Site icon Rojnameya Newroz

İNGİLTERE’DE DAS KAPİTAL TARTIŞMASI

İngiltere’de ana muhalefetteki İşçi Partisi’nin maliye sözcüsü John McDonnell, Karl Marx’ın eseri ünlü Das Kapital’den öğrenecek çok şey olduğunu söyledi.

Alman filozof ve iktisatçı Karl Marx tarafından 19. yüzyılda kaleme alınan eser, çok özet olarak kapitalist sistemin nasıl kendi sonunu getireceğini anlatır.

Marx daha önce Friedrich Engels ile birlikte çıkardığı Komünist Manifesto’da sınıf mücadelesi konusundaki görüşlerini ilan etmiş ve dünyanın bütün işçilerini yönetici sınıflardan iktidarı almak için birleşmeye ve mücadeleye çağırmıştı.

Das Kapital de, bu devrimci fikirlerini hangi bilimsel analizler ve doğruluğu test edilebilir gerçekler üzerine oturttuğunu anlatmayı hedefler.

 

30 yıllık bir çalışmanın sonucu

Karl Marx’ın 30 yıllık bir çalışma sonucunda ortaya çıkardığı Das Kapital kolay okunan bir kitap değil. Yazarın sanayi devriminin doruğundaki İngiltere’de işçi sınıfının çalışma koşulları üzerinde yaptığı gözlem ve incelemelere dayandırdığı Das Kapital kısmen tarih, kısmen iktisat ve kısmen sosyoloji kitabıdır.

Marx’ın biyografisini yazan Francis Wheen, kitabı “Yer yer, kahramanları kendi yarattıkları canavarın esiri olan ve onun tarafından yutulan bir Gotik roman”a benzetir.

Basitleştirmek gerekirse Marx “kâra dayalı” bir ekonomik sistem olan kapitalizmin, bu kârlılığı sürdürmek için işçileri sömürmek zorunda olduğu için istikrarlı olamayacağını anlatır.

Kâr dediğimiz şey esasen işçilere ürettikleri şeyin değerinden çok daha az bir ücret ödenmesi ile oluşan “artı değer” sayesinde oluşur.

İşçiler ürettiklerinin karşılığını alamadıkları gibi, ürettikleri şey üzerinde de hiç bir söz hakkı sahibi olmadıkları için makineden farksızdırlar. Marx bunu “işçinin ürettiği şeye yabancılaşması”olarak tarif eder.

Üretilen şey üzerinde söz hakkı, üretim araçlarının sahibi olan sermayenin yani kapitalist sınıfındır. Elde ettikleri artı değerle onlar giderek zenginleşir ve yeni yatırımlar yaparken işçilerin yoksulluğu giderek derinleşir.

Bu ise sürdürülemez bir şeydir çünkü herşeyden önce makinalaşma ile kârın kaynağı olan işçi emeğinin üretim içindeki payı düşmekte bu da kârlılığın hep artarak sürdürülememesi sonucunu yaratmaktadır.

Marx sürekli daha fazla kâr etmeye dayalı sistemin sonunda kendi çelişkilerinin kurbanı olup çökmesinin kaçınılmaz olduğunu savunur.

Fakat bunun ne zaman olacağı belirsizdir. Kapitalizmin yerini alacak komünist toplumun tam olarak nasıl işleyeceğinin detayına da girmez, sadece bununla işçilerin kölelikten kurtulacağını söyler. Belki de çalışmalarını tamamlayamadan 1883’de öldüğü için bu kısımlar eksik kalmıştır.

Devrimlere ilham kaynağı oldu

Das Kapital’in birinci cildi 1867 yılında, Karl Marx’ın, ailesiyle birlikte Londra’ya yerleştiği dönemde yayımlandı. Mülteci olan ve ekonomik olarak zorlanan Marx’ı hayatının bu döneminde fikir ve mücadele arkadaşı, ama aynı zamanda zengin bir Prusyalı işadamının mirasçısı Friedrich Engels destekledi.

Karl Marx, hayatının sonuna kadar birinci ciltte anlattığı fikirler üzerinde çalışmayı sürdürdü ama Das Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltleri onun ölümü sonrası basılır.

Marx’ı dünya tarihinin en önemli düşünürlerinden biri haline getiren ise Das Kapital’de ortaya koyduğu fikirlerin 20. yüzyılda Rusya, Çin ve daha bir çok ülkede yönetici elitlerin devrilip iktidara ve özel mülkiyete işçi sınıfı adına el konduğu devrimlere ilham kaynağı olmasıydı.

Sadece bu da değil. Marx’ın fikirlerinin etkisinin örneğin İngiltere’de bugün işçi sınıfının küresel devrimi fikrine tam olarak katılmayan İngiltere İşçi Partisi ve sendikal hareketleri içinde de sürdüğünü görmek mümkün.

Bunun sebebi, Marx’ın her söylediğine katılmasanız bile Marxizmin, dünyayı yorumlamanız için size güçlü bir düşünsel araç sunması.

Temelinde, tarihin aslında çıkarları çatışan sınıfların mücadeleleri ile açıklanabileceği ve bu mücadelelerin eğitimden sanata, edebiyattan sinemaya tarihin her döneminde, hayatın her alanına yansıdığı fikri var.

Diğer yandan Marx’ın ölümünden çok sonra, onun felsefesini rehber edindiğini öne süren siyasi güçlerin, böylesi -esareti ortadan kaldırmaya ve kolektivizme dayalı- bir düşünceden nasıl tek partili, totaliter siyasi rejimlere vardıkları sorusu var.

Kimi Marxistler, en bariz örnek olarak tanık olduğumuz Sovyetler Birliği deneyiminde Marx’ın Das Kapital’de ortaya koyduğu düşüncelerden sapıldığını, bunun fabrika sahibinin yerini devleti ele geçiren bürokratların aldığı, kapitalizmin bir başka biçimi olduğunu söylüyor.

Fakat böyle bile olsa Sovyetler Birliği’nin 1990’larda çöküşü Marxist düşüncenin itibarına darbe indirdi, özellikle Batı ülkelerinde Marxizm üniversite kampüslerinde ve ana akım bazı sol partiler içinde “demode” sayılmaya başladı.

Yine de Marxizmin genel olarak, Marx’ın tanımladığı ve öngördüğü anlamda klasik kapitalist krizlerin sonuncusu olan 2008 küresel mali krizi sonrasında yine bir canlanma dönemine girdiğini söylemek mümkün.

BBC

Exit mobile version