010 arasında ‘900 civarında’ kişinin maden kazalarında öldüğünü söylüyor. Oysa‘devletin resmi haber ajansı’ Anadolu Ajansı bile başbakanın söylediklerini yalanlıyor. Çünkü haber ajansının verilerine göre bu sayı 3 binden fazla.

Bununla da yetinmeyen Erdoğan kendini ve iktidarını haklı çıkarmak için 19. yüzyıldan örnekler vermeye başlıyor. Erdoğan şöyle devam ediyor: “İngiltere’de geçmişe gidiyorum, 1862 bu madende göçük 204 kişi ölmüş. 1866, 361 kişi ölmüş, İngiltere. İngiltere’de 1894 patlama 290. Fransa’ya geliyorum 1906 dünya tarihinin en ölümlü ikinci kazası 1099. Daha yakın dönemlere geleyim diyorum, Japonya 1914’te 687. Çin 1942, gaz ve kömür karışmanın neden olduğu sayılıyor ölüm sayısı 1549.”

 Erdoğan devamında ; “Değerli arkadaşlar yine Çin’de 1960 metan gazı patlaması 684. Ve Japonya’da 1963’te yine kömür tozu patlaması 458. Hindistan 375. 1975’te metan gazı alev aldı, maden çatısı çöktü ve 372. Bu ocakların bu noktada bu tür kazaları sürekli olan şeyler. Bakın Amerika, teknolojisiyle her şeyiyle… 1907 iki ayrı madende grizu ve kömür tozu patlaması 361.” diyor.

Başbakan; ölen işçilerin ‘vücutlarında en ufak bir darbe, yara söz konusu olmadığını’ dile getirdikten sonra ise, 2010’da Karadon Madeninde hayatını kaybeden işçiler için söylediği ‘kader’ vurgusu yerine bu kez ‘fıtrat’ diyor. Erdoğan “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında, fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacak diye bir şey yok. Tabii işin boyutunun bu kadar fazla olması bizi derinden yaralamıştır.diyor ve adeta başbakan dalga geçiyor. ‘Otopsinin güzel şartlar altında yapıldığını’ söylüyor. Erdoğan: “Ocaklardan çıkan yaralılarımız ve ebediyete intikal eden kardeşlerimizle ilgili adli tıp noktasındaki çalışmaları, Kırkağaç’ta en güzel şartlara sahip bir yerde, orada da süratle otopsileri gerçekleştirmenin gayretine girdik.diyor.

Evet, tam da Erdoğan’a uygun bir tavırla karşılaşıyoruz. Erdoğan, ‘fırsatçılar‘ diyerek tepkileri de dizayn etmek istiyor. “Fakat burada tüm medyanın huzurunda milletime bir şeyi daha duyurmak istiyorum; o da şudur, bu tür havaları fırsat bilip, bunları istismar etmek isteyen bazı aşırı uçlar var, gruplar var. Bunlara da değer verilmemesinin ülkemizin huzuru için, ülkemizin birliği beraberliği için çok çok önemli olduğunu hatırlatmak istiyorum.” diyor. Onca işçinin hayatını kaybetmesi kayıpların her geçen saat artmasına rağmen Erdoğan Soma Holding’e tek laf etmiyor hatta şirketi övüyor. Şirket için ‘başarılı bir işletmeci’ diyebiliyor.

Salt bunlar değil geriye dönük birkaç örnek bile bu hükümetin işçi cinayetlerine nasıl baktığının göstergesi aslında.

Şöyle ki ; 17 Mayıs 2010 Recep Tayyip Erdoğan: ölmek bu mesleğin kaderinde var. 
29 Mayıs 2010 AKP’nin çalışma bakanı Ömer Dinçer: madenciler güzel öldüler.
22 Ekim 2013’de bakın neler denmiş.
Soma’daki maden kazasında işletme kusurlu.
Sene 2013 AKP Soma’daki maden kazalarıyla ilgili araştırma önergesini reddediyor.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Soma’da ölenler arasında çocuk işçilerde var. Ölenler arasında 15 yaşında bir çocukta var. Ama buna karşın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız;” çocuğun madende çalıştığını ispatlasınlar istifa ederim” diyor. Kendisi de biliyor ki bu mümkün değil. Çünkü Soma’da herkes geçimini öyle ya da böyle madende çalışarak sağlıyor. Bu nedenle böyle bir şeyi kimsenin gündeme getirmesi mümkün değil. Bunu gündeme getirmek demek işsiz kalmak demektir.

Evet, kaza önlenebilirdi. Bilinen bir gerçek, üzerinde yaşadığımız coğrafyanın her yerinde insanlar boğaz tokluğuna, son derece güvenliksiz koşullarda çalışıyorlar. Sadece madenlerde değil, inşaatlarda, imalathanelerde, fabrikalarda, vb. 15 yaşında bekli de daha küçük yaşta çocukların madenlere indirildiği bir ülke burası.

Sonuç olarak; Örgütsüzlük! Bu vahşi, hukuksuz ve pervasız sistemin karşısında durabilecek bir toplumsal itiraz odağı yok. Sendikaların sesi cılız ve son birkaç yıldır doğru dürüst çıkmıyor bile. Soma katliamının üstünden 5 saat geçmişken olay yerine gitme kararı alan Maden İşçileri Sendikası Başkanı Nurettin Çakul bağlandığı bir TV kanalında devletin olayı ne güzel yönettiğinden, özel işletmenin iş güvenliği konusundaki hassasiyetinden dem vurabiliyor.

Oysa yapılması gereken mevcut iktidarı her koşulda İş güvenliği ve Sağlığı konularında zorlamak. Bunun yolu ise;

Birincisi; hükümetin bir an önce; Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) nun 176 numaralı “Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi”ni imzalaması ve kararın TBMM tarafından onaylanması için mücadele etmek. Çünkü Türkiye 19 yıldır bunu imzalamıyor.

Oysa bu sözleşme maden işletmesi sahiplerine ve hükümetlere önemli sorumluluklar getiriyor. 1995 tarihli sözleşmeyi 26 ülke imzaladı. Ama Türkiye ısrarla imzalamıyor.

17 Mayıs 2010’da 30 maden işçisinin öldüğü Zonguldak’taki patlamanın ardından Türkiye ILO 176’yı yeniden gündemine almış ancak imzalamamıştı.

İkincisi; Soma’da yaşanan kaza değil ‘cinayettir’       başta sorumlular olmak üzere, başbakan ve Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız bir an önce istifa etmeliler. 15 Mayıs 2014

t.atmaca_@hotmail.com

Exit mobile version