Site icon Rojnameya Newroz

İslam’ın ’30 yıl savaşları’!

İSLAM COĞRAFYASINDA KANLI KATLİAMLAR! NİYE?

İslam’ın ’30 yıl savaşları’! / S. ÇİFTYÜREK

 

İslam ülkelerinde kan gövdeyi götürüyor!

“İslam coğrafyası, neden birbirini yiyor?”

İslam ve demokrasi bir arada yürür mü?

Müslüman Müslüman’a bunu yapar mı?

Yukarıdaki başlıkları taşıyan yazılar sıkça yazılmaya başlandı çünkü Sudan’dan Afganistan’a uzanan İslam ülkeleri kan revan içerisinde. Öyle ki günümüzde küresel çapta 40 civarında ülkede savaş, iç savaş yaşanıyorsa, bunların çoğunluğu İslam ülkeleri!

Orta Afrika’dan Orta Asya’ya uzanan İslam ülkeleri haritasına bakın, baştanbaşa iç savaş ve kanlı katliamlara sahne olduğu görülür. Burada Filistin ile bir iki ülkeyi saymazsak hemen hepsinde iç savaş var. Yani Müslüman Müslüman’ı öldürüyor. Öldürüyor, katliam yapıyor, öldürdüğü Müslüman’ın iç organlarını çıkarıp yiyecek kadar Müslüman Müslüman’a düşman!

Ayrıca son yıllarda ABD eksenli Batı, sıraya koymuş gibi bugün Afganistan yarın Irak, Libya, öbür gün Suriye misali İslam ülkelerinde rejim değişikliğini doğrudan askeri işgallerle gerçekleştiriyor! Yaşanan vahim tabloyu özetlemek gerekirse:

“Dünyadaki çatışma alanlarının yüzde 44’ü Afrika kıtasında yaşanıyor. Fakirlik, kuraklık, AİDS ve açlık gibi sorunların yanı sıra Afrika’nın neredeyse tamamı etnik ve dinsel temalı çatışmaların arenası konumunda. Afrika’da Müslümanların yaşadığı bölgelerse istisnasız bu çatışmalara muhatap durumda.” Erol Biçer (İslam Coğrafyası Ateşler İçinde!)

*Mısır ordusu, ABD ve Arap Körfez ülkelerinin planlanmış desteğiyle devrimi halktan çalarak Mursi’yi devirdiği günden beri kan gövdeyi götürüyor. Mısır’da aynı Arap ulusundan ve aynı Sünni İslam mezhebinden Müslüman’ın Müslüman’ı katletmesi yeni de değil! Tunus, darbe öncesi Mısır benzeri sorunlar yaşanıyor.

*Senegal‘de hem ekonomik, sosyal nedenlerle hem de etnik nedenlerle son 20 yıldır bir iç savaş devam ediyor.

*Sudan özellikle Darfur bölgesinde, bağımsızlıkla sonuçlanan etnik çatışma soykırıma varan bir insanlık krizi yaşandı ki daha tam aşılamadı. “Birleşmiş Miletler Darfur’da 180.000 kişinin öldüğünü, 2 milyona yakın insanın evsiz kaldığını ve evsiz kalarak mülteci durumuna düşen insanların büyük bir çoğunluğu Arap olmayanlardır” diyor.

*“Nüfusunun %99,90”ı Müslüman olan Somali’de uzun süreden beri iç savaş yaşanmakta. Büyük acıların yaşandığı ve bir milyon insanın iç savaştan komşu ülkelere kaçtığı Somali’de de savaş yine Müslüman ile Müslüman arasında!

*Nüfusunun %98’i Müslüman olan Nijer ve nüfusunun %50’si Müslüman olan Nijerya’da da benzer sorunlar yaşanıyor.

*Libya’da Kaddafi iktidardayken ABD’nin keyfi hava saldırılarına maruz kalmıştı. Kaddafi sonrası uzun yıllar ülkede istikrarın hakim olmayacağı ortak görüş durumunda.

“İsrail Siyonizminin saldırıları altındaki Filistin’de savaş devam ediyor.

*Lübnan’da Cuma namazı çıkışı iki camiye düzenlenen bombalı saldırıda 50 insan öldü, 400’e yakın insan ise yaralandı. Saldırıya uğrayan Takva Camisi, “Hizbullah karşıtı tutumuyla” biliniyor.

*Suriye’de süren iç savaşta Müslüman Müslüman’ı öldürüyor! Çocuk, kadın kimyasal silahlarla toplu kıyım gerçekleştiriliyor! Öyle ki öldürdüğü insanın iç organlarını çıkarıp yiyen, yakaladığı asker ve rejim yanlısının kafasını “Allah u ekber” diyerek kesip kenara koyan görüntüler, insanı insan olmaktan utandırıyor! Öldüren – ölen Müslüman sadece biri Şii diğeri Sünni olabilir, olmayabilir de! Etnik ve inanç olarak farklı olan Kürtler ve Hıristiyanların ise farklı kimliklerinden dolayı daha ağır saldırı ve baskılara maruz kaldıkları görülür!

*Irak’ta ABD işgali ve sonrasında yıllardır aynı Arap ulusunun ve aynı İslam dininin Şii ve Sünni mezheplerinden insanlar birbirini katlediyor! Kutsal mekânlarını “Allah u ekber” diyerek bombalıyorlar. Allah adıyla karşılıklı kutsal merkezlerini bombalamak nasıl bir şey!

Emperyalist Batının, 8 yıl devam eden ve ikisinin de güçten düşmesi için her yolu denediği Irak-İran savaşında savaşan taraflar İslam ülkeleriydi! Saddam kimyasal silahlarla on binlerce İran askerini öldürürken İslam-Kur’an adına yaptığını propaganda ediyordu! Aynı Irak rejimi, Halepçe’de Müslüman Kürtleri kimyasal silahlarla soykırıma uğratırken adını Kuran’ın Enfal Süresi’nden alan operasyon çerçevesinde yapmıştı.

*Ya İran, yakın tarihte Şah rejimi, gerekse İslam Cumhuriyeti boyunca, İslam olan Kürt halkına neler yaptığını buraya sığdıramayız. Halen yakaladığı her muhalif Kürdü ya da rejim karşıtı Farsı, Azeri’yi sorgusuz halka açık idam eden İran’da bunları İslam adına yapıyor!

*İslam ülkeleri içerisinde “en laik”, “demokratik İslam” kimliği ile övünen Türk devletinin Ermeni, Rum, Yahudi gibi Gayrimüslim halklara yaptığı zülüm ve soykırımı dünya kamuoyu biliyor! Konu açısından dikkat çeken Müslüman Türk’ün Müslüman Kürde yaptığı katliam ve soykırımlardır. Bunu en net Dersim soykırımının görgü tanığı eski Meclis Başkanı İ. Sabri Çağlayangil özetlemişti: “Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirlediler. Yediden yetmişe! O Dersim Kürtlerini kestiler”! Koçgiri, Şeyh Sait, Ağrı, Zilan isyanlarında devletin yaptığı Dersim’den farklı değildi. Maraş, Çorum, Sivas’ta Alevi halka yapılan, Kürt halkına yapılanlarla aynı.

Kısacası, Arap, Fars ve Türk rejimleri, İslam’ı kendi ırkçı politika ve milli çıkarları doğrultusunda Gayrimüslimlerin yanı sıra Müslüman Kürtlere karşı da kullandı, kullanıyor!

*Afganistan’da yaşananların emperyalist işgale karşı direniş boyutu anlaşılır bir mücadele. Fakat son 30 yılda Müslüman Afgan’ın, Müslüman Afgan’a yaptığını da özgürlük ve insan hakları kavramı çerçevesinde algılamak, değerlendirmek mümkün değil.

Bütün bunların köklü ve birkaç makaleye sığmayacak sosyo-politik nedenleri bulunmaktadır. Özetlersek:

 

I – Petrol zenginliği başa bela!

Sıkça belirttiğim gibi fosil enerji kaynakları bakımından Asya’nın Dünyanın merkezi, Ortadoğu’nun ise Asya’nın merkezini oluşturması tam da Afganistan’dan Sudan’a uzanan coğrafyada sonu gelmeyen savaş ve işgallerin nedenlerinden biridir. Bir ülkenin/ coğrafyanın zenginliği ya da jeopolitiği eğer sahipleri değerlendiremezse kendilerine karşı kullanır. İslam coğrafyasında yaşanan bir yanıyla budur. Petrol/doğal gaz İslam coğrafyasının başına adeta bela olmuştur denilebilir.

“Bu çatışmalar, uluslararası güçlerin de arkasında bulunduğu kimi zaman dini, kimi zaman etnik sebeplerle ama çoğunlukla petrol, maden, enerji rezervleri ve bölgesel güç dengeleri sebebiyle yaşanıyor” (Erol Biçer) ki temelde bölgesel ve küresel egemenlik hesapları var.

 

II- İslam ve şiddet ilişkisi!

İslam coğrafyasında bunca şiddet ve kanlı katliamlar yaşanıyorsa bu sadece emperyalist güçlerin kışkırtması ya da emperyal işgallere karşı gelişen haklı mücadele ile açıklanamaz, çünkü aynı İslam dininin farklı mezheplerini de “kör bıçakla kesme”nin siyasal iklimi İslam coğrafyasında güçlü varlığını koruyor!

Bugün İslam coğrafyasında Mısır, Tunus gibi iç iktidar savaşlarının yaşandığı, geniş kitlelerin dikta rejimlerine karşı özgürlük, ekmek talepleri ile ayaklandığı, savaşların dışında çoğunlukla mezhep-din savaşları yaşanıyor ki ekmek ve iktidar savaşları bile çoğu kez dini örtüye bürünebiliyor. Tıpkı Avrupa’da yaşanan “30 yıl savaşları” benzeri!

İslam dininin temel kaynağı Kur’an-ın referansları savaş, intikam, öfke konusunda çağrı ve masajlarla yüklüdür. Kur’an dikkatli okunduğunda, neredeyse 114 sürenin tamamında; “intikam, kin, kısasa kısas, helak ettik, yok ettik, işkence, korku, cihat ve savaş” çağrı ve vurgular yer alır. Özellikle de Hucuraf, Muhammed, Duhan, Tevbe, Araf, Maide, Nisa, Ali İmran, Bakara, Enfal, Hicr, İsra, Zuhaf, Mülk ve Enbiya sureleri başta olmak üzere onlarca surede bunları görmek mümkün. Demek istediğim gerek din âlimleri, gerekse İslam dini uzmanlarının sıkça “İslam dininde şiddet yok”, “İslam barış dinidir” yolundaki fetva ve görüşleri doğru değil. İslam dininde şiddet yoksa İslam coğrafyasında her gün yaşanan onca şiddet, katliam nasıl izah edilecektir! Eğer İslam’da şiddet yoksa “Allah u ekber” yani “Allah tektir ve Allah her şeyden üstündür, büyüktür” deyip insan katletmek hatta farklı mezhepten olanların camilerini bombalamak nasıl izah edilir?

Akit yazarı Faruk Köse “Ümmet bilinci ve topyekun cihad” yazısında, “İslam sadece ‘barış dini’ değil, bir o kadar da ‘savaş dini’dir. (..) İslam barış dinidir de barışın sağlanabilmesi için savaştan başka yol yoksa hakların alınması için savaşmak gerekiyorsa, o zaman cihad ayetleri devreye girer ve İslam, ‘savaş dini’ oluverir. (..) Eğer İslam’ı sadece ‘Barış’la tanımlarsak, Kur’an’daki onlarca cihad ayetini nereye koyacağız?” derken İslam ve savaş üzerine gerçeğe daha yakın tarif yapmakta.

 

III- İslam ve demokrasi

Türkiye, Pakistan, İran, Mısır, Suriye, Irak, Cezayir gibi bir dizi İslam ülkesinde yaşanan parlamenter demokrasi deneylerinden hareketle sıkça şu soru yalın soruluyor: İslam ile demokrasi ya da Şeri kanunlar ile demokrasi bir arada var olabilir mi? Allah “yapımı” Şeriat yasaları ile kul ürünü demokrasi yasaları bir arada yaşar mı? Yaşamaz! Pratik deneylerin ezici çoğunluğunda da yanıt olumsuz olmuştur! İslâm ile demokrasi barışık değil!

Şeriat yasaları ile demokrasi bir arada yürümüyor. Geçmişte Avrupa’da da yürümemişti ve çözüm, uzun kanlı kavgalardan sonra, “Hıristiyanlık ‘Sezar’ın hakkı Sezar’a, Allah’ın hakkı Allah’a’ formülasyonu ile din ve dünya işlerini birbirinden ayırma”da bulmuştu ki İslam’ın da bunu gerçekleştirmesi gerekir. Din ile siyasal iktidar birbirinden ayrılmazsa İslam coğrafyasında daha çok mezhep ve etnik adı altında iç siyasal iktidar kavgaları yaşanır!

Çünkü din, özgülümüzde İslam dini, “görünürde manevi dünya ile maddi dünya arasında düzenleyici bir işlevle toplumun karşısına çıkar ama esasında uğraş alanı ya da düzenleyici misyonu tamamıyla maddi yanı insanın ekonomik, sosyal, kültürel ve önemlisi siyasal yaşamını düzenlemesiyle ilgilidir. Kısacası İslam dini de manevi dünya ile ilgili söz söyler maddi dünya ile ilgili icraat yapıyor.” (21.Yy’da Özgürlük ve Sosyalizm Manifestosu) Gülen Cemaati’nin ekonomik faaliyetleri bunun en somut örneğidir.
Demek ki, İslam coğrafyasında da gerçekleştirilecek dini reformlarla, İslam dininin mümkün olduğunca maddi dünya ve siyasal iktidar ile ilişkisinin kopartılması; ekonomik, sosyal, siyasal hayatın 1400 yıl öncesi Şeriat yasalarına uydurulma zorunluluğunun aşılması gerekir yoksa İslam ile demokrasi çatışması devam eder. Demokrasi adına İslam ülkelerinde dikta rejimlerinin en lanetlisine rastlanır çünkü Allah’ın “Şeriat” yasalarını kul icra ederse diktatörlük kaçınılmazdır.

“İslam coğrafyası, İslam’ın 1400 yıllık iktidar ve kan davasıyla ölümcül bir şekilde kıvranıyor. Müslümanların huzur içinde yaşadığı bir avuç toprak parçası yok gibi. Nerede bir avuç İslam varsa orada bomba, intihar eylemi, darbe ve cinayet var. Müslümanlığın dünyevi iktidar işlerine bulaştırıldığı her yerde kan gövdeyi götürüyor.” (Hasan Bildirici)
Gerek “Hz. Muhammed’in hem Peygamber hem de devlet başkanı oluşu”, gerekse Kur’an-ın sosyal, ekonomik, siyasal hayata dair emerlerinden hareketle, İslam’da din ve siyasetin birbirinden ayrılamayacağına dair yargı ve uygulamalar ancak köklü reformlarla aşılabilir. Özetle İslam’ın büyük mülkiyet ve siyasal iktidar ile doğrudan bağı kopartılmadığı sürece daha çok “kahrolsun demokrasi” ya da “şeriata hayır” şiarlarını duyacağız! Ve daha çok; “zenginler, paralarını yerken”, paraları olmayan yoksullar da, din ve etnik çatışma adı altında zenginlerin yönlendirdiği kavgalarda “birbirlerini yerler!”

 

IV -Temsili demokrasi sorunlu ve ömrünü doldurdu!

Çeşit çeşit demokrasi var. Temsili, çoğulcu, halk, sosyal ve doğrudan demokrasi gibi. Demokrasi ama kimin demokrasisi sorusunun yanıtı önemlidir. Demokrasi, yapısı ve taşıyıcı dinamiklerine göre; kimi yerde halkın gerçek iktidarıdır, kimi yerde adalet, eşitlik ve özgürlüğün aracıdır, kimi yerde azınlığın diktatörlüğüdür, kimi yerde de sömürünün, adaletsizliğin ve azınlık diktatörlüğünün halkın gözünde perdelendiği rejim, kimi yerde de sosyal, kültürel, siyasal yaşamda farklılıklara tahammül etmeyen, etnik ve farklı inanç gruplarını ezen modernist tek tipleştirici uygulamaların adıdır.

Parlamenter demokrasiler artık Avrupa başta olmak üzere her yerinde ya iktidarsızlaşıyor ya da Rusya gibi Doğu’da Putinleşiyor! Bir kaç yılda bir tekrarlanan ve Batı’da toplumu artık sandık siyasetinden de uzaklaştıran, sandık demokrasisi birçok açıdan sorunludur.

“Japonya’da başbakan şöyle diyor; ‘Dünyanın her yanında demokrasilerin bir bunalım geçirdiğini işitiyoruz tartışılmakta olan, onun sorunlara çözüm getirebilme yeteneğidir. Japonya’da da parlamenter demokrasi bir sınav geçirmektedir.’ (…) Bir İngiliz parlamenter de aynı şeyleri söyledi ve İngiliz parlamentosunu bir tarihsel kalıntıya, bir müzeye benzetti. Beyaz Saray’da çalışan bir görevli, devlet başkanının bile kendini aciz hissettiğini söyledi.” (A. Toffler, aktaran S. Çiftyürek Kapitalizmin Tarihsel Fiziksel Sınırları sf, 228 Gün Yayın.)

Birçok açıdan temsili demokrasi yani demokrasiye halkın katılımını dört yılda bir “vekiller seçmek”ten ibaret gören demokrasi işleyişi sorunludur.

Dolaysıyla hangi demokrasi sorusuna yanıt önemlidir. Seçimden seçime sandık demokrasisini aşan ve bilinen parlamenter demokrasiden çok ötesini tarif eden, edecek olan emekçilerin doğrudan demokrasisi ile ancak halkın gerçek yönetimine ulaşılabilinir. Günümüzde ki iletişim teknolojisi iledoğrudan demokrasi düne göre zemini daha güçlenmiş durumda.

 

V – İslam içi mücadele ve sınıflar mücadelesi

Doğu/İslam toplumlarında Batı’dan farklı şunu görürüz: Kul ve tebaa kültürünün etkisinin yanı sıra ezenle ezenin, sömürenle sömürülenin yani sınıflar savaşının güçlü yaşanmaması ve Doğu despotizmi gibi nedenlerle yurttaş bilincinin (güçlü bireyin) gelişmemiş olması!

Avrupa dün parlamenter demokrasiyi geliştirdiyse, kullar yerini yurttaş bilinci toplumda hakim olduysa, demokrasi-laiklik bağı kurulduysa, devlet farklı dinler ve inançlar karşısında kısmen de olsa nötrleştirildiyse, devlet ve toplumu yönetmede kutsal kitaplar yerine insan aklının ürünü yasaları referans almayı başardıysa; tüm bunlar derin ve köklü iç savaşlar, uzun mücadeleler sonucunda gerçekleştirilen reformlar sayesinde oldu.

Avrupa’da 300 yıla yakın süren kanlı kavgalarda yurttaşlar, soylular sınıfına karşı iktidar mücadelesinin yanı sıra aynı süreçte kilisenin egemenliği ile de mücadele ettiler. Çünkü “Katolik kilisesinin aşırı zenginleşmesi ve yozlaşması, siyasetle ve dünyasal etkinliklerle daha fazla ilgilenmesi” din adamlarının da tepkisini çekmiş ve reform hareketlerine yol açmıştı.

“Otuz Yıl Savaşları, 1618 ile 1648 yılları arasında yapılan ve Avrupa devletlerinin çoğunun katıldığı savaşlar dizisidir. Temelinde, bir ProtestanKatolik mücadelesi olsa da savaşan devletlerin çoğu dinsel değil siyasi amaçlar için savaşması nedeniyle bir iç savaş niteliği de taşıyan savaş, 1648 yılında Protestanların zaferiyle biten” iktidar savaşlarıydı. 30 Yıl Savaşları ile kilisenin siyasal ve ekonomik egemenliğine son verildi. “Kilise’nin siyasal ekonomik etkisi kazındı, Kilise ‘kilise duvarları ardına’ yollandı” (Aydın Engin)

Demek ki, Hıristiyan dünyasında din ile iktidarın ayrışması uzun yıllar ve kanlı süreçlerden geçerek gerçekleşti. Demek ki, Hıristiyanlık ve Museviliğin de demokrasi ile ilişkisi geçmişte sorunluydu halende yer yer sorunlu. Demek ki İslam’da da din ile siyasal iktidarın ayrışması için toplumlar ciddi iç çatışmalardan geçeceklerdir. Mısır, Tunus, Cezayir, Suriye’de bir yanıyla böyle bir süreç yaşanıyor denilebilir. (02-08-2013)

 

canbegyekbun@hotmail.com

Sayı: 240

5 Eylül 2013

 

Exit mobile version