Eylül ayında tüm zorluklarına rağmen başarıyla gerçekleşen referandum bölgede yeni dengelerin oluşmasına sebep oldu. İlk önceleri Türkiye referandumun gerçekleşeceğine inanmadığı ve gerçekleşse bile bir Arap-Kürt savaşını tetikleyeceğini umduğu için önceleri sesini çıkarmadı ancak kurduğu planlar tutmayınca referandumu boğmaya hatta daha da ileri giderek bir halkı açlıkla tehdit etmeye başladı.
Hasan Işık / Diğer yazıları için tıklayınız
Araplardan umduğunu bulamayan Türkiye bu sefer Kürdistan’ın kukla İsrail olacağı tezini işleyerek İran kontrolündeki Irak hükümetini ve Şiilerin Kürdistan’a saldırmasını umdu. Ancak başından beri kurduğu günü birlik pragmatik politikalarıyla yine Ortadoğu’da istediği sonucu elde edemedi. Sınırları kapatamayacağını bilen Erdoğan İran’ın sınırları kapatmasını istedi ancak her ne kadar beraber pozlar verseler de İran ve Türkiye birbirine güvenmediği ve Amerika ve Kürtlerin duruşlarından korktukları için herhangi bir yaptırım uygulayamadılar. Başur’daki gelişmeleri engelleyemeyen Erdoğan yine bin bir tavizlerle ilerlediği Suriye’ye gözünü dikti. Türkiye’nin kendi yavruları olan İdlib’deki cihatçılara karşı oluşturduğu hamle kendi çocuğuna kürtajdan fazlasıdır. Tek amaç bölgenin DSG tarafından özgürleştirilmemesi, Kürtlerin denize ulaşmasını engellemek. Aynı zamanda Efrin’i yalnızlaştırıp gelecekteki işgalde orayı Cerablus gibi bir kontrol alanına dönüştürmek. Böylelikle Başûr ve Rojava’daki Kürtlerin kazanımlarını engelleyemeyen Erdoğan buraları kendine muhtaç hale getirmek istiyor. Peki, Suriye savaşının belki de kaderini belirleyecek İdlib’de Türkiye’nin tüm hesapları tutacak mı?
Uzun vadede kazananın Rusya ve Esad olacağı İdlib savaşında ilk başta kaybeden ve en ağır bedeli canlarıyla ödeyecek olan elbette ki askerler olacak. Bir diğer soru ise Halep’te satılan Cihatçıların Türkiye’ye olan nefret dolu intikamlarını nasıl kusacakları?