“İnsanlarda eksik olan
güç değil iradedir.”[1]
Zor, ancak zor olduğu kadar da güzel ve umutlu günlerden geçiyoruz.
İnsan olma hâli(miz), bir kere daha sınanıyor.
Tacitus’un, “Hâkimiyet arzusu öyle yakıcı bir tutkudur ki, tüm duyguları boğarken aklı kül eder”; Georges Bernanos’un, “Diktatörlerin gücü de, zayıflığı da, halkların umutsuzluğuyla sözleşme yapmış olmalarından gelir”; Jorge Luis Borges’in, “Diktatörler baskı ve zulmü; uşaklığı ve köle ruhluluğu; acımasızlığı ve kan dökücülüğü kışkırtırlar. Ama en kötüsü, aptallığı ve geri zekâlılığı kışkırtmalarıdır,” sözleriyle betimlenen karanlıkların ortasında şimdi “Dik durma”, “Öfkelenme”, “Reddetme”, “Kafa tutma”, “İtiraz etme”, “Hayır” deme zamanıdır…
İnsan olmak (ve kalmak) ahlâkı, şimdi böylesi bir eleştirelliği “olmazsa olmaz” kılmaktadır…
* * * * *
İnsan olma hâlini anımsatan bir duruştur dik durmak.
Karşı gelmek, kafa tutmak, boyun eğmemektir dik durmak; hatırlanması gerekendir.
Güveni perçinleyen duruştur; insanlaşma hâlidir; rüzgâra göre yön ve biçim değiştirmemektir.
Dik duran, “Hayır” der.
Onurlu bir karşı duruşun ifadesidir “Hayır” demek; kabullenmemek, reddetmektir…
Kolay mı? İtiraz, “Hayır”la başlar. Bir kere söylenir.
Bir karşı duruştur “Hayır”; ezilenler için en anlamlı kelimedir.
Egemen(lik)lerin hiç duymak istemediği kelimedir; “Evet”i sollayan sözcüktür.
“Efsunlu” bir kelimedir. Baskı koşullarında “onur”la eş anlamlıdır “Hayır” demek…
Hiddetlenen, celallenen, öfkelenen “Hayır” der; reddeder…
“Kabul etmemek”in, “kabullenmemek”in ifade ediliş biçimidir öfkelenmek.
Boyun eğmemektir, karşı gelmektir, diklenmektir, kafa tutmaktır, kabul etmemektir, reddetmektir…
Unutulmasın en zor olduğu kesitlerde reddetmek, güç verir, yol açar…
Evet, baskı karşısında itiraz ahlâkına (ve eylemine) sarıldığınız kadar insansınızdır veya böyle nitelenmeyi hak ediyorsunuzdur!
Karşı çıkmaktır itiraz, insan olmaya mündemiç bir haktır; ifade özgürlüğüdür…
Karşı çıkmak, onaylamamak, reddetmek, kabul etmemektir; ısrarın eylemidir itiraz…
* * * * *
İnsan olmak, sadece düşünmekten değil, dik durmaktan geçer.
“Dik durmak” ise, “Hayır” demek eylemiyle akıntıya karşı kürek çekmektir; Edip Cansever gibi, “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka,” diyebilmektir…
İnsan olmaktan söz eden insan heyecan duymalı, aşk ve hayat için…
Öfkelenmeli, mücadele değerleri için…
Aşık olmalı, başkaldırmak için…
Bir türkü tutturup haykırmalı avaz avaz özgürlük için…
Kocaman olmalıdır yüreği, tüm dünyayı, herkesi kucaklamak için…
Kendi olmalıdır, herkesten bir parça taşıyabilmek için…
Emek ve kocaman bir yürek gerektiren “insan olmak (ve kalmak)”, sevmemektir, başkaldırmaktır karşılık beklemeden, hesap kitap yapmadan…
Vicdanlı olmaktır; sorumluluk sahibi olmaktır; farklı olmaktır; direnmektir insan olmak…
Nihayet insan, insan olmanın ve kalmanın zor zanaat olduğunu unutmamalıdır asla…
Pısırık ya da kibirli değil; atılgan ve mütevazıysa insansındır.
İnsanlara yardım edersen, ezmezsen, güçsüzün yanındaysan insan olursun.
Haklıya “haksız” demez, haksızın karşısına dikilirsen insan olursun.
Biliyoruz kapitalist toplumda zorlaşan bir hâldir insan olmak ve olan biten karşısında insan kalmaktır.
İnsan olmanın (ve kalmanın) eleştirel ahlâkını gerektirir.
* * * * *
Eleştiri, tavır gerektiren, yorumlama, açımlama ve değiştirme yeteneği/ cüreti ile ortaya çıkan bir insan olma hâlidir.
Yaratıcı/yıkıcılığın üretimi olan eleştiri, sınırlanmayan bir itirazdır.
William Shakespeare’ın, ‘Macbeth’indeki “Korkudan yediğim lokma boğazımdan gitmeyecekse,/ Her gece korkunç rüyalar saracaksa uykularımı/ Varsın her şey çığrından çıksın,/ Bu dünya da yıkılsın öteki dünya da,/ İnsana rahat nefes aldırmayan kuruntularla/ Beynimizi bir işkence masasına çevirmektense/ Ölüp rahat etmek daha iyi,/ Rahat etmek için öldürdüklerimizle,” dizelerindeki sorumlulukla yüklü eleştirinin tavrı/ işlevi, görünmeyeni görünür, anlaşılmayanı anlaşılır kılmak, yani ifşa etmektir.
* * * * *
Siz Chateaubriand’ın, “Ahlâk cemiyetin temelidir,” lafına aldırmayın…
Çünkü egemenlerin “genel ahlâk” söylencesi içi boşaltılmış bir manipülasyon alanıdır; hani çevresinde dönülen ama asla dokunulmayan türden…
Althusser’in itiraz ettiği “genel ahlâk”, imkânsızdır! Çünkü her ahlâk bir ideolojidir. Yani sınıf toplumunun baskıcı ve sömürücü ihtiyaçları doğrultusunda, insanların kafasını bulandırmak ve onları disiplin altına almak işlevi olan bir ideolojik kurumdur!
Ludwig Feuerbach’ın ifadesiyle, “Ahlâkın temeli ne zaman ilâhiyata dayandırılırsa; haklar ne zaman ilâhi otoriteye bağımlı hâle getirilirse; en ahlâksızca, en adaletsiz, en kepaze şeyleri mâzur gösterip yaygınlaştırmanın yolu açılmış demektir.”
Yani egemen ahlâk, çokça telaffuz edilip, hayatta karşılığı olmayan, uygulanmayandır. Çünkü burjuva ahlâkı, ikiyüzlülüğünü kendisine siper eden bir yalan veya incelmiş ahlâksızlıktır…
Evet “ahlâk dersi” veren burjuvalar çoğu kez ikiyüzlüdür. Örneğin, emniyetin çatısı altında “ahlâk masası” diye bir büro var; bu ahlâk mıdır?
Belirtmeden geçmeyelim: Ahlâk en az iki kişiyi gerektirir. Öyleyse ahlâkın temellendirileceği yer ötekidir. O hâlde egemen ahlâk öteki içindir. Ahlâk diğerlerinin varlığını gerektirir. Yani Robinson Cuma’yı bulmasaydı ahlâk denilen şey olmazdı.
Melih Cevdet Anday’ın “ahlâk kalmadı dünyada/ kiracısı öyle, işçisi öyle/ hami köylü saftır derler a/ inanma/ cırrr/ kapı/ kim o?/ dilenci./ kuru ekmek verirsin beğenmez/ taze ekmek senin nene!/ kalmadı, dedim ya, kalmadı/ ahlâk kalmadı memlekette,” dizelerindeki üzere mevcut düzen(ler)in insanlara buyruğudur. Egemen tahakkümün aracıdır.
Freud’un, “kapı koluna” benzettiği kavramdır ahlâk… “Kapı kolu gibidir dokunmadığın sürece açılmaz,” sözleriyle açıklamıştır.
Bir toplumda egemen sınıfın ahlâkı aynı zamanda tüm topluma egemen olan ahlâktır.
Egemenlerin toplumları, bireyleri kontrol altında tutmak için kullandıkları araçlardandır…Toplumsal iktidarın kişiye koyduğu sınırdır…
Yaşanılan toplumsal süreçte ekonomik ilişkilere bağlı olarak sınıfsal bir nitelik taşıyan ahlâk, sınıflı toplamlarda ezen ve ezilenlerin ahlâkı olarak biçimlenir.
Burjuvazinin ahlâkı toplumun daha rahat sömürüsü için bir araçken; proletaryanın ahlâkı insanlığın geleceği ve toplumun mutluluğu için mücadelenin insanî boyutudur ve onun mücadelesine hizmet eder.
Ahlâka niteliğini veren, hangi sınıfın ahlâkı olduğu ve kimin hizmetinde olduğudur. F. Engels, ‘Anti-Dühring’ başlıklı yapıtında ahlâkın sınıfsallığı vurgusu yapar: “Diyelim ki toplum şimdiye dek sınıfsal çelişkiler içinde gelişmiştir, ahlâk da daima sınıfsal olmuştur: bu ahlâk ya egemenliği, ve egemen sınıfların çıkarlarını haklı göstermiş, ya da baskı altında bulunan artık bu egemenliğe karşı yeterli derecede sağlamlaşmış olan sınıfın nefretini ifade etmiş ve baskı altındakilerin ilerideki çıkarlarını savunmuştur,” der.
Burjuvazi, ahlâkın sınıfsal karakterini gizlemeye, sanki her kesim için tek bir ahlâk ölçüsü, tanımı varmış gibi kabul ettirmeye ve ahlâksızlığı, tüm insanlara ait bir davranışmış gibi göstermeye ve böylece meşrulaştırmaya çalışır. İster ki, burjuvazinin ahlâkını yansıtan bireycilik, çıkarcılık, dolandırıcılık gibi olumsuzluklar, insanların doğasında var olan özelliklermiş gibi görülsün. Bunların kapitalist sistemle bağı kurulmasın…
Oysa bu doğru değildir. Sınıflı toplumlarda ahlâk, ezen ve ezilenlerin ahlâkı olarak biçimlenir. Sömürü ilişkileri içinde şekillenen burjuva ahlâkı, toplumun daha rahat sömürülebilmesi için de bir araçtır.
Burjuvazi kendi “ahlâkını” tüm topluma yaymaya, halk üzerindeki hegemonyasının bir aracı hâline getirmeye çalışır. Onun için ahlâk daha çok kâr, yine kârdır. İnsanî boyutu olmayan, kapitalist toplumun iğrençliklerini barındıran, para ile satın alınmayacak hiçbir şey bırakmayan idealizmle yoğrulmuş bir ahlâktır…
Burjuvazi, ahlâkını sosyoekonomik yapıdan soyutlayarak gökten zembille inmişçesine, skolastiğin ve metafizik yöntemin gizemiyle donatılmış olarak sunar. Bireycilik, çıkarcılık ve yaşam felsefesi olarak halka her şeyi “öteki dünya”ya havale etmesi telkin edilir.
* * * * *
Ancak başka bir ahlâk da mümkündür:
Ahlâk (moral) Latince “mos” sözcüğünden türemiştir. Toplum içerisinde yaşayan bireylerin uyması gereken kurallardan (ölçütlerden) meydana gelir. Birey ölçütlere (kurallara) uyduğu takdirde “iyi,” uymadığı takdirde “kötü” olarak kabul edilir. Ve bu ölçütler mutlak değildir değişkendir. F. Engels bunu şöyle açıklıyor: “İyi ve kötü kavramları ulustan ulusa ve çağdan çağa o kadar çeşitleme göstermiştir ki, çoğu zaman bir birinin doğrudan doğruya karşıtı olmuştur.”[2] Demek ki mutlak “iyi” ya da mutlak “kötü” diye bir şey olamaz… Ahlâk kuralları (ölçütleri) mutlak değil değişkendir.
Ahlâk kuralları değişkendir dedik, peki bu kuralları değiştiren olgular nelerdir? Ahlâk kurallarını değiştiren olgu toplumun değişmesidir. Başka bir deyişle üretim ilişkilerinin değişmesidir…
Günümüz toplumunun ulaştığı iktisadi aşama kapitalizmdir. Bunun içindir ki günümüzde ahlâk kapitalizmin ürünüdür. Bu bağlamda ahlâk kurallarını kapitalizm belirler. Bize dayatılan ahlâk egemen sınıfın ahlâkıdır. Bunun daha iyi kavranması için ahlâk kurallarının kökenine inmek gerekmektedir. F. Nietzche ahlâk kurallarının kökenini şöyle açıklamaktadır: “Her yerde ‘soylu’, ‘asilzade’ toplumsal anlamıyla temel kavramlardı; ‘iyi’ onlardan yola çıkarak ‘ruhça soylu’, ‘asilzade’, ‘ruhça yüksek’, ‘ruhça ayrıcalıklı’ anlamlarında zorunlu olarak gelişime uğradı; bu gelişim, hep diğerleriyle paralel yürüdü; bayağı ‘köylülük’, ‘alçak’, sonunda ‘kötü’ kavramına dönüştü. Bu sonuncusunun en iyi örneği almanca’daki ‘schlichte’ye (basit gösterişsiz sıradan) özdeştir. ‘Schlechterdings’le (düpedüz) karşılaştırın- kökeninde kötüye yorumlanacak bir anlam taşımadan, sadece soyluluğun karşıtı olarak, basit, sıradan insanı gösteriyor.”[3] Görüldüğü gibi ahlâk kurallarının kökeni – soylu “iyi”le özdeş, köle “kötü” ile özdeş- sınıfsaldır. Bunun içindir ki toplumun ahlâkı egemen sınıfın ahlâkı olmuştur.
Kapitalist toplumda ahlâkın iki işlevi vardır.
1) Egemen sınıfın ahlâkı aşılanarak kapitalist sistemin sürmesine yardımcı olmak. Bu, işçinin burjuva ahlâka sahip olmasıdır. Bir başka deyişle işçinin bir olaya burjuva gözüyle bakmasıdır… Bu konuda F. Engels çok doğru olarak “egemen sınıf için iyi olan şey, egemen sınıfın kendisiyle özdeşleştiği bütün toplum için de iyi olmalıdır,”[4] der.
Egemen ahlâkı üreten, yayan, meşrulaştıran(lar): Din ve milliyetçiliktir… Egemen ahlâkı “başkaldırmama”, “karşı çıkmama”, “boyun eğme” ahlâkı diye özetleyebiliriz.
2) Tüketim ahlâkı oluşturmak egemen sınıfın kârlarını artırmak ise, medya tarafından pazarlanır. “YDD” doğrultusunda yabancılaşmayı da dayatır. Bu ahlâkın parolası tüketimdir. Felsefesi ise “Tüketiyorum o hâlde varım”dır. Bu ahlâka “mcdonalds” ahlâkı ya da “coca cola” ahlâkı da diyebiliriz…
Tüketim fetişizmi yaratan bu ahlâkın kuralları (ölçütleri) ise tükettiğin kadar “iyi”sin ilkesine dayanır. Sonuç olarak da aşırı tüketim, yabancılaşmaya, doğanın tahrip edilmesine neden olur.
Kapitalizmin insanı “başkaldırmama”, “boyun eğme” ahlâkı ile “tüketim”, “yabancılaşma” ahlâkının karışımından meydana gelmektedir.
Konuya ilişkin olarak F. Engels; “Demek ki herhangi bir ahlâkî dogmayı, ahlâk dünyasının da tarihi ve uluslar arasındaki farkları aşan kendi sürekli ilkeleri olduğu bahanesiyle, ölümsüz kesin ve değişmez bir ahlâk yasası olarak bize zorla kabul ettirmeye yönelik her girişimi reddediyoruz,”[5] diyordu.
Bize dayatılan egemen sınıfın ahlâkını reddetmeliyiz. Bu ahlâkı reddediş ise yeni bir ahlâk oluşturmakla mümkündür…
Sosyalist ahlâk, “yeni insan”ın; aynı zamanda Marksizm’in de ahlâkıdır…
Sosyalist ahlâk insanı yabancılaşmadan kurtarmayı hedeflemektedir…
Sosyalist ahlâk doğayı tahrip etmeyen, tüketim fetişizminden kurtulmuş insanın ahlâkıdır. Sosyalist ahlâk sorgulayan, eleştiren, düşünen insanın ahlâkıdır. Aynı zamanda Marksizm’in ve yeni toplumun ahlâkı olduğu içinde devrimci bir ahlâktır ve gerçekçidir.
Sosyalist ahlâk ile kapitalist ahlâk arasındaki en önemli farklardan biri de şudur: Kapitalist ahlâk, toplumsal baskı ve kanunlarla zorla dayatılır. Sosyalist ahlâkta ise, birey ahlâk kurallarına özgür iradesiyle uyar ya da uymaz. Yani sosyalist ahlâkta toplumsal baskı ve kanunlarla ahlâkın zorla dayatılması yoktur. Sosyalist ahlâk baskı yerine özgürlüğü temsil etmektedir.
Sosyalist ahlâk oluşturmak için ilk önce egemen sınıfın ahlâkından -aynı zamanda egemen sınıfın bakış açısından- kurtulmamız gerekmektedir. Sosyalist ahlâk oluşturmadan bir devrimin -öncesinde ve sonrasında- başarıya ulaşması imkânsızdır.
Özetle ahlâk toplumun ulaştığı iktisadi aşamanın ürünüdür ve üretim ilişkilerinin değişmesiyle değişmektedir.[6]
Son olarak da şunlar eklenebilir: “Ahlâk sorunu karşısında Marksizm’e yalnızca olumsuz ve eleştirel bir tutum yakıştırmak kesin olarak yanlıştır. (…) Marksizm, ahlâksal yabancılaşmadan ve ideolojik kuruntulardan sıyrılmış yeni bir ahlâk kurmak gerektiğini ileri sürmektedir. Bunu yaparken de gerçeklerin dışında ortaya bir takım değerler koymayı reddetmekte, dolayısıyla ahlâksal değerlerin temelini gerçekler içinde aramaktadır.”[7]
* * * * *
Nihayet “Dik durmak” ise, “öfkelenmek”, “reddetmek”, “kafa tutmak”, “itiraz etmek”, “Hayır” demek eylemiyle akıntıya karşı kürek çekmek; Edip Cansever gibi, “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka,” diyebilmek olarak ifade ettiğim itiraz ahlâkını, Ahmet Telli “Soluk Soluğa – 1”deki dizelerde şöyle anlatır hepimize:
“Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı/ – ki onlar daima birer yalnızdılar/ /
Biraz da serüvendi yaşamak/ Belki yatkındı büyük yolculuklara/ Ki serüvenler daima büyük aşklar/ Ve büyük yolculuklarla başlar/ /
Hırçın bir okyanustur yürek/ Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni/ Anılarsa birer çıban izidir/ Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde/ /
korkardı korkulara düşmekten zaman zaman/
ve bütün gemileri yakıp/ yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla/ mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri/ umutlardansa nefret etti daima”…
19 Haziran 2013 13:27:43, Ankara.
N O T L A R
[*] Ümüş Hapishane Dergisi, Yıl:3, No:9, Ekim-Kasım-Aralık 2013…
[1] Victor Hugo.
[2] K. Marx- F. Engels, Felsefe Üzerine, derleyen: Mehmet Türdeş, Morpa Kültür Yay., Ocak 2004, s.214.
[3] F. Nietzche, Ahlâkın Soy Kütüğü Üstüne- Bir Kavga Yazısı- Bütün Yapıtları 9, Say Yay., 2003, s.38-39.
[4] F. Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Çev: Kenan Somer, 1974, s.207.
[5] K. Marx-F. Engels, Felsefe Üzerine, derleyen: Mehmet Türdeş, Morpa Kültür Yay., Ocak 2004, s.216.
[6] Erdal Altunöz, “Ahlâk”, http://www.barikat-lar.de/barikat/32/kavram32.htm
[7] Temel Demirer, Sosyalist Mücadele Etiği (F. Başkaya-A. Çubukçu-B. Pınar-T. Demirer- M. Akıncılar), Özgür Üniversite Kitaplığı: 34, 2001, s.193.