Site icon Rojnameya Newroz

DÖRT GÜNLÜK “Bİ ŞEY”

Şaşırtıcı ama “Kadın örgütü yöneticiliği”nden “suç”lanıyordum! Kadınların kendi soru(n)larını çözeceğinden şüphe duymayan birisi olarak, “Cinsiyetim kadın örgütünün yöneticisi olmama uygun değil”di ki…

Kaldı ki şöyle de düşünülebilirdi: Ankara’nın göbeğinde yani Başkent’te illegal kadın örgütü bir etkinlik düzenliyor. Ben bu illegal kadın örgütünün yöneticisiyim. Bu ne kadar makul olabilir buna aklıselim çerçevesinde bir yanıt verilebilir mi?

Hem bu “böyle” ise -ki değil!- bu olay “olur”ken, o tarihte bu devlet neredeydi? Bu “iddia” bir komedidir, kara mizahtır.

Bir şey daha: Tanımadığım insanlarla kuruyorum bu örgütü!

 

DÖRT GÜNLÜK “Bİ ŞEY”

TEMEL DEMİRER / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

“Benimkisi iyimser bir kötümserlik.”[1]

“Bilincimizi giderek damarlarımızda dolaşan kanın rengine ve gözyaşlarımızın tuzuna bulaştırdık, bu da yetmiyormuş gibi gözlerimizi içimize dönük birer aynaya dönüştürdük, sonuçta gözlerimiz, ağzımızla yadsımaya çalıştığımız şeyleri çoğu zaman hiç sakınmadan gözler önüne serer hâle geldi,”[2] diye tarif edilmesi mümkün olan bir ufukta; Miguel de Unamuno’nun, “Gözle görülen evren, kendini-koruma içgüdüsüyle yaratılan evren, çok dar geliyor bana. Daracık bir zindan odası gibi o, demir çubuklarına ruhumun kanatlarını boş yere çarptığı. Havasızlığı boğuyor beni. Daha çok, daha çok, gittikçe de daha çok! Ben kendim olmak istiyorum, görünen ve görünmeyen nesnelerin bütünlüğü içinde birleştirmek istiyorum kendimi onlarla, uzayın sınırsızlığı içinde kendimi yaymak ve kendimi sonsuz zamanın içinde uzatıp sürdürmek istiyorum. Hep ve sonsuza dek olmamak var olmamak gibidir, hiç değilse, hep kendim olayım, ve öylece sonsuza dek. Tüm kendim olmaksa tüm başkaları olmaktır. Ya hep ya hiç!”[3] satırları hâlime tercüman oluyor…

Bu böyleyken; olup da bitmeyecek olan dört günlük “bi şey”di nihayetinde; yazılmalı mıydı veya yazılmasa da olur muydu?

Uzun süre kararsız kaldım; bir öyle bir böyle ikilemi sarmalındayken; aklıma geldi…

Ne kadar da çok gözaltına alınmış; ne kadar da çok tutuklanmıştım…

İlki ne zaman ve neredeydi; nasıldı? Hatırlamıyorum bile…

Gözaltılarım, tutuklanmalarım: En “sonuncusu”(?) dört günlük “bi şey” dışındaki hiçbirisi kayıtlı değil zihnimde; bunların “olağanlaşıp”, “vaka-ı adiye”den sayılmasından belki de…

İnsanın Terörle Mücadele’de aşina olduğu simalar, tanıdığı insanlar olabilir mi?

Emekli olanlar yanında benim hâlâ tanıdıklarım var; mesela Çerkez gibi, “Hocam” diyen gibi…

Bu kez “bencillik” deseler de kayıt altına alacağım, yazacağım şu dört günlük “bi şey”i; çok önemli olmasa da; benim hikâyemin bazı dostlarımınkilerin yanında komik sayılabilecek olmasına rağmen…

* * * * *

İlerleyen yaşıma rağmen -Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin-, “Şu hayatta korktuğum tek şey, çektiğim acılara değecek bir insan olamamaktır,”[4] uyarısını unutmamaya özen gösteren birisi olma ısrarımı hep diri tutmak aslî tutumum oldu.

Bu nedenle kötü ya da berbat bir dönemden daha geçerken duvarı yıkmaya gücüm yetmese de; önümde duvar var diye “boyun eğmeyi” kabullenememe gayretindeki biri olarak, çektiğim(iz) acılara ve umutlarımıza dair yazılacak ne varsa umutla kayıt altına alınmalıydı…

Kolay mı? Dünyada iyi, güzel ve doğru için yapılmış olan her şey umutla, ısrarla, tarihin kaydı altına alınarak yapılmamış mıydı?

Veya “Değer taşıyan tek hikâye vardır, o da bedelini sizin ödediğinizdir,” demez miydi Louis Ferdinand Céline?

* * * * *

O hâlde Martin Luther King’in, “Sizden sokakları süpürmeniz isteniyorsa Beethoven’ın beste yaptığı gibi süpürün, Sheakspeare’in şiir yazdığı gibi süpürün ve Michelangelo’nun resim yaptığı gibi süpürün. Öyle bir süpürün ki uçan ve yürüyen herkes ve her şey dursun ve burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş desin,” uyarısındaki içtenlikle yazmaya başlayayım…

* * * * *

Sabahın köründe geldiler; çoğunluk böyle olur zaten…

Sibel, “Polisler” dedi insan güven aşılayan her zamanki sakinliğiyle…

Sabahın 05.00 sularıydı; 2018 Ekim’inin 6’sıydı; hava daha ağarmamıştı; etraf karanlıktı; kapının önündeki Tarçın ve Mavi ile arka bahçedeki Çapul sinirli sinirli havlıyorlardı…

İki araçla 5-6 kişi gelmişlerdi…

Evi büyük bir itina, gayretkeşlikle aradılar…

Ne varsa, neresi varsa…

Gülmek tuhaf bir duygu; en olmadık zamanlarda tutuyor insanı. Polislerden biri, “Ne biçim ev bu, her odadan bir kedi fırlıyor,” diye homurdanınca Sibel’le göz göze geldik; gülümseyerek…

Bilgisayarım; üzerindeki flaş belleğime “olağan şüpheli” olarak el konuldu!

En sıkıcı olan ise, Sibel’in “korkutucu” kitaplığıydı; çok kitap vardı ve çoğunluğu da yabancı dildeydi…

Sonra mutfak ve banyo dahil tüm odalar, bodrum ve nihayet arka bahçe… Sinirleri tepesindeki -Sivas kangalı- Çapul’u sakinleştirmek kolay olmadı…

Ardından giyinirken; Sibel “İç fanilası unutma” diyerek 900 TL’yi uzatıp, ekledi: “Ya ilaçların”?

Polis, “Verilmez” dedi; bıraktık…

Sonra kucakladım Onu sımsıkı, kokusunu içime çekerek; bir de Püskül’ü öptüm…

Polisler araca binerken Tarçın ve Mavi’yi tuttum; birer öpücük de onlara kondurdum…

* * * * *

Kontağı çevirdiler; hikâye bir kere daha başladı…

Önce hastaneden sağlık raporu; sonra Kartal Emniyeti’ndeki tek kişilik nezarethane odası…

Beton üzerine uzanınca aklıma ilk, “Bana biraz bahar gerekiyor. Çok üşüdüm,” sözü geldi Maksim Gorki’nin; sonra da Malcolm X.’in, “Özgürlüğü savunanların direnme gücü, zulmedenlerin gücünden daha fazladır,” uyarısı…

* * * * *

Beni koydukları yer tam tuvaletin karşısı; yani demir parmaklıkların ardından “def-i hacet” eyleyenleri dikizlemek zorundayım istemesem de; ama buna bir çare buldum…

Ufacık mazgaldan dışarıyı seyrettim; ağaçlar görünüyor, bir de betonarme binalar; ne gam; hiç yoktan iyidir böylesi de; John Stuart Mill’in, “Memnun bir aptal olmaktansa, memnun olmayan bir Sokrates olmak daha iyidir,” diye tarif ettiği dikotomide…

* * * * *

Böylece kaç saat geçti anımsamıyorum; zamanı dışardan uzanan ışık huzmesiyle kestirmeye kalkışırken…

Genç bir polis, “Ankara’dan ekip geldi hazırlan” dedi ve iki polis nezaretinde yine hastane raporu için “Bir şeyin var mı?” diyen bir doktorun karşısındayım.

Tekrar karakola dönünce soluğu mutfakta aldık. Birileri sigaralarını çay eşliğinde tellendirirken; dört kişinin en yaşlısı, “Seni Ankara’ya biz götüreceğiz,” diyor.

Kenarda elinde naylon poşetiyle ve polise benzemeyen (sonradan adının Hewal olduğunu öğrendiğim, rafığım!) genç bir kadın.

Yola çıktığımızda saat 18.00 sularıydı…

Müthiş bir süratle ve tüm hız limitlerine aldırmadan; araç içinde içilen sigara dumanları ve baygınlık veren arabesk eşliğinde tam istim Ankara istikametinde yol alıyoruz.

Camdan dışarıyı seyrediyorum; “Kim bilir?!” kaygılarıyla…

“Abartma” diyorum kendi kendime; sonra hatırlayabildiğim dizeleri terennüm ediyorum: “Sabahlarımızı renklere boyayacak;/ İnsanlara ihtiyaç var şu dünyada,” dizeleriyle Cemal Süreya’dan… Veya “Adını yaşamak koymuşuz ya,/ kulak asma bizimkisi/ ayak sürümek dünya toprağında,” notuyla Murathan Mungan’dan…

Sonra gülüşünü anımsıyorum “Comandanta”mın; “Sana her zaman söylüyorum senin yüzünde gülmek var/ Bakınca bir yaşama ordusu çıkıyor aydınlığa,” diyen Edip Cansever eşliğinde…

* * * * *

Polis otosu tam gaz yol alırken; Hewal ile göz göze geldik; gülümsedik birbirimize iki “suç ortağı” olarak; malum “suçumuz insan olmak”tı ya her ikimizin de…

Yıl 1977 (ya da galiba 1978) idi; Antep Mahpusu’ndan Bilecik Zındanı’na sürüldüğüm gibi bu sürekli bir “déjà vu”ydü!

Bir kaçınılmazlıktı sanki; Miguel de Cervantes’in, “Çünkü içim, makul bir saatte uyuyabilecek kadar huzura kavuşmadı henüz,” ifadesiyle karakterize olanlar için…

* * * * *

İşte ilk gençliğimin Ankara’sındayız…

Yeni Emniyet binasına aşinayım; daha önce burada Sibel ile ifade vermiştik…

Zemin kattayız; 7 hücre var; hücrelerde HDP’liler, Odakçılar da var…

Hepsiyle selamlaşırken; beni “Fethullahçı” olduğu söylenenlerin bulunduğu 7 nolu hücreye koydular.

Dört kişi olduk; biri Ankara Dışkapı Hastahanesi’nden çocuk doktoru T… Diğeri Kocaeli’den Halk Sağlıkçısı Ü… Öteki de uzman çavuş K…

Hepsi itirafçıların mağduru; şaşkın ve kızgınlar…

Buzluktan çıkarılmış yemekleri yerken hasbihâl ediyoruz onlarla; kesik kesik ve kayd-ı ihtiyatla konuşuyorlar ya da konuşmuyorlar.

İster istemez bir yakınlaşma oluyor; mahpusluk, çoluk çocuk, bir de şeker hastalığından kaynaklı…

Başçavuş K, başının altındaki battaniyeyi bana verirken; şeker hastası çocuk doktoru T’de, ilacının yarısını vermeyi önerdi bana…

İkinci gün mü, yoksa üçüncü gün müydü? Kilis’ten, Siirt’li Kürt A.’yı getirdiler; “IŞİD’li” dediler…

Bileklerinde kelepçe izi; suratında morluk ve korku dolu gözler…

Sıkı işkenceden geçmişti; yemek bile yiyemiyordu; “İşkence gördüğünü söyle, çekinme” dedim; ve bir süre sonra alıp götürdüler onu…

Ardından avukatlarım geldi; güzeller güzeli S. ile E. ve M. ile E… Onlarla küçücük bir odada bile olsa kucaklaşmak, Sibel’den, kardeşten öte yoldaşım Yücel’den dışarıdan haber almak ne güzel şeydi…

Sonra yıllardır yükümü(zü) omuzlayan kadim dostum/ avukatım L. çıkageldi güven veren gülümseyişiyle…

İfademi aldılar ve öğrendim ki, “illegal bir kadın örgütü yöneticisi”ymişim!

Pek şaşırtıcı değil; 3-4 yıl önce de Kızıldere için Hatay’da yapılan basın açıklamasından ötürü “THKP-C Örgütü Yöneticiliği”nden Adana’da yargılanmamış mıydım?

Burası Türkiye’ydi ve hemen her şey mümkündü; hepimiz Josef K. ilan edilmişken…

* * * * *

Bunlar böyleyken; “İyi de olup bit(mey)en neydi?” derseniz tekrar pahasına sıralayayım!

Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın soruşturması kapsamında sabahın köründe İstanbul’daki ikametgâhım basılarak, 6 Ekim’de gözaltına alınıp;[5] Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde ilan edilen sokağa çıkma yasağını protesto eylemine katıldığı için ‘örgüt propagandası’ ve ‘örgüt yöneticiliği’ iddiasıyla sorgulanmam ardından; 9 Ekim 2018’de adli kontrol şartı ve yurtdışı yasağı konularak “serbest” bırakıldım.

Sorgumda, “KJA örgütü hakkında ne bilip, bilmediğimi sordular. Ben de böyle bir örgütü tanımadığımı söyledim. Eylemde çektiklerini iddia ettikleri fotoğrafımı gösterdiler. Bana ‘O eylemde yasadışı sloganlar atılmış ve bu eylemi yasadışı KJA örgütü yapmış. Haberi nerden aldın?’…” türünde sorular yönelttiler. Ben de “Demokratik eylemlere katılırım” yanıtını verdim.

Şaşırtıcı ama “Kadın örgütü yöneticiliği”nden “suç”lanıyordum! Kadınların kendi soru(n)larını çözeceğinden şüphe duymayan birisi olarak, “Cinsiyetim kadın örgütünün yöneticisi olmama uygun değil”di ki…

Kaldı ki şöyle de düşünülebilirdi: Ankara’nın göbeğinde yani Başkent’te illegal kadın örgütü bir etkinlik düzenliyor. Ben bu illegal kadın örgütünün yöneticisiyim. Bu ne kadar makul olabilir buna aklıselim çerçevesinde bir yanıt verilebilir mi?

Hem bu “böyle” ise -ki değil!- bu olay “olur”ken, o tarihte bu devlet neredeydi? Bu “iddia” bir komedidir, kara mizahtır.

Bir şey daha: Tanımadığım insanlarla kuruyorum bu örgütü!

Dosyadaki 8 isimden, sadece Gezi/ Haziran eylemlerinde katledilen Ethem Sarısülük’ün ağabeyi, Mustafa Sarısülük’ü tanırım; dostumdur; hemşehrimdir!

Her nasıl ise, tanımadığım bu kişilerle örgüt kuruyorum. “Bu ne biçim bir örgüt?”

Söz konusu torba davalar, uygulamalar insanları yıldırmak için kotarılıyor. Böylelikle de iktidar korku egemenliği pekiştirilip, buna uygun yılgınlık iklimi yaratmayı hedefleyip; gölgemizden bile korkmamızı istiyor: Nefes almaktan, yürümekten, fikirlerimizi ifade etmekten korkmamızı, vazgeçmemizi istiyor.

Coğrafyamızda gerçekleri perdelemek için insanları yıldırmak, susturmak üzerinden bir devlet politikası kotarılıyor; abuk sabuk “iddialar”la gözaltına alınıyor.

Bunlar ciddi bir ekonomik yıkımın, krizin orta yerinde; ayrıca Kürt sorunu hâlâ yerli yerinde duruyorken; ve de coğrafyamızda ağır bir hukuk(suzluk) sorunu, demokrasi sorunu varken oluyor!

Tablo net: İşçiler aç, Alevîlerin kimlikleri, kadınların bedenleri, canları tehdit altında…

İyi de bunlar olurken; konuşulmalıyken biz(ler) ne yapıyoruz?

“Temel hocayı tuttular, Temel hocayı bıraktılar…”

Hani derler ya: “Allah önce eşeğini kaybettirip, sonra buldururak, sevindirirmiş”…

Her şey ona benzedi!

Oysa aslında, sevinmek değil, üzülmek, tepki göstermek gerek… Beni/ bizi gözaltına almaları için bir neden yok… Niye tutular, bıraktılar beni/ bizi.

Yaşatılanlar, toplumu manipüle etmek için bir taktiktir; bu toplumsal manipülasyona dikkat çekerek korkunun egemenliğine “Hayır” deyip, itirazı toplumsallaştırmalıyız…

Şimdilerde doğru bildiğini söyleyerek; dik durup; diklenmek kilit önemde…

Daha önce de ifade ettiğim gibi: “Dün nasıl doğru bildiğimi telaffuz ettiysem bugün yine doğru bildiğimi telaffuz edeceğim. Onlar da kendi bildiklerini yapacaklar ama bu baskıların, manipülasyonlar hiçbir şekilde yurtseverleri, devrimcileri, sosyalistleri yıldırmayacaktır. Bu karanlık günleri geride bırakacağız.”

Çünkü coğrafyamızda uygulanan totaliter politikalar sürdürülebilir değil.

“Neden” mi?

Bir politikanın, davranışın fiziksel sınırları vardır her zaman.

“Nasıl” mı?

“Türkiye’de ekonomisiyle, siyasetiyle, sosyolojisiyle aklınıza gelecek tüm toplumsal formasyonlarıyla sınırına doğru ilerliyor. Toplumdaki memnuniyetsizlikler büyüdükçe bu politikalar daha da sürdürülemez olacaktır. Açık söylüyorum bugün Kürt illerinde, Türkiye’de var olan hoşnutsuzluğun büyümesi bu uygulamaların sonuna denk düşecektir. Dolmuşta, otobüste, pazarda insanlar hoşnutsuzluklarını her yerde dile getiriyor. Bu bağlamda önümüzdeki dönemde uygulanan politikalarının sürdürülemeyeceği sinyalini vermektedir. Bunun için 40 yıl beklemeyeceğiz, rahat olun bu iş bu kadar uzun sürmez. Hep beraber yaşayacağız ve göreceğiz, bugün yaşadıklarımız tarihseldir ama geçicidir kalıcı olan adalettir, kardeşliktir, barıştır.”[6]

* * * * *

Bana Can Yücel’in, “Ne kadar çok elimiz varmış meğer/ İlkin, senin elinle tutuşan benimki/ Sonra çocuklarınki/ Gençlerinki/ Tekel işçilerininki/ Sonra, ellerin elleri…/ Ne kadar çok elimiz oldu, baksana/ Tutuşa tutuşa/ Bir orman yangını gibi,” dizelerini anımsatan[7] yaşa(tıl)dıklarımın faydası da olmadı değil…

Öncelikle OHAL’i olağanlaştıran totaliter keyfiliğin beni de unutmaması, payıma düşeni almak -ne yalan söyleyeyim- beni rahatlattı…

Sonra da Sibel’in, “Dayanışma gücümüzdür!” diye tarif ettiği inceliğin saadetini yaşattı bana…

8 Ekim 2018 Pazartesi günü saat 12.30’da Ankara Mülkiyeliler Birliği Lokali’nde Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi ve Aydın ve Sanatçı Girişimi’nin düzenlediği basın toplantısına Fikret Başkaya, İsmail Beşikçi, İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Ahmet Telli, TTB Merkez Konsey Üyesi Selma Güngör, SES Eşbakanı İbrahim Kara, TİHV Genel Sekteri Metin Bakkalcı ve HDP Mersin Milletvekili Rıdvan Turan da gibi birçok sanatçı, yazar, akademisyen, emek, meslek ve insan hakları örgütü temsilcisi vardı…

Ortak açıklamayı okuyan Fikret Başkaya, “Bu Kafka’vari bir durum” vurgusuyla, “Demirer’in göz altısı son zamanlarda bütün büyük çaplı göz altılarda olduğu gibi alelacele kotarılan ‘torba örgütler’ savının bayatlığının yeni bir örneğidir. Bu ve bunun gibi suçlamaların bizleri yıldırmayacağını bilmelidirler,” dedi.

Ayrıca “Demirer’in gözaltına alınmasının sadece muhalifleri sindirmek amaçlı bir imalat olduğunu da biliyoruz” diyen Başkaya basın açıklamasının ardından sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu rejim muhalifi düşman farklı düşüneni hain sayan bir rejimdir. En değerli aydınlarını katletmediği zaman hapislerde çürütmüştür, açlığa ve işsizliğe mahkûm etmiştir, sürgüne zorlamıştır. Bütün bunlar özgürlük ve eşitlik mücadelesi verenleri caydırmamıştır, bundan sonra da caydırmayacaktır. Kapitalizm reforme edilebilir olmadığı gibi devlet de ehlileştirilebilir değildir. Ellerinde sadece iki koz var birisi para birisi terör. Baskıyla şiddetle bir şey yapmaları mümkün değil, bizi yıldıramazlar. Cümle âlem bilmelidir ki Temel Demirer’i hiçbir zaman yalnız bırakmayacağız.”[8]

Bir ülkenin çağdaşlığının o ülkede ifade özgürlüğünün dinamik işleyip işlemediğiyle alâkâlı olduğunu vurgulayan İsmail Beşikçi de, “Mükemmel yollarınız, hava yollarınız olabilir, çağdaşlığın göstergesi toplumsal, siyasal hayatta ifade özgürlüğünün olup olmamasıdır. Türkiye’de ise bu sınırlıdır, kısıtlıdır. Gerek devletin gerek sivil toplum örgütlerinin bu konu üzerinde düşünmesi gerekir,” diye ekledi.

OHAL’in ardından kalıcı hâle gelen OHAL uygulamalarıyla 12 güne varan gözaltı sürelerine dikkat çeken İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ise, “Muhalifler terör örgütü suçlamasıyla gözaltına alınacak, tutuklanacak, davasını açmayacaksınız. Aydınlar, yazarlar baskı altına alınacak, ifade özgürlüğüne aykırı suç tiplerinden yargılanacaklar. Bu çok denendi ama tutmayacak. Temel Hoca’nın da karşılaştığı ilk değil. Zaten devam eden davaları vardı ifade özgürlüğü kapsamında. Bu rejime otoriter demeye devam edeceğiz… Buradan kolluğu uyaralım. Temel hocamızın başına bir şey gelmesin bunun altında kalırsınız,” diye ekledi.[9]

Bu ara her zaman ki gibi, dayanışmanın isimsiz kahramanlarından, son saat işçileri Y., M., M., M., R., S., E.’den söz etmeden geçemem…

* * * * *

Ve sosyal medyadan zikrederek geçemeyeceklerime gelince; bir kaçını aktarmakla yetineyim…

Davanın ne olduğunun bir önemi yok, herhangi bir şey olabilirdi. Temel Hocayı susturmaya çalışıyorlar, daha önce de çok defa davalar açıldı Temel Hocaya ama susturamadılar, susturamazlar. Temel Demirer herkes ile dayanıştı, her zor durumda kalanın yanındaydı, peşindeydi, destekçisiydi. Biz de Temel Hocamız ile dayanışma içerisinde olan devrimciler olarak Temel Hocanın her zaman yanında, arkasında olmaya devam edeceğiz.”[58]

Bunlar ve zikredemediğim daha niceleri; nasıl da onurlandırdılar beni; hepsine minnet borçluyum…

* * * * *

Daha bitmedi: “Son gece”yi, Emniyet’in spor salonunda geçirdik; hücreden çok daha iyiydi…

Orada da Çorum Ortaköylü “Fethullahçı” denilen, namazında niyazında bir fizik öğretmeni hemşehrim ile tanıştık; Çorum’dan konuştuk; bir geride bıraktığı ailesine ilişkin kaygılarından…

Sabah oldu; önce sağlık kontrolü; ardından da Ankara Adliye Sarayı (neden “Saray” derler ki?)!

Koridorda bir kalabalık; içlerinde ilk gördüğüm kelepçeli ellerimle “sarılıp”, öptüğüm Sibel; (görmek de seçici bir şeymiş…)

Bu düzensiz “gayrı ciddiliğe” nizam intizam vermek isteyen prensip sahibi bir komiser, “Olmaz, yasak” diyor; “Oldu bile” diye yanıtlıyorum…

Banklar üzerine oturtuluyoruz; sevdiklerimizi görmeyelim diye önümüze çeviklerden bir insan duvarı örülüyor; ama ne fayda, yine görüyor, gülümsüyor ve el sallıyoruz onlara kelepçeli ellerimizle…

Tam bu esnada Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar, Ankara Barosu seçimleri için bildiri dağıtırken; bizleri selamlıyorlar ki, nizam intizam sahibi prensipli komiser “Olmaz” diye müdahale edip; ellerimizdeki plastik kelepçeleri daha da sıktırıyor…

* * * * *

Mustafa, Yasin, Yücel, Ramazan, Mahmut, Sait, Hüseyin, Gültekin, Süreya, Acun, Selvi, Hacı, Veli vd’leriyle karşılıklı bakışırken kaç saat geçti; hatırlamıyorum…

Sonra… Haftada iki gün adli kontrol şartı ve yurt dışı çıkış yasağı ile serbest bırakıldık…

Birlikte gözaltına alındığım HDP eski Ankara il eş başkanı Ahmet Aday, HDP Çankaya İlçe Yöneticisi Bengü Aslı Bayramoğlu, Heval Elçi ve Nurettin Polat ile “dışarıda”yız; yoksa “İçeride miyiz?” desek acaba!

Bırakıldım bırakılmasına da, “Yurt dışı çıkış yasağı bir cezalandırmaya dönüştü… ‘Hâkime, benim zaten yurt dışı çıkış yasağım var, mükerrer olur’ dedim. ‘Ben yine de bu kararı veririm’ dedi. Ben yurt dışından emekliyim. Oturumum da orada. Bir emekli olarak en temel hakkım olan sağlıkla ilgili haklarımdan yararlanamıyorum. İncir çekirdeğini doldurmayan mevzular için insanları mahkeme kapılarında süründürüyorlar.”[59]

Sonrası mı? “Bugün yaşadıklarımız tarihseldir yani geçicidir; kalıcı olan adalettir, kardeşliktir, barıştır,”[60] demiştim ya bırakılmamın ardından!

* * * * *

Öncelikle; “Acı çekmiş hiç kimse, artık eskisi gibi değildir,” der ya Cesare Pavese; öyle “bi şey” işte…

Ya sonrası mı? Her şey karşın; “Beni öldürmeyen her şey güçlendirir,” diyen Friedrich Nietzsche gibi düşüp, davranmak gerek…

Başka uyarıları da var Friedrich Nietzsche’nin; mesela “Denizi seviyorsan dalgaları da seveceksin. Korkarak yaşarsan yalnızca hayatı seyredersin… En derin denizlerde boğula boğula becerirsin, tek bir nefesle yaşamayı,” gibi…

Bugünler de geçecek elbet!

Malum: “Gerçeği yerin altına gömseniz bile, o bir gün büyüyecek ve ortaya çıkacaktır,” Emile Zola’nın deyişindeki üzere…

Olmasına olacak da; kolay olmayacak; “İnsan, uçurumun kenarına varmadan kanatlanamaz,” uyarısındaki üzere Nikos Kazancakis’in…

Ya da “Serüvene koşmak için trenler bekliyorsan; güneşi yakalayıp gözlerine yerleştirmek için beyaz yelkenlerin gelip seni almalarını bekliyorsan; yarına inanmak için gün batımına, iyi kalpli gözükmek için zayıflığa ve güçlü görünmek için öfkeye ihtiyacın varsa; demek ki hiçbir şey anlamadın!” diyen Jacques Brel gibi…

Evet, evet Winged Creatures’un ifadesiyle, “Her şey güzel olacak. Belki bugün değil ama elbet bir gün…”

Başka açarı yok bunun! Çünkü “Dünya, ancak onu dönüştürme umudu var olduğu ama bu umudu gerçekleştirme olanağı bulunmadığı zaman katlanılmaz bir hâle gelir.”[61]

Tam da bunun için “Hakiki yaşamın mevcut olmasına karar verecek olan sizsiniz,”[62] biziz!

Yani o; “Benim bu dünyaya duyduğum nefret, içimdeki hislerin en saygınıdır,”[63] diyerek motorları maviliklere sürecek olan biz(ler)iz!

Tamamlıyorum: Dört günlük “bi şey”den sonra i) Frida Kahlo’nun, “Acılar geçicidir. Ama her sevinç, en derin sonsuzluğa uzanır”… ii) Nikos Kazancakis’in, “Dünyada çiçek, çocuk ve kuş olduğu sürece korkma; her şey yolunda demektir”… iii) Bob Bello’nun, “Gökyüzü sadece uçmaktan korkanların sınırıdır,” altını bir kez daha çizdim kalın çizgilerle unutmamak, unutturmamak için…

* * * * *

Tam bir ay sonra, unutulmasın diye, minnet duygularıyla kaleme aldığım, dört günlük “bi şey”den geriye kalan şeyler bunlardı; elbette sonrası da olacak; ona ne şüphe!

 

6 Kasım 2018 12:38:03, İstanbul.

 

N O T L A R

[1] Charles Bukowski.

[2] José Saramago, Körlük, Çev: Aykut Derman, Can Yay., 1999.

[3] Miguel de Unamuno, Yaşamın Trajik Duygusu, Çev: M. Sait Şener, Divan Kitap, 2014.

[4] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Yeraltından Notlar, Çev: Ergin Altay, Can Yay., 2011

[5] Ankara’da da pek çok evin polis tarafından basıldığı aynı gün Gezi/ Haziran Direnişi’nde polis kurşunuyla katledilen Ethem Sarısülük ailesinin evine de polis baskın yapılıp, ağabeyi Mustafa Sarısülük’ü sormuşlar. Daha sonra Mustafa Sarısülük de, sosyal medya hesabından “Sabahın kör karanlığında PKK/KCK operasyonu adı altında beni gözaltına almak için annemin evini basan @EmniyetGM sizden korkan alçak olsun…” notunu düşmüş (08:01 – 6 Ekim 2018, Mustafa Sarısülük@direncigdem)

[6] Berivan Altan-Deniz Nazlım, “Yazar Demirer: İnsanlar Korkutularak Gerçekler Perdelenmek İsteniyor”, 10 Ekim 2018… http://mezopotamyaajansi12.com/tum-haberler/content/view/36275

[7] Kardeşler(im), Dostlar(ım), Yoldaşlar(ım),

6 ila 9 Ekim 2018 kesitindeki bir hece boyundaki “maceram”da bana bir kere daha dayanışmanın devrimcilerin inceliği olduğunu hatırlattınız…

O günlerde yanıbaşımda olan hepinize minnet borçluyum.

Her zamanki üzere; ilk gençliğimdeki sözümden/ yerimden asla vazgeçmeyerek, layık olmaya çalışacağım bana verdiğiniz desteğe, şüpheniz olmasın.

Kucaklıyorum hepinizi teker teker; devrimciliğimin olanca ateşiyle…

Sağ olun, var olun. TD, 10 Ekim 2018, İstanbul.

[8] “Temel Demirer’in Dostlarından ‘Serbest Bırakılsın’ Çağrısı”, 8 Ekim 2018… http://siyasihaber3.org/temel-demirerin-dostlarindan-serbest-birakilsin-cagrisi

[9] “… ‘Yazar Temel Demirer Serbest Bırakılsın’ Çağrısı”, 8 Ekim 2018… https://www.evrensel.net/haber/363161/yazar-temel-demirer-serbest-birakilsin-cagrisi

[10] 00:39-7 Ekim 2018, Sinan Çiftyürek@canbegyekbun

[11] 21:05-6 Ekim 2018, Sanço Panza@AlpiAtes

[12] 10:36-7 Ekim 2018, Ferzad Penaber@FerzadPnbr12

[13] 11:42-9 Ekim 2018, Nurcan Baysal@baysal_nurcan

[14] 19:11-6 Ekim 2018, yusuf alp@yusalpo

[15] 12:37-6 Ekim 2018, gürbüz deniz@deniz_1917

[16] Fevzi Kartal, “Çürümüş Armut”, 22 Ekim 2018.

[17] 13:37-6 Ekim 2018, suat bozkurt@zuhatdeniz

[18] 08:58-8 Ekim 2018, Orçun Masatçı@OrcunMasatci

[19] 09:50-6 Ekim 2018, Ferda Koç@FerdaKoc

[20] Aziz Mahmut Ak, 8 Ekim 2018… https://www.facebook.com/azizmahmutak

[21] 19:15-9 Ekim 2018, Yol TV@YolTV

[22] 01:14-9 Ekim 2018, Nihat Koçyiğit@NihatKocyigit

[23] 12:56-8 Ekim 2018, Beleştepe@belestepe

[24] 14:34-7 Ekim 2018, soley@DemirerGne

[25] 23:54-8 Ekim 2018, Kara Kalem@Sverdlov48

[26] 17:45-9 Ekim 2018, h_güngör@dersimij

[27] 04:26-9 Ekim 2018, Acun Karadağ@acun_karadag

[28] 15:55-8 Ekim 2018, sema-güneş?@ey9035

[29] Hüsne Zincir, 9 Ekim 2018, https://www.facebook.com/profile.php?id=100009068905373

[30] Azad Agit Yıldız, 8 Ekim 2018, https://www.facebook.com/azadagit.yildiz

[31] 21:14-6 Ekim 2018, 1. ÇHD Ankara Şube@chdankara

[32] 13:53-7 Ekim 2018, Acun Karadağ@acun_karadag

[33] 11:34-7 Ekim 2018, Veli Saçılık@velisacilik

[34] 09:44 -7 Ekim 2018, Ihsanhacibektas67@Ihsanhacibekta1

[35] 07:39-7 Ekim 2018, Ufuk Senem@korkulukben

[36] 13:52-12 Ekim 2018, Hasan Hüseyin Beydil@MelsBeydil

[37] 01:41-6 Ekim 2018, Şenol Kayaoğlu@senol_kayaoglu

[38] 01:33-6 Ekim 2018, Filiz Kalayci@filizkalayci

[39] 22:45-5 Ekim 2018, Evren Barış Yavuz@evrenbarisyavuz

[40] 23:08-5 Ekim 2018, Kutay Meriç@kutaymeric07

[41] 09:41-6 Ekim 2018, Pınar AYDINLAR@PinarAYDINLAR

[42] 23:54-6 Ekim 2018, Pınar AYDINLAR@PinarAYDINLAR

[43] 11:53-6 Ekim 2018, Meltem Servi @meltemservi62

[44] 06:11-8 Ekim 2018, Sosyalist Meclisler Federasyonu@SMFmerkez

[45] 23:04-6 Ekim 2018, Dev-Lis Antalya@devlis07

[46] 12:42-6 Ekim 2018, Hamit Yayar@hamit_yayar

[47] 06:40-6 Ekim 2018, Hakan Gülseven@gulsevenhakan

[48] 05:27-7 Ekim 2018, Cemgil Güngör@gngrcemgil

[49] 05:48-7 Ekim 2018, Naber Medya TV@Revoltistanbul

[50] 08:07-7 Ekim 2018, Cem UĞUR@cem62ugur

[51] 00:43-6 Ekim 2018, özge ozan@ozgeoza

[52] Sait Almış, 9 Ekim 2018, 18:28, https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=10215365969997353&id=1079403708

[53] Aysun Cerek, 6 Ekim 2018, https://www.facebook.com/aysun.cerek

[54] Uluç Cafer, 9 Ekim 2018, https://www.facebook.com/kutup.yildizi.188

[55] Hüseyin Aslan, 6 Ekim 2018, https://www.facebook.com/profile.php?id=706026029

[56] Ulu Çınar, 6 Ekim 2018, https://www.facebook.com/profile.php?id=100004884074637

[57] 18:31-6 Ekim 2018, birsengökdeniz@birsengokdeniz

[58] “Kaldıraç Dergisi temsilcisi Hakan Dilmeç: Temel Demirer İçin Basın Açıklaması Düzenlenecek”, 7 Ekim 2018, https://www.gazetefersude.com/temel-demirer-icin-basin-aciklamasi-duzenlenecek-21920.html

[59] “Adli Kontrol Kararıyla Serbest Bırakıldı”, 9 Ekim 2018… https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/10/09/yazar-temel-demireri-kadin-orgutunun-yoneticisi-olmakla-suclamislar/

[60] “Yazar Demirer: İddiaya Göre Tanımadığım Kişilerle Örgüt Kuruyorum”, 10 Ekim 2018, https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2018/10/10/yazar-demirer-iddiaya-gore-tanimadigim-kisilerle-orgut-kuruyorum/

[61] John Berger, Bir Fotoğrafı Anlamak, Çev: Beril Eyüboğlu, Metis Yay., 2015.

[62] Alain Badiou, Gerçek Mutluluğun Metafiziği, Çev: Murat Erşen, Monokl Yay., 2015.

[63] Albert Caraco, Kaos’un Kutsal Kitabı, Çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2016.

 

Exit mobile version