Site icon Rojnameya Newroz

BUGÜN(ÜMÜZ)DE FAŞİZM(LER)

Faşizm, kapitalizme mündemiç sürekli bir hâldir; kapitalizmin ve burjuva demokrasisinin bir uzantısıdır. Çünkü liberal sistem faşizmin gelmesi için gerekli koşulların birincisidir.

TEMEL DEMİRER / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

“Yapabileceğini düşünen yapabilir,

yapamayacağını düşünen yapamaz.

Bu değişmez ve tartışılmaz bir kuraldır.”[1]

William Butler Yeats’in, “Her şey tepetaklak, merkez tutunamıyor/ Mutlak anarşi kaplamış yeryüzünü/ Basıyor her yanı kana bulanmış sular/ Ve her yerde masumiyetin defin töreni var/ İyilerin kalmamış hiç itikadı/ Kötülerse en yoğun tutkularla dolu/ Ama bu noktaya nasıl oldu da geldik?/ Ve bu gidiş nereye?” dizeleri bugün(ümüz)ü çarpıcı biçimde anlatır.

Sürdürülemez kapitalizmin III. Büyük Buhranı ile betimlenen bugün(ümüz)de “Faşizmin Ön Odası”ndayız; bir çeşit hazırlık ya da sınav odasındayız sanki.

ABD’de Donald Trump, Rusya’da Vladimir Putin, coğrafyamızda Recep Tayyip Erdoğan, İtalya’da Matteo Salvini, Macaristan’da Viktor Orban ve hatta Fransa’da Emmanuel Macron ve arkalarından da gelecek olanlar…

“Popülist” denilen (!) yükseliş, faşizmin döl yatağını oluşturan, küresel bir çatışmanın da dekorunu hazırlıyor.

Tarihin de kanıtladığı üzere liberalizm veya sosyal demokrasi, ekonomik krizlere çare üretemeyince, faşizmin yeniden canlanma, iktidara ulaşma sürecine uygun ortam oluşurken; bugün(ümüz)ün en tehlikeli özelliği, faşizmin yeniden yükselmeye başlamasıdır.

* * * * *

Weimar Cumhuriyeti’ni, Nazi diktatörlüğünün izlediğini, bugün(ümüz)de küresel ölçekte “benzer dinamikler”in söz konusu olduğunu unutmadan; “Hitler öldü, ama fikirleri yaşıyor,”[2] uyarısına kulak vermekte yarar var.

Hem de “Hitler ve Mussolini’nin anıt mezarları yok, orası malum. Ancak varlıklarını daha sinsi ve gizli şekillerde sürdürüyor olabilirler mi?” sorusuna “Avrupa’nın faşistleri geri döndü: Aslında hiç ölmediler. Avrupa’da faşizmin hayaletleri hortladı. İspanyol sosyalist Başbakan Pedro Sanchez bunun farkında ve ülkenin faşist diktatörü Francisco Franco’ya mütemadiyen hürmet gösterilmesinden öyle rahatsız ki, Franco’nun naaşını 1975’ten beri gömülü olduğu kabrinden taşıyacağına yemin etti,”[3] yanıtı verilirken…

Ayrıca bu kadar da değil!

Almanya’nın Chemnitz kentinde patlak veren kitlesel faşist gösteriler, göçmenlere yönelik saldırılar, “1930’lara mı dönüyoruz” tartışmalarını alevlendirdi. “30’lara mı dönüyoruz” sorusu akademik bir tartışma olmaktan öte bir tehlikeyi yansıtıyor.

Chemnitz’de neo-Naziler Alman’a benzemeyen insanlara saldırdılar. Yıllardır mayalanan faşist hareket, adeta şimdi kendine bir kurtarılmış bölge kuruyordu. Gösteriye 10.000’in üstünde faşist ve ırkçı katıldı. Alman basını, olayı eski Doğu Almanya’nın mirasına bağlayarak Saksonya eyaletine has bir hastalık gibi sunmaya çalışsa da; Chemnitz’e toplanan binlerce faşiste, Avrupa’da, Orban, Mussolini’nin mirasçısı Salvini benzeri liderlerin toplumsal tabanına, ABD’de Trump’ın destekçilerine bakınca, karşımızda sıra dışı, yerel bir olay değil, zamanın ruhunun bir dışavurumu olduğunu söylüyor.[4]

* * * * *

“Zamanın Ruhu”na ilişkin olarak Geoff Eley, “Siyasi ortamın değişimi 11 Eylül’den daha geriye, komünizmin çöküşüne, yani 1990’lara kadar gidiyor. Bu süreçte neo-liberalizme yönelik geniş tabanlı bir siyasi muhalefetin ortadan kaldırılışına tanıklık ettik. Bu gelişme de kriz zamanlarında ve acil durumlarda faşizm gibi görünmeye başlayan siyasi formların önünü açtı… Neo-liberalizmin toplumlara yaptığı şey şu; faşist politikalara direnmenin giderek daha da zorlaştığı bir alan yaratıyor,”[5] saptamasını dillendirirken; muhafazakâr ‘The Daily Telegraph’ gazetesindeki yazarın, “1930’ların çizmelerinin yeniden Avrupa’da yürüdüğünü duyuyorum” saptamasını eklemekte yarar var.[6]

Faşizmin kapitalizmin DNA’sında yer aldığının altını ısrarla çizerek aktarmakta yarar görüyorum:

Chiara Bottici, “Aslında faşizm hiç gitmemişti”…

Tim Jacoby, “Faşizm geri dönüyor değil çünkü hiç gitmedi. Bazı nominalist tarihçilerin düşündüğünün aksine, 1920’lerde başlayıp 1945’te de bitmedi. Faşizm cansız bir şey değil, canlı ve selametle yoluna devam ediyor”…

Neil Faulkner, “Faşizm geri dönüyor mu? Belki de… 1930’ların bu filminin ağır çekimde yeniden gösterimde olduğu da doğru görünüyor. Ekonomik durgunluk, artan toplumsal çürüme, uluslararası düzende bir kırılma, artan silahlanma ve savaş harcamaları ve eli kulağında bir iklim felaketi ile belki de 1930’larınkinden daha zorlu bir dünya kapitalist krizi ile yüz yüzeyiz”…

William I. Robinson, “Faşizm, ister klasik yirminci yüzyıl formunda, isterse yirmi birinci yüzyıl neo-faşizminin olası varyantları formunda olsun, kapitalist krize verilen belirli bir yanıttır”…

Rose Sydney Parfitt, “Açık ki faşizmin dili, sembolleri ve mantığı bugün 1940’lardan bu yana en açık hâliyle kullanılıyor”…

Yannis Stavrakakis, “Faşizmin bir geri dönüş yaptığı söylenebilir. Dünyada faşist veya neo-Nazi güçlerin parlamentolara girdiği ve az ya da çok meşru bir siyasal seçenek olarak ortaya çıktığı yerler var… Faşizmden daha da sıkıntılı olan şey, daha ılımlı siyasal güçlerin, onun ana mesajlarını ve kinayelerini benimseyerek faşizmi ele alma şekli, yani faşizmin “ana-akımlaştırılması” veya “normalleştirilmesi” gibi görünüyor,”[7] derlerken kimsenin inkâr edemeyeceği gerçekleri dillendirmektedirler.

* * * * *

Malum: Faşizm(ler), kapitalizmin belli bir “durumunun” (yapısal krizinin) içinde, giderek egemen sınıfın tercihine dönüşen bir siyasi-toplumsal hareket olarak ortaya çıkar. Bu nedenle, faşizm, kaçınılmaz olarak, kapitalizmin andaki durumunun, özetle nihai kertede egemen sınıfın gereksinimlerinin damgasını taşırken; Karl Polanyi de, ‘Büyük Dönüşüm’de, faşizmi, “Ekonomik krize girmiş ekonomilerin gürbüz çocuğu”[8] olarak nitelemişti

Burada bir parantez açıp hatırlatmakta yarar var: Faşizm istisnai ve yerel koşullarda ortaya çıkmış olmasına karşın istisnai ve yerel bir siyasi olgu olarak kalmadı. Bir tekelci sermaye siyaseti olarak, ortaya çıktığı andan itibaren kendisine müesses nizam (kurulu düzen) içinde yer buldu…

Faşizmi tekelci sermaye egemenliğinin her devresinde ve kapitalist dünya sistemi hiyerarşisinin her kademesinde yeniden ve yeniden hayat bulan bir sürekli karşıdevrim formu olarak incelediğimizde ilginç bir sonuçla yüzleşiyoruz: Faşizmin daha önceki yükselişleri uluslararası devrimci hareketin iki yükseliş dönemine karşılık gelen karşı-devrimci sermaye yanıtları olarak şekillendi. Eski tip çokuluslu devletlerin krizinden doğan Avrupa Devrimi dalgası ile birlikte İtalyan ve Alman faşizmleri, klasik sömürge imparatorluklarının dağılması sürecine damgasını vuran ulusal kurtuluş savaşları ile birlikte Latin Amerika ve Uzak Asya’daki Amerikancı darbeler…

Bugünkü faşizmler ise bir devrimci dalgayı izlemiyor. Tam tersine bugünün faşizmleri neo-liberalizme ve sömürgesel genişleme hareketlerine işçi sınıflarının ve ezilen halkların devrimci yanıtlar üretemediği bir uzun kriz dönemi içerisinde gelişiyorlar ve iktidara uzanıyorlar.[9]

Bu açıdan, bugün(ümüz)de faşizmi düşünürken, öncelikle, onun sergilediği biçimleri değil, hep sabit kalan, zamanla değişmeyen, onu kendisi yapan özelliklerini tanımlamaya çalışmak ve bu yolda da bir “oluş süreci” yaşandığını unutmamak gerek.

Faşizmi “kendisi yapan”, zaman içinde değişmeyen özelliklerini (özünü oluşturan bileşenleri) Umberto Eco’dan mülhem sıralarsak:

i) Gelenek kültü. Geçmiş bir zamandaki yaşam pratiklerine, kullanılan dile özel ilgi.

ii) Aydınlanma’yı, dejenerasyonun başlangıcı olarak görmek.

iii) Uzmanlara, eğitilmişlere karşı bir düşmanlık: Muhalif entelektüelleri simgesel ve fiziki şiddetle susturmaya, tasfiye etmeye çalışmak.

iv) Liderden farklı düşünmeyi ihanet olarak görmek.

v) Etnik kökeni, dini, cinsel pratikleri farklı olandan korkmak.

vi) Düş kırıklığı yaşayan bir kitleden oluşan bir toplumsal taban.

vii) Belirgin bir toplumsal kimlikten yoksun bırakılanlara sunulan, aynı ülkede doğmuş olmak (aynı dinden, mezhepten olmak) gibi bir ortaklıktan kaynaklanan, soyut bir kimliği yüceltmek.

viii) Düşmanlarının refahından, siyasi gücünden korkmak. “Öteki”ni, hazlarını yaşayabildiğini hayal ederek kıskanmak.

ix) Halkçı bir seçkincilik. Bir taraftan her vatandaş (grup üyesi) dünyanın en iyi kümesine aittir, harekete katılanlar ise en iyileridir. Diğer taraftan, halk o kadar zayıftır ki güçlü bir liderin varlığına gereksinim duyar.

x) Kahramanlık kültü: Faşizmde “kahraman”, ölümü arzular, ölmek için sabırsızlanır, bu sabırsızlıkla birçok insanı ölüme gönderir.

xi) Faşizm, kadın-erkek eşitliğini yadsır. Standart olmayan cinsel pratiklere (LGBT) yönelik kuşkuyu, nefreti körükler. Faşist silahla oynamayı sever. Bu oyun ona, savaş ve seksin yerine ikame edilen bir fallusa erişme fantezisi sağlar.

xii) Faşist popülizmde bireylerin hakları yoktur, bir halk olarak homojen bir bütünlük oluştururlar. Lider bu bütünlüğün iradesini temsil eder. Faşizm parlamenter pratiklerden nefret eder.

xiii) Faşizm, bir “yeni dil” konuşur. Sözcük hazinesi yoksullaştırılmış, basitleştirilmiş dil, karmaşık, eleştirel akıl yürütmeye olanak veren araçlara ulaşımı engeller.[10]

Sözün özü, faşizm, sermayenin başı sıkıştığı, kapitalizmin bunalıma girdiği her an, her yerde, onun yardımına koşmaya hazır ve nazır bekleyen, çürümenin örgütlenmesidir. Ya da şöyle mi demeli; kapitalizmin çürüttüklerini faşizm örgütleyerek sisteme yeni bir dinamizm, yeni bir güç kazandırır. Sahte (pseudo) anti-kapitalist söylemlerinin ardında, kapitalizmin mantığını tabana yayma, ezilmiş kitlelerde bir “muteberlik”, bir güçlülük, bir “merkezde”lik yanılsaması yaratarak onları sistemin vurucu gücü kılma dürtüsü vardır. Faşizm popülizmi (ve ona mündemiç olan tüm değersizlikleri: anti-entelektüalizm, vasatlık, kaba güç, eril-merkezcilik, öteki düşmanlığı, fanatizm…) tabana yayarken, sıkışan sermaye birikim modelinin önünü açar.

Faşizmin, nihai kertede kapitalist reaksiyondan başka bir şey olmadığını; ayrıca iki dünya savaşı arasındaki kapitalizmin krizine mündemiç -olup-bitmiş!- bir gerçeklik olarak kavranamayacağını unutmamalıyız.

* * * * *

Max Horkheimer’ın, “Kapitalizm hakkında konuşmayanlar faşizm hakkında sussunlar” ve Yalçın Küçük’ün, “Hitler yenildikten sonra faşizm, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika devletleri yapısına asimile olmuştur; Hitler ile birlikte faşizm, kapitalizmin siyasal formasyonu içine giriyor ve bunu değiştiriyor,” saptamasındaki üzere faşizmin, kapitalizme mündemiç olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Evet, evet faşizmi doğuran karın kapitalizmdir…

Bilinir: Hitler’in bir fotoğrafı üstüne Brecht’in yazdığı şu dörtlüğü ünlüdür: “Az kaldı dünyayı fethedecekti bu/ Halklar onun üstesinden geldi./ Ama sevinmeyin hemen, çünkü onu/ Doğuran karın bugün hâlâ verimli.”[11]

“Faşizm, kapitalizmin ulaştığı bir aşama, tarihî bir aşama: bu açıdan bakılırsa, yeni bir şey, öte yandan da eski bir şey. Kapitalizm faşist ülkelerde faşizm olarak var olur; kapitalizmin en açık, en saldırgan, en baskıcı, en yalancı biçimi olan faşizme karşı mücadele vermek, ancak kapitalizmle mücadele etmekle gerçekleşebilir. Faşizmi doğuran kapitalizme karşı tek sözcük bile söylemek istemeyen kişi, karşı olduğu faşizmin hakikâti üzerine nasıl konuşabilir? Bu konudaki hakikâti dile getirmek nasıl yararlı bir sonuç doğurabilir? Kapitalizme karşı çıkmadan faşizme karşı çıkan, barbarlığın yarattığı barbarlıktan yakınan kişiler, danadan kendilerine düşen payı büyük bir iştahla tıkınan, ama danacıkların kesilmesine karşı çıkan insanları andırıyorlar,” diyen Bertolt Brecht’in kastettiği “karın”, sınıfsaldır. O, daha 1942 yılının 28 Şubat’ında Çalışma Günlüğü’ne şu notu düşmüştü: “Faşizm, ‘sağlıklı’ burjuvaziden (Alman ordusu ve endüstrisi) ayrı tutulmak ve ‘kendi başına’ yok edilmek istenirse, faşizmle de mücadele edilemez. (…) Hastalıklı olan, kesinlikle sınıfsaldır.”[12]

O hâlde Benito Mussolini’nin, “Faşizm şirketçilik (corporatizm) diye adlandırılmalıdır. Çünkü şirket ve devlet gücünü birleştirir,” dediği tabloda; Buenaventura Durruti’nin, “Hiçbir hükümet faşizmi yok etmek üzere savaşmaz. Burjuvazi, güç elleri arasında kayıp gittiğinde, ayrıcalıklarını tekrar kazanmak için faşizmi diriltir,” uyarısı “es” geçilebilir mi?

Kaldı ki François Chatelet’in, “Faşizm özüne indirgenmiş liberal devlettir,”[13] derken; “devletin özü”, “neo-liberal sermaye birikim rejimi” ve “kapitalist devlet” şahsında -hepimize!- üzerinde düşünmemiz gereken bir perspektif sunar…

Faşizm, kapitalizme mündemiç sürekli bir hâldir; kapitalizmin ve burjuva demokrasisinin bir uzantısıdır. Çünkü liberal sistem faşizmin gelmesi için gerekli koşulların birincisidir. Yani liberalizm ile faşizm arasındaki tarihsel bağ kapitalizmdir. Ve de asrın sarî hastalığı olarak da faşizm(ler), kapitalizmin sürdürülemezliğine mündemiçtirler! Tıpkı “Tilki, derisinden vazgeçer de alışkanlıklarından vazgeçmez,” diyen Suetonius’un ifadesindeki gibi…

Hasılı kapitalizmin gölgede bekleyen özü/ saklı suretidir; maskesi olmayan kapitalizmdir faşizm… Çünkü faşizm, kapitalizmin her daim yanındadır; kapitalizmin bekası için vardır. Kapitalizmin beslediği, büyüttüğü meşru çocuğudur.

* * * * *

Nihayet kriz içindeki tekelci sermaye zorbalığının göbek adıdır faşizm!

Bundan kimsenin, -özellikle de “Yeni Dünya Düzen(sizliğ)i” (“YDD”) koordinatlarında- şüphesi olmasın!

“Nasıl” mı? Richard A. Falk, Amerikan emperyal jeopolitikasını irdelediği “Dünya Düzeni Nereye?”[14] başlıklı yapıtta, bu soruyu, dünyanın gidişatının küresel faşizme doğru bir yöneliş olduğuna işaret ediyorken; Dylan Riley’in belirttiği üzere “Revizyonist bir emperyalizm, klasik faşist rejimlerin belirleyici bir özelliği olmuştur.”[15]

Bugün(ümüz)de faşizm(ler)in “küreselleşme” alt başlıklı emperyalizmle bağı[16] “es” geçilmemeliyken; “Tarihsel olarak, milliyetçiliğin dirilişi daima savaşa götürmüştür. Bu kez bunun farklı olması için hiçbir sebep göremiyorum,”[17] uyarısı önemsenmelidir!

Evet! Çünkü “1946’da Nuremberg Mahkemesi yargıçları şöyle diyordu: ‘Saldırgan bir savaşı başlatmak sadece uluslararası bir suç değildir, biriktirilmiş kötülüklerin tamamını içermesinden ötürü kendisini başka savaş suçlarından farklı kılan üst düzeyde bir uluslararası suçtur’…

Geçmişte ve günümüzde faşizmin ortak tehdidi kitlesel katliam yapmaktır. Örneğin Vietnam’ı işgali sırasında ABD ‘atış serbest bölgeleri’, ‘sivil kayıplar’, ‘ceset sayıları’ gibi kendi terminolojisini yaratmıştı…

Tarihçi Norman Pollock şöyle yazmıştı: ‘Kaz adımlarıyla yürüyenlerin yerine daha masum görünecek şekilde kültürün tamamını militarize edin. Ve gösterişli lider yerine de işinde titiz olmayan, ama suikastları planlayan ve infaz eden ve o sırada sürekli gülümseyen hevesli bir reformcu olsun.’

Eski ve yeni faşizmi birleştiren unsur, üstünlük kültüdür. Obama, ‘Varlığımın her dokusunda Amerikan ayrıcalığına inanıyorum’ derken 1930’lardaki milli fetişizm açıklamalarını akla getiriyordu. Tarihçi Alfred W. McCoy’un işaret ettiği üzere Hitler’in sadık adamlarından Carl Schmitt de ‘Ayrıcalığa karar veren egemen olur’ demişti. Amerikancılığın, dünyanın hâkim ideolojisinin özeti böyledir. Bu ideoloji, örneğin Hollywood aracılığıyla bütün dünyaya egemen kılınıyor.”[18]

Ve “Faşizm boş, endişeli ve çaresiz olduğundan megalomanca vaatlere sıkı sıkıya sarılan insanlarda ortaya çıkar,”[19] ifadesiyle betimlenen bugün(ümüz)de bu her yerde!

* * * * *

“İyi de ne yapmalı” mı?

“Bir demokrat, sosyalist ya da Marksist, karşısındaki faşizan tehlikeye göre tutum almalı. Geniş demokrasi cephesine katılmalı, ama elbette kimliğini de kaybetmemeli. Bu çok klasik ve tüm tarihin ortaya koyduğu bir gerçektir,”[20] diyen Taner Timur hocam(ız)a kulak vererek; ancak, siyasi merkezin, toplumsal mutabakatın parçalanmaya, vatandaşların değerler üzerinden kutuplaşmaya başladığı yerlerde, “sağ duyulu” duruş sergileme adına(?), merkez sağın daha sağda olanı taklit etme, merkez solun sağa kayarak rol kapma çabalarının sonuç vermediğini unutmadan, unutturmadan!

Faşizme karşı mücadele, anti-kapitalist konumlu bir karşı hareket yaratma bağlamında; işçi sınıfı eksenli bir tarihsel mücadele bloğudur ya da hiç!

Bu uğurda Pablo Picasso’nun, “İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek. İnsanları kızdıracak, kabul edilmez imgeler yaratmak lazım. Pek güvenilir olmayan, tuhaf bir dünyada yaşadıklarını, sandıkları gibi bir dünyada bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak,” uyarısına gereken önemi atfederek; “devletin içinde ve dışında karşı-hegemonik alanlar inşa ederek otokratik devleti dönüştürmek”[21] çaresizliğinden kurtulmak gerekiyor.

Çünkü Alain Badiou, direnmenin verili düzene isyan etmek için en doğal hak olmanın yanı sıra bir sorumluluk da olduğunu vurgularken; hakikâtin ancak verili düzenden radikal bir kopuş ile ortaya çıktığına ve Jacques Rancière de, “görülmeyene görünürlük, duyulmayana duyulurluk kazandırırlar,” dediği siyasetin kopuş anları yoluyla kuruluğunu belirtir.

9 Nisan 2019 11:54, İstanbul.

Sosyalist Mezopotamya / Mayıs / Sayı: 5

Tüm sayıların PDF formatları aşağıda

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 1 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 2 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 3 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 4 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 5 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın

N O T L A R

[1] Pablo Picasso.

[2] Mine G. Kırıkkanat, “Hitler Kazandı”, Cumhuriyet, 4 Şubat 2018, s.13.

[3] Clive Irving, “Avrupa’nın Faşistleri Geri Döndü: Aslında Hiç Ölmediler”, Birgün, 23 Temmuz 2018, s.5.

[4] Ergin Yıldızoğlu, “Faşizm Güncel Bir Tehlike!”, Cumhuriyet, 10 Eylül 2018, s.9.

[5] Cansu Çamlıbel, “Geoff Eley: Bugünkü Türkiye Weimar Cumhuriyeti’nin Son Dönemini Anımsatıyor”, Hürriyet, 13 Nisan 2015, s.20.

[6] Ergin Yıldızoğlu, “Felaketin İçine Bakınca…”, Cumhuriyet, 19 Mayıs 2014, s.13.

[7] Cihan Aksan-Jon Bailes, “Faşizm Geri mi Dönüyor”, Birgün Pazar, Yıl:14, No:563, 24 Aralık 2017, s.14-15.

[8] Karl Polanyi, Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökleri, çev: Ayşe BuğraAlan Yay., 1986.

[9] Ferda Koç, “Faşizmin Tarihselliği Üzerine Notlar”, Halkın Sesi, Yıl:13, No:323, 21 Kasım-4 Aralık 2018, s.5.

[10] Ergin Yıldızoğlu, “Faşizmi Düşünmek – I”, Cumhuriyet, 12 Kasım 2018, s.11.

[11] Bertolt Brecht, Bütün Şiirleri-2, çev: Y. Onay, Mitos Boyut Yay., 2000, s.193.

[12] Brecht’le Yaşamak-Çalışma Günlüğü, Haz: Yılmaz Onay, Broy Yay., 1995, s.103.

[13] Maria Antonietta Macciocchi, Faşizmin Analizi, çev: Cemal Süreya, Payel Yay., 1979.

[14] Richard A. Falk, Dünya Düzeni Nereye?, Çev: Nusret Arhan, Metis Yay., 2005.

[15] Dylan Riley, “Trump Nedir?/ What is Trump?”, New Left Review, No: 114, Kasım-Aralık 2018, s.10

[16] Temel Demirer-Joan Goytisolo-Günter Grass-Şeref Işıldak-Komutan Yardımcısı Marcos-Pierre Milza, Özgür Orhangazi-Sibel Özbudun-Gökçer Özgür-M. Erdem Sakınç-Cahide Sarı-Peter Worsley, Gericilik Küreselleşirken Faşizm!.. Yeniden mi?.., Ütopya Yay., 2000.

[17] Frances Coppola, “Kemer Sıkma ve Popülizmin Yükselişi”, 2 Ocak 2018… http://www.yenidenatilim.com/kemer-sikma-ve-populizmin-yukselisi-frances-coppola/3288/

[18] John Pilger, “Faşizmin Yükselişi Niçin Yine Gündemde?”, Birgün, 9 Mart 2015, s.10.

[19] Rollo May, Kendini Arayan İnsan, Çev: Kerem Işık, Okuyan Us Yay., 2013, s.94.

[20] Berkant Gültekin, “Prof. Dr. Taner Timur: Kimliğini Koru Ama Faşizmi de Unutma!”, 8 Nisan 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/prof-dr-taner-timur-ile-31-mart-secimlerini-ve-olasi-gelismeleri-konustuk-kimligini-koru-ama-fasizmi-de-unutma.html

[21] 1. “If the HDP can break the back of the ruling far-right coalition in the West and expel the AKP’s appointed trustees in the Southeast while increasing its share of the vote, it will have delivered a significant win for democracy in Turkey.”

2. “The HDP project is not a party project that addresses only the Kurdish electorate or seeks to simply take over the state for its own ends. The party’s aim is to transform the autocratic state by building counter-hegemonic spheres inside and outside the state.”

1. “Şayet HDP oylarını arttırırken Batıda egemen aşırı sağ koalisyonun etkisini kırabilir ve Güneydoğuda AKP’nin kayyımlarını kovabilirse Türkiye’de demokrasiye önemli bir kazanım sağlamış olacaktır.” 2. “HDP projesi yalnızca Kürt seçmene seslenen ya da kendi amaçları için devleti ele geçirmeye çalışan bir parti projesi değildir. Partinin amacı devletin içinde ve dışında karşı-hegemonik alanlar inşa ederek otokratik devleti dönüştürmektir.” (Ertuğrul Kürkçü, Onaylanmış hesap @ekurkcuHDP, 31 Mar 2019… https://twitter.com/ekurkcuHDP/status/1112338089974919169)

Exit mobile version