“Yaşamak, bir görevdir
Bu yangın yerinde
Yaşamak, insan kalarak.”[1]
“Barış İçin Akademisyenler Bildirisi”, çağına tanık ve taraf olabilen entelektüelleriyle çok önemli sonuçlarla birlikte, müthiş tartışmalara yol açarken, Esra Mungan, Muzaffer Kaya, Kıvanç Ersoy ve Meral Camcı şahsında unutulan/ unutturulan bir gerçeği gündem maddemiz kıldı.
Mehmet Metiner’i, Muhsin Kızılkaya’yı, Şivan Perwer’i asılsız “senaryo”lar[2] eşliğindeki yaygaralarla mağdur ilan ederek sahip çıkıp; “aydın”dan sayılan(!?) aymazlıklara dair binlerce örnek sıralamak mümkün olsa da;[3] gereksiz; malum burası T.“C”!
Kolay mı? Coğrafyamızda “aydın” kavramının icadı ile “aydın düşmanlığı”nın tarihi aynı zamana denk düşer…
Bu tutum, bir ülkenin içine düştüğü darboğazlardan modernliğin ürünü olan “demokrasi”, “özgürlük” ve “farklılık” kavramlarını ve bunların taşıyıcılarını sorunlu tutar, çareyi otoriteye sığınma ve türdeşleşmede görür. Bu tepkisellik, demokrasi ve özgürlüğü “kargaşa” ve ülkenin zaafa uğramasının nedeni, farklılığı topluma ve onun özdeğerlerine “yabancılaşma” olarak görür. Özgürlük talebi fitne, çoğunluk gibi düşünmeyen hain olarak tanımlanır.
Michel Foucault’nun, “Hapishanelerin, fabrikalara, okullara, kışlalara, hastanelere ve bütün bunların da hapishanelere benzemesi şaşırtıcı değil mi?” “Üniversitenin ve genelde sadece bilgi yayıyormuş gibi görünen bütün öğretim sistemlerinin iktidardaki belli bir toplumsal sınıfı muhafaza edecek ve bir başka toplumsal sınıfı iktidar araçlarından dışlayacak şekilde oluşturulduğu da bilinir,”[4] notunu düştüğü tabloda; totaliter rejimler, sadece şiddet içeren eylemleri değil, sözle, yazmayla, fikrini ifade etmekle sınırlı kalan muhalif edimleri veya iktidarın aykırı bulduğu eylemleri de terör suçu içine katmanın ileri örneklerini verdiler. İktidarın açıkça yanında yer almayanlar bilkuvve düşmanlardı.[5]
Coğrafyamızda bunu, hep beraber yaşamadık mı, yaşamıyor muyuz?
Hatırlayın: Sabahattin Ali, ‘Sırça Köşk’ yayınlandığında, Sabiha Sertel’le ‘Tan’ gazetesinde karşılaşır. Sabiha Sertel: “Bu öykü başına iş açacak” dediğinde, “Su testisi, suyolunda kırılır” der. Bedel canından olmak, ilk faili meçhule kurban gitmektir. Rıfat Ilgaz, veremin bedenini en sert esir aldığı dönemlerde, devrimci olduğu için tabutluk denen hücreye, konur. Bir kişinin ayakta kalmasına zor yetecek dar alanda, ne insani ihtiyaçları giderecek koşullar vardır, ne gıda, ne de hava… Ama işte aydın olma kavgasıdır bu. Dayanır…
Aziz Nesin’i zindana tıkmaları, Sivas’ta yakmaya kalkmaları hep bu aydın düşmanlığındandır. Gerçeğe gözleri kapayıp, mutlu mesut kendi bataklığında boğulma tercihi halkındır. Zalimlik böyle kurumsallaşır, diktatör böyle oluşur. Kusur arkada sessiz yığınındır. Soru sormayan, isyan etmeyen, “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen” uyuşmuş kalabalığındır. Daha çok örnek sayabilirim size. Orhan Kemal’den söz edebilirim… 12 Mart’ın ‘Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu’nda buluşan Sevgi Soysal’dan, Behice Boran’dan… Bizim aydın olma tarihimiz yazık ki bu mahpusluklarla paraleldir.
Söz ettiğim ve sayamadığım daha niceleri, çoğu zaman bu uyuşuk yığına rağmen, bir başına olmayı göze alarak ve inandığı değerler uğruna sürmüştür ömrünü. Ne garip değil mi, memleket uğruna dövüşen, can verenler hep memleket hasretiyle, uzaklarda ölüyor. Ayağı bu toprağa bassa bile, hep yabancı hissettirilip, ruh sürgününe çıkarılıyor. Tezer Özlü’nün o faşist 1 Mayıs 1977 saldırısından sonra Leyla Erbil’e söyledikleri aklımıza kazınmalı; “Burası bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” demişti…[6]
O hâlde yeri gelmişken Albert Einstein’ın 12 Haziran 1953 tarihli ‘The New York Times’ gazetesinde yayımlanan ‘Açık Mektup’undan aktarmadan geçmeyelim:
“Bu ülke aydınlarının karşı karşıya bulunduğu sorun son derece ciddidir. Gerici politikacılar bütün aydınlara kuşkuyla bakılmasını sağlamakta başarılı olmuşlardır. Bu başarıdan sonra şimdi öğretme özgürlüğünü baskı altına alma, kendilerine boyun eğmeyenleri aç bırakma çabalarına girişeceklerdir. Aydınlar azınlığı buna karşı ne yapmalıdır? Gerekirse cezaevine girmeyi, parasız kalmayı, ülkenin çıkarları uğruna kendi çıkarlarından olmayı göze almalıdırlar.
Bunu yaparken anayasaya sığınmamalı, onurlu bir yurttaşın böyle soruşturmalara katılamayacağını haykırmalıdırlar. Yeterli sayıda kimse bunu yapabilirse, başarı kazanılır. Başarı kazanılamazsa, bu ulus köle olarak yaşamayı zaten kabullenmiş demektir.”
Kaldı ki, coğrafyamızdaki “aydın düşmanlığı” içinden geçtiğimiz döneme özgü değil. Ciddi bir geçmişi var. Ancak AKP’nin son döneminde bir kez daha tedavüle girdi, dahası iyice şedit bir hâl aldı.[7]
Ve sahibinin sesi Cem Küçük’ün, “Bizim aydınlar nerede?”[8] diye haykırdığı koordinatlarda daha da tırmanacaktır elbet; entelektüeller var olduğu, dik durup/ diklendiği sürece egemenlere![9]
Kolay mı? 2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri törenindeki ödül konuşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, “Bugün George Orwell olsa sizi ayakta alkışlardı,” diyen Alev Alatlı ekliyor: “Birey ehlileştirilecektir”![10]
Alev Alatlı, bireyin “ehlileştirilmesini” koşul sayıyor. “Ehlileştirme” yani uslandırma, söz dinler hâle gelme ya da “evcilleştirme”dir sözü edilen![11]
“Ehlileşmiş” veya “ehlileştirilmiş” insan, artık başkalarının sözlerine göre hareket edecek kendi aklını başkalarının buyrukları veya yönlendirmeleri doğrultusunda kullanacak “kıvama” gelmiş insan değil midir?[12]
Elbette öyle; egemenlerin istediği buyken; yani dayatılan “ulül emr’e itaat” karşısında, “özgürlük”ten yana saf bağlar entelektüel;[13] çünkü o başkaldırandır.
Entelektüel için aslolan bir uyruğa ait olmak değil, özgür ve etik olarak kendine aitliktir. Onun kitabında, asla biat etmek, yaltaklanmak ve nemalanmak yoktur. Çağının tanığıdır, tarafıdır. Yaşanılan tüm olumsuzluklardan sorumlu hisseder kendini. İnsan(lık)ın vicdanıdır.[14] Kendinden de, herkesten de çekinmeden hesap sormasını bilendir. Özetle herkesin “Evet” deyip sustuğu yerde “Hayır” diyebilendir.
Tıpkı Edward Said’in, “Entelektüel, hiçbir otorite karşısında boyun eğmeyen, her durumda insan özgürlüğünü savunan ve bu özgürlüğün yaşam bulması için durmadan çabalayan bir kimsedir,” saptamasındaki üzere!
Yine Jean Paul Sartre için entelektüel, “taraf” olandır, bu zorunluluğa sırt dönmeyendir. En önemlisi de bu taraflığının gereği olarak; toplumsal yaşam içinde hangi kesim eziliyorsa, sömürülüyorsa, ötekileştirilmiş ise aydın bu kesimler lehine tavrını koyandır.[15]
Bilmek sorumlu olmayı gerektirirken; entelektüel, sorumluluklarıyla olup biteni anlamaya çalışır, yanlışa müdahale eder; sadece dünyayı yorumlayan değil, aynı zamanda onu değiştirmek için çaba sarf eden kişi olması da bundandır.
O, yanlış tavırlar veya durumlar karşısında müdahalede bulunduğunda egemenlerin gazabına uğrayabilir ve uğrar da. Ama egemene ve düzenine muhalefet etmeden; kimsesizlerin kimsesi, güçsüzlerin sesi olmadan entelektüel olunmaz, olunamaz. Bu yüzden düzene muhaliftir, egemenlerle başı hep derttedir, onun için de çoğunlukla ya hapiste ya da sürgündedir.[16]
“Günümüzde bilginin üretilmesiyle ya da dağıtılmasıyla bağlantılı herhangi bir alanda çalışan herkes, sözcüğe Gramsci’nin verdiği anlamda, bir entelektüel”ken;[17] düşünce faaliyetlerini genelin çıkarları ve bireyin özgürlüğü için sürdüren o, hiçbir zaman siyasete bigâne kalamaz. Siyaset yapmak, entelektüel tanımında mündemiçtir. Onu sıradan bir okuryazardan, etliye sütlüye karışmayan bilim insanından ayırt ettiren nokta da burasıdır. Entelektüel, toplumun derdiyle dertlenir. Hatta toplumun dert etmediği hâlleri bile fark eder, sezer: Toplumu bu konuda uyarmaya, aydınlatmaya çalışır. Ama “Bir entelektüelin dinleyicilerini mutlu etmesi diye bir şey söz konusu olamaz; işin özü sıkıntı verici, aykırı, hatta keyif kaçırıcı olmaktır.”[18]
Kolay mı? Entelektüel, iktidar karşısında doğruyu söyleme, hakikâti gösterme, konuşma özgürlüğünü kullanırken; Euripides’in “parrhesia”dan bahsettiği sorumluluğunu hayata geçirir.
Michel Foucault’ya göre, “serbest konuşan”lar, “korkusuz konuşan”lar olarak “parrhesiastes”ler, bir krala veya bir tanrıya karşı, onların öfkesini göze alarak doğruyu dile getirirler. Bir anlamda kamusal bir görevle hareket ederler, egemenlerin gerçeği görmesini sağlamak ve ona göre davranmaya davet çıkarırlar.
Parrhesia eşitler arasındaki bir konuşma değildir; konuşmacı dinleyiciden daha aşağı bir statüdedir. Parrhesiastes, iktidar karşısında hiçbir şeyi saklamaz, özgürce ifade eder, korkusuzca konuşur, doğruyu söyler.
Foucault, parrhesiasteslerin kandırma yerine dürüstlüğü, sahtelik ya da sessizlik yerine hakikâti, hayat ve emniyet yerine ölümü, yaltaklanma yerine eleştiriyi, kendi çıkarını koruma ve ahlâki kayıtsızlık yerine ahlâki ödevi tercih ettiğinin altını ısrarla çizer.[19]
Melis Alphan’ın, “Bu eğitim sistemiyle toplumsal barış imkânsız,”[20] notunu düştüğü; 2016’nın Mart ayında 14 ildeki eğitim kurumlarında toplam 64 öğrenci tacize maruz kaldığı; Kars Kafkas Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yalnızca “unvan dağıtmak” için kurulduğu, 45 kişinin profesör unvanı aldığı üniversitede sadece 5 profesörün çalıştığı[21] “Türk(iye) Eğitim(sizliğ)i”, “kopyalama, taklit ve biat kültürü”yle[22] betimlenir.
İşte birkaç örnek:
- i) TBMM’de daha önce kadına yönelik şiddete karşı, “Allah’a ve ahirete iman” önerisinde bulunan ve bir başka toplantıda kadın örgütü temsilcisini komisyondan kovan AKP Isparta Milletvekili Sait Yüce, bu kez de “tevhidi (dini) eğitim” çıkışı yaptı. Yüce, Darwin ve Freud’un eğitim sisteminden çıkarılmasını, yerine tevhidi inancı önceleyen sistemin getirilmesini istedi![23]
- ii) Lise öğrencileri 19 Aralık 2015’de, Milli Eğitim Bakanlığı’nın desteğiyle “şeriat” sınavına girecek. Anadolu Gençlik Vakfı’nın (AGD) “Liseli Gençler Efendimizin İzinde” adıyla Türkiye genelinde düzenlediği 120 dakikalık sınavda, 90 sorudan oluşan test biçimindeki sınava katılmak isteyenler derneğe başvurularını yaptı. Sınavın tek kaynak kitabı, 3 lira karşılığında öğrencilere verilen İbrahim Cücük’ün “Ayet ve Hadislerle Peygamberimiz” başlıklı kitabından ve şeriat propagandası ve cihat çağrısı yapılıyor![24]
iii) Diyanet’in açtığı yaz Kur’an kurslarına 2015 yılında 3 milyonun üzerinde öğrenci katıldı. Cami dışındaki kurslara devam eden 1 milyon 164 bin 743 kursiyer bulunuyor. Bu sayılar açıkça hemen her cemaat ve tarikatın çok sayıda Kur’an kursu açtığını ve çok geniş bir kesime ulaştığını gösteriyor
Yaz Kur’an kurslarına 4-6 yaş grubu da kabul ediliyor. Bu çocuklara yansız fiziksel ve zihni gelişim yerine dini telkin yapıldığını söylemek yanlış olmaz.
2014 yılı itibariyle 86 bin 101 cami bulunuyor. Bu camilerin çoğunda yaz ve hafta sonları Kur’an kursu düzenleniyor. 2013 yılında 60 binden fazla camide Kur’an kursu düzenleniyordu.
Camilerin dışında 2013-14 yılında 929’u doğrudan şahıs olmak üzere dernek ve vakıflara bağlı 16 bin 958 Kur’an kursu var ki bu kurslar resmi kayıtlılar. Kayıtsız olanlarla birlikte bu sayı daha yüksek bulunuyor.
Cami dışındaki kurslara devam eden kursiyer sayısı 1 milyon 164 bin 743 bulunuyor.
Bu sayılar açıkça hemen her cemaat ve tarikatın çok sayıda Kur’an kursu açtığını ve çok geniş bir kesime ulaştığını gösteriyor![25]
- iv) MEB’in 10. sınıf öğrencileri için hazırlanan Türk Edebiyatı kitabında yer alan Yunus Emre’nin ‘Cennet Cennet Dedikleri’ başlıklı şiirine yapılan sansüre savunma geldi. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), 10. sınıf Türk Edebiyatı ders kitabında Yunus Emre’ye ait 16 satırdan oluşan şiirden “huri” ifadelerinin yer aldığı dizelerin çıkarılmasını, “Öğretilen konuda amaçlanan şair ve şiirin tamamının incelenmesi değil, örnek metin verilmesi” diye savundu![26]
- v) Akdeniz ilçesinde Milli Eğitim Müdürlüğü, okul öncesinden liselere tüm öğrencileri kapsayacak şiir okuma yarışması düzenledi. Komisyonun seçtiği şiirlerin çoğunda cihat, namaz, ezan gibi dini unsurların yer alması, 13 şiirden 9’unun Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından çeşitli tarihlerde okunması dikkat çekti![27]
- vi) Karataş İlkokulunda 2014 yılında ilkokul birinci sınıf öğrencileri, öğretmen G.K. tarafından karışık oturtuldu. Okula Aşağı Oba’dan taşımalı gelen 7 yaşındaki M.K’nin velileri B.K. ve M.K, çocuklarının bir erkek öğrenciyle aynı sırada oturmasına karşı çıktı. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ise çözümü, veliyi ikna etmek yerine sınıfı bölmekte buldu![28]
vii) Kızlı erkekli öğretimin sonlandırılması planı imam hatiplerde başladı. Prof. Dr. Osman Öztürk İmam Hatip Ortaokulu’nda 10 Kasım 2015’de sıraya giren 150 kadar öğrenci, kız ve erkek olarak ayrılarak sıra oluşturdu![29]
viii) Adana’daki okulların duvarlarına, hapishane duvarlarında kullanılan jiletli tel çekildi![30]
- ix) Sultangazi Halk Eğitimi Merkezi Müdürü Hidayet Aydın, kız öğrencilerin etek boyu ve karma eğitim örnekleri gerekçesiyle ilkokul kitabının değiştirilmesini istedi![31]
- x) Küçükçekmece’deki İsmet Aktar Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi’nde ücretli olarak görev yapan edebiyat öğretmeni Pınar Turan, öğrencisinin açlık grevleri ile ilgili bir sorusuna yanıt vermesinin ardından okul yönetimi tarafından istifaya zorlandı ve işine son verildi![32]
- xi) Eskişehir’in Beylikova ilçesindeki 19 Haziran 2015’de İmam Hatip Ortaokulu Müdürü Ü.D.’nin gürültü yapan iki öğrenciyi sınıfta pet su şişesinin üzerine oturtmak istediği, başka bir gün de sınıftaki öğrencileri hortumla sıra dayağından geçirdiği öne sürüldü![33]
xii) Hatay Kırıkhan Zübeyde Hanım Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde okuyan kız öğrenci D.H. ve H.İ, öpüştükleri iddiasıyla okul müdürünün odasına çağrıldı. Müdür tarafından hakaret ve ceza tehdidine uğrayan H.İ, “Ancak ölürsem benden kurtulursunuz” diyerek kendisini balkondan attı ve felç kaldı![34]
xiii) Adana’da özel bir etüd merkezinde görevli 68 yaşındaki öğretmen F.M.’nin TEOG’a hazırlanan 2 kız öğrenciye taciz mesajları gönderdi.[35] Polis tarafından gözaltına alınan F.M. sevk edildiği adliyede adli kontrol kararıyla serbest bırakıldı![36]
xiv) Bursa’da M.G. isimli sosyal bilgiler öğretmenin, 14 yaşlarında 5 kız öğrencisine, uygunsuz fotoğraflarını ve cinsel içerikli mesajları sosyal medya hesabından gönderdiği tespit edildi. Açığa alınan öğretmen tutuksuz yargılanacak. Söz konusu cinsel istismar Bursa’nın Osmangazi ilçesi Hocailyas Ortaokulu’nda meydana geldi![37]
- xv) Çanakkale’de bir okul müdürü, iki kız öğrencisini tacizden tutuklandı. Olay, Ezine ilçesine bağlı Geyikli Beldesi’ndeki Geyikli Çok Programlı Anadolu Lisesi’nde meydana geldi. 25 Şubat perşembe günü bir kişinin ilçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne olayı anlatan dilekçe vermesiyle ortaya çıktı. Bunun üzerine olay, tutanak altına alınarak savcılığa intikal ettirildi. Savcı, hem okul müdürü İ.K.’nin, hem de iki kız öğrencinin ifadelerini aldı. Öğrencilerden biri tacize uğramadığını söylerken, diğeri taciz iddialarını doğruladı ve okul müdürü İ.K.’nin, kendisine elle tacizde bulunduğunu öne sürerek şikâyetçi oldu![38]
xvi) İzmir Buca’daki Meşkure Şamlı Ortaokulu Görsel Sanatlar Dersi Öğretmeni S.K., sınıfında adı “Deniz Ulaş” olan bir öğrenciye, “Bu terörist ismi, aileleriniz de ne biçim isim koyuyor” dedi. Ermeni kökenli bir başka öğrenci olan Artin’in de, Hıristiyan olması nedeniyle aynı öğretmen tarafından aşağılandı![39]
xvii) Maltepe’deki lisede okul idaresi, Alevî öğrencileri “örgüt üyesi” oldukları gerekçesiyle Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne şikâyet etti. Oğlu şikâyet edilen baba Şahin Demir, “Alevîyiz diye kimsenin baskı kurmaya hakkı yok,” dedi![40]
xviii) MEB müfettişlerinin, Mamak Yunus Büyükkuşoğlu Anadolu Lisesi’nde skandal bir sorgulamaya imza attıkları ortaya çıktı. Okul müdür yardımcısı Tuncer Küllücek hakkındaki soruşturma sürerken, Küllücek kendisini şikâyet eden felsefe öğretmeni Suat Özcan ile soruşturmayı yürüten il müfettişi Cengiz Karahan’ı “Şikâyetçi öğretmen de, soruşturmayı yapan müfettiş de Alevî” diyerek bakanlığa şikâyet etti. Küllücek’in şikâyeti üzerine okula gelen 2 bakanlık müfettişi ise öğretmen ve müfettişin “Alevî olup olmadıklarını” sorguladı![41]
xix) Antalya, Kepez’deki Karatay Anadolu Lisesi 12’nci sınıf öğrencileri Onur Girginer, Fecri Ataseven ve Seyit Cem Çakmak, üzerinde “Deniz Gezmiş” ile “Ernesto Che Guevara”nın resimlerinin bulunduğu, “1 Mayıs’ta Liseli Öğrenci Birliği saflarında ol” yazılı 1 Mayıs bildirileri dağıttıkları gerekçesiyle okuldan atıldı![42]
- xx) Ankara Mesleki Teknik ve Anadolu Lisesi’nde Çanakkale Savaşı’nın 101’inci yıl dönümü olmasını gerekçe gösteren Müdür Başyardımcısı Şenel Kabakcı ve Kazım Arıcan’ın “inisiyatif kullanarak” hoparlörden öğrencilere Kur’an’ın Yasin suresini dinlettiği belirtildi. Duruma itiraz eden öğretmenler, “Burası Hıristiyan memleketi değil, şehitlerimize Fatiha okuduk” yanıtı ile karşılaştı![43]
xxi) Beden eğitimi öğretmeni 42 yaşındaki Seçil Esmanur Erdem, 23 Kasım 2013’te, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği ve konvoyuna yumurta attığı iddiasıyla gözaltına alındı. Mahkeme, Erdem’i 7 bin lira para cezasına çarptırdı. Daha sonra da meslekten ihraç edildi![44]
Yeri geldi belirtelim: Türkiye gerçeğinin ne kadar çarpıklığı varsa, tümü eğitim kaynaklıdır. Örneğin bir stat dolusu insanın, Paris’te vahşice öldürülmüş masumların anısına saygısızlık etmesinin başka ne gerekçesi olabilir.
Geniş kitlelerin “Çalıyor ama çalışıyor” ucuzluğuna prim vermesi de “Hepimiz Samastız” sloganı atması da, “suçlu” olduğu bilinenlerin kutsanması da hep eğitimle ilintilidir![45]
Bunların böyle olması, elbette boşuna değil! Malum egemen sınıflar iktidarlarının doğasına uygun eğitim sistemlerini yaratır, destekler. Kapitalist sınıf, devlet, ekonomi yönetimi bağlamında bilimsel-teknolojik-bürokratik eğitime, pozitivist-pragmatik bireylerin üretilmesine öncelik verir. Eleştirel düşüncelerin yeşerdiği sosyal bilimler, üvey evlat muamelesi görür.
AKP’nin öncelikle dini eğitime, “dindar ve kindar” bir nesil yetiştirme arzusu ile vakıflara, derneklere, Kur’an kurslarına, imam hatip liselerine, camilere yatırım yapması, kaynak aktarması, yukarda betimlemeye çalıştığım sınıfın iktidarının inşası, bekası açısından açıklayıcıdır.
2013 yılında 60 binden fazla cami, 16 bin şahıs-vakıf bünyesinde Kur’an kursu veriliyor. 2015 yılında yalnızca yaz kurslarına 3 milyondan fazla çocuğun devam ettiği hesaplanıyor. Yalnızca Ensar Vakfı’nın 159 şubesi, 32 kız, 14 erkek yurdu var.
Vakıflar, dernekler, camiler, devletten alınan yardımlar, vergi muafiyeti gibi kaynaklar, toplanan bağışlar yoluyla toplumsal artık- değeri mülk ediniyor, sınıfın üyeleri arasında dağıtıyorlar. Vakıflar, serveti yoğunlaştırarak nesilden nesle aktarabiliyorlar. Bu eğitim, ekonomik birikim merkezlerinde, ergenlik yaşının altında milyonlarca çocuk, şeffaf denetim sistemlerinden yoksun, “oğlan bizim kız bizim” anlayışıyla, kimi zaman su yüzüne çıkan tecavüz istismar olaylarının yanı sıra, disiplin-cezalandırma, bunaltıcı ders saatleri pratiği altında fiziki ve simgesel şiddete hedef olarak, şiddeti içselleştirecek, uygulayabilecek biçimde yetiştiriliyorlar. Bir sınıf, saflarını sıklaştırıyor, topluma acımasızca saldırıyor.[46]
Eğitim böyle de; akademi farklı mı? Değil elbette!
Yrd. Doç. Utku Sayın’ın ifadesiyle, “Yaşananlar, Türkiye’de akademik özgürlüğün, düşünce hak ve özgürlüklerinin olumlu yönde gitmediğinin işaretidir… Gelinen noktada, ifade özgürlüğünün olmadığını açık bir şekilde görebiliyoruz. Modern hukukta, savunma hakkı olması lazım. İddiada bulunanlar, iddialarını kanıtlamakla mükelleftirler. Ama bizde, savunma hakkının ihlâli söz konusu. Size bir suçlama yapılıyor ve siz, kendinizi kanıtlamak zorunda bırakılıyorsunuz. Bu, modern hukuka uymuyor, hatta ilkel hukukta bile süreç bu kadar radikal bir biçimde ilerlemiyordu. O nedenle, bizler, 1930’larda Almanya’da yaşanan sindirme politikalarının aynısını yaşıyoruz.”[47]
Yani üniversitenin üniversite olmaktan çıktığı/ çıkartıldığı bir kesitten geçiyoruz.[48]
Yani “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi”ne imza atanların başına gelenlerin hikâyesi yeni değildir.
Örneğin Kocaeli Üniversitesi (KOÜ) Rektörü Prof. Dr. Sadettin Hülagü, barış bildirisine imza atan akademisyenler konusunda, “Söz konusu devletin birliğiyse akademik özgürlük olmaz” deyip; KOÜ’den bildiriye imza veren 19 akademisyenin durumu hakkında “Gereken yapılacak” derken;[49] bildiriye imza atan 53 akademisyene akıl almaz sorular yöneltilebildi![50]
Tayfun Atay’ın, “Cumhurbaşkanı’nın ‘Barış İçin Akademisyenler’ bildirisine imza atanlara yönelik kullandığı ‘alçak’, ‘cahil’, ‘karanlık’, ‘müsvedde’ ifadeleri de Edward Said’in yıllar önce karşı karşıya kaldığı durumun bu coğrafyadaki ayna yansısı olmaktan ibaret.
Aşağılama ve hakaret içeren o sözlerin bir yerinde aynı ölçüde ağır, haksız ve mesnetsiz bir ‘Beşinci Kol’ nitelemesi de vardı; kendi memleketlerinin düşmanlarına gizlice yardım eden hainler demeye getiren…
Hep böyle oldu, olmaya da devam edecektir. Nâzım’ın, kendisini aynı şekilde suçlayanlara verdiği karşılıktaki gibi ‘vatan’, çek defterlerinin içinde yazan veyahut da ayakkabı kutularının içinden çıkan oldukça, elbette bizim payımıza hep böyle kara çalmalar düşecektir,”[51] diye betimlediği saldırı kesitinde; üniversitenin üniversite olmaktan çıktığı/ çıkartıldığı bir karanlıktan geçiyoruz.
Bilindiği üzere kadim Yunan’da Eflatun ve Aristo, hiçbir politik ve dini baskı unsuru olmadan, öğrencileri ile felsefi tartışmalar yaptıkları okullara evrensel ölçekte bağımsız kurumlar olarak üniversite adını koyuyorlar. O dönemde üniversiteler, aklı ve bilgiyi duyguların önüne alarak, kişilerin olayları görerek ve tartışarak farkına varabilmelerini sağlayan ortamlardı.[52]
Üniversite üç kavramla, yani özerklik, özgürlük, bilimle tanımlanır.[53] Bunlar olmazsa olmaz! Yani Polislerin, “Hocalarınız gelsin sizi kurtarsın!”;[54] Çevik Kuvvet’in, üniversite koridorlarında “Asayişi biz sağlayacağız!”[55] naralarını attığı üniversiteler, siyasal baskılara karşı seslerini yükseltmezlerse kendi iplerini kendileri çekmiş olurlar: Baskı dönemleri geçer, haysiyetsizlik bâkî kalır…[56]
Kaldı ki Osmanlı’da da Türkiye Cumhuriyeti’nde de üniversitelerde baskılar eksik olmadı. Okullar kapatıldı, akademisyenler uzaklaştırıldı…[57]
Bunun bugündeki en büyük kanıtı Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) değil mi?
YÖK, 12 Eylül’ün simgesidir… Yasası, Milli Güvenlik Konseyi tarafından kabul edildi.. Beş general tarafından 1981’de kurduruldu…1982 Anayasası’ndan önce…[58]
12 Eylül generalleri YÖK’ü kurdurup eline teslim ettikleri Profesör İhsan Doğramacı’ya bile tam güvenmedikleri, dahası en son sözün her zaman kendilerinde olmasına çok önem verdikleri için, rektör atamalarında da son sözü Cumhurbaşkanı’na bıraktılar.[59]
Eh n’apalım, şu anda cumhurbaşkanı büyük Türk düşünürü ve devlet adamı Recep Tayyip Erdoğan. Rektörlerin kim olacağı da onun çıkaracağı fermanlarla belirleniyor![60]
YÖK, her zaman ali kıran, baş kesen oldu. Görünen o ki, dünden bugüne değişen bir şey yok.[61]
Kaldı ki YÖK’le bilim, sanat, felsefe yapma şansı başta da yoktu, bugün kuruluşundan da çok daha geri bir noktada.[62]
Bugün “Üniversite, YÖK rejiminin salgıladığı otoritarizmle toplumda son derece yaygın olan otoriter kişilik arasında kıskaca alınmış durumda.[63]
Örneğin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın barış bildirisine imza atan akademisyenleri hedef almasıyla başlayan cadı avıyla ilgili tartışmalar sürerken; YÖK, üniversitelerde rektörlük seçimini tamamen ortadan kaldırmaya hazırlanıyor. Seçimle gelen rektörleri yönlendirememe korkusu yaşayan YÖK, Erdoğan’ın kararname ile atayıp görevden alabileceği “müdürler” için yasa değişikliği[64] planlıyor![65]
Durum buyken; işte onların yarattığı “akademi” tablosuna ilişkin somut veriler!
- i) Mersin Üniversitesi Rektörlüğü, Barış İçin Akademisyenler grubunun bildirisine imza atan Prof. Dr. Mustafa Kalay, Rektör Ahmet Çamsarı’nın kendilerine “Akademisyenlerin bildirisi devlete karşı bir suçtur. Önemli olan devleti korumaktır, gerisi teferruattır. Bu bildiriyi imzalayanların cezasız kalmaması gerekir… Sizin gibi insanların, akademisyenlerin üniversitede bulunmaması gerektiğini, bunun devlet için sakıncalı olduğunu” söylediğini anlattı![66]
- ii) “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisini imzaladığı ve basın açıklamasını okuduğu için Esra Mungan, Kıvanç Ersoy ve Meral Camcı ile birlikte tutuklanan Barış İçin Akademisyenler’den Muzaffer Kaya, cezaevindeki röportajında bir skandalı anlattı. Kaya’nın Cezaevine götürülmeden önce Savcı Fidan’ın evinin önüne götürüldüğü ortaya çıktı. Kaya, tutuklama kararının verilmesinin ardından polisler tarafından Savcı İrfan Fidan’ın evine götürüldüklerini belirterek “Savcının cezaevine teslimimizden önce imzalaması gereken evrak varmış,” dedi![67]
iii) Barış bildirisine imza atan akademisyenlerden Prof. Dr. Kuvvet Lordoğlu, Yrd. Doç. Dr. Latife Akyüz ve ismini vermek istemeyen bir akademisyen Göç İdaresi ve Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) tarafından düzenlenen ‘Anadolu’da Göç’ adlı konferansa yolladıkları bildiri özetlerinin kabul edilmesinden kısa bir süre sonra, kendilerine bildiri konularının uygun olmadığı ve konferans kapsamından çıkarıldığı bildirildi![68]
- iv) AKP döneminde “Her ile bir üniversite” söylemiyle devlet üniversitelerinin sayısı 55’ten 103’e çıkarken gerekli altyapı ve akademik kadro olmadan açılan üniversitelerde büyük sıkıntılar yaşanıyor. YÖK’ün verilerine göre bugün 57 devlet üniversitesinde toplam 26 bin 616 akademik kadro açığı bulunuyor![69]
- v) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne rektör olarak atanan Cevdet Erdöl’ün “profesörlük unvanı”nı taşımaya hakkı olmadığı ortaya çıktı![70]
- vi) Rize Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, Basın İlan Kurumu aracılığıyla öğretim üyesi almak için ulusal bir gazeteye reklam verdi. İlanda, Tıp, Mühendislik, Fen Edebiyat Fakültesi’ne 1’er, Su Ürünleri Fakültesi’ne 2 doçent; İlahiyat Fakültesi’ne ise 1 yardımcı doçent alınacağı belirtildi.Ancak ilanda alınacak öğretim üyelerinin isimleri de ilan edildi![71]Rektörün istifa ettiği skandal sonrası listedeki 2 ismin göreve başladığı ortaya çıktı![72]
vii) Çete lideri Sedat Peker, Ardahan Üniversitesi Rektörü Ramazan Korkmaz ve Eski Kültür Bakanı Yalçın Topçu İstanbul’da düzenlenen bir organizasyonda aynı karede poz verdi. Her fırsatta “reis” dediği Erdoğan’a sevgilerini ifade eden çete lideri Sedat Peker, katıldığı bir organizasyonda Ardahan Üniversite Rektörü Ramazan Korkmaz ve Eski Kültür Bakanı Yalçın Topçu ile birlikte poz verdi![73]
viii) Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’ndeki Kız Öğrenci Yurdu ile İlahiyat Fakültesi arasına, iddialara göre, “İlahiyat Fakültesi’nde okuyan kız öğrencilerin ahlâkı bozuluyor,” gerekçesiyle metrelerce uzunlukta duvar örüldü![74]
- ix) ‘ABD’nin Federal Soruşturma Bürosu’nun (FBI) “çocuk pornosu” ihbarı nedeniyle evinde arama yapılan ve birçok görüntü ele geçirilen Trakya Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. H.S.’nin İlahiyat Fakültesi’nden olduğu ortaya çıktı. S.’nin twitter üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın paylaşımının altına “Sizi Allah için seviyor, muvaffakiyetiniz için dua ediyorum” yazdığı, Başbakan Davutoğlu’nun paylaşımının altına da “Allah yardımcımız olsun, başladı bile sn Başbakanım” ifadelerini kullandığı görüldü![75]
- x) Sebahattin Zaim Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Arı, okuma oranı arttıkça kendisine afakanlar bastığını söyledi ve cahil, okumamış halka daha çok güvendiğini belirtti. Arı, ülkeyi ayakta tutacak olanların okumamış cahil halk olduğunu söyledi. KRT’den Çağlar Cilara’nın konuğu olan Arı ayrıca, “Erdoğan giderse tam bir felaketle karşı karşıya kalırız,” diye konuştu![76]
- xi) Ankara Valiliği’nden üniversiteye skandal talep: “Kapılara parmak izi okuyucu koyun”![77]
xii) Marmara İletişim Fakültesi Dekanı Yusuf Devran, öğretim elemanlarının kendisinden izin almadan tek kelam etmemesi gerektiğini açıkladı![78]
xiii) Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe kadro karşılığı fuhuş iddiaları sebebiyle görevden uzaklaştırıldı![79]
xiv) Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde 10’a yakın lisansüstü öğrencisi hocalarının elle ve sözlü olarak tacizine uğradıklarını iddia ettiler![80]
- xv) İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörlüğü, YÖK ve Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı (ÜAK) arasındaki “gizli” yazışmalar “İÜ’deki sahte doçenti” ortaya çıkardı. İÜ Rektörlüğü, Hukuk Fakültesi Dekanlığı’nda doçent unvanını kullanan Dr. Erhan Temel’le ilgili istenen bilgiyi “Temel’in rızası olmadığı gerekçesiyle” şikâyetçiyle paylaşmadı. Şikâyetçinin YÖK ve ÜAK’a başvurusuyla geri adım atmak zorunda kalan İÜ Rektörlüğü; hem Hukuk Fakültesi Dekanlığı’nı hem de Temel’i “doçent” unvanını kullanmaması konusunda uyarmak zorunda kaldı![81]
xvi) Gizli cami temeli atılan İTÜ’de öğrenciler tiyatro faaliyetleri için yer bulamıyor. Öğrenciler yönetim tarafından, “Kaynak yok” denilerek geri çevriliyor. İTÜ Mimarlık Fakültesi öğrencilerinden oluşan ve İstanbul’daki değişik üniversitelerden öğrencilerin de katıldığı İTÜ Tiyatro Kulübü bünyesindeki Taşkışla Sahnesi, üniversite yönetiminin engellerinden faaliyet gösteremez hâle geldi![82]
xvii) Hacettepe Üniversitesi (HÜ) Rektörü Prof. Dr. Murat Tuncer’in arkadaşı olan ve 3 farklı göreve getirilen Muhammet Özgehan, şimdi de yükseköğretim mevzuatına göre akademik personel olmamasına karşın bu kapsamda görevlendirilerek yurtdışı gezilerine gitmeye başladı.
HÜ’de göreve başlayan Rektör Tuncer’in arkadaşı olan Özgehan’ın, yaklaşık 5 ay içerisinde hem fakülte sekreteri hem rektör danışmanlığı hem de teknokent yönetim kurulu başkanvekilliği görevlerine getirilmesi üniversite içindeki kadrolaşmayı gözler önüne sermişti. Hiçbir ekonomi eğitimi olmayan Özgehan’ın mali işlerden sorumlu danışman olması üniversite içinde tepkilere neden olurken, Özgehan’ın şimdi de akademik personel gibi yurtdışı gezilerine katıldığı ve bu kapsamda harcırah aldığı belirlendi.
Öte yandan Rektör Tuncer’in üniversitenin 3 rektör yardımcılığı kadrosu dolu olmasına karşın vekâleten 3 rektör yardımcısı daha ataması da üniversitede rahatsızlık yarattı. Tuncer’in hem Yükseköğretim Yasası hem de Danıştay’ın daha önce verdiği kararlara aykırı olarak 3 kişiyi daha rektör yardımcığına getirmesi, HÜ’de rektör yardımcısı sayısını 6’ya çıkardı![83]
xviii) Mardin’de üniversitenin kente gelmesiyle “ahlâk yapısının bozulduğunu” iddia eden Yeşilay Cemiyeti Mardin Şube Başkanı Lütfü Günlüoğlu, bazı sivil toplum örgütlerinin kendisine destek ziyaretinde yine aynı görüşlerini söyledi. Günlüoğlu, “Ahlâk zabıta kurumunu faaliyete geçirmekte fayda var. Bu gençleri bu yoldan alıkoymada fayda var. Biz bu gençlerin asla tahsil görmelerine karşı değiliz,” dedi![84]
xix) Eğitim-Sen İskenderun Şube Başkanı Coşkun Selçuk, Haziran 2012’de Mustafa Kemal Üniversitesi İskenderun Kampusu önünde okuldan uzaklaştırılan öğrencilerle ilgili basın açıklaması yaptıkları için rektörlüğün “yasadışı pankart açıldığı ve slogan atıldığı” iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulunduğunu açıkladı![85]
- xx) ODTÜ’de “izinsiz” tanışma toplantısı yaptığı gerekçesiyle Ekmek ve Gül Kadın Çalışmaları Atölyesi’nden bir öğrenciye soruşturma açıldı. Soruşturmada “Sözde topluluk” ifadesi kullanıldı![86]
xxi) ODTÜ içinde 16. mescidi açma girişimi yüzünden başlayan tartışmalar, rektör ve solcu öğrencilerin hedef alındığı bir kampanyaya dönüştürüldü. Erdoğan’ın 2012’de Göktürk -2 uydusunun fırlatılışı sırasında kendisinin protesto edilmesi karşısında “Sizin yetiştirdiğiniz öğrenciler bunlarsa ülkemiz bitmiş” ifadeleri ile başlayan “ODTÜ kini”, uğruna binlerce ağacın kesilmesinin protesto edildiği yol açılışı sonrasında “Solcular, ateistler, bunlar terörist” tepkisi ile devam etti![87]
xxii) “Asım’ın Neslinden Bir Usta Recep Tayyip Erdoğan Programı”nda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan ODTÜ’deki gerginlik için ise şu ifadeleri kullandı: “Utanmak yok, sıkılmak yok. ODTÜ’de namaz kılan gençlerin üzerine saldırıyorlar. Ben buradan sesleniyorum. Yönetici kadrolar lafa geldiği zaman ‘Özgürlükçüyüz’ diyorlar. Sizin neyiniz özgürlükçü? Ellerine geçirdikleri bir dokunulmazlık zırhını bunlar maalesef bu tür aleyhte kullanma gayreti içine giriyorlar. Böyle bir şey olamaz, olamaz. Gereği neyse bunun da YÖK tarafından yapılması gerekir. Tabii ki Cumhurbaşkanlığı makamı olarak bizler bunun da takipçisi olacağız”![88]
xxiii) ODTÜ’deki mescit tartışması sürüyor.[89] Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Gereği neyse bunun da YÖK tarafından yapılması gerekir. Tabii ki bizler bunun da takipçisi olacağız” sözleri ile devreye girmesinin ardından YÖK de çalışmalarını hızlandırdı. ODTÜ’de mescidin yetersiz olduğunu ve öğrencilerin cezalandırılmasını isteyen YÖK üyelerinden biri ilahiyatçı. Biri de 2007 AKP milletvekili adayı çıktı. Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından YÖK üyeliğine atanan üyelerden Hatipoğlu’nun uzmanlık alanlarından biri “Türkiye’de akademik hadisçilik.” Günay ise mühendislik profesörü ve 2007 seçimlerinde AKP’nin Isparta Milletvekili adayı oldu![90]
xxiv) Dönemin Başbakanı Recep Erdoğan’a ODTÜ olayları sonrasında verdiği destekle adını duyuran Bingöl Üniversitesi’nin resmi web sitesindeki İngilizce içerik, İngilizceyi katletti. Yaptığı ODTÜ karşıtı açıklamada “evrensel bilim”den söz eden üniversitenin web sitesinin İngilizce versiyonunda okulun sloganı dahi yanlış yazıldı.[91]
Ana sayfada logonun hemen altında yer alan “Bilim ve Kültür Güneşi” şeklindeki slogan, İngilizce versiyonda “Science & Culture of the sun” yani “Güneşin bilim ve kültürü” şeklinde yer aldı. Bingöl Üniversitesinin, İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümü de bulunuyor.
2007 yılında açılan Bingöl Üniversitesi’nde, rektör Gıyasettin Baydaş’ın oğlu ve kızı başta olmak üzere Buhanettin Baydaş, Abdulvahap Baydaş, Mahmut Baydaş, Zeynep Baydaş Tuzcu ve Fatma Baydaş Caf isimli 5 akrabasının üniversitede akademisyen![92]
xxv) İstanbul Üniversitesi’nde bir öğretim üyesi, not karşılığı öğrencilerini banka müşterisi yapmaya çalışıyor. ‘Senin bankan’ linkini tıklayarak kitap alan öğrencilere ek not veriliyor
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Kala, öğrencilerini ‘ek performans notu’ karşılığında ‘zorla’ banka müşterisi yapmaya çalışıyor. Kala, yayın yönetmenliğini üstlendiği www.İslâmpedi.com isimli siteden öğrencilerinin kitap temin etmesini istedi. Final öncesi son dersinde ve İstanbul Üniversitesi Merkez Yerleşkesi’ndeki odasının kapısına yapıştırmış olduğu duyuruda, Prof. Dr. Kala, öğrencilerin sitesine girerek ücretsiz olan kitaplardan birini sipariş etmelerini, bunun karşılığında ise vize-final notuna ek performans notu vereceğini belirtti.
Öğrenciler ise sitede belirtilen linki tıkladığında Kuveyt Türk Bankası’nın ‘senin bankan’ sayfası açılarak formu doldurma karşılığında ancak kitap sahibi olabiliyor. Yani öğrencinin kitabı alabilmesi için Kuveyt Türk’ün müşterisi olma zorunluluğu var. Söz konusu sitede şu ifadeler yer aldı: “Aşağıdaki form Senin Bankan üyeleri içindir. Üye değilseniz https://www.seninbankan.com.tr/ adresi üzerinden üye olunuz. Üye olduktan sonra aşağıdaki formu doldurduğunuzda kitap adresinize ücretsiz gönderilecektir”![93]
Diyeceklerimi tamamlıyorum: Karanlık(lar), “Asylum ignorantiae/ Cehâletin sığınağı”dır!
Orhan Veli Kanık’ın, “Sizin için, insan kardeşlerim,/ Her şey sizin için;/ Gece de sizin için, gündüz de;/ Gündüz gün ışığı, gece ay ışığı” dizelerini kararlılıkla terennüm eden entelektüel ise, karanlıklara herkesin baktığı yerden bakmakla yetinmeyip, bakılanın arkasını da görebilendir.
Kimse Samuel Beckett’in, “En azından bir şey kesinlik kazanmış durumda; bir saat içinde her şey için çok geç olacak,”[94] uyarısı eşliğinde; “karanlığını sonu”nun bir ulu şafak olduğundan şüphe etmesin!
Yeter ki yanlışa teslim olup, kalabalıklarla olmaktansa, doğruda durup, yalnız kalmayı göze alabilelim!
Malum “Crescit in adversis virtus/ Cesaret tehlike karşısında artar” ve Horatius’un deyişiyle, “Sapere aude/ Akıllı cesurdur”, yani gerçek aydın, göze alıp, dik durandır.
15 Nisan 2016 16:05:09, Ankara.
N O T L A R
[*] 24 Nisan 2016 tarihinde Devrimci Parti’nin Adana’da düzenlediği etkinlikte yapılan konuşma… Arasöz, Mayıs 2016…
[1] Ataol Behramoğlu.
[2] Mehmet Metiner’e yönelik suikast hazırlığı içinde olduğu iddiasıyla 2011 Şubat ayında tutuklanan Kutbettin Güllü, cezaevinde gönderdiği mektubunda, suikast hazırlığında olduğu yönündeki ifadeyi polis ve avukat telkini sonrası imzaladığını belirtti. (Dinçer Gökçe, “Metiner Suikastında Komplo Kuşkusu”, Radikal, 1 Nisan 2011, s.16.)
“Mehmet Metiner’e suikast hazırlı içerisinde olduğu” iddiasıyla tutuklanan 18 yaşındaki Kutbettin Güllü’ye avukat, polis ve savcı iş birliği ile zorla belge imzalatıldığı ortaya çıktı. (Ömer Çelik-Serkan Demirel, “İfadeler Zorla İmzalatıldı”, Evrensel, 2 Nisan 2011, s.11.)
[3] “… ‘Erasmus kuşağı’ geliyor! Ülkesine, insanına, ruhköklerine yabanlaşmış, mankurtlaşmış ve ‘ahmaklaştırılan’ bir kuşak bu! Erasmus’a bazı Avrupalı öğrenciler ORgasmus adı verirler. Durum bu kadar vahim yani! Erasmus projesi, eğitim projesi değil, yozlaşma, cinselliği putlaştırma, cinsellik peşinde koşturan ‘ahmaklar sürüsü’ yetiştirme projesidir!” (Yusuf Kaplan, “Erasmus Değil, ‘Orgasmus’ Projesi!”, Yeni Şafak, 28 Eylül 2014, s.11.)
[4] “Adı Martin Heidegger. Kendisi kabul etmese de varoluşçuluğun önemli filozoflarından sayılıyor. Ünlü eseri ‘Sein und Zeit/ Varlık ve Zaman’ fırtınalar yaratmış, insanın varlığını anlatan ünlü ‘dasein’ı da varlığın kendini aşabilme eylemini, başkalarının eylemiyle ilişkisini, varoluşunu anlatan bir kavram olarak çok delikanlının saçının erken dökülmesine yol açmıştır. İşte bu değerli filozof ne yazık ki ‘zamanının -kısa süreceğini bilmediği- ruhuna’ yenilmiş ve 1933 yılında, yani Hitler’in Almanya’yı ele geçirdiği zamanlarda Freiburg Üniversitesi’nde kısa süre rektörlük yapmıştır. Daha doğrusu bu görevi üstlenmesini isteyen Nazi partisini reddetme cesareti gösterememiştir. Yıllar çabuk geçer…
Heidegger’in sürekli baskı altında oluğunu da söylediği o yıllarda sarf ettiği şu cümle, yıllar sonra Der Spiegel tarafından kendisine sorulacaktır: ‘Tezler ve fikirler varlığınızın kuralları olmasın. Alman gerçekliğinin bugünü ve geleceği ve onun yasası yalnızca ve bizzat Führer’dir.’ Heidegger’in soruya yanıtı gerçekten içler acısıdır. ‘Rektörlüğü kabul ettiğimde uzlaşmaya gitmeksizin işin içinden çıkamayacağımı açıkça biliyordum’ der.” (Güray Öz, “Rektör Heidegger”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2013, s.6.)
[5] Ahmet İnsel, “Siyaseten Terör Suçu ve Totalitarizm”, Cumhuriyet, 17 Mart 2016, s.11.
[6] Enver Aysever, “Kabataş Yalanı, Dava ve Aydınlanma Hırsızları!”, Birgün, 6 Nisan 2016, s.6.
[7] Nuray Mert, “Aydın Düşmanlığı ve İktidarın Tüccar Terzileri”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2015, s.5.
[8] Cem Küçük, “ABD’li Sanatçılar Orada, Bizim Aydınlar Nerede?”, Yeni Şafak, 29 Temmuz 2014, s.7.
[9] ‘İngiliz işçi sınıfının şairi’ olarak anılan usta yönetmen Ken Loach, İtalya’nın prestijli festivallerinden Torino Film Festivali tarafından verilen yaşam boyu onur ödülünü ret ederken; festivali düzenleyen Ulusal Sinema Müzesi’nde, işçilerin taşeron şirket aracılığıyla çalıştırılmasını ve güvencesiz-düşük ücretle çalışmaya direnen işçilerin işten çıkartılmasını görmezden gelemeyeceği vurgusuyla şunları dedi:
“Büyük bir üzüntü ile bana Torino Film Festivali tarafından layık görülen ödülü red etmek zorundayım, bu ödülü kendim ve filmlerimiz için çalışanlar adına almaktan onur duyardım. Festivaller Avrupa ve dünya sinemasını yaymak adına büyük bir rol oynuyorlar ve Torino sinemaya olan tutkusu ve aşkı ile bunun belirgin ve iyi bir örneği olarak kendini göstermektedir.
Torino’da Festivali organize eden Ulusal Sinema Müzesi’nin temizlik ve güvenlik hizmetleri Rear adlı kooperatife verilmiş durumda. İlk olarak maaşlarda kesinti yapıldı, ardından çalışanlar bundan şikâyetçi oldular ve böylelikle kötü davranmaya ve korkutulmaya maruz kaldılar. Birçok kişi işten atıldı. (…) Bu noktada hizmetleri ihaleye vermiş olan yapı bu duruma göz kapayamaz, her ne kadar bu kişiler bu hizmeti bir dış kooperatif aracılığı ile gerçekleştiriyor olsalar bile kendisi için çalışan kişilere karşı sorumlu olmalı. Nasıl olur da kendi hakları için mücadele eden ve bu sebepten dolayı işlerinden olan çalışanların dayanışma çağrısını duymazlıktan gelirim?” (“Boşuna ‘İşçi Sınıfının Şairi’ Değil”, Radikal, 23 Kasım 2012, s.35.)
[10] Ceren Çıplak, “Alatlı’ya Göre Birey Ehlileştirilmeliymiş”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2014, s.15.
[11] Bu konum Noam Chomsky’nin rejim “aydınları” için söylediği, “Entelektüellerin binlerce yıldır süregelen görevi insanları pasif, itaatkâr, cahil ve güdümlü bir hâle getirmektir.” “Basit gerçekler; entelektüeller, hükümet temsilcileri ve medya işbirliğiyle ‘ayak takımını’ uzak tutmak için kullanılan anlaşılmaz bir dilin gerisinde gizlenmektedir,” diye betimlediği kategoridir.
[12] Ahmet Cemal, “Bireyin ‘Ehlileştirilmesi’…”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2014, s.15.
[13] Güray Öz, “Aydın Çizgiyi Nereden Çeker?”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2014, s.7.
[14] “Vicdan; kendi kendimizi suçlayabilme, sorgulayabilme ve gerektiğinde kendimize savaş açıp, tanıklık edip, ceza verebilme üstünlüğüdür. Akıl ve vicdanımızın bize gösterdiği yol ile egomuzun ve dizginlenememiş duygularımızın istekleri arasında zaman zaman seçimler yapmak, çatışmalara göz yummak durumunda kalırız. Çoğu zaman da egomuzu ve duygularımızı kayırmak gibi bir alışkanlık içinde olmaktan geri kalmayız. Oysa akla ne denli muhtaçsak, iç dünyamız ve huzurumuz için vicdana da o denli ihtiyacımız vardır. Gerçekte insanın egosu, güzel duyguların düşmanı değildir. Her şeye karşın küçük bir çaba göstererek, eğiterek onu dost yapabiliriz. Vicdan, insanı hep doğruya ve güzele götüren acımasız bir yönetici ve yönlendiricidir. Vicdan kendisine karşı dürüst olan insanın tek efendisidir. Bu anlamıyla zalimi rahatsız eden tarafta olmak, doğru bir zemin, doğru bir seçim üzerinde olduğunuzu gösterir. Ezilenin yanında yer almak bir vicdan borcudur.” (A. Hicri Özgören, “Ne Zulüm Ne Merhamet Sadece Adalet”, Gündem, 18 Şubat 2016, s.15.)
[15] A. Hicri İzgören, “Aydın Sorumluluğu”, Gündem, 25 Şubat 2016, s.15.
[16] Ahmet Özer, “Aydın ve Ülke Gerçeği -I-”, Gündem, 15 Ağustos 2015, s.14.
[17] Edward Said, Entelektüel, çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 2004, s.26.
[18] Edward Said, Entelektüel, çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 2004, s.28.
[19] Murat Yaykın, “Yalancısınız”, Birgün, 10 Mart 2016, s.15.
[20] Melis Alphan, “Bu Eğitim Sistemiyle Toplumsal Barış İmkânsız”, Hürriyet, 14 Kasım 2015, s.8.
[21] Özlem Yüzüak, “Nasıl Bir Gelecek? Nasıl Bir Eğitim?”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2016, s.9.
[22] Abbas Güçlü, “Kopyalama, Taklit ve Biat Kültürü!”, Milliyet, 17 Ekim 2015, s.22.
[23] Hüseyin Şimşek, “Darwin ve Freud OUT Tevhid İnancı IN”, Birgün, 3 Mart 2016, s.3.
[24] Yarışmanın “Erkekler” ve “Bayanlar” düzeniyle “harem- selamlık” olarak ayrı ayrı sınıflarda düzenleneceğinin duyurulduğu internet sitesinde yarışmanın amacı şöyle belirtiliyor: “Her genç yetiştirilmeyi bekleyen bir çiçektir. Bizim için susuz ve ekilmemiş topraklardaki hiçbir gencimiz feda edilmeyecek kadar değerlidir ve baharı başlatacak çiçeğin tohumunu atmak vazifesi bizlerindir…”
Kaynak kitaptaki bazı bölümler şöyle: i) Hırsızlık eden erkekle hırsızlık eden kadının o kazandıklarına bir karşılık ve Allah tarafından (insanlara) ibret verici bir ceza olmak üzere ellerini kesin… ii) İşin (dinin) başı İslâm (kalbin teslimiyeti, tasdik; bedenin teslimiyeti tatbik ve tatbikin direği namaz, zirvesi cihaddır… iii) Cihad, gayret demektir. Batılı iptal edip İslâm’ı ispat ve tesbit etme gayretidir… İslâm’ın ölmesi kıyametin kopması demektir… iv) Nitekim öldürmek, İslâm’a savaş açmış bir gücün öldürülmesi olursa iyidir. Öldürmemenin sonunda bir kimse ve ona bağlı insanlar İslâm’a girecek ise herhâlde öldürmemek daha iyidir. (Emre Döker, “Liselilere ‘Şeriat’ Sınavı”, Cumhuriyet, 18 Aralık 2015, s.6.)
[25] Serbay Mansuroğlu-Can Uğur, “Adnan Gümüş: Bir Milyon Öğrenci Dini Vakıfların Elinde”, Birgün, 31 Mart 2016, s.6.
[26] Mahmut Lıcalı, “Bakan Sansürü Savundu”, Cumhuriyet, 8 Ağustos 2013, s.10.
[27] Abidin Yağmur, “Şiir mi, Erdoğan Sevgisi mi?”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2015, s.3.
[28] Mehmet Çınar, “Velinin ‘Kızlı-Erkekli Oturmasınlar’ Şikâyeti Sınıf Böldürdü!”, Evrensel, 4 Kasım 2015, s.4.
[29] Serbay Mansuroğlu, “Harem Selamlık Sıra”, Birgün, 11 Kasım 2015, s.3.
[30] “Adana’daki Okullarda Hapishane ‘Tedbirleri’…”, Evrensel, 8 Ekim 2015, s.2.
[31] Diren Deniz Sarı, “Etek Boyu Kısa, Kitap Yasaklansın”, Birgün, 6 Ekim 2015, s.3.
[32] Sibel Bahçetepe, “Yorum Yaptı, Atıldı”, Cumhuriyet, 21 Ocak 2013, s.4.
[33] Kemal Atlan-Abidin Emirdağ, “Müdürden Şişeli Hortumlu İşkence”, Milliyet, 24 Mart 2015, s.4.
[34] “Okulda Öpüştü Diye Felç Oldu”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2016, s.3.
[35] Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre “Güvenlik birimlerine gelen veya getirilen çocuklara” ait verilere göre, Türkiye’de 2014 yılında bin 377’si erkek, 9 bin 718’i kız çocuğu olmak üzere 11 bin 95 çocuk cinsel suçlara maruz kaldı. Cinsel suçlara maruz kalan çocukların yüzde 57.6’sını 15-17 yaş grubu, yüzde 23.9’unu 12-14 yaş grubu, yüzde 18.5’ini ise 11 yaş ve altındakiler oluşturdu. Cinsel suça maruz kalan çocukların illere göre dağılımında büyük şehirler başı çekti. İstanbul bin 234 ile ilk sırada yer alırken, İzmir 786 ile ikinci, Adana 528 ile üçüncü sırada yer aldı… (“11 Bin Çocuğa Cinsel İstismar”, Birgün, 1 Nisan 2016, s.6.)
[36] Fatih Karaçalı, “Öğretmenden Ortaokul Öğrencisi 2 Kıza Taciz Mesajı İddiası”, 5 Mart 2016… http://www.hurriyet.com.tr/ogretmenden-ortaokul-ogrencisi-2-kiza-taciz-mesaji-iddiasi-40064100
[37] Serbay Mansuroğlu, “Bursa’da 5 Kız Öğrenciye Cinsel İstismar”, Birgün, 29 Mart 2016, s.3.
[38] “Okul Müdürü, Öğrencilerini Tacizden Tutuklandı”, Cumhuriyet, 3 Mart 2016, s.3.
[39] Hicran Özdamar, “Gençleri Ayrıştırıyorlar”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2013, s.7.
[40] Serbay Mansuroğlu, “Okul İdaresinden Mezhepçi Şikâyet”, Birgün, 28 Mart 2016, s.3.
[41] Sinan Tartanoğlu, “Bakanlık Ciddiye Aldı”, Cumhuriyet, 11 Ağustos 2013, s.6.
[42] Mehmet Çınar, “Che’den Attılar”, Hürriyet, 20 Mayıs 2013, s.22.
[43] Burcu Cansu, “Okulda Kur’an Yayını”, Birgün, 22 Mart 2016, s.3.
[44] “… ‘Erdoğan’a Hakaret’ İddiasıyla Meslekten Men”, Taraf, 6 Kasım 2014, s.7.
[45] Doğan Satmış, “YÖK Başkanı”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2015, s.15.
[46] Ergin Yıldızoğlu, “Ensar Vakfı”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2016, s.9.
[47] Tamer Yazar, “Yrd. Doç. Utku Sayın: 30’lar Almanyası’nı Yaşıyoruz!”, Birgün, 23 Şubat 2016, s.2.
[48] Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde yaşanan sert polis müdahalesine tepki gösteren Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Serpil Sancar ve Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Burcu Yıldız istifa etti. Ancak Ankara Üniversitesi Rektörlüğü, Sancar’ın istifasını kabul etmediğini duyurdu. (“Dekan Sancar İstifa Etti Rektör Kabul Etmedi”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2016, s.6.)
[49] “Rektör: Söz Konusu Devletin Birliğiyse Akademik Özgürlük Olmaz”, Radikal, 14 Ocak 2016… http://www.radikal.com.tr/turkiye/rektor-soz-konusu-devletin-birligiyse-akademik-ozgurluk-olmaz-1498324/
[50] “Müzakere yoluyla çözüm olabileceğine inanıyor musunuz?”… “Bildiriyi okuyarak mı imzaladınız?”… “Hangi sendikaya üyesiniz?”… “Olayın taraflarıyla aranızda akrabalık bağınız var mı?”… “Olayın taraflarıyla aranızda husumet bağı bulunmakta mıdır, kimler başlattı?”… “Kasıtlı kıyım ile neyi kastediyorsunuz, bildiriyi kim yazdı?”… “Bildirinin barışa katkısı olacağına inanıyor musunuz?”… “Niçin PKK’ye aynı eleştirileri yöneltmiyorsunuz?”… (Canan Coşkun, “Akademisyene Utanç Soruları”, Cumhuriyet, 12 Şubat 2016, s.14.)
[51] Tayfun Atay, “Biz ‘Üniversite’yiz! Siz Kimsiniz?!”, Cumhuriyet, 20 Ocak 2016, s.6.
[52] Arif Nacaroğlu, “Ülkemizde Üniversite Var mı?”, Evrensel, 19 Kasım 2015, s.16.
[53] Yakup Kepenek, “ODTÜ Gerçeği”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2016, s.14.
[54] “Hocalarınız Gelsin Sizi Kurtarsın”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2016, s.6.
[55] “Çevik Kuvvet Üniversite Koridorlarında Böyle Bağırdı: Asayişi Biz Sağlayacağız”, Birgün, 1 Nisan 2016, s.3.
[56] Emre Kongar, “Bilim Namusu ve Haysiyeti”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2016, s.2.
[57] 1948’de Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes ve Behice Boran’ın “komünistlik” suçlamasıyla Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nden uzaklaştırıldı.
27 Mayıs 1960 darbesinden sonra idareyi ele alan Milli Birlik Komitesi (MBK) de geleneği devam ettirdi. Komite kendi çıkardığı 114 Sayılı Üniversite Öğretim Üyelerinden Bazılarının Vazifelerinden Affına ve Bazılarının Diğer Fakülte ve Yüksekokullara Nakline Dair Kanun’la, aralarında Ali Fuat Başgil, Sabahattin Eyüboğlu, Yavuz Abadan, Nusret Hızır, Tarık Zafer Tunaya, Mina Urgan, Haldun Taner, İsmet Giritli gibi isimlerin olduğu 147 öğretim üyesi ve yardımcısı, bir daha öğretim üyesi olmamak üzere görevlerinden alındı,
Yaklaşık bir asır boyunca defalarca darbe yiyip, güç bela ayağa kalkan üniversiteye yönelik bir başka tasfiye harekâtı ise, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası yaşandı. Sol veya liberal görüşleriyle tanınan öğretim üyelerinin bir bölümü 6 Kasım 1982 günü yeni kurulan YÖK kararıyla, bir bölümü ise (71 kişi) 1983 yılında, 1971 tarihli 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu’na dayanarak üniversitelerden atıldı. Ayrıca protesto amacıyla görevlerinden istifa edenler oldu. Sonra bu kanun başka memurların işlerinden, öğrencilerin okullarından atılmasında kullanıldı. 1402’likler diye anılan bu aydınların sayısı bazı kaynaklara göre 5 bin, bazı kaynaklara göre 20 bin kişiye ulaşmıştı. (Ayşe Hür, “Darülfünun, Üniversite, Einstein, Cadı Kazanı”, Radikal, 17 Ocak 2016… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/darulfunun-universite-einstein-cadi-kazani-1498721/)
[58] Mehmet Tezkan, “YÖK’lü Yaşamın 30’uncu Yılı”, Milliyet, 1 Kasım 2011, s.5.
[59] YÖK’ün Giresun Üniversitesi rektör adaylığı için en yüksek oyu alan öğretim üyelerini listeye almayıp 1 oy alan Prof. Dr. Murat Teker’i listeye koyması, öğretim üyelerinin tepkisini çekti. Öğretim üyeleri, “2 yıldır 2 oy alanın listede olmasını tartışıyorduk. Mahkeme kararından sonra YÖK, küfreder gibi, ‘1 oy alanı koyuyorum listeye’ diyor. Yüzde 30’dan liste olmaz” görüşünü vurguladı.
Giresun Üniversitesi’nde 18 Haziran 2010’da yapılan seçimde Prof. Dr. Halil İbrahim Bahar 31 oyla birinci, Prof. Dr. Mustafa Türkmen 29 oyla ikinci, Prof. Dr. Aygün Attar 21 oyla üçüncü, Prof. Dr. Ayhan Bölük 4 oyla dördüncü, Prof. Dr. Yılmaz Can 2 oyla beşinci, Prof. Dr. Murat Teker ise 1 oyla sonuncu olmuştu. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK), en fazla oy alan Prof. Bahar ve Prof. Türkmen’i çizmiş, üçüncü olan Prof. Attar’ı listenin başına, Prof. Bölük’ü ikinci ve Prof. Can’ı ise üçüncü sıraya yerleştirmişti. (Sinan Tartanoğlu, “YÖK Küfreder Gibi”, Cumhuriyet, 21 Mart 2012, s.7.)
[60] Aydın Engin, “AKP’nin Ak Rektörü: Mahmut Ak”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2015, s.5.
[61] Abbas Güçlü, “Eğitim Vitrini”, Milliyet, 31 Ekim 2015, s.28.
[62] Adnan Gümüş, “YÖK: Âlim Dediğin Düşünmeyen Erdemsiz Bir Hayvandır”, Evrensel, 31 Ocak 2014, s.2.
[63] Ahmet İnsel, “YÖK Tipi İdareciler Görev Başında”, Radikal, 20 Mart 2012, s.15.
[64] YÖK ve Bakanlar Kurulu’nun Türkiye Bilimler Akademisi’ne (TÜBA) 100’er üye ataması gerçekleştirmesi beklenirken TÜBA Başkanı Prof. Dr. Yücel Kanpolat, yeni düzenlemeye göre akademiye üye ataması yapılması durumunda kurumun özerkliğinin kalmayacağına işaret ederek “Sorunun çözümü için kimseyle görüşmekten kaçmıyoruz” dedi. TÜBA’nın özerkliğini elinden alan kanun hükmünde kararnameyle benimsenen düzenleme kapsamında kasım ayı içerisinde akademiye üye atamalarının yapılması bekleniyor. Yeni yapılanmaya göre üye sayısı 300’e çıkan TÜBA’ya YÖK tarafından 100, Bakanlar Kurulu tarafından da 100 üye atanarak akademinin üye yapısının 3’te 2’si siyasi iktidar tarafından belirlenmiş olacak. TÜBA ise geri kalan 100 üyeyi belirleyecek. (Mahmut Lıcalı, “Özerklik Ortadan Kalkar”, Cumhuriyet, 1 Kasım 2011, s.4.)
[65] Sinan Tartanoğlu, “Üniversiteye Saray Rektörü”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2016, s.14.
[66] Kemal Göktaş, “Sizin Gibilerin Üniversitede Bulunmaması Gerek”, Cumhuriyet, 8 Şubat 2016, s.4.
[67] “Skandal… Akademisyeni Cezaevinden Önce Savcının Evine Götürmüşler”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2016, s.7.
[68] Zehra Özdilek, “Akademik Sansür”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2016, s.6.
[69] Mahmut Lıcalı, “Kadrosuz Üniversite”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2012, s.13.
[70] İklim Öngel, “Doktora ‘Rektörlük’ Hilesi”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2016, s.14.
[71] “İşte Torpilin Resmi Belgesi!”, Cumhuriyet, 2 Ağustos 2013, s.5.
[72] Meltem Özgenç, “… ‘Malum İsimler’ RTEÜ’de”, Hürriyet, 1 Aralık 2013, s.7.
[73] Fakir Yılmaz, “Rektör, Çete Lideri, Bakan Aynı Karede”, Birgün, 1 Aralık 2015, s.3.
[74] “Üniversitede ‘Ahlâk’ Duvarı”, Gündem, 7 Ekim 2015, s.3.
[75] “Çocuk Pornocusu İlahiyatçı Çıktı”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2015, s.3.
[76] “Yeni Türkiye’nin Rektörü: Türkiye’nin Geleceği İçin Daha Çok Cahil Nesil Lazım”, Cumhuriyet, 22 Mart 2016, s.2.
[77] Sinan Tartanoğlu, “Öğrenciler Parmakla Fişlenecek”, Cumhuriyet, 6 Mart 2016, s.7.
[78] Ezgi Başaran, “Marmara İletişim Dekanı İçin 1 Çift Laf”, Radikal, 31 Ocak 2013, s.6.
[79] “Kadro Karşılığı Fuhuş Teklifi!”, Milliyet, 13 Kasım 2015… http://www.milliyet.com.tr/kadro-karsiligi-fuhus-teklifi–gundem-2147427/
[80] “Profesörden Öğrencilere Taciz ve Tehdit”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2016, s.14.
[81] Aykut Küçükkaya, “İÜ’nün Sahte Doçenti”, Cumhuriyet, 27 Ocak 2014, s.8.
[82] Hazal Yüksel, “İTÜ’de Camiye Yer Var, Tiyatroya Yok”, Birgün, 18 Aralık 2015, s.3.
[83] Mahmut Lıcalı, “Hacettepe’ye Çiftlik Muamelesi”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2012, s.8.
[84] “Üniversiteliye ‘Ahlâk Zabıtası’ İstedi”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2012, s.8.
[85] Akın Bodur, “İhbarcı Rektör”, Cumhuriyet, 16 Şubat 2013, s.7.
[86] Birkan Bulut, “ODTÜ’den Öğrenci Atölyesine Soruşturma: ‘Sözde’ Kadın Çalışmaları Topluluğu”, Evrensel, 23 Kasım 2015, s.2.
[87] Sinan Tartanoğlu, “ODTÜ’ye Savaş Açtılar”, Cumhuriyet, 25 Aralık 2015, s.7.
[88] “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: ODTÜ İçin YÖK Gereğini Yapmalı”, Milliyet, 27 Aralık 2015, s.22.
[89] ODTÜ’ye yönelik operasyon, tarz itibarıyla bilinmedik değil. Gezi olayları sırasında ortalığa saçılmış “camilerde içki içtiler”, “başörtülü bacımıza saldırdılar” iftiralarını hatırlayın! Faşizan dinbazlık böyle yol alıyor. Din deyince akan sular durduğu için, iktidar ve intikam arzularını tatmin etmeye dönük her arayışlarına hiç hicap duymaksızın ve Allah’tan da korkmaksızın inançlarını malzeme yapıyorlar.
ODTÜ’ye yönelik dinbaz karalama seferberliğine ilişkin kamuoyuna yansıyan iddialar; yani internete tamamen hâkim olma yolunda ODTÜ’nün kontrolündeki “tr” yönetimini ele geçirmek ve Haziran’daki rektörlük seçimlerinde iktidardan yana manipülasyonlarda bulunmak; bunlar kanımca tâli mahiyette nedenler.
ODTÜ hedefte çünkü (yukarıda kaydedilen nedenleri de kapsayacak şekilde) bu ülkede “seküler kültür”ün hâlâ dimdik ve dinamik şekilde ayakta olduğu, bu açıdan en karakteristik, üstelik dünya ölçeğinde de kredisi dorukta kurumlarımızdan biri, belki de birincisi o…
“Orayı Cizre’ye çeviririz” türünden korkunç tehditler savurmak… Medyatik saldırılarla toplumda bir “ODTÜ- FOBİ” üretmeye çalışmak… İşte bunlar, mescidin de, namazın da bahane olduğunu fazlasıyla düşündürüyor. Dedik ya, faşizan dinbazlık için asıl olan iktidar gösterisi, intikam arzusudur. Din ise bahane… (Tayfun Atay, “ODTÜ Seküler Olduğu İçin Hedef”, Cumhuriyet, 30 Aralık 2015, s.6.)
[90] Sinan Tartanoğlu, “İşte ODTÜ ‘Takipçi’leri”, Cumhuriyet, 30 Aralık 2015, s.7.
[91] Malatya İnönü Üniversitesi’ndeki fotoğrafta birileri “ODTÜ Yıkılsın Üniversite Kurulsun” sloganı atıyor. Malatya’daki İnönü Üniversitesi. Ve hemen hepsi İlahiyat Fakültesi’nin aktivitelerine baktığınızda, şunları görürsünüz: i) Panel: Vahyin Işığında Salih Amel ve Müslümanlar… ii) Konferans: Edebiyat ve Sembolün Dili… iii) Din ve Trafik Sempozyumu… iv) Konferans: Orta Dönem İslâm Devlet Düşüncesinde Siyasal İktidarın Meşruiyeti (Maverdi Örneği)… v) Konferans: Dindarlık ve Küresel Süreç… vi) Konferans: Kur’an ve Medeniyet Tasavvurumuz… viii) Panel: Ehl-i Beyt, Hz. Hüseyin ve Kerbela… ix) Çalıştay: Uluslararası Arapça Çalıştayı… x) Uluslararası Fazlur Rahman Sempozyumu… xi) “Diriliş Dünya Görüşü ve Sezai Karakoç” Sempozyumu yapıldı… (Orhan Bursalı, “… ‘ODTÜ Yıkılsın Üniversite Kurulsun’cular Nereli?”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2015, s.6.)
[92] Filiz Yavuz, “Bak Şu ODTÜ’yü Kınayana”, Birgün, 3 Ocak 2013, s.3.
[93] Neslihan Karataş, “Senin Bankan’a Not”, Birgün, 29 Aralık 2015, s.3.
[94] Samuel Beckett, Godot’yu Beklerken, Çev: Tarık Günersel-Uğur Ün, Kabalcı Yayınevi, 4. Baskı, 2012.