Site icon Rojnameya Newroz

DEĞİNMELER: ARKASI YARIN – BİR AYRILIK HİKÂYESİ*/Göksu Baykal

İlk insanları Âdem ve Havva sayarsak, kadın-erkek ilişkisi üzerinden; aşk, tutku, cinsellik, özgürlük, bağlanma, evlilik, çocuk, şiddet, gelenekler olmak üzere sayısız konuya değinmek gerekir.

Göksu Baykal

Adil Okay yeni romanı “Arkası Yarın – Bir Ayrılık Hikâyesi”nde bu sayısız konunun içine dalmaktan çekinmemiş. Kimlik talebinden, sınıf mücadelesine, çevre sorunlarından, GDO’ya, sarı sendika, “sarı feminizm”, edebiyat, felsefe ve psikolojiden sosyolojiye kadar her konuda –“kadın” ve “erkeğin” düşünceleriyle- okuru bilgilendirmiş.

 

Yazar, çoğunluğu diyaloga dayalı, alışılmışın oldukça dışındaki kurgusunda, bir solukta okunan diyalogların içeriğiyle uyumlu olarak serpiştirilmiş mektup, şiir ve denemelerden oluşan bir potpuri sunuyor okura.

 

Genelde betimleme kullanılmadığı için, karakterlerin tüm özelliklerini, zaman ve mekânı, bazı önemli ayrıntıları diyaloglardan öğreniyoruz.

 

Erkek karakterin devrimci ve örgütlü yıllarında tanıyıp âşık olduğu kadını hala unutamadığını ifade eden satırlarda, ona duyduğu hayranlık giriyor kadınla erkeğin tutkulu birlikteliklerinin arasına.

 

“Yakalandıktan sonra da içeride sıkı bir militan olarak kaldı. Ben ise hiçbir zaman onun gibi örgütlü olmadım, silahlı eylemci de olamadım. Haklısın. Hayatımda elime silah almadım. Bu anlamda korkak bir adamım. Onun evinde bir tabanca görünce elim ayağıma dolanmıştı.”  s:194

 

Aşk saygıya dönüşüyor ve unutulmazlığa. Yıllar sonra karşılaştıkları anı şöyle anlatıyor:

“(…) Gitme zamanıydı ama gidemiyordum nedense? Ayakta öylece duruyor, bir şeyler bekliyordum. Anladı. (…) Nemlenen gözlerimden öptü önce, dudaklarıma konan tiki, önce okşayarak, sonra öperek durdurdu. Beni sakinleştirmek istiyordu. Anladım. Yine güçlü olan oydu yani. Hep o oldu. İlk ilişkimizde de, ilk sevişmemizde de oydu bana cesaret veren.” s:201

 

Kendi korkaklığını, zayıflığını gizlemeyen erkek, güçlü kadınların kollarında unutmak istiyor, yaşadıklarını, geçmişini. Artık kendine devrimci değil “iyi bir demokrat” dendiğini anlatırken, geçmişini de saklamak istiyor sanki.

 

Güçlü ve akıcı diyaloglar (Bu arada yazarın tiyatro oyunlarının da olduğunu bilmeyenler için hatırlatalım) ardı ardınca sıralanıyor ve biz bu diyaloglardan, darbe sonrası devrimcilerin, hapishane ya da sürgündeki hayatlarını –olumlu, olumsuz yönleriyle- öğrenmiş oluyoruz.

 

Yazar cinsellik açısından da ölçülü, dozunda bir tutumu yeğlemiş. Buna karşın cesur anlatımıyla tensel tutkularını açıkça yaşayan iki kahramandan erkeğin, ilişkiyi kesin olarak bitirme kararıyla sık sık terk edip gitmelerinin, daha sonra dönüp dolaşıp yine kadına dönmesiyle sonuçlanması karşısında,  “hayatımda başka bir erkek var…” diyebilen sıra dışı bir kadını da erkeği olduğu kadar başarıyla anlatmış.

 

Öğretmeyi seviyor erkek. Sevişmeyi, tutkuyu, şiiri, film ve belgeseller izlemeyi. Devrim başka zamanlara ertelenmiş, kadınlar beklemesin, yaşasınlar, öğrensinler, tabuları yıksınlar istiyor. Bir büyüteçten bakarak izliyor yaşadıklarını. Tensel tutkunun sıkıntıya, aşkın zamana yenileneceğinden, aynı evde yaşamanın alışkanlığa ve bıkkınlığa dönüşeceğinden emin,  bunu da birlikte yaşadığı kadınların anlamasını istiyor. Oysa gidip gidip döndüğü kadın sürekli birlikteliği,  evliliği, hatta gelinlik giymeyi (kırmızı kuşaksız) çocuk sahibi olmayı bile düşünebiliyor.

 

Erkeğin ilk büyük aşkı bir sendikacıyla evlenmiş,  “seni hala seviyorum ama artık git” demiş. Yetiştirdiği küçük sevgili ise başka sulara yelken açmış, Şilili mülteci kadına gelince o da sürgün bunalımlarına yenik düşmüş, evliliğe benzer uzun ilişkisini bitirmiş. Yorgun, eski bir devimci var karşımızda. Son umudu kaçmak, evliliğin sıkıcı dediği tuzağına düşmemek…

 

Bazı konuşmaların içeriğinde aralıksız süren, didaktik göndermelerin, alıntıların atıf yapılan yazar, şair, filozof isimlerinin arka arkaya sıralanması o bölümlerde tansiyonu düşürmeye neden oluyor. Örneğin;  Sibel Özbudun, William Faulkner, İonesco, Vedat Türkali, Murathan Mungan, Adorno, Hannah Arendt, Heidegger, Turgenyev, Şöhret Baltaş,  Badiou, Celal Soycan, John Berger, Arundhati Roy, Fikret Başkaya, Ali Şeriati, Sartre, Ömer Leventoğlu, Michel Tournier, Courbet, Rosa Luxemburg,  İnarritu, Halil Cibran, Necmiye Alpay, Dalai Lama, Ursula Le Guin  v.s gibi.

 

Sonuç olarak iyi kotarılmış bir ilk roman var karşımızda.

Adil Okay’dan yeni romanlar bekliyoruz.

 

*Kaynak: Sancı Dergisi, Haziran Temmuz 2017.

 

 

 

 

 

Exit mobile version