Site icon Rojnameya Newroz

Ekstraktivizm Karşıtlığı, Sosyalist Devletler ve Merkezi Planlama Sorunu

Ekstraktivizm

Fotoğraf: polenekoloji.org

Bu yazı Polen Dergi’nin 6. sayısında yer almıştır.

Yazar:  Salvatore Engel Di Muro

Çeviren: Yaşam Uzun

Ekstraktivizm kavramı ve onun eleştirisi kaynağını ağırlıkla Güney ve Orta Amerika’daki mücadelelerden alıyor. Çokuluslu tekel şirketlerin koşulları altında “Küresel Güney”den “Küresel Kuzey”e ihracatı için, büyük miktarda ve yüksek yoğunlukla kaynak çıkarımının yanı sıra toplulukları ve yaşadıkları çevreyi etkileyen uzun vadeli yıkıcı etkileri de beraberinde getiren geniş çaplı kaynak sömürüsünü ifade eden yeni sömürgeci durumu tanımlamak üzere kullanılan bir terim.

Ekstraktivizmin, Güney ve Orta Amerika ülkelerinde sermaye birikiminin ana temellerinden biri olarak hammadde ihracatında son dönemdeki genişlemeyle karakterize olduğu söyleniyor. Bu aynı zamanda neo-ekstraktivizm olarak da adlandırılıyor. Bu tür ihracata aşırı bel bağlama, hızlı büyüyen ekonomilerdeki işletmelerin artan talebiyle ilişkili. Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) sıklıkla yerkürenin çoğundan hammaddeleri emen ana üretim vorteksi olarak gösterilir, ancak bu, Çin Komünist Partisi içindeki sosyalist akımı ayırt etme ve destekleme zahmetine girmeksizin ve merkez kapitalist ülkelerden şirketlerin ÇHC’ye endüstriyi kaydırma ve yabancı doğrudan yatırımlarına dikkat kesilmeksizin yapılır.

Devletin geri dönüşü ve egemenliğin kaybı her ne olursa olsun, hammadde çıkarımına (birincil sektör faaliyeti) daha fazla bağımlılığa dönüş, 1990’lara gelindiğinde “aracı, düzenleyici özne”ye indirgenmiş olan devletin rolünü pekiştirdi (Svampa 2012, 46). Bu, servetin yeniden dağıtımı ve yetersiz tedarik sağlanan topluluklara sağlık bakımı, komünal ve küçük çiftçiliğe destek, Yerli ve Afrika kökenli toplulukları kalkındırma gibi sosyal olarak yapıcı programlar yürürlüğe sokma amaçları için kaynaklardaki hızlı yükselişi kullanma niyetindeki sosyalist hükümetlerin oluşumu için bir yer açtı.

Aynı zamanda, madencilik ve kerestecilik gibi kaynak çıkarımının parçaları, hükümetlerin sıklıkla yabancı kapitalistler adına şiddetli müdahalelere başvurmasıyla ve sermaye yoğun, geniş ölçekli kaynak çıkarma projeleriyle daha büyük bir egemenlik ya da halk denetimi kaybına yol açtı. Birincil sektör faaliyetleri, böylelikle topraklarına göz diken yenilenmiş sömürgeci genişlemeyle de yüzleşmek zorunda kalan pek çok topluluğun geçimliklerine, komünal arazi ve mülklerine tecavüz ettiği ve zarar verdiğinden süreç çevresel mücadelelerde keskin bir yükselişi tetikledi.

Özellikle ekstraktivizme karşı mücadele eden çoğu solcu, sosyalist devletlerin, hammadde ihracatıyla aynı zamanda, merkez kapitalist devletlerin mütemadiyen hem ekonomik hem de askeri saldırılarından kendilerini korumak ve köylülerin ve işçi sınıfının refahını geliştirmek için gereken para ve gereçleri biriktirmenin temel bir yolu olarak meşgul olduklarını unutuyorlar gibi görünüyor. Sonuç, pek çok, kimi zaman halk sağlığını bozan, etkileri devam eden çevresel örselenme vakalarıyla birlikte (gerçi, toplamda, asla kapitalist dünyadaki gibi yaygın ve küresel ölçekte yıkıcı değil) halkın maddi ve kültürel yaşam koşullarını büyük ölçüde geliştirmede daha önce görülmemiş bir başarının yaşandığı çelişkili bir süreç.

Çelişkili süreçler

Ağırlıklı olarak Avrupa dışındaki devlet sosyalizmi ülkeleri, hammadde ihracatına ekonomik bağımlılıklarının etkilerini tartışmak üzere incelemeye tabi tutulabilir. Bu belli ölçüde başka bir yerde ele alınmıştı. Burada ise Moğolistan ve Küba karşıt örneklerine kısaca dikkat çekmek istiyorum.

Moğolistan, SSCB’den sonra, komünistlerin 1922’de sosyalist bir devrimi gerçekleştirmeyi başardıkları tarihteki ikinci ülke. Aynı zamanda, SSCB’de olduğu gibi, bir karşı devrimin 1992’de, öne çıkan çevresel örselenme sorunları görülmemiş düzeylere çıkarırken çoğu toplumsal kazanımı yok ettiği ya da onların altını oyduğu bir ülke. O zamandan bu yana Moğolistan, özellikle en büyük ihraç malı kömüre devam eden ilgi ve yenilenebilir enerji teknolojilerinde kullanılan nadir yeryüzü elementlerinin son dönemdeki artan önemiyle birlikte ihracata yönelik hammadde çıkarımından daha önce hiç olmadığı kadar ağır bir şekilde etkilenegeldi. 2000’lerin başına gelindiğinde artan eşitsizlik ve yoksulluk oranlarıyla Moğolistan, dünyanın en büyük madencilik şirketlerini çeken, nüfusun neredeyse üçte birini oluşturan çobanlıkla geçinenlerin geçimliklerine giderek daha fazla saldıran ve zarar veren madencilikle ilişkili devasa yıkım için koşulların oluştuğu bir hammadde çıkarımı endüstrisi cenneti haline gelmişti (bkz. Byambajav 2012; Hannan 2014; Munkherdene and Sneath 2018).

Küba ise aksine, hâlâ var olan sosyalist bir devleti meydana getiren daha yakın zamanlı bir sosyalist devrimi temsil ediyor. Devrimden bu yana, şimdilerde ağırlıklı olarak nikelin (ihracatın %50’si) şeker kamışının yerini aldığı hammadde ihracatına büyük ölçüde bel bağlanmıştı. Madenciliğin ve şeker kamışı üretiminin çevresel açıdan yıkıcı etkileri uzun bir süredir kabul ediliyor ve bu etkileri azaltmak için anlamlı çabalar harcanıyor. Yine de, Küba sosyalist devleti sayesinde bu tür ihracata yönelik hammadde çıkarımının uzun vadeli devamlılığı, toplumsal hizmetlere (sağlık bakımı kurumları, okullar, diğer toplumsal inşaya yönelik adımlar) ve diğer yararlarının yanı sıra agroekolojik açıdan bilinçli ve ekolojik olarak sürdürülebilir çiftçiliğin geliştirilmesine yatırım yapılmasını sağladı.

“Bolluk laneti”nin etrafından dolanmak

Bu, Küba’nın neden dünyadaki ekolojik açıdan en sürdürülebilir ülkelerden biri olduğunun ve neden Kübalıların, Orta ve Güney Amerika’daki çoğu halktan ve hatta ABD’deki çoğu topluluktan daha yüksek yaşam standartlarına sahip olduğunun sebepleri arasında. Onlarca yıldır sürekli sıkılaşan ABD ambargosu ve yüzlerce terörist saldırıyla birlikte düşünüldüğünde bu, çoğu ekstraktivist hasarı Güney ve Orta Amerika ülkeleri dahil daha yoksul ülkelere kaydıran Kanada, ABD ya da Almanya gibi ülkeleri utandırması gereken müthiş etkileyici bir başarı.

Özellikle çarpıcı olan o halde, devlet sosyalizmi ülkelerinin, Orta ve Güney Amerika gibi bölgelerde ortak görülen “bolluk laneti”nin (yaygın yoksunluk içindeyken kaynakların bolca olması) tam karşıtını başarmış olmasıdır (Svampa 2012, 52). Devlet sosyalizmi ülkelerinde maddi iyilik hali toplumun genelinde tam da odun, petrol, kömür, metaller ve diğer pek çok şeyin toplumun geniş anlamda maddi refah düzeyini yükseltmek için kullanılması ve ihraç edilmesiyle gelişti. Ana toplumsal başarılar tam da kaynak çıkarımı aracılığıyla mümkün kılındı. Bu kaynak çıkarımı, kapitalist “ekstraktivizm”in devlet sosyalizmi tarafından yeniden kamulaştırılması girişimi olarak değerlendirilebilir.

Sorun, bu nedenle, Orta ve Güney Amerika’daki hükümetlerin kimi özsel hataları (yani örneğin Svampa’dan (2012, 52-53) alıntıyla “kalkınma illüzyonu”) olarak görülmemeli, zira Bolivya’da yoksulluk “ekstraktivizm” sayesinde geçici olarak gerçekten de azaltıldı (yine bkz. McKay 2017). Sosyalist bir devrimi başarmak (yerli kapitalist egemen sınıfların ve dış emperyalist güçlerin yenilgisi) ve ulusal ekenominin dizginlerini ele geçirmek için bunun yerine Orta ve Güney Amerika’da, dikkat çekici Küba istisnası dışında, tekrar eden başarısızlıklara odaklanmak daha uygun görünüyor.

Komünizmin habercisi mi?

Sosyalistlerin şu ana kadar tarihsel olarak başardıklarını reddetmekten çok bunlara aynı zamanda saygı duyan daha karşılaştırmacı bir çerçeveden bakıldığında ekstraktivizm kavramı parıltısını kaybetmeye başlıyor. Kavram, dikkatleri dağıtarak neyin başarılması gerektiğinden ve bu amaçlara ulaşma stratejilerinden öteye çekmenin bir yolu oluyor. Öyle ki, ekstraktivizm terimi, hammaddelerin spesifik olarak kapitalist tarzda çıkarımı ve kullanımı anlamına gelecek şekilde yeniden tanımlanmadığı sürece bu tür yollar, komünizmin gelişimini bastırma, etkisizleştirme ya da önünü alma amacına varıyor. Bu, üzücü bir şekilde, ekstraktivizmin bir devamı (ya da neo-ekstraktivizm) olarak algıladıkları şey bakımından sosyalist hükümetleri eleştiren çoğu solcu entelektüelin benimsediği cinsten bir anlam gibi görünmüyor.

Solcuların, özellikle de devlet sosyalizmini ilkesel olarak reddeden türden solcuların, sosyalist hükümetleri ve devletleri “ekstraktivizm” ile suçlamalarında kesinlikle başka ve daha köklü politik sorunlar da var. Hammadde çıkarımının kapitalist biçimini sosyalist biçiminden ayrıştırmayı reddetmeleri (yararlı bir inceleme burada bulunabilir) tutarsız bir pozisyona, değilse de bir çelişkiye götürüyor.

Kaynak çıkarımının tamamen sona erdirilemeyeceği, bunun zaman alacağı ve bunun servetin yeniden paylaştırılmasına ve insanların yaşamlarının geliştirilmesine yönlendirilmesi gerektiğine (bkz. Acosta 2017) dair bir kabul olsa da sosyalist hükümetlerin kaynak çıkarımı yoluyla servetin yeniden dağıtımına girişmeleri ya eleştirilir ya da bir bütün olarak reddedilir. Sıklıkla, bu tür solcular sosyalist devletleri ve hükümetleri, sanki yüzlerce yıllık sömürgecilik ve emperyalizm ve yeni sömürgecilik üzerine kurulu küresel yapı sadece bir ülkede ve sadece on yılda ya da tek bir nesilde tersine çevrilebilirmiş gibi ulusal ekonomileri dönüştürmedikleri için paylıyorlar. Eleştiri yapanların bir kısmı herhangi bir “post-ekstraktivist” alternatif dahi önermiyor.

Merkezi örgütlenme ve Tecumseh’in öğretileri

Siyasi stratejiler daha bile yetersiz oluyorlar ya da önerildiklerinde, tam da savunulan şeyi başarmak için önceki girişimleri kanla boğan emperyalist müdahalelerle ilgili hayrete düşürecek kadar safdilli ya da garip bir şekilde ihmalkâr oluyorlar. Herhangi bir vicdanı olmayan ulusal burjuva güçlere ve düşman bir dünya kapitalist ekonomisine karşı savunurken antikapitalist sol oluşumlar içindeki çeşitlilik gösteren toplulukları ve çoklu çelişkili eğilimleri uzlaştıran oldukça rahatsız edici ve bir hayli karmaşık meselelerle yüzleşmeyi, kendi kendini temize çıkaran, hiddetli bir reddetme söz konusu. Düşman bir dünya kapitalist ekonomisi, en azından, muazzam ve hayli örgütlü kapitalist baskıları savuşturmak için merkezi bir koordinasyon sürecinin yanında askeri bir özsavunmayı gerektirir, – ya da yoksa yenilgi, bu kendinden menkul “anti-ekstraktivist” eleştirel sol için herhangi bir merkeziyetçilikten daha mı evladır?

Bu değerlendirmeler, sömürgecilikten kurtulma mücadelelerinde özellikle önemli, zira bunlar belki de tarihsel olarak birbiriyle çatışma içinde olan onlarca ya da yüzlerce farklı topluluğu içinde barındırıyor. Ötle görünüyor ki, Tecumseh gibilerin öğretileri can alıcı önemde kalmayı sürdürüyor ve halen öğrenilmesi gerekiyor.

Merkezi örgütlemeye ve özellikle de devlet sosyalizmine karşı hoşnutsuzluğun, nihayetinde, sadece kapitalist ekstraktivizme değil, daha geniş anlamda, Berliner Gazetesi’nin “After Extractivism” projesindeki diğerlerinin de değindiği gibi emperyalizmin yeşile boyanmış son dönemedeki yinelemesi olarak “yeşil kapitalizm”e somut bir şekilde meydan okuyan çabalara köstek olduğunu savunuyorum.

Bu metin, Berliner Gazetesi’nin “After Extractivism” yazı dizisine bir katkı. Yazı dizisinin Almanca versiyonu Berliner Gazetesi’nde. İngilizce içerik için ise https://after-extractivism.berlinergazette.de sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Salvatore Engel-Di Mauro SUNY New Paltz’da Coğrafya Bölümü’nde profesör. Araştırma alanları arasında eleştirel fiziksel coğrafya, diyalektik ve tarihsel materyalizm, toplumsal cinsiyet-çevre süreçleri, sosyalizm ve çevre, sosyalist deneyimler ve toprak asitlenmesi ve kirlenmesi yer alıyor. Capitalism Nature Socialism dergisinin baş editörü.  “Sosyalist Devletler ve Çevre, Eko-Sosyalist Gelecekler için Dersler” kitabı 2021’de Pluto Press’ten çıktı.

Kaynak: https://polenekoloji.org/ekstraktivizm-karsitligi-sosyalist-devletler-ve-merkezi-planlama-sorunu/

Exit mobile version