Ermeni halkının kendi topraklarında soykırıma uğratılmasının 100. yılına girdik. Öncelikle, gerek soykırımda yaşamını yitirenlerin; gerek sağ kalıp yaşamları boyunca inanılmaz acılar yaşayanların; gerekse anavatanları dışında yaşayan ve tek istekleri maddi-manevi değerleriyle yüklü doğdukları coğrafyada, toprak ana ile buluşmak olanların BÜYÜK ANILARI ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYORUM!
Bir Kürt/Kürdistanlı olarak yaşananlardan dolayı hep acı duydum. Zira büyüdüğüm Urfa Siverek bölgesinin hemen her ovası, dağı, ırmağı, vadisi, mağarası ile ilgili Ermeni halkının katliamına ilişkin bir anı-olay illaki anlatılırdı. Hatta Ermeni halkının katliamını simgeleyen; “newala Ermeniya” (Ermeni vadisi), “şikefta Ermeniya” (Ermeni mağarası) “çemı Fırat xwin dıherıki” (Fırat nehri kan akıyordu) söylemi, ev ve köy odaları sohbetlerinde günlük yaşamın konuları arasındaydı.
Eğer soykırım;
1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. Maddesindeki tarif ile:
“Bu sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak amacıyla aşağıdaki eylemlerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur.
1. a) Grup üyelerinin öldürülmesi; b) Grup üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel zarar verilmesi; c) Grubun yaşam şartlarının, bütünüyle ya da kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldırılacağı hesaplanarak, kasten değiştirilmesi; d) Grup içerisinde doğumları engellemek amacıyla önlemler alınması; e) Gruba üye çocukların zorla başka bir gruba nakledilmesi” olarak belirlenmişse…
Eğer soykırım;
Anadolu ve Kürdistan’da 100 yıl önce 2 milyon civarında Ermeni yaşarken, bugün ancak 60 bin civarında Ermeni’nin kaldığı söyleniyorsa…
Eğer soykırım;
Müslüman olmayan halkların da ana yurtları olan Anadolu ve Kürdistan dün halklar ve inançlar bahçesi iken, 20. Yüzyıl başında nüfusun %20’si Müslüman olmayan inançtan iken bugün Türk rejim yetkilileri “elhamdülillah nüfusumuzun “%99,9’u Müslüman” diyecek kadar çoraklaştırıldıysa…
Eğer soykırım;
Müslüman olmayan nüfus bugün; Azerbaycan’da %4, Mısır’da %11, Suriye %12, Kuveyt %5, BAE %10, Irak %5 ve hatta İran bile %2 civarındayken, Türkiye’de Gayrimüslim nüfus kabaca %0.1 ile %0.2 arasında değişen bir orana kadar geriletilmişse…
Eğer soykırım;
Katliamda tesadüf kurtulan ve bir ara Ermeni Çalışma Taburunda asker olan Tadevosyon’un; “bir gün, çoğunluğu kadınlar ve çocuklardan oluşan 5 bin kişinin yanlarından geçtiğini ve bir gün sonra da kendilerinin sürgünleri görmeleri için dağın tepesine götürüldüğünü”, devamla “vahşiler, yaşlıları kırbaçlayarak, kadınları soyarak ve genç kızları kirleterek eğlendiler… Saat bire doğru da katliam başladı… Türklerin ağır baltaları, suçsuz kurbanların kafalarını uçuruyordu. Bu korkunç manzara karşısında kayaların gözleri yaşla dolardı ama biz o kadar dehşet içinde kalmıştık ki gözlerimiz kupkuru kaldı. … Dört saatlik bu vahşi kıyımdan sonra 5 bin Ermeni ölmüştü. … Kesim alanında dağılmış cesetleri topladık. Çoğu henüz nefes alıyordu ve tarif edilmez bir korkuyla gözlerini bize dikmişlerdi” (M. Kalman Batı Ermenistan (Kürt ilişkileri) ve Jenosid sy; 118) beyanlarının yarısı bile doğruysa…
Nihayetinde eğer soykırım; Türk Savunma Bakanı Vecdi Gönül ”ün “Bugün eğer Rumlar yaşamaya devam etseydi ve Türkiye’nin pek çok yerinde Ermeniler devam etseydi, bugün acaba Türkiye aynı milli devlet olabilir miydi?” itirafı ortadaysa… Ermeni halkına yapılan bir soykırımdır. Ayrıca Anadolu ve Kürdistan’da soykırım Ermenilerle de sınırlı değildir. Türk rejimini bu gerçeği kabul ederek gereklerini yerine getirmeye çağırıyoruz.
Türk Rejimi Neden Soykırıma Yöneldi ve Hangi Silahları Kullandı?
Birincisi: Bugün Türk yetkililerin sıkça tekrarladıkları; tek millet, tek devlet, tek din, tek dil, tek bayrak hedefini Anadolu ve Kürdistan’da gerçekleştirmek için birden fazla soykırıma giriştiler. Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani ve Êzidi gibi Müslüman olmayan halkları soykırıma uğratarak, kalanlar ise topraklarından zorla sürülerek Anadolu ve Kürdistan’ı etnik olarak Türkleştirmek, inançsal olarak İslamlaştırmak istediler ve önemli ölçüde de başardılar.
Osmanlı devletinin onlarca halkı uzun süre bir arada tutma siyasetinin ana hatları böl-parçala-yönet olarak özetlenebilir. Başta Müslüman olmayan halklara, “ben olmasam Müslümanlar sizi ortadan kaldırır”, Müslüman halklara da “ben olmasam bu kâfirler size yaşam hakkı tanımaz” diyerek parçalayıp birbirine düşürmüştür. 18. yüzyıl sonu 19. yüzyıl başında ise Merkezileştirme-Türkleştirme siyaseti gereği Müslüman halkları yanına alarak Müslüman olmayan halkları soykırım veya katliama uğratıp Anadolu ve Kürdistan’da etnik temizlik gerçekleştirildi.
Osmanlı, Müslüman olmayan halkları Anadolu ve Kürdistan’dan temizlemek için; “Müslümanların birliğini” öne çıkarırken Cumhuriyet ile birlikte bu kez Türk-İslam sentezi öne çıkartılarak herkesin Türkleştirilmesi hedeflendi. İkincisinde Türklük belirleyiciyken İslam kimliğine ise tamamlayıcı misyon verildi.
İkincisi: Osmanlı rejimi, Ermeni’ye karşı Kürdü ve Kürde karşı da Ermeni’yi kullanırken; ezilen iki ulus olarak Kürtler ile Ermenilerin Osmanlıya karşı ortaklaşamaması, Türk rejiminin böl-parçala-yönet siyasetinde işini kolaylaştırdı.
“Ermenilerin Kürt Beyleriyle olan çelişkileri, onları Osmanlı’nın yanına itti. Kürdistan ve Ermenistan’daki işgalin sorumlusu Osmanlı Devleti olduğu halde Osmanlılara karşı savaşmaları gerekirken Ermeni ruhani liderlerinin Osmanlıları desteklemeleri bütünüyle bir talihsizlik örneğidir. Kendi bağımsızlıklarını Kürtlerin yenilgiye uğratılmasında görmeleri ciddi bir yanılgı olur. Din, vergi, sınır ve idari yönden Ermeni-Kürt çelişkisinin gerçek sorumluları her iki ülkeyi işgal eden Osmanlı Devleti olduğu halde düşman olarak Kürtleri görmek ciddi bir yanılgıydı.” (M. Kalman age sy, 24)
Osmanlı rejimi, “Ermeni-Kürt çelişkisinden memnun” kalmanın ötesinde bilinçli bir siyasetle Ermeni-Kürt çelişkisini kaşıdı, derinleştirdi ve de kendi lehine kullandı.
Üçüncüsü: Kürtler gibi Ermenilerinde iç siyasal birliğini yaratamaması en büyük sorunlarıydı ama sorunları bununla sınırlı değildi. Ermeni halkının bir diğer zayıf yanı ise Anadolu ve Kürdistan’ın her yanında, Trabzon’dan Tokat’a, İstanbul’dan Çukurova’ya ve Kuzey Kürdistan’ın her yerinde nüfus olarak var olmaları ama hiçbir yerde çoğunluk oluşturmamaları idi; bu durum siyasal ulusal direnişlerini olumsuz etkiledi.
Dördüncüsü: Ermeni soykırımında Batının, özellikle Almanya’nın günahı büyüktür. Osmanlı devleti Birinci Dünya savaşında Almanlar ile müttefikti. Almanya, Ermeni soykırımında sadece bilgi sahibi değil aynı zaman planlayıcıydı. -Yer yer Alman komutanların doğrudan soykırımda yer aldıklarına dair bilgi-belge var.- Sadece Almanya değil genelde Batı az çok bu soykırımdan haberdardı. Talat Paşa, ABD elçisi Morgenthau’ya, “Abdülhamit’in yapamadığını biz yaptık” diyerek daha önce başlatılan ama yarım kalan soykırımı “tamamladık” diye böbürlenmiştir.
Soykırım sürecinde Kürt Egemenlerinin Tutumu ve Günümüz Kürt Siyasetinin Duruşu!
Öncelikle Kürtler genellemesi altındaki Kürt halkı ile Kürt egemen sınıflarını birbirinden ayırt etmemiz gerekiyor. Ermeni soykırımında esas sorumlu İttihat ve Terakki rejimidir, Kürt egemenleri ise bu soykırımda kullanılmıştır. Sadece Kürtler mi? Hayır. Ermeni halkının yaşadığı her yerde, o yörenin Müslüman egemen güçleri bir biçimiyle soykırımda kullanılmıştır çünkü Türklerin temel propagandaları olan “bu mesele Gâvurlarla Müslümanlar arasında varlık yokluk meselesidir” deyişi ile Müslüman ahali din ve mülkiyet hırsı ile kışkırtılıp suça ortak edilmiştir. Irkçı İttihat ve Terakki siyasetinin pratiğine Kürt egemenlerinin katılmasının birden fazla nedeni var:
Birincisi: İttihat ve Terakki tarafından, “Ermenilerin sizin topraklarınızda gözü var, Batılılar Müslüman toprağında, özelde de Kürtlerin toprağında bir Ermeni devleti kurmaya çalışıyorlar” propagandasının yapılması. Tersinde de Kürt egemen sınıflarına dönük, “Ermeniler kovalanırsa malı mülkleri size kalır” propagandasının gerçek hayatta karşılığının bulunuyor olması. Yani dini fanatizm kadar mal-mülk hırsı da kimi Kürt egemenlerinin katliama katılmasında önemli rol oynamıştır.
İkincisi: Kürtler ile Türklerin aynı İslam inancında olmalarına karşın, Ermenilerin Hıristiyan dini inançta olmaları, sadece Kürt egemen sınıfların değil genelde Kürtlerin, “din elden gidiyor” propagandasının galeyanına gelmelerinde rol oynamıştır. Urfa’da Molla Sait Ahmet verdiği fetva ile 28 Aralık 1895’te saldırılar başlar. Herkesin gözü önünde “bir Ermeni’yi yere yatırıp başını kesince” ahali de kendisini izler.
Üçüncüsü: Kürtler ve Ermenilerin bin yıllara dayanan yan yana, iç içe yaşamalarına karşın ayrı dini inanca sahip olmaları ile iki ayrı millet olmaktan kaynaklanan sorun ve çelişkileri de var. Osmanlı rejimi malum, daima farklı inanç ve etnik kimlikler arası çelişkileri kullanarak her birini ayrı ayrı kendine bağlamanın yollarını aramıştır. Kürtler ile Ermeniler arasındaki çelişkileri ise merkezileşme-uluslaşma hedefi doğrultusunda daha bir önemle ele alıp derinleştirmeyi hedeflemiştir.
Kısacası bin yıllara dayanan, aynı coğrafyada ortak yaşadığımız kapı komşumuz, kuyumcumuz, goşkarı me (ayakkabı tamircimiz), necarı me (marangozumuz), kalaycımız, demircimiz, semercimiz… olan Ermeniler katledildilerse; Kürdistan’da, biz Kürtlerin gözleri önünde adeta kökleri kazındıysa; Diyarbakır yöresinde Ermeni avcıları “Bejikler”, Van’da “Kasaplar Taburu” ve Mardin’de “El Hamsin Birlikleri” gerçeği varsa… Kürt egemen sınıfların da az-çok sorumlulukları vardır, olmuştur. En azından torunları olarak (üstelik ortalama her üç Kürt ailesinden birinde bir biçimiyle Ermeni damarının da bulunduğu gerçeğimiz bulunuyorsa) ÖZÜR DİLEMELİYİZ, DİLİYORUM!
Elbette soykırım sürecinde, zayıf da olsa Ermeni halkına kol kanat geren, sahip çıkan Kürt halkı gerçeği de vardır. Hatta “Bazı Kürt beylerinin çok sayıda Ermeni’yi kurtardığı” söylenir. Örneğin “Mahmutzade Beytullah Beyin Moksi yöresindeki Ermenileri kurtarması gibi.” Yine “Abdürrezak Bey’in 1915’in ilk yarısındaki en önemli faaliyeti, birçok vilayette Hamidiye alaylarının öncülüğünde ve teşvikiyle yürütülen Ermeni katliamını önlemek ve Ermeni göçmenlerini Rusların elindeki güvenli bölgelere ulaştırmak olur.” (Ahmet Kardam Cizre-Botan beyi Bedirhan Direniş ve isyan Yılları sy; 47 dipnot yay.) Bu tutumunun bedeli ise Abdürrezak Bey’e 1918 yılında Musul’da İttihat ve Terakki tarafından öldürülerek ödetilir!
Dersim Kızılbaş Kürtleri ise genelde Ermenileri korumakla -tabir yerindeyse- biz Kürtlerin yüz akı olmuşlardır. “Lazarev’e göre 5 bin, N. Dersimi’ye göre ise 36 bin Ermeni Dersim’e sığınmış ve daha sonraları Ruslar Erzincan’a girdiklerinde onlara katılmışlardır” (M. Kalman age sy, 135)
Nasturi-Keldani-Süryani Soykırımı Ve Bedirhan Bey
19. yüzyılda, çoğunluğu Hakkâri yöresinde 200 kadar Hıristiyan köyünde yaklaşık 100 bin civarında Nasturi nüfus bulunurken, bugün Kuzey Kürdistan’da Nasturiler neredeyse hiç kalmadıysa bunun temelinde Bedirhan Bey’in birincisi 1843, ikincisi ise 1846 yılında olmak üzere peş peşe Nasturilere dönük iki büyük katliama girişmesi bulunur.
Bedirhan Bey birincisinde 1843 Haziranında 9 bin kadar Kürt askeriyle Nasturilere saldırır. İngiliz kaynaklarına göre, “yaklaşık 10 bin Nasturi katledilir, sağ kalanlar esir alınır. Binlerce Nasturi canlarını kurtarmak için Musul’a sığınır.”
1846’da gerçekleştirdiği ikinci saldırıda ise bu kez 20 bin civarında Nasturi’nin katledildiği belirtilir. Yani iki saldırıda toplam 30 bin civarında Nasturi katledilmiş geri kalanı ise esir alınmış veya kitlesel göç zorlanmışsa bu bir soykırımdır!
Bedirhan Beyin Nasturileri hedef alması kendisine zarar verdiği gibi Kürtleri de Dünya kamuoyu nezdinde zor durumda bırakmıştır. Bugün Kerkuk, Şengal, Heseki’de Kürt savaşçıların, Müslüman olmayan halklar başta olmak üzere tüm halkların, tüm inançların savunuculuğunu yapmaları bu imajlarının düzeltilmesinde katkısı olacaktır.
Bedirhan Bey liderliğindeki Kürt askeri gücünün Hıristiyan Nasturileri soykırıma uğratması, Kürtleri uluslararası, özellikle Batı kamuoyu nezdinde zor durumda bırakırken bir yıl sonra kendisini hedef alacak Osmanlı’nın işini de kolaylaştıracaktı. Osmanlı, Kürtlere (Bedirhan Beye) saldırdığında Avrupa’nın ses çıkarmayacağını hesaplamış, hesabı karşılık da bulmuştur.
Böylece, Osmanlı önce Kürtler eliyle Nasturileri ortadan kaldırılarak Batının bölgedeki elini zayıflatmış; sonra da sıra Kürtlere gelmiştir. Nihayetinde Osmanlı 1847 Mayıs-Haziran’ında Bedirhan Beye saldırıya geçip teslim alınca Batı bunu alkışlamıştır!
Osmanlı, aynı siyaseti Ermeni soykırımını gerçekleştirirken de izledi. Bu kez, “Ermenileri Kürtlerin katlettiklerini göstermek için yöneticiler Kürt giysileri içerisinde ‘iş başında’ fotoğraf çektirerek dış dünyaya onları suçlu gösterdiler. Başarılı da oldular. ‘Biz yapmadık Kürtler yaptı’ propagandası ile Talat Paşa’nın Kürdistan’da otoritenin olmadığını belirtmesi, soykırımı Kürtlerin üzerine yıkma anlayışındandır.” (M. Kalman age sy,135)
Sonuç itibarıyla günümüz Kürt siyaseti -özelde Kürdistan komünist hareketi olarak Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP) yaşanan Ermeni soykırımında tarihimizle yüzleşmelidir.
Birincisi: Ermeni soykırımında, atalarımızın günahlarını sür git sırtımızda taşımak durumunda olmamalıyız. Soykırımda bize düşen payı kabul ederek öncelikle özür dilemeliyiz.
İkincisi: “İslam kardeşliği” adı altında geliştirilmek istenen Hıristiyan karşıtlığına “hayır” diyerek, hali hazırda potansiyeli bulunan Kürt-İslam sentezine karşı durmalıyız.
Üçüncüsü: Ermenilerin topraklarına dönüş talepleri üzerine, Türk rejiminin bildik propagandasına karışı; bizler “ister Kürdistan, ister Kuzey Mezopotamya diyeceğimiz coğrafyaya ortak vatan olarak; Kürt, Ermeni, Arap, Azeri, Türk, Süryani ve tüm inanç gruplarıyla hepimizdir” diyelim. Soykırım kurbanlarının ve mirasçılarının vatandaşlık haklarının iade edilmesi, el konulmuş maddi zenginliklerinin iadesi ya da tazmin edilmesi mücadelesini yükseltelim. Bu konudan Güney Kürdistan parlamentosunun Ermeniler dahil aldığı beş resmi dil uygulaması iyi bir referanstır.
Dördüncüsü: 24 Nisan Ermeni Soykırımının 100. Yıl dönümünde Anadolu ve Kürdistan’da savaşsız, sömürüsüz düzen olarak özgürlük ve sosyalizm mücadelesini yükseltmeliyiz.
Beşincisi: Zorla Müslümanlaştırılmış Ermeni ve diğer inançlardan olan herkesin özgür iradesiyle kendi kimliğine dönme koşullarının yaratılmasını savunmalıyız. 15-04-2015
canbegyekbun@hotmail.com