Felaket, yoksulluk ve talihsizlik köşeyi dönmek için harika fırsatlar haline geldi. Gazeteci Antony Loewenstein, Disaster Capitalism: Making a Killing Out of Catastrophe’ta (Felaket Kapitalizmi: Faciadan Voliyi Vurmak) Afganistan’dan Haiti’ye, Pakistan’dan Papua Yeni Gine’ye, ABD’den İngiltere’ye ve Yunanistan’dan Avustralya’ya dek, şirketlerin organize sefaletten kasalarını nasıl doldurduğunu anlatıyor.
Antony Loewenstein / truth-out.org
Felaket Kapitalizmi kitabından alınan aşağıdaki bölümde, Antony Loewenstein modern zaman kapitalizminin başarısının, “adaletsizliği garanti edip kibri ödüllendirerek” toplumu ve gezegeni nasıl tehdit ettiğini inceliyor.
“Kazandığımız çatışmalar oluyor ama savaş devam ediyor.” – Rebecca Solnit, 2011
Bugün Norveç İşletme Okulu’nda iklim stratejisi profesörü olan Jørgen Randers, 1972’de The Limits to Growth kitabını yayınladı. Kaynakları sınırlı bir dünyada nüfusun ve ekonominin büyümesinin yıkıcı etkileri konusunda uyardı. Aynı öngörüye bir kere daha döndüğü 2004 makalesinde, haklı olduğunu ve küresel liderlerin sürdürülebilir olmayan kalkınma ile mücadele etme acil gerekliliğinde başarısız olduğunu ortaya koydu.
Randers’ın kilit argümanı, kapitalizmin içsel yasalarına bir meydan okuma idi. 2015 itibariyle, mevcut finansal düzenin iklim değişiminin yıkıcı etkilerini azaltmayı başaramadığı – ve hatta bunda hiçbir çıkarı olmadığı – konusunda kötümserdi. “[Onlar için] küresel iklim eylemini ertelemek daha az maliyetli” diye yazdı.
Dünyanın kıyamete doğru ilerlemesine yol vermek kârlı. Kısa vadeyi hesaplayan tiranlığın önümüzdeki on yıllar boyunca hükmünü süreceğini düşünüyorum. Bunun sonucu olarak bir dizi uzun vadeli sorun, çözülebilecek olsalar ve tüm seçmenler için aşamalı olarak artan zorluklara sebep olsalar bile, çözülmeksizin kalacak.
Norveç gibi bir ülkeyi her yurttaşı vergilendirmeye teşvik etmek için, bir kuşak boyunca insanların her yıl ekstra 250 avro vergi ödemesine, dolayısıyla sera gazını ciddi şekilde azaltmaya ve diğer sanayileşmiş ülkelere yönelik bir çözüm önerdi. Bu fikir hiç hayata geçirilemedi.
“Kapitalist sistemin bir faydası yok,” diyor Randers.
Kapitalizm, sermayeyi en kârlı projelere yatıracak şekilde tasarlandı. Ve bu tam da bugün bize lazım olmayan şey. Daha pahalı olan rüzgâr ve güneş enerjisine yatırım yapmamız gerekiyor, ucuz kömüre ve gaza değil. Kapitalist pazar bunu kendi başına yapmayacaktır. Farklı çerçeve koşullara ihtiyaç duyuyor – alternatif fiyatlara veya yeni düzenlemelere.
Endişe verici “aydınlanmış diktatörlük” fikrini – “kritik politika alanlarında sınırlı bir zaman boyunca” – öne sürmesine rağmen, Randers’ın tezi zenginliğin bugünün dünyasında neden bu kadar az elde toplandığını tam can evinden vuruyor: daha eşitlikçi bir gezegeni savunmak için çok az teşvik var. Pazar sistemi adaletsizliği garanti ediyor ve kibri ödüllendiriyor.
Bu gibi tartışmalar, söz konusu eşitsizlikten en çok fayda sağlayan sınıf içinde bile ortaya çıkmaya başladı. Dünyanın iş ve siyaset dünyası liderlerinin birbirlerini kutlamak için toplandıkları İsveç’teki 2015 Davos konferansı sırasında, bazı oturumlarda eşitsizliğin dünyanın yüz yüze olduğu çok ciddi bir sorun olduğu sonucuna varıldı ve katılımcılar çözüm konusunda kötümserdi.
Böylesi tartışmalar iyi bir başlangıç ama Mısır başkanı diktatör Abdül Fettah el-Sisi – kendi halkından binlercesinin ölümünden sorumlu olan bir adam – Davos’ta sıcak bir şekilde karşılanır ve “sürdürülebilir kalkınma” vizyonu konusunda ahkam kesmesine izin verilirken yeterli olmaktan uzak. İnsan hakları ve ekonomik özgürlük birbirini dışlayan konseptler olmamalı.
Rakamlar neyin ne olduğunu gösteriyor zaten. ABD’de en zengin yüzde 0,01’in sahip olduğu zenginliğin payı, Reagan Devrimi’nin arifesinden bu yana dörde katlandı. Dünya nüfusunun en üst yüzde 1’lik kısmı tüm küresel varlıkların yüzde 46’sını elinde tutuyor. ABD’deki gıda pulu kesintileri ülkenin New York’taki en büyük gıda bankasını talebin altında ezilmeye bıraktı. ABD Tarım Bakanlığı’na göre 2013’te, ülke nüfusunun yüzde 14 kadarının (2007’nin yüzde 30 fazlası), “hane halkının tüm fertleri için aktif, sağlıklı bir yaşama yetecek gıdaya erişimi yoktu.” Uzun bir süredir yerkürenin en başarılısı olarak görülen ABD orta sınıfı, artık büyüyen gelir eşitsizliğinden mustarip. Bu düşüşteki kritik bir faktör, eğitimin ilerlemeye katkısının diğer sanayileşmiş ülkelerdeki kadar başarılı olmamasıydı.
Sistem çarpık. Küresel ekonomik kriz sırasında, Bank of America neredeyse çöküyordu. Ülkedeki en büyük finans kuruluşlarından biri olarak çöküşünü önlemek için Başkan Barack Obama’dan 45 milyar pound aldı. O zamandan beri, Rolling Stone yazarı Matt Taibbi’nin açıkladığı üzere,
banka ağzı açık bırakacak türden suçlar işlerken (ciddi iş ilişkisi olduğu neredeyse herkesi kazıklamak; yatırımcıları, sigortalıları, mudileri, ev sahiplerini, hissedarları, emeklileri ve vergi mükelleflerini aldatmak) Obama yönetimi kafasını öteki yana çevirdi. [Bank of America] on binlerce Amerikalıyı, düzmece, otomatik imzalanmış – öncülüğünü yaptığı bir seri yalancı şahitlik türü – kanıtlar kullanarak icraya verdi. Onlarca sendika ve devlet emeklilik fonuna değersiz morgıçlar kakalayarak yüz milyonlar kopardı.
Bu, kapitalizmin modern tanımı. Taibbi 2012’deki Occupy Wall Street eylem günü katılımcılarına, “bu devasa finans kuruluşları, Amerikan toplumunun en üst seviyesindeki yeni yolsuzluk türünün son sembolleri: federal hükümetin neredeyse sınırsız gücünü giderek yoğunlaşan, giderek daha hesapsız özel finans çıkarları ile birleştirmeye dönük bir eğilim.” Wall Street bankacıları mutluydu. 2014’te, her biri kabaca ortalama 173.000 dolar eden yönetici ikramiyelerinin tümünün toplamı, asgari ücrete tam zamanlı çalışan tüm Amerikalıların gelirini yaklaşık ikiye katlıyordu.
Toplumsal uyumsuzluğu garanti etmesine rağmen kökleşen bir ideoloji bu. Sorun küresel ama büyük ölçüde özel sektörün gücünü artırırken devletin rolünü azaltmaya yönelik Amerikan modeli hiç bu kadar açgözlü olmamıştı. Kâr merkezli kolejler öğrencilerin sırtına çok yüksek borçlar bindiriyor ve üstüne bir de federal öğrenci yardımından faydalanmalarına rağmen verdikleri eğitim bir halta yaramıyor. 2008’deki ekonomik çöküşün en büyük sorumlularından olan Goldman Sachs firması, şimdi sosyal etki bonolarına yatırım yapıyor – eski mahpuslar tekrar hapishaneye girmediği sürece şirketi zenginleştiren ama hükümetlerin sorumluluğunu azaltıp özel sektörü kârına öncelik getiren bir sistem. Şirketler ayrıca, eğitimin kalitesi konusunda parmak bile kıpırdatmadan, ayrıcalıksız öğrencileri borca girmeye zorlayarak yüksek eğitimden de köşeyi dönüyorlar.
Michigan’da Cumhuriyetçiler, kamu okullarını azaltıp binaları en düşük fiyata satmayı savunan çarpık zihniyeti kullanarak devlet okulu öğretmenlerinin özelleştirilmesini zorladılar. ABD’de kamu yollarında ve otoyollarda işleyen ücretler, yerel ve çokuluslu şirketlere gidiyor. Kamu kütüphaneleri kaynak sıkıntısı yaşıyor ve çalışanlarının ücretlerini kesiyor ya da işten çıkarma yapıyor.
Avrupa’da birçok şirket ve avukat, krizin pençesindeki ülkeleri dava ederek para kazanmak için uluslararası yatırım anlaşmalarını utanmazca istismar ediyorlar. Pazar spekülatörleri, vatandaşları daha az kamusal hizmetle ayakta kalmaya çalışan Yunanistan gibi hassas ülkelere baskı yapıyorlar. Geçim sınırında yaşayan İngiltere vatandaşları, Westbrook gibi – ABD’de kurulu – küresel fon yönetimi şirketleri sırf kâr getirsin diye evleri varlık olarak satın aldığından evden çıkarılma tehdidi veya sarmal kira artışları ile yüz yüze.
Uluslararası Para Fonu (IMF) Batılı elitlerin desteği sayesinde, ülkeleri kaynaklarını özelleştirmeye ve pazarlarını çokuluslu şirketlere açmaya zorlayarak dünyayı uçtan uca kat ediyor. Bu acı ilaca direnmiş olmak, Latin Amerika’nın büyük kesiminin 2000’lerden bu yana daha bağımsızlaşmasının bir sebebi. Ortaya çıkan özelleştirme – ABD dış politikasının temellerinden biri – otokrasilerde yolsuzluğu garanti ediyor. Wikileaks’in açıkladığı Dışişleri Bakanlığı belgeleri, bunun sayısız örneğini sunuyor. Buna eski başkan Hüsnü Mübarek döneminin Mısır’ı da dahil. Dünya Bankası eşit derecede bu suça ortak ve sorumsuz. 2015’te kendi yeniden yerleştirme politikaları sebebiyle dünya üzerinde topraklarından zorla atılmış kaç kişi olduğu konusunda hiçbir fikri olmadığını kabul etti. Hikâye nadiren haber değeri gördü ve hiç manşetlik olmadı.
Bir Kaliforniya kasabası olan Maywood, özelleştirmeyi biraz fazla abarttı. 2010’da her şeyi özel sektöre havale etmiş, polis departmanı dahil tüm belediye çalışanlarını bütçe baskısı nedeniyle işten çıkarmıştı. “Yüzde 100 sözleşmeli bir şehir haline geleceğiz,” diyordu Angela Spaccia, Maywood’un ara dönem şehir yöneticisi.
Vergi mükelleflerinin parasının sürekli çarçur edildiğini iddia eden onlarca yıllık kamu karşıtı söylem, birçok seçmeni şirketlerin en iyiyi bileceğine ikna etti. Yırtıcı kapitalizme karşı kalıcı ve güçlü bir kampanyanın sürdürülmesinin bu denli zor olmasının sebebi bu – Amerikalıların yüzde 90’ının News Corporation, Comcast ve Viacom dahil altı büyük çokuluslu şirketin sahibi olduğu medya kuruluşlarından gelen bilgiye bağlı olması gerçeğinin de bunda payı var. Rupert Murdoch 2014’te Time Warner’ı satın almaya çalıştığında başarılı olsaydı, pazar daha da tekelleşecekti. Bu ortamda, Occupy gibi hareketlerin doğup kısa bir süre de olsa güçlenmesi, kaydadeğer bir başarı. Hintli yazar Arundhati Roy, New York Washington Square Halk Üniversitesi’nde Kasım 2011’de yaptığı bir konuşmada bu hareketin gücünü şöyle selamladı: “Başardığınız şey … imparatorluğun can evine yeni bir tahayyül, yeni bir siyasal dil getirmek. Herkesi akılsız tüketimciliği mutluluk ve tatminle eşitleyen zombilere dönüştürmeye çalışan bir sisteme hayal etme hakkını yeniden getirdiniz.”
Occupy, Wall Street ve anaakım medyadaki birçokları tarafından rahatsız edici ve alakasız diye ciddiye alınmasa da, polis protestocuları engellemek için sofistike bir gözetim operasyonu başlattı. İyi bir fikrin tehlikesini anlamışlardı. Azgın kapitalizmin muhaliflerinin yüz yüze kaldığı zorluk, giderek yayılan güçlere karşı kendi öfkelerini tutarlı bir şekilde nasıl odaklayacakları idi. Kapitalizm üzerine çalışmalar Amerika’daki üniversitelerde artıyor ve bu yarının mezunları adına demokrasi ile kapitalist ekonomi arasındaki belirsiz bağlantıyı anlama arzusunun göstergesi.
Fransız ekonomist Thomas Piketty’nin Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital kitabının büyük başarısı – toplumsal ihtilafın artan finansal eşitsizliğin muhtemel sonucu olduğunu savunan bir çalışma – kamuoyunun bir sorun olduğunun farkında ve buna dair net açıklamalar arayışında olduğunun göstergesi. Piketty özel mülkiyete küresel bir vergilendirme sistemini savunuyor. “Tek medeni çözüm bu,” dedi Observer gazetesine.
2014’te, dünyanın ekonomi alanında lider düşünce kuruluşu olan Paris merkezli Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü bile, nüfusun en alt yüzde 40’lık kesimine yardımcı olmak için zenginlerin daha yüksek vergilendirilmesi çağrısı yaptı. Düzen dergisi Foreign Policy, Financial Times’ın ABD yönetici editörü Gillian Tett tarafından yazılmış ve “zenginliğin paylaşımı” konusunda “dürüst bir tartışma” umduğunu belirten bir makale yayınlıyorsa, dünyanın biraz kafayı yediği kesin.
Çeviri: Serap Şen
Kaynak: https://dunyadanceviri.wordpress.com/2017/06/05/gezegenin-kiyameti-kapitalizm-mi-olacak-antony-loewenstein/#more-6168