Site icon Rojnameya Newroz

FRANSA’DA ÇALIŞANLARIN, İŞSİZLERİN VE GENÇLİĞİN ÖFKESİ! / FEVZİ KARTAL

19. yüzyılda emekçilerin, kısacası tüm çalışanların temel talepleri, konu ile ilgilenenlerin bilgisi dâhilindedir, çocukların çalışmasının yasaklanması, kadınların madenlerde ve geceleri çalışmasının yasaklanması, insanca yaşayacakları ücret talepleri ve günde 8 saat çalışma süresi gibi…

19. yüzyılda 8, 10, 12 (…) yaşlarındaki çocukların dahi vahşi koşullarda ölesiye çalıştırıldıkları yine bu konu ile ilgilenenlerin bilgisi dâhilindedir. Mücadeleler sonucu bu gün çocuklar eskisi kadar vahşi koşullarda çalıştırılmasalar da bazı istisna ülkelerdeki devletler hariç, savaşlarda ve insan tacirlerinin barbarlıkları ile karşı karşıyalar. Çoğunluğu “Batı”lı sermayedarlar ve parası bol olanlar şürekâsının “seks turizmi” kepazeliği, ahlaksızlığı, insanlıktan çıkmışlığı, “züppeliği”, haydutluğu ve neticede barbarlığı ile karşı karşıyalar. Bu barbarlar, bu vahşiler Tayland vb… gibi ülkelere giderek para karşılığı seks turizmi yaparak çocuk yaştakilerle cinsel ilişkiye giriyorlar, ırzlarına geçiyorlar, tecavüz ediyorlar demek daha doğru olurdu, bu edepsiz ve şımarık barbarlar. Şimdi böylesi bir hal ve gidişat dünyasında bir insan olarak utanmak ve sıkılmak gerekmiyor mu? Bu vahşete karşı duyarlı olup mücadele etmek gerekmiyor mu!?

Ben, kendim de bir çalışan olarak ve de bu öfkelenmede yer alan birisi olarak, kapitalizmin insanlığın sorunlarına, bu sistem kar uğruna çevreyi ve doğayı da yaşanmaz hale yavaş yavaş getiriyor olması nedeni ile çevre sorunlarına yanıt vermedi ve de veremez, ki günümüzde bu sistemin hal ve gidişatı bunu gösteriyor. Birileri ideolojik davranılıyor diyebilirler ama bu sistemin reel durumu ve yaptıkları, icraatları ortada…

Şöyle ki, kapitalizm ta kuruluşundan bu yana açlık, yoksulluk, konut, sağlık güvencesini (…) çoğunluğun yararına çözememiştir, ki ondan çözmesini beklemekte hayali bir durum olur. Çünkü daha yeni Tafta (Atlantik Ötesi Ticaret Anlaşmaları)’nın içeriği tamamen bütün insanlığın zararına; sadece ve sadece büyük tröstlerin çıkarına faydalı bir şekilde hazırlanmış, ki bazı maddeler şimdilik kabul edilmese de yavaş yavaş alıştıra alıştıra hem de “sol” denilen iktidarların altında. Bildiğiniz gibi bu konuda duyarlı olanlarında bilgisi dahilindedir, bu yıl Davos denilen sermayedarlar despotluğu forumuna sadece dünyadaki en iri tröstlerin temsilcileri katıldı ve de birkaç seçilmiş dışında hepsi tröst temsilcileri idi, kim daha ne çok satarım çakallar dalaşı yaptılar. Temsili demokrasi denilen seyirciyi oyalama oyununun seçilen temsilcilerini, parlamentoların temsilcilerini, devlet başkanlarını dahi hiçe sayıyorlar bu sermayedarlar. Tafta’nın ileri sürülen maddelerinde iş anlaşmazlıklarını kendi iş yerlerinde kurmak istedikleri mahkemeler ile çözmeyi öneriyorlar. Fransa’da çalışanların ek mesai saatlerindeki ücretleri bu sermayedar despotları daha az ödemek istiyorlar, iş anlaşmazlık mahkemeleri tarafından işçinin işten atılması sonucu yapılan mahkeme masraflarını ödemek istemiyor bu patronların caniche garde (küçük sevimli köpeği) olan hükümeti. (Öfkelenen kitleler böyle değerlendiriyorlar bu hükümeti). Bu öfkelenmeler işe yaradı, şimdilik bu hükümet geri adım attı ama ne olduğu belirsiz bir biçimde durum hassasiyetini koruyor Senato’da da görüşülecek oyunları ile. Diğer konular, patronların işçiyi her an istediği gibi işten çıkarması vb gibi… Patron ve hükümetinin istemleri şimdilik geri çekilmiş değil. Öfkelenen kitlelerin “Bu gün işsiz yarın emeklilik güvencesinden yoksun kalmak istemiyorum” öfkelenmeleri devam ediyor.  Özetle, rahatlıkla bir sermayedarlar despotizminden söz edebiliriz bu günümüz koşullarında.

Ey insanlık! Niye ey insanlık?.. Bir avuç sermayedarın dışında bu çalışmadan yiyen asalakların dışında “ekme de yok biçme de yok ama yeme de (…)” hep bana diyen, doymak bilmeyenlerin dışında bütün insanlık ya çalışan ya da işsizler ordusudur, ki bu nedenle bütün insanlıktır. Bu insanlık tarihine baktığımızda özgürlükçü sosyalistlerin ve duyarlı çalışanların, baldırı çıplak, işsiz, güçsüzlerin mücadeleleri sonucu çalışanların haklarını bu günlere taşıdılar ve de bazı hakların elde edilmesini bu mücadeleler sonucu elde ettiler. Yani hak verilmiyor, alınıyor! “Kulaklarımıza küpe olsun”!!!

“Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu” misali bu sermayedarlar kar için “anasını boyayıp babasına satacağı”, kar için her türlü barbarlığı yapacağı bir gerçektir ki bu gerçeklik 2000 yılından sonra iyice suyun yüzeyine çıkmıştır. 19 yüzyıldan bu yana mücadeleler sonucu biraz haydutluğunu aza indiren bu parası bol olanlar şürekâsı şimdilerde Özgürlükçü – Paylaşımcı – Ortaklaşacı- Doğrudan Demokrasi tehlikesinin aza indiğini var sayarak asıl niyetleri 19 yüzyıllardaki acımasızlıklarına geri dönmüşlerdir… Eğer tabir uygun düşerse “tehlikeyi sezip şimdilik (kısa bir anlık) üzüm yemekten vazgeçen kaplumbağanın kafasını içe doğru çektiği gibi”.

2016 Davos Zirve’si (Davos zırvası demek tam isabet olurdu) biz Ey İnsanlık! a şunu apaçık gösterdi ki artık özellikle ekonomik alanlarda dünyamızı ulus devletler, ulusal denilen hükümetler, oy verdiklerimiz karar vermiyorlar. Sermayedarlar, despotları karar veriyorlar. Dolayısı ile seçilenin de seçenin de bir önemi kalmamış, seçilen de seçen de “bir sirk oyunu seçiminden ibarettir”. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ben de Hollande’da oy vermiştim ama gördüm ki Hollande beni de aldatmış ve de verdiği sözleri tutmamış. “Seçilmiş” saçmalığı ile bana danışmadan, sormadan patronlar (parası bol olanların) “caniche garde’’ lığını yapıyor…

1970’lerden sonra başlayarak 2000’lerden sonra dünyamızda bir sermayedarlar despotluğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Devletler bu sermayedarlar despotluğunu korumak, kollamak için vardırlar. Tekrara yer verme gereği duyarak hükümetlerin, parlamentoların vb gibi, çalışan ve işsiz insanlığın iyiliği için hiçbir fonksiyonu kalmamıştır.

Liberalizm diye insanlığa yutturulmak istenen koskoca bir yalandır. 18. yüzyıl liberalizmi ile ilişkisi, alakası yoktur. Herkesin ürettiğini pazarda sattığı, değiş-tokuş yaptığı bir ticaret ekonomisi yoktur. Finans oligarklarının ve bankaların aldıkları perde arkasındaki kararlar ile ekonomi yönlendiriliyor. Devletler çalışanlardan ve vergi veren küçük ve orta ölçekli işletmelerden aldığı vergileri bu büyük sermayedarlara veriyorlar, bu sermayedarlarda göz boyamak amacı ile birkaç aktivite ve birkaç göstermelik iş kontratı (iş akti) cdd denilen kısa süreli sözleşmeler ile durumu geçiştiriyorlar.

Zira bu sermayedarlar despotları paralarını İsviçrelere, Vatikanlara, Panamalara kaçırıyorlar, ki devletlerin lafla karşı çıkmaları seyirciyi aldatmanın ötesine geçmiyor. İş merkezlerini vergilerin en az olduğu ya da hiç vergi vermedikleri devletlere kaçırıyorlar ve de sonuç itibari ile büyük vergi kaçakçılığı yapıyorlar. Ayrıca iş sahalarını Fas vb gibi emeğin yerlerde süründüğü aylık olarak 200 ile 250 Avro arasında bir ücret ile işçi çalıştırıyorlar. Devletlerde liberalizm denilen yalanı destekliyor ve de teşvik ediyorlar.

Aslında orta yerde o kitaplarda okuduğumuz bir liberalizm de yoktur, ki olması da mümkün değildir. Yapılanlar ordoliberalizmdir. Hilelerle, yalanlarla, entrikalarla, parlamentolardan habersiz devletin desteği ile yapılan bir liberalizm. Ordoliberalizm savını ortaya atan ve teorileştiren ordoliberalizm teorisyenleri şürekasının bu konudaki savlarına bir göz atalım. Sonunda söyleyeceğimi başından söylersem bu teoriye devlet aracılığı ile  küçüklerden alıp büyüklere vermek demek daha yerinde olurdu, “serbest piyasanın” (sanki serbest piyasa varmış) teorik olarak kendisinden beklenen faydaları sağlamak için devlet gibi bir merkezi düzenleyicinin varlığını kabul eden bir okuldur”. Bizler bunu zihne yapılan bir çeşit teorik mantık işkencesi olarak algılayalım. Aslında her kriz döneminde liberallerin başvurduğu ve devletin sopasını gösterdiği bir ordoliberalizmdir. Hani devlet ekonomiye müdahale etmemeliydi o liberalizm -Rıcardo-Smittci teoride? Yani devletinde işin içerisine karışarak bu sermayedarlar despotluğuna yardım etmesidir. 1950’lerde yayınlanan Almanya’da Ordo adındaki bir dergide adını alan ordoliberalizm “Görünmez el her zaman en iyisini üretmez” der. Bu teorinin yaratıcıları Wilhelm Röpke ve arkadaşları her ne kadar teorilerini süsleyip, püsleseler de önümüze “sosyal liberalizm” teorik manipülasyonları ile çıksalar da bunun pratikteki anlamı kriz dönemlerinde sermayedarlar despotluğuna devletin yardım elini uzatmasından başka bir şey değildir. İşte bu gün devletler bankalara, finans oligarklarına yardım elini uzatarak emekçileri hiçe saydıkları gibi parlamentoları vb gibileri de hiçe sayıyorlar devletlerin ve hükümetlerin yardımı ile.

Bütün dünya da olduğu gibi Fransa’da da emekçilere, işsizlere, gençlere, az ve orta gelirlilere karşı ekonomik ve sosyal kısıtlama saldırıları hızlanıyor. Bu kesimler sokaklara dökülerek kendilerine karşı çıkarılmak istenen ekonomik ve sosyal yasalara karşı bu günün işsizi, yarının emeklilik güvencesinden yoksunu olmak istemiyorum diyerek sokaklara dökülüyorlar.

Bay liberaller! Hani “liberalizm, komünizm çöktükten sonra her derde deva” idi. Hani sınıflar, kategoriler ortadan kalkacaktı? Bakıyorum da Pdg denilen bir firma genel direktörü ayda 500.000 Avro alıyor, beş yıl çalışıp milyonlarca tazminat alarak emekliye ayrılıyor ve bu paralar ile Tayland gibi ülkelere ara sıra giderek “yaşıyor ve yaşamın tadını çıkarıyor”.

Fransa’da CAC 40 denilen pdg’nin sırası ile en irilerinin aldıkları “maaş”lar 2014 yılına dair yıllık olarak: Bu “maaş”larda 2015’te kesinlikle artmıştır. 40 tröst’ten ilk 4’e girenlerin maaşı haksız kazançları, ki bu vurgunların ortalama bir maaşı asgari ücret ile çalışan bir emekçinin 5000 aylık maaşına denk geliyor.

Sanofi’nin genel direktörünün aldığı maaş yıllık olarak       : 8 252 720,-Avro

L’Oreal’in genel direktörünün maaşı yıllık olarak                : 8 143 200,-Avro

Gemalto ………………………………………….                                : 7 230 437,-Avro

Renault……………………………………………                                : 6 180 945,-Avro

Burada hepsinin yıllık vurgunlarını sıralamaya gerek yok, ki bu kadarı yeterlidir…

Bütün bu kepazeliklerin yanında bir çalışanın asgari ücreti 1100 Avronun birazcık üzeri. 26 milyon aktifi olan yani 16 yaş ile 65 yaş arası, şimdilerde 67 yaş, insan sayısı. Bu sayının 8 milyon civarında bir rakam çalıştığı halde 850 Avronun altında bir ücret alarak yaşamını sürdürüyor. 1 milyon 200 bin insan Rsa denilen 460 Avro ile bir çeşit sosyal yardımla geçiniyor, yani hiç iş bulamayanlar.

Aldıkları milyonlarla Tayland gibi ülkelere gidip para karşılığı 12-15 yaş arası çocuklarla yatıp kalkarak, paralı tecavüz gerçekleştirenler bu kapitalist sisteme de demokrasi diyorlar. Batsın sizin demokrasiniz! Bumudur sizin liberal adaletiniz? Hiç mi utanma, vicdan, merhamet duygusu, arlanma duygusu, sıkılma duygusu ( …) yok? 19. yüzyılda liberalizm yalanı ile çocukları dahi günde 15 saat çalıştıranlar, bu gün bu çocuklara bunları reva görüyorlar… İnsanın ve doğanın emancipation (özgürlük)ğü bu arlanmaz asalak sınıfın yargılanıp mülksüzleştirilmesi ile mümkündür! Değilse barbarlıktır!

29/05/’16

Exit mobile version