Site icon Rojnameya Newroz

DENİZ GEZMİŞ 70 YAŞINDA

Deniz Gezmiş 6 Mayıs 2017 günü 70. yaşına girdi. O, bir dönemin yaşayan gerçek bir kahramanıydı. 68 kuşağından olup da Deniz’i görmeyen devrimcilerin sayısı parmakla gösterilecek kadar azdı. Çünkü her büyük eylemde vardı. O dönemde devrimci demek, sadece lafta kalan içi boş bir kavram değildi. Deniz Gezmiş döneminde eyleme girmeyen, mücadele etmeyen kişiye zaten devrimci gözüyle bakılmazdı. Herkes gücüne göre mücadelede yer alırdı. Mücadeleden gücünü esirgeyen kişilere o dönemde pek devrimci denilmediği gibi, ayrıca güven de duyulmazdı. Gerçek günlük yaşamda herkesin devrimci olması da beklenemez!..

 Abuzer Bali Han / Tüm yazıları için buraya tıklayın

Deniz ve O’nunla öncü rolünü oynayan arkadaşlarının tümü de deneyimli ve güvenilir insanlardı. Her devrimci onlara imreniyor ve onlar gibi olmak istiyordu. Deniz döneminde devrimci gençlik tüm baskılara rağmen çığ gibi günden güne büyüyordu. Devrimci, demokrat olmayan insanlara acınırdı! Bu nedenledir ki gençlerin çoğu devrimci olmak istiyor; tüm eylemlerde gösterişten öteye güçleriyle birbiriyle yarış içindeydiler!..

68 kuşakğından biri olarak o dönemin birçok olaylarına tanık olmuştum. 1960’lı yıllarda Ankara’da hem memurluk yaparak çalışıyor, hem de yüksek öğrenime devam ediyordum. Buna rağmen de bir eylem akışı içinde günlerimizi o döneme uydurmaya çalışıyorduk. Ayrıca Malatyalı olmak, dönemin devrimcileri arasında bir saygınlık ve güven kaynağıydı! Turan Emeksiz, Batal Mehetoğlu, Niyazi Tekin ve diğer Malatyalı ilk devrim şehitleri Malatya toprağına gömülürken, Malatya toprağı ve dağları devrimcilere kucak açarak onlara mekan olmuştu!..

TİP’in (Türkiye İşçi Partisi) 1965 seçiminde Malatya’da 24 bin kadar oy aldı. Malatya ile İstanbul yarış içindeydi. Malatya’da altı vekilin 5’ini CHP alıyor, birini ancak DP (Demokrat Parti) çıkarabiliyordu. Aradan bunca yıl geçti. Günümüzde AKP 5 vekil CHP ise ancak 1 vekil çıkarabiliyor!..

Deniz Gezmiş, Malatya’nın dağını, taşını çok sevmiş olmalıydı ki son yolculuğuna çıkarken belki de Nurhak ve Engizek dağlarına sırtını vermek için yola çıkmıştı. Fakat hedefine varamadan yolda aksilikler O’nu durdurmuştu. Deniz bir eylem adamıydı. Bir güne birkaç eylemi sığdırdığı günleri bile olmuştu. Yani kısa ömrüne yüzlerce eylemi sığdıracak kadar aktifti. Bu da yetmezmiş gibi, bir de Filistin’de Filistin halkıyla omuz omuza vererek emperyalizme karşı savaştığı günleri de oldu. Deniz Gezmiş, 1969 yılının yaz aylarında Filistin’e gitmeye karar verir. Kısa bir zaman içinde uzun bir yaya yolculuğunu geride bırakarak Filistin’e varır.

 


Filistin Halk Kurtuluş Ordusu saflarında kendisine verilen kimlik kartı ile

O, Filistin halkının perişanlığını yakından görür. Sıkı bir eğitimden sonra tekrar yurda döner. O zaman Filistin’de gördüğü yerleşim yerleri sanki bugünkü Kürdistan’ın Cizre, Şırnak ve Sur’unu andırmaktaydı. Bu özgürlüğe susamış halkların kaderi değildi! Bunu mutlaka değiştirmek gerektiğine inanıyordu…

Deniz Gezmiş yıkıntı haline getirilmiş bir Filistin köyünde görüntülenirken

Filistin’e gitmeden önce 23 Haziran 1969’da TMGT’nin (Türk Milli Gençlik Teşkilatı) topladığı 1. Devrimci Milliyetçi Gençlik Kurultayı’na kendisi gibi haklarında tutuklama kararı olan FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) Genel Başkanı Yusuf Küpeli ile birlikte bir mücadele programını da hazırlamışlardı. Eylül’e kadar Filistin’de gerilla kamplarında kalan Deniz Gezmiş, 1 Eylül 1969’da “üniversiteyi işgal” ettiği gerekçesiyle Hukuk Fakültesi’nden ihraç edilerek öğrencilikle ilişiği kesilir.

Deniz artık 24 saatini de devrime veren profesyonel bir devrimciydi. Sonraları mahkemede hakim kendisine: “İşin ne?” diye sorduğunda O: “devrimci” diye yanıtlayacaktı. O zamanlar birgün öncesinde Deniz Gezmiş’in İstanbul’da yapmış olduğu bir eylemde yaralandığı haberi Ankara’da işitildi. Ertesi günü Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Cebeci Caddesi’ne bakan amfisinde de bir işgal eylemi vardı. Ben de aynı semtte oturduğum için eylem yerine gitmiştim. Siyasalın en arka binası o zamanın en büyük öğrenci yurtlarından biriydi. Her yönüyle temiz bir yurttu. Her dönemde olduğu gibi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girmek için yüksek puan gerekmekteydi. Siyasallı olmak bir ayrıcalıktı! Zira valisi, kaymakamı ve diğer üst meslekler oradan mezunlara verilmekteydi. Bu yönüyle Türkiye’nin tek gözde fakültesiydi. En zeki ve çalışkan öğrenciler o çatı altında bir araya gelmişlerdi. Onlara diğer okullardaki başarılı öğrenciler eklenince Siyasal bir yıkılmaz kaleye dönmüştü. Okulun kantininde sıkça devrimciler toplanır ve konuşmalar yaparak eylem kararını alırlardı. Kızıldere’de şehit düşen devrimcilerin çoğunu da oradaki konuşmalarda tanımıştım…

Sonraları bu çalışmalar Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ne kaydırıldı. Orası hem şehir dışındaydı, hem de herkesin girip çıkması zorlaştırılmıştı.

Böylesi eylemli bir günde Deniz ile son olarak karşılaşmıştım. Ankara’da Cebeci Semtinde Siyasal Bilgiler ile Hukuk Fakültesi yanyanaydı. Polis her tarafta devrimci öğrencilere saldırıyor, ele geçirdiği öğrencileri tutukluyorlardı. Ben de kendimi Siyasal’ın amfisi içinde bulmuştum. Elektrikler kesikti. Polisin girişini engellemek için sıra ve masalar iç taraftan kapıların önüne yığılmıştı. Bir ara yanımdaki arkadaşa: “Bu masaya uzanmış, sayıklayan arkadaş hasta mıdır? diye sormuştum!..

Arkadaşın bana yanıtı: “Sen O’nu tanımadın mı? O, Deniz Gezmiş!” dedi.

Biraz daha yaklaştım! Deniz gerçekten sayıklıyor ve “emperyalizmi yok edeceğim!“ diyordu…  O telaş anında daha fazla o bölümde kalmamıştık! Kapı ve pencerelere yığılmıştık!..

Sonradan öğrendim ki birgün önce İstanbul’da yaralanmış olan Deniz, eylem için Ankara’ya geri dönmüştü. Hem de Siyasal’ın yurdunda, yumuşak yatakta yatma yerine, eylem yeri olan amfinin içindeki tahta bir sırada uzanıp yatmayı tercih etmişti!..

Bu Deniz’i son görmem oldu. Ankara’dan Hatay’a tayin edilmiştim. Bu tesadüfî karşılaşmayı ise hayatımda hiç mi hiç unutamadım! Yıllar sonra bu olayı şu aşağıdaki dizelere dökmeye çalışınca biraz teselli bulmuştum!..

 

DENİZ BİR DEVDİ

 

Bugün günlerden altı Mayıs,

Denizin eyleme erdiği gün!..

Bu gün… Güneş, doğa, her yan suskun!..

Deniz o günden beri kendine vurgun!..

Andıkça canlanan o gizemli sevdalı sancı,

Yüreklerimizde olur tarifsiz bir buruk acı!

Ha

       Gayret!

                   Dostlar!

                               Ha gayret!

 

Deniz halen özlemine hasret!

Her gün bir isyanda olmayışı özler,

O’nun sert bakışları devrimi gözler!

Andıkça kendisini yaşar, coşarım,

Aklım almaz O’nu asanlara şaşarım,

Celladların ölmediklerine bakar kalırım!..

 

Deniz neydi?

Deniz kimdi?..

 

Deniz bizdik,

Öldük dirildik!..

 

Deniz’i ben gördüm,

O bir kocaman Devdi!

Orda bir tek başına

Bir orduyu yendi!..

       6 Mayıs 1996

  1. BALÎ

Deniz’i ve dava arkadaşlarını genç nesillere tanıtmak da bir görev. O’nun yaşam öyküsüne kısa da olsa bir daha değinmek isterim. Aslında Deniz’den bahsedilirken Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın adlarını anmamak da olmaz. Bu arada tüm devrim şehitlerini onların şahsında bir kez daha anar ve anıları önünde saygıyla eğilmeyi bir görev bilirim!..

Deniz Gezmiş, 27 Şubat 1947 Ankara, Ayaş ilçesinde dünyaya gözlerini açar. Babası Erzurum, Ilıca nüfusuna kayıtlı ilköğretim müfettişi Cemil Gezmiş, annesi ise Erzurum’un Tortum ilçesinden ilkokul öğretmeni Mukaddes Hanım’dı. Deniz, ailenin üç erkek çocuğundan ikincisidir. O, ilk ve ortaöğrenimini Sivas’ta, liseyi İstanbul’da okur. Henüz lise öğrencisiyken sol düşünceyle tanışır ve kendini birden dönemin gençlik eylemleri içinde bulur.

1970 yılından sonra Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Alpaslan Özdoğan ve Cihan Alptekin Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun kuruluş çalışmalarını birlikte yürütür.  Deniz Gezmiş, Türkiye’de gelişen gençlik hareketinin en önemli önderlerinden biri ve Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)’nun kurucu ve yöneticilerindendi. O, 1965’te Türkiye İşçi Partisi (TİP)’in Üsküdar ilçesine üye olmuştu. İlk kez 31 Ağustos 1966’da Ankara’dan İstanbul’a yürüyen Çorum Belediyesi temizlik işçilerinin Taksim Anıtı’na çelenk koyanlar arasındaydı. Deniz ilk kez Türk-İş yöneticilerini protesto eden gösteri sırasında gözaltına alındı. Bundan sonra yakalanıp tutuklama ve bırakmalar birbirlerini izledi…

  1. Filo’yu protesto eylemlerinde yer alan Deniz Gezmiş, 30 Temmuz’da bu eylemlerden dolayı tutuklandı ve 20 Eylül’de serbest bırakıldı. Amerikalı askerleri denize döken bu eylemde devrimci gençlik büyük bir ilgi toplamıştı. Bu olaylardan sonra Deniz ve arkadaşları öğrenci hareketinin efsanevi liderleri haline geldiler.

Deniz Gezmiş ve arkadaşları 1 Kasım 1968’de TMGT (Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı), AÜTB (Ankara Üniversitesi Talebe Birliği), ODTÜÖB (Ortadoğu Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği) ile DÖB’ün başlattığı Samsun’dan Ankara’ya Mustafa Kemal Yürüyüşü’nü düzenlediler.

Deniz Gezmiş 12 Mart Darbesi’nin ilk günlerinden sonra Yusuf Aslan ile birlikte Sivas’a giderken yolda motosikletleri bozulur. Bir ihbar sonucu polislerin gelmesi üzerine çıkan çatışmada Yusuf Aslan ile Deniz Gezmiş birbirlerini kaybederler. Yusuf Aslan o esnada Elmalı’da bulunduğu sırada Deniz Gezmiş 16 Mart 1971 salı günü Sivas’ın Gemerek ilçesinde bulunuyordu. Etrafı sarıldığında, kurtuluşun olmadığını anlayınca yakalanır. Sonra Kayseri’ye ve oradan da Ankara’ya götürülür.

Mahkemesi 16 Temmuz 1971 günü Altındağ Veteriner Okulu binasında Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında toplanır. Mahkemenin savcısı Baki Tuğ’du. Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 no’lu Mahkemesi’nde başlanan dava 9 Ekim 1971 günü sona erer. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan 16 Temmuz 1971’de başlayan THKO-1 (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) Davası’nda TCK’nin 146. maddesini ihlal ettiği gerekçesiyle, 9 Ekim 1971’de 146/1 idam cezasına çarptırılırlar.

12 Mart 1971 muhtırasından sonra yakalanan Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamları kesinleşince, idamları engellemek için 27 Mart 1972’de Ünye’deki NATO üssündeki yabancı görevlilerini Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi kurucularından Mahir Çayan, Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Dev-Genç MYK üyesi Hüdai Arıkan, THKO’dan Cihan Alptekin, Fatsalı Nihat Yılmaz, öğretmen Ertan Saruhan ve Ünyeli Ahmet Atasoy, iki İngiliz ve bir Kanadalı radar teknisyenini NATO üssünden kaçırırlar. Kendilerini Kızıldere’de bekleyen Dev-Genç Genel Sekreteri Sinan Kazım Özüdoğru, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği yöneticisi Sabahattin Kurt, THKO’dan Ömer Ayna ve Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü’nün kurucusu olarak aranan Üsteğmen Saffet Alp ile beklenilen yerde buluşurlar. Kaçırılma olayını askerler yakından takip ettikleri için operasyonu Ankara Merkez Komutanlığı görevinde bulunan Tümgeneral Tevfik Türün tarafından yönetilir. Helikopter destekli güvenlik güçleri ağır makineli tüfeklerle etrafı sarar. Güvenlik güçleri ile birlik lideri Mahir Çayan, güvenlik güçleriyle iletişime geçmek için çatıya çıkar. Rehineleri bırakmaları halinde kendilerine zarar verilmeyeceğini askerler bildirir. Ancak teslim olmayı kabul etmeyen Mahir Çayan ve ekibi yapılan operasyon sonucu rehinelerle birlikte ev içindekiler ölü olarak ele geçirilir. İki katlı olan evin alt katı bir samanlıktan oluşuyordu.

Kızıldere Olayı’nda Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi kurucularından Mahir Çayan, Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü, Dev-Genç MYK üyesi Hüdai Arıkan, THKO’dan Cihan Alptekin, Fatsalı Nihat Yılmaz, öğretmen Ertan Saruhan ve Ünyeli Ahmet Atasoy, iki İngiliz olan Gordon Banner ve Charles Turner ile Kanadalı radar teknisyenini John Law, Dev-Genç Genel Sekreteri Sinan Kazım Özüdoğru, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğrenci Derneği yöneticisi Sabahattin Kurt, THKO’dan Ömer Ayna ve Hava Kuvvetleri Proleter Devrimci Örgütü’nün kurucusu olarak aranan Üsteğmen Saffet Alp olay yerinde bulunanlardı…

Roketatarlarla yapılan saldırıda ev harabeye dönüşmüştü. Bombalamaların devamı üzerine eve bitişik olan samanlığa geçen Ertuğrul Kürkçü dışında 30 Mart 1972 günü evdekilerin tümü verilen haberlere göre ölü olarak ele geçirilmişti. Sonra öldürülenlerin cenazeleri Niksar Hastanesi morguna kaldırılır. Ertuğrul Kürkçü’nün babası ertesi gün oğlunun cenazesini almak üzere Niksar Hastanesi morguna gelir. Babanın cesetlerin hiçbirinin oğluna ait olmadığını söylemesi üzerine köydeki olaylı evde bir daha yapılan arama sırasında Ertuğrul Kürkçü’nün samanlıkta saman içinde saklanarak mutlak bir ölümden kurtulduğu görülür. Bu katliamın adı tarihe Kızıldere Olayı olarak geçer!..

Dev-Genç Genel Başkanı Ertuğrul Kürkçü’nün bu katliamda kurtuluşu üzerine birçok şey söylenir. Bu söylenenlerin çoğunun gerçek ile hiçbir alakası yoktu. Öğrenci olduğum dönemde Ankara’da Ertuğrul Kürkçü’yü tanıyordum. Daha sonraları da birkaç defa konferanslarına katıldım ve kendisiyle bir defa özel bir sohbet yapma fırsatını da buldum. Bildiğim ve işittiğim bir olayı bir türlü kendisine aktaramadım. Olayı ilk kez yazılı olarak anlatıyor ve kendisinin de öğrenmesini istiyorum…

O zamanlar Ankara bugünküden daha sıcak günler yaşıyordu. Polis teşkilatı Pol-Der ve Pol-Bir olarak ikiye ayrılmıştı. Her kuruluşta devrimci memurlara rastlamak mümkündü. Toplum polisinde görevli ve akrabam olan komiser Ali Rıza Abi bir gün bana önemli bir haberi söyleyeceğini söylediğinde meraklanmıştım. Önce benim ile ilgili mi diye sormuştum. Hayır, seninle ilgili değil deyince biraz da olsa rahatlamıştım.

Komiser Ali Rıza Abi geçen yıl 80 yaşında Hak’ka yürüdü. O zamanlar toplum polisi ve kendi birliğinde tek Cumhuriyet Gazetesi’ni okuyan kişiydi. Güvenilir ve korkusuz bir yapıya sahipti. Bu nedenledir ki değineceği konu bir doğruyu yansıtacaktı! Bir araya geldiğimizde: “Biliyor musun Ertuğrul Kürkçü için neler uydurulmuş?“ diye söze başladı! Hani Ertuğrul Kürkçü için ajandır, deniliyor ya! Böyle bir dedi kodu polisler arasında da dolaşıyor. Bu olayın doğruluk payı nedir diye biraz konuyla ben de ilgilendim ve haberin arkasına düştüm. Sonunda şu gerçekle karşılaştım: Öğrenciler arasında emniyetin birçok haber kaynakları var. Bu kaynaklarından bir polisin takma adı da “Ertuğrul Kürkçü“ idi. Merkeze verilen bilginin kaynağı bu ad ile geçince, teşkilatın çoğu gerçek Ertuğrul Kürkçü’nün polis olduğunu sanıyordu!

Bu yukarda anlatılan olay basit bir haber değildi. Bir örgütü içten yıkmak için devletin başvurduğu akla hayale gelmeyecek dolaplardan biriydi. Ertuğrul Kürkçü, Kızıldere Olayı’ndan sonra yıllarca hapis yattı. Ezildi ve asla inandığı davaya hiçbir zaman ihanet etmedi. Nerde ise aradan yarım asır geçtiği halde, halen bu devrimciden kuşkulanan sözde devrimciler var! Halen birbirine inanamayan ve yoldaş geçinenler sadece kendilerini kandırmaktalar!.. Devrimci dediğin Deniz, Hüseyin ve Yusuf gibi birbirine bağlı ve sadık olmalı!..

Aynı dönemde yine THKO’nun şehir gerillası eylemlerinde yer alan Sinan Cemgil ve arkadaşlarına da artık şehirler dar geliyordu. Onlar da 12 Mart 1971 muhtırasından sonra Ankara’yı terk ederler. Daha önceleri tanıdıkları bölge olan Elbistan, Kürecik ve Nurhak Dağı bölgesine çekilerek çalışmalarını orada sürdürürler. Bu çalışmayla bölgede THKO’nun gerilla kampı da böylece kurulmuş oldu. Sinan Cemgil komutasındaki gerilla birliği, planlandığı gibi Kürecik Radar Üssü’nü basmak için harekete geçer. Birlikte yer alanların çoğu en iyi silah kullanan devrimcilerdi. Birlikte yöreyi iyi tanıyan Malatyalılar da vardı. Sinan Cemgil birliğin komutanıydı. O, köylülere silah çekilmemesini sık sık arkadaşlarına tembih ettiği söylenirdi. Gerillalar bir bahar sabahı İnekli Köyü civarındaki göl kenarında istirahat ve temizliğini yaparken bir bekçinin onları görmesi ve muhtara bildirmesi üzerine jandarmaya ihbar yapılır. Birlik kuşatılır. Başta Sinan Cemgil olmak üzere yanında olan arkadaşları 31 Mayıs 1971 tarihinde askerlerle çıkan çatışmada öldürülür. Halen yaşamakta olan bir kaç kişi de yaralı olarak bu olaydan kurtulur. Her atıkları boşa gitmeyen bu savaşçı birlik neden bir köylüyü ya da bir askeri vurmadan öldüler? Sırf inandıkları davaya ve verdikleri söze uymak ve ihanet etmemek için mi kendilerini feda ettiler?!. Bu çok tartışıldı. Bilinen bu kahramanların bir kısmının Filistin’de silahlı eğitimden geçmiş olmalarıydı. Bir devrimci gençliğin öncüleri böylece peş peşe öldürüldüler. Öncüler gidince hareket de günden güne hızını kaybederek, emperyalistlerin güdümündeki gericilerin kontrolüne geçti…

Yusuf-Deniz-Hüseyin

Askeri cunta döneminde cunta 49 genci idam ettirdi. İdam cezaları o zamanlar ayrıca senato tarafından onaylanmak zorundaydı. İsmet İnönü “siyasi suçlar idamla cezalandırılmamalıdır” diyerek Bülent Ecevit ile birlikte ret oyu kullanırlar. AP (Adalet Partisi) genel başkanı Süleyman Demirel ise infazdan yana oy kullanır. Olaydan 15 yıl sonra, Süleyman Demirel bir gazeteciye verdiği bir demecinde idamlar için: “Soğuk savaşın talihsiz olaylarından biri!” yorumunu yaparak yapılan haksızlığa O da işaret eder! Mahkeme Deniz ve arkadaşlarının özür dilemesini ister. Ceza alan her üç devrimci de yaptıklarından pişman olmadıklarını vurgulayarak özür dilemeyi reddederler. O dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ise idamları onaylar.

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972 tarihinde, gece yarısı saat 01 ile 03 arası, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde asılarak idam edildiler. Aradan tam 45 yıl geçmiş. Olay daha dün gibi hafızalarda. Aslında 68 kuşağının tüm devrimcileri birer Deniz’diler. Onlar fedakar, korkusuz ve cesurdu! Deniz’in iriyarı oluşu O’nu daha da heybetli kılıyordu. O, gözü pekliği, atik ve atılganlığıyla hep en öndeydi. Bu haliyle tüm yoldaşlarının sempatisini toplamıştı. Eylem yapılacaksa “Kim benimle gelecek” derdi! “Sen, sen git!” gibisinden O’nun emir verme, liderlik taslama gibi bir alışkanlığı yoktu. Her devrimcinin O’nunla gönüllü olarak eyleme gitmeye can attığı hep dilden dile söylenerek dolaşırdı. O yaşarken, efsaneleşmişti. Sadece devrimciler O’na sempati duymuyordu. O, zalim ve sömürücülerin amansız bir düşmanı olduğu halde, onlar bile Deniz’den gıpta ile bahsederlerdi. Devletin üst düzey bürokratları da O’ndan çekinirlerdi. Bir kez Deniz ile ilgili bir olayı işitmiştim. Deniz İstanbul’da tutuklu iken Ankara’dan giden bir ekip kendisine işkence yapmıştı. O ekibin elemanlarının izi sürülerek Ankara’da, Kızılay’da nokta nöbeti tutarken onları cezalandırmışlardı. Herkes bilirdi ki O’na yapılan karşılıksız kalmazdı. Hatta mahkeme ve asılmaya götürülürken bile elleri arkadan kelepçelenmişti. Çünkü O’nu beş on kişinin zapt etmesi mümkün değildi…

Gömüldüğünde binlerce kişi Ankara’da onları toprağa vermişti. Kim bilir mutlaka Deniz’e özel bir tabut yaptırmışlardı. Çünkü o kocaman vücut normal bir tabuta asla sığmazdı!.. Ayrıca Deniz ve arkadaşları zaten ölmediler! Onlar halen kendi halkının gönlünde yaşamaktalar. O kara haberin Anadolu’ya yayılmasından sonra küçük çocuklar uzun süre mahalle sokaklarında Deniz Gezmiş oyunu oynarken, her çocuk Deniz’in rolünü almak isterdi. O’nun rolünü ancak en güçlü olanı alabiliyordu. Çocuklar bile devrimciliğe özenerek büyüdüler!..

Yazarlar, şairler onları destanlara sığdıramadılar. Onların ardından “Dar Ağacında Üç Fidan” Nihat Behram, “İdam Gecesi Anıları” Av. Halit Çelenk, “Deniz Gezmiş Destanı” Alper Özbek, “Gülünün Solduğu Akşam” Erdal Öz, “Defterimde Kuş Sesleri” Erdal Öz yapıtlarıyla Deniz’i ve arkadaşlarını anlatarak ölümsüzleştirdiler.

İdam edilmeden önce basına verilen son yazısında Deniz Gezmiş şöyle yazıyordu: “Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın İşçiler, Köylüler! Kahrolsun emperyalizm!” diyordu!..

Tüm devrimcilerin ruhları şad olsun! Halen Anadolu’da onlara layık bir çalışma yapılamadı! Örgütlere sızan ne olduğu belli olmayan sözde devrimciler ise örgütlerin birliğinden çok onların dağılmasına hizmet etmekteler. Günümüzde en acil durum tüm yurtsever, devrimci kişi ve örgütlerin bir araya gelmeleridir. Ancak bu çağdışı kalmış olan düzen devrimci güçler birleşince alaşağı edilir!..

5 Mayıs 2017

 

 

Exit mobile version