Site icon Rojnameya Newroz

Cumhuriyet’in 2. yüzyılında kadın

Cumhuriyet’in 2. yüzyılında kadın

Kadının özgürlüğü,

tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi yalnızca

emeğin sermayenin boyunduruğundan

kurtarılmasıyla olacaktır.

Clara Zetkin 

Eyüp Yalur / Sosyalist Mezopotamya Dergisi / Sayı: 13 

Yönetim biçimi olarak cumhuriyet, halkın üstünde hiçbir otoritenin, yetkili makamın olmadığı, devletin gücünü halktan aldığı, halktan bireylerin devleti halk adına belli sürelerle yönetmesidir. Cumhuriyet, devletin halkın efendisi değil hizmetkarı olduğu bir rejimdir. Çin, Rusya, İran, Kuzey Kore, Mısır, Azerbaycan, Kazakistan, Türkmenistan, Sudan… gibi devletlerin yönetim biçimleri cumhuriyettir. 

Bu sistemlerin hiçbir yerinde demokratik kurum ve kurallar görmenin imkanı yoktur. Yasama, yürütme, yargı iktidarın güdümündedir. Bireysel hak ve özgürlükler güvence altında değildir, laik ve çağdaş eğitim sisteminden rahatsızlık duyulur, adil ve demokratik seçimler olmaz, olamaz, muhalif kesimlere, liderlere tahammül edilmez, farklı dil, inançlara ve etnik yapılara saygı duyulmaz varlıkları kabul edilmez, her şey tek tipleştirilir. İşte bu cumhuriyetlerin kaç yüzyıl yaşadıkları halklar açısından hiçbir şey ifade etmez. 

Almanya, Fransa… gibi AB ülkeleri, Avrupa’daki cumhuriyetler dışında demokratik kurallar, yönetimler tarafından benimsenmez, kabul edilmez. Birçok Avrupa ülkesi, bazı AB üyesi ülkeler monarşi ile yönetilirler. İngiltere, Danimarka, Belçika, Hollanda… gibi. İşte bu ülkeler adeta burjuva demokrasisinin beşiği olan ülkelerdir. Ekonomileri güçlü, bilim ve teknolojide öncü, kültür ve sanat alanında son derece gelişmiş, çağdaş, modern, laik eğitimi benimsemiş halkı, çocuğuyla, yaşlısıyla, kadınıyla mutlu, doğasıyla barışıktır. Avrupa’daki monarşi yönetimlerinde simgesel olan devlet başkanlığı makamları sadece erkek çocuklara, büyük oğula değil kız çocuklarına da geçmektedir. 

Demokratik kurallara uyulmayan Körfez ülkelerinde iktidarın babadan büyük oğula geçtiği şeyhlik sistemi uygulanmaktadır. Yani demokrasi bir zihniyet meselesidir. Eğer ki cumhuriyet demokrasi ile taçlandırılırsa halk açısından bir anlam ifade eder. 

1789 Fransız İhtilali ile vücut bulan cumhuriyet rejimi Türkiye’de 1923’te Mustafa Kemal tarafından ve önemli dava arkadaşlarının Kazım Karabekir, Rauf Orbay gibi Ankara’nın dışında oldukları bir günde bir oldu bittiye getirilerek ilan ediliyor. Bu cumhuriyet rejimi Avrupai tarzda değil Orta Doğu, Kafkasya, Asya tarzı bir cumhuriyet rejimidir. Kendine münhasır bir sistemdir, hiç bir değer yargısı çağdaş normlara uygun değildir. 

Demokratik Cumhuriyet rejimlerinin en önemli, şaşmaz kuralı demokratik seçimlerdir. Demokratik cumhuriyetlerde yapılan seçimler üzerine şaibe gölgesi düşmez. “Atı alan Mississippi’yi geçmez”. Her siyasi parti seçim sonuçlarına razı olur. Paris, Berlin, Viyana… gibi şehirlerde belediye başkanlığı seçimi keyfi olarak iptal edilemez, halkın özgür iradesiyle seçtiği belediyelere kayyımlar atanamaz. Demokratik cumhuriyetlerde egemenlik halka aittir. Egemenliğin parti devleti mensuplarına, mutlu azınlığa ait olduğu rejimin halkı/halkları mutlu olamazlar. Demokratik cumhuriyetler siyasi olduğu kadar hukuksal bir kavramdır. Halkın temsilcilerinin çıkaracakları yasalar, kanunlar rejimin temelini oluşturduğu gibi halkın / halkların mutlu, huzurlu, örgütlenme özgürlüğü, doğasının tahrip edilmediği… demokratik yaşam alanlarını da düzenler. 

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü 

Dünya Emekçi Kadınlar Günü, her yıl 8 Mart günü dünyanın dört bir tarafında kutlanan uluslararası özel bir gündür. Bu özel günde dünya kadınları eşitlik, özgürlük, barış, adalet, çalışma saatlerinin azaltılması, ücretlerin arttırılması, oy kullanma hakkı talebi (seçme ve seçilme hakkı), kadınlara iş ve meslek eğitimi verilmesi, kadın hakları için mücadeleyi hatırlatmak ve farkındalık yaratmak için kutlanır.  

1910 yılında Danimarka’nın Kopenhag şehrinde düzenlenen Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda konuşan Clara Zetkin, 1857 yılında yaşanan olaylarda yaşamını yitiren işçilerin adına 8 Mart’ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını önerdi. Konferansa 17 ülkeden katılan 100 sosyalist emekçi kadın, Clara Zetkin’in önerisini oy birliği ile kabul etti. İlk uluslararası etkinlikler 1911 yılında Avusturya, Danimarka, Almanya, İsviçre’de kutlandı. 

8 Mart 1857’de ABD’nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında kötü koşullar altında günde 16 saat açlık sınırında ücretlerle çalışan ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini isteyen çoğu kadın 40 bin işçinin iş bırakma eylemi yapması, grev yapan işçilere polisin saldırması ve işçileri fabrikaya kilitlemesi, ardından çıkan yangında kurulan barikatlar nedeniyle işçilerin kaçamamaları ve 129 emekçi kadının bu yangında can vermesidir. 

Emekçi Kadınlar Günü 1967’de feminist hareket tarafından benimsenene kadar ağırlıklı olarak sosyalist hareketler ve komünist ülkeler tarafından kutlanmıştır. 

BM 1975 yılında “Kadın On Yılı” ilan etmiş ve 16 Aralık 1977 tarihinde BM Genel Kurulu kararı ile 8 Mart’ın “Kadın Hakları, Uluslararası Barış Günü” olarak anılması kabul edilmiştir. Bu kabule gerekçe olarak iki neden gösterilmiştir. 

I- Dünya barışının korunması, sosyal gelişim ve temel insan haklarının kullanılması için kadınlarında eşitliği ve kendilerini geliştirmelerine olanak sağlamak. 

II- Kadınlara eşit hakların verilmesinin dünya barışını güçlendireceği inancıdır. 

Kadına yönelik şiddete karşı verilen mücadele aynı zamanda demokrasi, barış, özgürlük ve insan hakları mücadelesidir. 

Cumhuriyet’te Kadın Hakları 

Türkiye Cumhuriyeti’nde kadınlara seçme ve seçilme hakkının M. Kemal tarafından armağan edildiği yazılıp çizildi. Her konuda olduğu gibi bu konuda da gerçekler ters yüz edilmiştir. 

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde dünyanın dört bir yanındaki kadınlar nasıl ki direnerek, ağır bedeller ödeyerek siyasi, sosyal ve cinsiyet eşitliği haklarını elde ettiyseler burada da bu mücadelelerden etkilenerek ve direnerek haklarını elde ettiler. 

“Türkiye’de kadınlara siyasi hakların tanınması da zannedildiği gibi bol keseden verilen bir bahşiş olmamıştır. Türk Kadınlar Birliği, meşruiyetini özgürlük ortamında filizlenmiş olup iktidarların dikkatlerini bu meseleye çekmek için ciddi çabalar sarf etmekte ve cumhuriyetin ilanından bile önce savaştan çıkmış yeni rejimi sıkıştırmaktadır. Fakat her seferinde atlatılmakta, talepleri sürekli olarak ertelenmektedir. Birkaç defa bizzat Atatürk’e anlatmayı denerler meseleyi; ancak kuru nasihatten başka bir şey alamazlar. 

Atatürk’e göre kadınların talep ettikleri siyasi haklar karşılığında erkekler gibi bir bedel ödemeleri gerekir ki bu bedel zorunlu askerliktir. Eğer kadınlar seçme ve seçilme haklarına kavuşmak istiyorlarsa, askerlik gibi erkeklerin aleyhine eşitliği bozan bu göreve de razı olmalıdırlar. Atatürk’ün gözünde vazife mukabili olmayan hak mevcut değildir. 1 Şubat 1931 günü yaptığı konuşmada şöyle demiştir. 

“Türk kadınları, milletinin vatandaşlara tahmil ettiği (yüklediği) vazifelerin hiçbirinden kendilerinin uzak bırakılmayacağını düşünmezler. Çünkü vazife mukabili olmayan hak mevcut değildir.” 

30 Haziran 1933’te Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki kız öğrenciler milletvekili olmak istediklerini söylediklerinde ‘Niçin mebusluk istiyorsunuz da askerlik istemiyorsunuz’ diye biraz da kızgınlıkla sorar. Kasım 1934’te Ankara Kız Lisesi’ni ziyareti sırasında kız öğrencilerin sıkıştırması üzerine de ‘Mebus seçer ve mebus olursunuz; fakat aynı zamanda asker de olacaksınız’ demek zorunda kalır”. (Mustafa Armağan) 

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde çok ağır bedeller ödenerek dünya kadınlarına mal olan bu önemli evrensel günde, kadın mücadelesini Kemalizm’e endeksleyenler, bu direniş geleneğinin içeriğini boşaltarak bu önemli günde bugünle alakası olmayan Anıtkabiri ziyaret edip bağlılıklarını sunarak şifa arıyorlar. 

Cumhuriyet’in 2. yüzyılında kadının durumu 

Cumhuriyet rejimi Osmanlı Devleti’nden devraldığı sorunları çözmediği / çözemediği gibi ülkeyi her on yılda bir yapılan darbe ve darbe girişimleriyle, post-modern darbelerle totaliter, baskıcı bir şekilde yöneterek yeni sorunlar biriktirdi. 

Ülkenin önemli can alıcı sorunlarından birisi de ülkenin kadın sorunudur. Aslında bunca sorunu saymaktansa ülke sorundur demek, ülkenin rejimi sorundur demek daha doğru olur ya. Neyse… 

Kadın istihdamındaki güvencesizliğin en çarpıcı boyutu mevsimlik tarım işçisi olan kadınların övünülen cumhuriyetin ikinci yüzyılın da tarlalara, tarım arazilerine, bağlara, bostanlara… hâlâ traktör römorklarıyla, kamyon ve kamyonetlerle taşımaktadırlar. Bu da kadın işçilerin trafik kazalarında ölmelerine sebep olmaktadır. 

“2013’te en az 103, 2014’te en az 131, 2015’te en az 121, 2016’da en az 110, 2017’de en az 117, 2018’de en az 120, 2019’da en az 115, 2020’de en az 148, 2021’de en az 165, 2022’de en az 109 ve 2023’ün ilk on ayında en az 140 kadın işçi öldü. Bu trafik kazaları kadın iş cinayetlerinin yüzde 44’ünü oluşturuyor.” (İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verileri) 

Kadına karşı uygulanan şiddet ve cinayet ülke gündeminden düşmeyen en önemli sorundur. Türkiye’de kadına karşı cinayet ve şiddet hız kesmeden devam etmektedir. 

Uluslararası raporlara göre Türkiye’de kadınların durumu hiç de iç açıcı değildir. Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) verilerine göre Türkiye’de kadınlar eşitlik açısından 146 ülke arasında 129’uncu sırada yer almaktadır. 

Türkiye’de 2024 yılının ilk iki ayında 71 kadın öldürüldü. 

Kadınların %70’i hayatlarına dair karar aldıkları için öldürüldüler. 

Bu yıl öldürülen kadınların %41’i evli olduğu erkek tarafından öldürüldü. 

Gözaltında zorla kaybettirilen yakınlarının akıbetini öğrenmeye çalışanlar ve faillerin yargılanması talebinde bulunan Cumartesi Annelerinin Galatasaray Meydanı’ndaki eylemleri bininci haftaya yaklaşıyor. Ama hala bu sistem tarafından failler bulunmadı çünkü bulmak istemiyorlar. Cumartesi Annelerinin eylemi cumhuriyetin ikinci yüzyılında da devam edecektir. Bu kirli tablonun mimarları, kadınların uzun yıllar verdikleri mücadele sonucu elde ettikleri İstanbul Sözleşmesi’ni bir gecede iptal ettiler. 

Toplumsal cinsiyet eşitsizliği 

Yaşamın her alanında toplumsal cinsiyet eşitsizliği kendini gösteriyor. 

İstanbul Sözleşmesi kaldırıldı, kadını koruması gereken 6284 sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun uygulanmıyor. 

Kadın emeği ucuz iş gücü olarak değerlendiriliyor, erkeklere nazaran daha fazla sömürülüyor. 

Ücret gelirlerinde toplumsal cinsiyet eşitsizliği her geçen gün artmaktadır. 

Erkekler kadınlardan % 32 daha fazla gelir elde ediyorlar. 

Kadınlar için hayatın hemen her alanında gücünü mevcut erkek egemen zihniyetten alan bir baskı, sindirme ve yıldırma anlayışı söz konusudur. Bu zihniyet evde, iş yerinde, okulda kendini gösterdiği kadar hukuk düzenlemelerinde, devletin yetkili kurumlarında ve mahkemelerde de varlığını sürdürmektedir. 

Ceza hukukunun kadını her tür şiddetten koruyacak nitelikte olmaması, şiddet vakalarında etkili soruşturma yürütülmemesi, mahkemelerde erkek şiddetini ceza indirme ve erteleme yoluyla adeta ‘meşru’ kılma yönündeki baskın tavır, şiddet gören kadınlara yönelik koruma tedbirlerinin ivedilikle ve usulüne uygun olarak hayata geçirilmemesi Türkiye›de kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırma konusundaki ısrarın ne denli zayıf olduğunu bizlere göstermektedir. 

Haziran 2024

Exit mobile version