“Herkes dijminê Kurdaye,
Kurd dijminê hevin” (E. Xanî)
7 Ocak’ta Paris’te “Charlie Hebdo” mizah dergisine karşı işlenen cinayet, Avrupa’da şaşkınlık ve infial yarattı. Olay çok üzücü ama şaşırtıcı olmadı. Çünkü cinayeti sistemin ürünü olan, onlar tarafından beslenen, büyütülen ve birer canavar haline gelmelerine göz yumulan elemanlarınca işlendi. Bu kişilerce Suriye’de masum insanların başları kör bıçaklarla kesilirken ya da Şengal’de Êzidi katliamı işlenirken görmemezlikten gelindi ya da göz ucuyla bakıldı, eller ovuşturuldu ve doğacak boşluğun nasıl doldurulacağı düşünüldü, canavarın bir gün kendilerine de döneceği iyi hesaplanmadı. Nasıl olsa ölende öldürende Ortadoğuluydu ve bizden uzakta idi. Hatta güçlenmeleri için her türlü tedbirler alındı, her türlü imkân ve olanaklar fazlasıyla kendilerine sağlandı; yeter ki Ortadoğu denetimleri altın olsun, orada onların borazanları ötsün…
Şimdi Avrupa kaynıyor, Kapitalizm beslediği canavarı kontrol altına almakta zorlanıyor, korku ve dehşet her yere hâkim. Radikal İslam’ı terör kana doymak bilmiyor; halklar sokaklara dökülmüş, ırkçılık tırmanışta, Avrupa’da yaşayan milyonlarca Müslüman diken üstünde. Ucuz işgücünden dolayı vazgeçemediği Müslümanları artan ırkçılık karşısında nasıl koruyacağının şaşkınlığını yaşıyor.
Dünyayı ve Avrupa’yı kasıp kavuran İslam’ı terörün kaynağı Ortadoğu’dur. Ortadoğu’da ki temel sorunda I. Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu’da halklara rağmen Sykes-Picot tarafından çizilen petrole dayalı suni sınırlardan kaynaklanmaktadır. Emperyalizm, Ortadoğu’nun yeraltı zenginliklerini özellikle de ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarına ulaşmak, aktarmak ve kullanmak için denemediği yol, halklara etmediği zulüm kalmadı. Yeter ki sanayinin çarkları dönsün, üretim artarak devam etsin ve metropollere kâr akışı sorunsuz devam etsin. Demokrasiymiş, insan haklarıymış, Batı değerleriymiş, vb. değerler kâr getirmeyen, idealist değerlerdi, şimdi bunlarla uğraşmak zaman kaybından başka bir şey değildi; zamanı gelince gereken zaten kendilerine dayatılacaktı.
Ortadoğu’nun halklara rağmen bölünmesi, parçalanması ve kontrol altına alınmasının en büyük ceremesini Kürtler çektiler. Osmanlı İmparatorluğu kontrolündeki Kürdistan, Kürtlerin tüm itirazlarına ve direnmelerine rağmen üçe bölündü. Kürtler, İslam’ın hızla yayıldığı ilk yıllarını saymasak, hiçbir zaman egemenliklerine girmediği Arapların egemenliğine ya da yeni oluşturulan suni krallıklara bağlandı. Kürtler tarihleri boyunca kendilerine hükmedemeyen hatta zaman zaman kontrol ettikleri Arap aşiretlerinin kontrolüne zorla sokulması kabul edilemez bir olguydu. Kabul edilemez bu oldu-bittiye karşı Kürtler direndiler ama her seferinde emperyalist İngiliz uçaklarının kustuğu zehirli gazlarla sindirildiler. Egemen devletler, emperyalist devletlerle birlikte Kürtler bir statü elde etmesin diye “CENTO” denilen halklara düşman ittifaklar kurdular, bu ittifakların koruyucusu ve teminatçısı oldular.
Ortadoğu’da sadece Kürtler ezilmedi; gerçi Kürtler ulusal ve sınıfsal olarak çifte ezilip sömürüldüler ama yoksul Arap halkı da ve diğer azınlık halklarda ezildi ve sömürüldü. Zengin petrol yatakları ve buna dayalı aşırı gelir Ortadoğu halklarının başına bela oldu. Halk üstünde oturduğu zenginliğin yüzünden yoksulluğun en katmerlisini yaşarken, bir avuç hâkim sınıf ve temsilcileri, şeyhler ve ağalar, Batı’nın lüks otellerinde günlerini gün ediyorlardı. Özel uçaklarıyla, sayısız valiz ve hizmetçileriyle gittikleri ülkeye adeta bereket saçıyorlardı. Arkalarında burun kıvırıp pislik diye aşağılayanlar, bu tatlı gelir yüzünden önlerinde yerlere kadar eğiliyorlardı, eğilmeye de davam etmektedirler. Karşılıklı kışkırtılan Ortadoğu’nun suni devletçikleri hızla silahlanırken, silah tüccarları dört köşe olup sevinçle ellerini ovuşturuyorlardı.
Ortadoğu halklarına uyguladığı baskı, şiddet ve zulmü az gören emperyalizm, bununla da yetinmeyecek, Ortadoğu’nun kalbine kanlı elini sokacak ve suni İsrail devletini kuracaktı. Ortadoğu’yu ve onun ürünü olan petrolü kontrol etmek için kurulan suni İsrail Devleti, yoksul Filistin halkına, tarihin görülmemiş en zorba yönetimi uygulamıştır; halkı evinden barkından ederek mülteci konumuna düşürmekten sakınmamıştı. Bugün de Gazze’de Filistin halkı adeta açık bir hapishanede mahkûm hayatı yaşamak zorunda bırakılmıştır.
Doğal bir kuraldır, var olan her varlığın bir de sonu olacaktır. XXI. yüzyıla girdiğimizde, emperyalist güçlerin Ortadoğu halklarına dayattığı suni sınırlar işlevsizleşmeye başlamıştır. Halklar nefessiz kalmış nefes almak istemektedir. Yeni konjonktür yeni şartlar dayatmaktadır.
Ortadoğu’da değişimin ve dönüşümün anahtarı Kürtlerin elindedir. Kendi iradeleri dışında XX. yüzyılın başında ülkesiyle birlikte bölünüp parçalanan Kürt halkı kendi ülkesinde ve bu ülkede yaşayan diğer halklarla birlikte özgürleşerek kardeşçe yaşamak istiyor. Bu Kürtlerin en doğal hakkıdır. Yüzyıllardır esaret altında acılar, asimilasyonlar ve kırımlar yaşamasına rağmen, özgürlük ve bağımsızlık umutlarını asla yitirmeyen bu halk, şimdi kendisini dayatan özgürleşme ve devlet kurma hakkını kullanmak istiyor.
Emperyalizmin, Sovyetleri kuşatmak için oluşturduğu yeşil kuşak projesi, şimdi kendisini tehdit eder hale gelmiştir. Kürtler bir statü elde etmemesi için çaba harcayan Türkiye Cumhuriyeti, başta ABD olmak üzere Ortadoğu’daki tüm açık ve karanlık güçlerle işbirliği yapmaktan çekinmemiştir. Hatta bu karanlık güçlerin içinde bizzat rol almıştır.
Bugün Batı’yı tehdit eden El-Kaide ve DAİŞ çeteleri emperyalizmin ve onlarla işbirliği içindeki güçlerin eseri olduğunu herkes bilmektedir. DAİŞ bizzat Türkiye Cumhuriyetinin ve onun başkanının eseridir. Türkiye DAİŞ’i beslemeseydi, donatmasaydı ve lojistik destek sağlamasaydı, çeteler bu kadar güçlenebilirler miydi? Siz bakmayın 11 Ocak’ta Paris’te teröre karşı yapılan telin mitingine kerhen katılan A. Davudoğlu’nun timsah gözyaşlarına, bugünde Türkiye DAİŞ’i desteklemektedir, desteklemeye devam edeceği de anlaşılmaktadır.
Dünyayı tehdit eden Ortadoğu kaynaklı terörün ilelebet devam edeceği elbette ki düşünülemez. Çözüm kendisini dayatmıştır. Çözümde ancak Kürtlerin devletleşmesiyle çözüleceği gibi görünmektedir. Ortadoğu’da konjonktür Kürt devletini dayatmıştır. Kürtler biz devlet istemeyiz, yaşadığımız ülkelere bağlı kalarak demokratik özerlik adı altında yaşayacağız diyemezler. Ne içerdiği belirsiz “çözüm süreçleriyle” Kürt halkının daha fazla oyalayamazlar; her gün patır patır öldürülen Kürt çocukları kanı üzerinde daha fazla siyaset yapamazlar. Söylevlerinde ısrar ederlerse tarihin vebali altında ezilirler. Yapılması gereken, tarihin özgün koşullarının gereklerini yerine getirmektir.
Bugün Kürdistan’da kendisini dayatan, içeriğini savunanlarca da anlaşılamayan “demokratik özerlik” değil, federalizm veya konfederalizme yol açacak olan devletleşmedir. Çözüm için masaya oturan taraflardan her birinin, çözümden anladıkları da çok farklıdır. Devletin resmi politikasını örtük bir biçimde savunan AKP hükümetinin, çözümden anladığı, gerillanın silah bırakması, Doğu’dan cenazelerin gelmemesi ve rahat bir ortamda seçimleri geçirmesidir. Anayasal güvence altına alınmış eşit vatandaşlık hakkı AKP’nin ajandasında yoktur. Kürtlerin ulusal haklarını tanımaktan öcü gibi kaçınan AKP Hükümeti, bireysel haklarda yapılacak ufak-tefek ayarlamalarla zaman kazanmak, en az tavizle meseleyi koparmaya çalışmaktadır. Tabi bu gidiş iyi bir gidiş değildir, bölge hızla federalleşirken, petrole dayalı suni sınırlar işlevsizleşirken, Türkiye iki yüz yıldır uyguladığı katı merkeziyetçi resmi devlet politikasını yürütebilir mi? Elbette ki Erdoğan tek adamlığa oynayabilir, ama katı merkeziyetçi resmi devlet politikasının sonunun geldiğinin de bilinmesi gerekir. Türkiye, Kürtleri kazanmak istiyorsa, bu katı merkeziyetçi anlayışını hızla terk etmelidir.
Özgürleşen bir Kürdistan sadece Kürtlere değil, Ortadoğu’ya ve bütün Dünya’ya barış ve huzur getirecektir. Demokrasiyi esas alan seküler özgür bir Kürdistan’ın, Batı’yı rahatlatacağı gibi Ortadoğu kaynaklı radikal İslam’i terörünü de sonlandıracaktır. Savaşı Kürtler kaybederse şayet, Dünya ve Avrupa’da çok şey kaybedecektir. Radikal İslam’ın tehdidi altında ki Avrupa’da ırkçı akımlar güçlenecek, faşizmin ayak sesleri yeniden işitilecektir. Bunun işaretlerini şimdiden Fransa ve Almanya’da olmak üzere Avrupa’nın her yerinde görmek mümkündür. Açık toplum, hümanist, hoşgörülü Avrupa’nın yerini, sertleşen yasaları ile sosyal devlet olma özelliğini kaybeden, asırlar sonra yeniden içine kapalı karanlık bir kıta alacaktır.
- yüzyıla girerken, Kürtler, örgütsüz, aydınsız, din esareti altında inleyen cahil bir köylü toplumuydu. XXI. yüzyılın başındaki Kürtler ise, örgütlü, politik seviyesi yüksek, din hâkimiyetini büyük ölçüde kırmış, kadın potansiyelini politikaya sokabilmiş, seküler bir halk görüntüsünü vermektedir. Kir-pas içindeki, saçı-sakalı birbirine karışmış şalvarlı-takunyalı, kelle kesmekten zevk alan vahşi görüntülü bu İslam’ı teröriste karşı, bir ideal uğruna savaşan, örgülü saçlı güleç yüzlü Kürt kadını dünyada herkesin büyük beğenisini ve sempatisini toplamıştır. Kobani adeta XXI. yüzyılın Kürt Stalingırad’ı olmuştur. Dünyanın her yerinde insanlar Kobani’ye gidip, gericiliğe, yobazlığa ve karanlığa karşı savaşmak istemektedir. Kürdistan’daki savaş çoktandır Kürt-DAİŞ savaşı olmaktan çıkmıştır. Uygarlıkla barbarlığın, aydınlıkla karanlığın, insani değerler savunanlar ile vahşiliği savunanların savaşına dönüşmüştür. Dünya kamuoyu dikkatini Kürdistan’a çevirmiş, orada gelecek mucizevi haberleri bir umutla beklemektedir.
7 Ocak 2014’de Paris’te Charlie Hebdo adlı mizah dergisine yapılan saldırı ve ardından işlenen vahşi cinayetler, Kürtlerin haklılığını ve önemini bir kez daha gözler önüne sermiştir. Kana doymaz bu vahşi cinayet şebekelerine karşı, tüm imkânsızlıklarına rağmen direnen tek güç Kürtler olmuştur. Tarihte ilk kez Kürtler Batı ile aynı değerleri paylaşmakta ve bu değerler uğruna aynı düşmana karşı aynı saflarda mücadele vermektedirler. Kürtler haklı davaları uğruna savaşmak zorunda kalmışlardır ve savaşacaklardır. Haklılar ve haklıların safındadırlar, bu da onlara güçlü müttefikler edinmelerini sağlayacak ve sağlamaktadır.
Haklı davaları Kürtlere tarihinde olmadığı kadar, büyük fırsatlar sunmaktadır. Vahşi DAİŞ çetelerinin orantısız güç kullanarak Kürt topraklarını işgale kalkışması, Kürt halkı arasında infial yaratmış, Kürtler vatanlarına saldıran düşmana karşı ulusal temelde yekvücut olmuşlardır. Kürtler tarihlerinde ilk kez kendileri için ve vatanları için savaşmaktadırlar. Kürtler açısından bu bile başlı başına büyük bir kazanımdır. Ulusların tarihinde böyle fırsatlar ve kazanımlar ender düşmektedir. Fırsatları kazanca dönüştürenler uluslararası arenada hak ettikleri yerlerini almışlardır. Fırsatı değerlendirmeyenler de yok olmaya mahkûmdurlar. Tarihin sunduğu bu imkânları Kürtler iyi değerlendirmek zorundadırlar. Kürdistan’da ulusal ve stratejik birlik kurulmadan, Kürdistan’ı kantonlara bölmek, parçalanmış Kürdistan’ın devamından yana olmak demektir. Özyönetim, kendi kendini yönetmek, kulağa hoş gelse de dört tarafı düşmanla çevrili bir coğrafyada yaşama sansının olmayacağı da bilinen bir gerçektir. Kürtlerde gerçekçi olmak zorundadırlar; günümüz koşullarında sonu belli olmayan hayali aşklara yer yoktur.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; bugün herkesin çıkarına olan özgür Kürdistan kendini dayatmıştır. Özgürlüğün yolu da birlik ve beraberlikten geçmektedir. Kürtlere yön verenler bugün her zamankinden daha fazla sorumluluk altındadırlar; bu sorumluluğu gereklerini yerine getirmeyenler sevabını-vebalini tarih önünde vereceklerdir.